GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı Tümünün görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:57
Tarih:09.03.2016

MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 yılı bütçesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlarken, öncelikle, bu güzel vatanı bizlere emanet eden cennetmekân atalarımızı, vatanı uğruna canlarını feda eden bütün şehitlerimizi, cumhuriyetimizin kurucu lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü ve silah arkadaşlarını, partimizin kurucusu Başbuğ'umuz Alpaslan Türkeş'i rahmetle ve şükranla anıyorum. Ruhları şad olsun.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri aynı zamanda ülke gerçekleriyle yüzleşme görüşmeleridir. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçe müzakerelerini iktidara ayna tutmak ve uyarmak, milletimize hakikatleri anlatmak için bir vesile görüyoruz. 20 Ocaktan beri de bütün görüşmelerinde konuşmalarımızı bu çerçevede yaptık.

Değerli milletvekilleri, bütçeyi hangi ortamda görüşüyoruz?

BAŞKAN - Sayın Akçay, sayın hemşehrim...

Değerli milletvekilleri, uğultudan şikâyet ediliyor, duyulamıyor. Rica edeyim, görüşmelerinizi lütfen dışarıda yapınız ve sükûnetle dinleyelim efendim.

Buyurun Beyefendi.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Ülkemiz dışarıda iyice yalnızlaşarak tehlikeli bir sürecin içine itilmektedir. Etrafımız kuşatılarak abluka altına alınmaktadır. İçeride milletimizi ve vatanımızı hedef alan alçak terör saldırıları artarak devam etmektedir. Toplumsal ve siyasal gerilimler artmaktadır. Üstelik bu gerilimler giderileceği yerde kör gözün parmağına misali bizzat bazı iktidar sahipleri tarafından tahrik edilmektedir. Sosyal, ekonomik ve manevi buhran her geçen gün artmaktadır. Anayasa, kanunlar, hukuk çiğnenmektedir. Adalet yaralıdır. Millî ve manevi değerlerimiz yıpratılmakta, birlik ve bütünlüğümüz etnik ve mezhebî bölünmeye kurban edilmektedir. Cumhurbaşkanının ifadesiyle, ülkemizin bazı yörelerinin yeniden vatan yapılmaya çalışıldığının söylendiği bir ortamda bütçeyi görüşüyoruz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, uğultu var salonda, hiçbir şey duyulmuyor ya. Arkadaşlar dinlemiyorlarsa çıksınlar. Böyle bir şey olur mu ya.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Millî beka tehlikesi yaşadığımız bizzat Hükûmet tarafından dile getirilirken iktidar sahiplerinin hırsları uğruna sorumluluktan kaçtığı bir ortamda bütçeyi görüşüyoruz.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Müthiş bir uğultu var salonda, böyle bir şey olmaz.

BAŞKAN - Sayın Akçay, affedersiniz...

Ben tekrar ikaz etmek istiyorum değerli milletvekillerimiz. Lütfen sükûnetle dinleyelim.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Sayın Başkan, aslında ben rahatça dinletirim de ortamı germek istemiyorum.

BAŞKAN - Tabii efendim, tabii ki.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Ancak ortam gerilirse iktidar milletvekilleri dinleme ihtiyacı duyuyorlar.

BAŞKAN - Nezaketinize teşekkür ediyorum.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Dışarıda konuşsunlar Sayın Başkan.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, görüşmelerinizi lütfen dışarıda yapınız efendim.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Lütfen beni tahrik etmeyin.

BAŞKAN - Buyurun Beyefendi.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Birazdan biz de yaparız aynısını.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Türk milletinden aldığımız yetkiyle görevimizi icra ederken millete vekâlet bilincimizi mutlaka tazelemeliyiz. Şimdi bu uğultuda bu vekâlet bilincinin tazelenmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatıyorum. Su yatağında akar. Bu Meclisin yatağı Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi, Türk milletinin varlık ve beka ilkeleri, velhasıl her yönüyle Türk milliyetçiliğidir. Bu çatı altında kimsenin memleketin altını üsten getirme, çağdaş uygarlık yürüyüşünü keyfî ve tehlikeli deparlarla kabusa çevirme yetkisi yoktur. Ettiğimiz yemine sadık kalınmayacaksa bu kapıdan içeri adım bile atılmamalıdır. Bütçe görüşmelerinde biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk milleti dedik; öteki beriki demedik, kamu dedik, sizin mahalle, bizim köy demedik. Unutmayınız, bu yüce Meclis, millet vasfını koruyan, başka bir ajandası olmayan, iradesini kimseye ipotek etmemiş, bütün vatandaşların ortak ve eşit olarak temsil edildiği bir çatıdır. Bu Meclis, Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştiren, hürriyet ve istiklalimizi kazandıran Gazi Meclistir. Bu çatı altında kamu imkânlarıyla oturup çalışırken size sesimi ulaştıran şu mikrofonda zıplayan her bir elektronda dahi kefensiz yatan şehitlerin, tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı vardır.

Bu kürsüde Türk milletinin birliği, bekası ve menfaatleri aleyhine konuşulamaz, karar çıkartılamaz. Burası saray bahçesi, Kubbealtı, Divan-ı Hümayun değildir, burası saltanat kayığı değildir, burası entel kafeteryası da değildir, burası terörist hücresi hiç değildir. Burası Türk milletinin kürsüsüdür. Millî hâkimiyet bu kürsüde tecelli eder, demokrasi memlekete buradan gider, hukuk, töre burada kurulur ve Türk milleti bütçe hakkını burada kullanır. Bu hak İngiltere'de altı yüz yılda, Fransa ve Rusya'da kanlı devrimlerle alındı. Bizde ise ehliyetle ve marifetle üç buçuk yıl gibi kısa bir süre içinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk, onun silah arkadaşları ve Gazi Meclis tarafından hayata geçirildi. Bütün bu kazanımları göz ardı ederek, doksan yıllık enkaz iftirasıyla nankörlük ederek burada millî bütçeyi görüşemezsiniz. Burası millî bir çatıdır, milliyetçilik çatısıdır. Milliyetçiliği ayaklar altına alırsanız, Türkiye Cumhuriyeti'nin itibarını etnik çamura bulaştırırsanız millî olamazsınız. Etnik ve ayrıştırıcı söylemlere meşruiyet kazandırıp özerklik isteyenlere tavan yaptırırsanız millî olamazsınız. Siz eğer millilikten yoksunsanız kumpasa da düşersiniz, kandırılırsınız da, aldatılırsınız da. Millî olamadığınız için yerli ve millî olmayan odakların Türk ordusuna kumpas kurmasına göz yumarsınız.

Şimdi, yüzlerce muvazzaf subayına sahip çıkamadığınız Millî Savunma Bakanlığının bütçesini yapsanız ne olur, yapmasanız ne olur! Siz Diyarbakır Sur'daki tarihî Kurşunlu Camisi'ni koruyamazken, tarihte ilk defa cuma namazı kılınamazken bütçeyi görüşseniz ne olur! Fatihpaşa Mahallesi'ndeki Süleyman Nazif İlkokulunun, Cizre'deki İstiklal İlkokulu'nun ve dahi 290 okulun yakılmasına engel olmadıktan sonra Millî Eğitim Bakanlığının bütçesini yapsanız ne olur, yapmasanız ne olur! Süleyman Şah Türbesi'ni, Saygı Karakolu'nu, toprağını koruyamazken, Ege'de Türk adalarına sahip çıkamazken, ülkemizi mülteci toplama kampına çevirirken, mültecilerin yıllık maliyeti 8 bakanlık bütçesini geçerken Dışişleri Bakanlığı bütçesini görüşseniz ne olur! Yolsuzluk, rüşvet, talan, israf bu kadar ayyuka çıkarken, bütçeyi çerez parası görürken bütçeyi yapsanız ne olur, yapmasanız ne olur!

Yaptığınız millî görevin şuuruna varmazsanız, milletin canına, malına, emeğine, ekmeğine, değerlerine, yer altı ve yer üstü zenginliklerine sahip çıkacak millî ve milliyetçi bir duruştan yoksunsanız, kusura bakmayın, size değil kamu maliyesi, bir kör kuruş dahi emanet edilemez.

Değerli milletvekilleri, demokrasilerde bütçeler milletten alınan yetkiyle millet adına yapılır. Bu milletin adı Türk milletidir, bayrağımız Türk Bayrağı'dır, vatanımız Türkiye'dir. Nasıl ailenizi reddederek onun mirasçısı olamazsanız, Türk milletinin mazisini, bugününü ve yarınını reddederek onun maliyesine, bütçesine el atamazsınız. Millete saygısı olmayan ahlaksızları kamu parasıyla sonradan görme zenginler yapamazsınız. Ecdadın kanıyla tesis ettiği millî varlığı bir ganimet gibi hoyratça kullanamazsınız. Bu sebeple, yerli ve millî olamazsınız. Yerli ve millî olmak Türk milletini ve Türkiye'yi adıyla, sanıyla ve şanıyla korumaktır. Millî sınırları, millî güvenliği, millî sermayeyi ve millî kültürü düşmanlardan ve onların etki ajanlarından korumaktır. Eğer bu nitelikleri taşıyacaksanız, oturduğunuz koltukları kanıyla ve teriyle bize bahşeden Türk milletine saygılı olacaksınız, çünkü bu çatı altındaki her işi, Türk milletinin alın teriyle, helal emeğiyle, ödediği vergilerle yapıyoruz.

Değerli milletvekilleri, devleti yöneten hükûmetin üç temel görevi vardır. Birincisi güvenlik; maalesef, kalmadı, ikincisi adalet; çok zedelendi, üçüncüsü refah; iyileşmiyor, bozuluyor.

Yaşadığımız sorunları doğru teşhis etmemiz lazım. Bugün devlet, bir yönetim krizi yaşamaktadır. Yaşanan menfi hadiselerin arkasında yönetememe sorunu vardır. İktidarın meselesi sorun çözmek değil, idareimaslahattır. Devleti idare etmek ile vaziyeti idare etmek arasındaki çelişkili tavır her yerde görülmektedir. Türkiye kurum ve kurallarıyla yönetilmemektedir. Anayasa, kanun, hukuk hiçe sayılmaktadır. Türkiye şahsi ve keyfî bir yönetim altındadır. Devletin tepe noktalarında uyumsuzluk vardır. Bu sorun, sistemden veya Anayasa'dan değil, şahsi ve keyfî yönetimden, kişisel iktidar hırsından kaynaklanmaktadır. Yönetemeyenler suçu kendinde arayacaklarına, kabahati sisteme yükleyerek sorumluluktan kaçmaya çalışıyorlar. Yıllarca "Tek parti iktidarı istikrar getirir." diyenler, şimdi "Tek adam istikrar getirir." demeye başladılar. On dört yıldır tek başına iktidar yetkisi kullananlar, hiçbir sorumluluğu üzerlerine almak istemiyorlar; yetki var, lakin sorumluluk üstlenmek yok.

Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri hiçbir zaman tek başına bir iktidar gibi hareket etmedi. Aslında, karşımızda, bir paralel yapılar, cemaatler, tarikatlar, çeşitli menfaat grupları ve oligarklar koalisyonu ve ittifakı vardır. Yani milletin verdiği yetki bu informel gruplarla paylaşılmıştır. Boşuna "paralel, paralel" diye feryat etmeyin. Bütün paralel yapıları siz oluşturdunuz. Paralelin bir çizgisi onlarsa diğer çizgisi siz oldunuz. "Ne istediler de vermedik? Bizi kandırdılar. Çok safmışız." dediniz. O hâlde soruyorum: Ne istediler, ne verdiniz? Ayrıca sizin paralel yapılarınız bir değil, iki değil; neredeyse otuz iki kısım tekmili birden. Yıllarca iş birliği yaptığınız yapıya şimdi kayyum atamakla meşgulsünüz, birincisi.

İkincisi: KCK denilen örgütlenmede çözüm süreci ilişkilerinin de payının olduğu ayan beyan ortaya çıktı. Hükûmet Habur'da, Oslo'da, İmralı'da, Kandil'de, Dolmabahçe'de KCK, PKK'yla kol kolaydı. Terörist elebaşlarına "Bölgede şikâyetçi olduğunuz idareci, vali, kaymakam var mı?" diye soruldu? Habur'da teröristleri kahraman gibi karşılatan, teröristlerin ayağına hâkim ve savcıları gönderip "Pişman değiliz." diyenleri çadır mahkemelerde serbest bıraktıran hangi paralel yapıydı? Bu nasıl bir devlet yönetme bilincidir?

Mahdumlar valilerle, milletvekilleriyle, müdürlerle toplantı yapıp talimatlar veriyor, gittikleri yerlerde devlet protokolüyle karşılanıyor. Yandaş memur sendikası kamu atamalarında söz sahibi. Külliye ve Beştepe yapılanması söz konusu. Devlet yönetiminde âdeta bir metastaz oluşmuştur. Ülkeyi kimin yönettiği belli değil.

Cumhurbaşkanlığı, danışmanlar ordusuyla 1.150 odada paralel makamlar ve bakanlıklar oluşturmuştur. Bunlar, kaynağını Anayasa'dan ve kanunlardan almayan yetkileri kullanıp Hükûmetin işlerine karışmaktadırlar. Şu sorunun cevabını veriniz: Bu devleti kim yönetiyor; saraydaki konseyler mi, Hükûmetteki bakanlıklar mı? İşte, çift başlılık buradadır, keyfîlik buradadır, şahsilik buradadır, uyumsuzluk buradadır, Anayasa buralarda ayaklar altına alınmaktadır. "Ben Anayasa'ya uymam, Anayasa bana uysun. Anayasa'yı bana uydurun." denilmektedir. Böylelikle, aslında, yapmak istedikleri yeni anayasanın da 2 maddeden oluştuğu görülüyor. "Madde 1: Ben ne dersem o olur, ben her zaman haklıyım. Madde 2: Benim haksız olduğum durumlarda 1'inci madde geçerlidir."

Devleti kurum ve kurallarıyla yönetmezseniz devlet hukuk düzeninden çıkar. Hukuktan yoksun bir devlet yönetimi ülkeyi çivisinden çıkarır. Ekonomi bir şekilde düzelir. Dış politikada kayıplar da, yine, telafi edilebilir ancak önemli olan hukuk ve adaletin yerine gelmesidir çünkü devlet adalet üzerine inşa edilir. Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig'de der ki: "Adalete istinat eden kanun bu göğün direğidir; kanun bozulursa gök yerinde duramaz."

Bütçe hakkı aynı zamanda kesin hesap ve denetim hakkıdır. Denetimden yoksun bir bütçe "Sorma, ver." bütçesidir. Hükûmet harcama yetkisi istiyor ama denetim istemiyor, hesap vermekten kaçıyor. Yetki istiyor, sorumluluk kabul etmiyor. Denetimin tam anlamıyla olmadığı bir bütçede mali disiplin yoktur; keyfî harcamalar vardır ve yolsuzluğa yol açmak vardır.

2015 bütçesinde 33 milyar liralık ödenek üstü harcamalar var. Ödenek üstü harcamalar yapılıyorsa burada neyi görüşüyoruz? Anayasa ve 5018 sayılı Kanun neden var? Bütçe yapıyoruz ancak Bütçe Kanunu'na uyan yok.

Yolluk giderlerinde yüzde 43 ödenek açılıyor. Yani, 100 lira verilmiş, 143 lira harcanıyor. Temsil ve tanıtma giderlerinde 212 lira veriliyor, 393 milyon lira harcanıyor; yani, 100 lira vermişler, 184 lira harcanmış. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan ödemeler ikiye katlamış. Üretime yönelik mal ve hizmet alımlarındaysa yüzde 18 kısıntı yapılmış; yani, üretime ve istihdama nasıl hor bakıldığı da buradan belli.

Bütçenin bu kalemlerine, ödenek üstü harcamalarına baktığımızda ortaya çıkan tablo şu: Hükûmet yemiş içmiş, gezmiş tozmuş. Cumhurbaşkanlığı ödeneği 397 milyon lira, sonra 543 milyona çıkıyor. Başbakanlık bütçesi 929 milyon, ilave 1 milyar 530 milyon lira daha ek ödenek veriliyor. Bir hükûmet, bir başbakanlık bir yıl içerisinde ne kadar ödeneğe ihtiyacı olacağını hesaplayamaz mı? Ulaştırma Bakanlığının ödenekleri de yine 13 milyardan 26 milyara çıkıyor. Millî irade 1 lira veriyor, bunlar 2 lira harcıyor.

Bütçede öyle bir kalem var ki hesapsızlığın âdeta sembolü oldu. Bir gece yarısında önergeyle Cumhurbaşkanlığı için açılan örtülü ödenekten bahsediyorum. 2014'te 1 milyar lira olan örtülü ödenek harcaması 1 milyar 773 milyon liraya ulaşıyor. On dört yılda neredeyse 17 kat artan bir örtülü ödenek harcaması. Ne çok örtülü işler varmış ya Rabb'i! 1 Kasım seçimlerinden önce bazı muhtar ve kişilere "Cumhurbaşkanlığı ödemesi" adı altında para dağıtılması da söz konusu.

Bütçenin 6'ncı maddesiyle Maliye Bakanına Bütçe Kanunu'nda her türlü değişikliği yapma yetkisi veriliyor. Kurum içi aktarmalar, yedek ödenek aktarmaları, ilkeleri belirlemeler... Bu kadar sonsuz yetki bütçe kanununu anlamsız hâle getirmektedir. Aynı anayasa gibi 2 maddelik de bir bütçe kanunu getirmeniz gerekirdi: Madde 1: Bütçeyi Maliye Bakanı yapar. Madde 2: Maliye Bakanı da, Hükûmet de keyfince harcar. Bu bütçeye ancak "örtülü bütçe" denir değerli arkadaşlar.

Yedek ödeneğe bakıyoruz: Her bütçeye öngörülemeyen ve olağanüstü harcamalar için mutlaka bir yedek ödenek konulur. 2014'te Mecliste 1 milyar 200 milyon liralık yedek ödenek konuyor ve bunun 21 kat fazla harcaması yapılıyor, 25 milyar 360 milyon. Buna ancak "öngörüsüzlük ve keyfîlik" denir ve buna "örtülü bütçe" denir. Ayrıca, Maliye Bakanlığı tarafından da, yıl geçtikten sonra, on beş gün içerisinde bu harcamaların açıklanması gerekir. Maliye Bakanlığı bunu açıklamıyor, sadece başlangıç ödeneğinin nerelere harcandığı açıklanıyor, diğerlerinde yok.

Bir de "(E) cetveli" diye bir cetvel var. Bu cetvelle eski yılların fon uygulamasından bin beter bir özel hesap uygulaması yapılıyor. Eskiden bu fonların özel kanunları, özel mevzuatı, yönetmelikleri, Meclis ve Sayıştay denetimi vardı. Şimdi, bu özel hesapların ne denetimi var ne kuralı, bakanlara yetki verilmiş, tepe tepe kullanacaklar. 2016 bütçesinde 1 milyar 700 milyon liraya ulaşan bir özel hesap yöntemiyle harcama kurallarının dışına çıkarılıyor. Maliye Bakanı, isterse, bu 6'ncı maddedeki yetkisi nedeniyle, bu 1 milyar 700 milyon lirayı 100 milyara da, 200 milyara da çıkartabilir, hiçbir mani durum yok.

Kalkınma Bakanlığına, (E) cetvelinde, 100 adet araç alınma imkânı getiriliyor. Peki, Bütçe Kanunu'nun (T) cetveli niçin var? Demek ki (T) cetvelinde yer alırsa keyfî davranamayacaklar. Taşıtın cinsi, özellikleri, fiyatı, vesaire yer alacak. Kalkınma Bakanı Türkiye Büyük Millet Meclisinin maliyetini hesaplamaya çalışıyor. Siz önce kendi bakanlıklarınızın maliyetini hesaplayın.

Yine, (E) cetvelinin 66'ncı sırasında, belediyelere yapılan yardımların da şeffaf bir şekilde bilinmesi lazım, bunları da bilemiyoruz. Bu da bütçeyi örtülü hâle getiriyor.

2016 yılında yüzde 4 büyüme öngörülürken, bütçe gelirlerinde de yüzde 12 artış öngörülüyor, 11,9. Bu nasıl gerçekleşecek? Demek ki ufuktaki zamların habercisi. 2016'da öngörülen makro gelişmeler vergi gelirlerinde öngörülen bu artışı izah etmemektedir. Zamanımızın kıtlığı nedeniyle ayrıntıya giremiyoruz.

Ufukta yapısal reform yok, o zaman, Hükûmetin hedeflediği bütçe gelirlerine ulaşabilmesi için KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerde artış mı yapılacak? 2016 yılının ilk günlerinden itibaren hangi zamlar geldi, bir hatırlayalım: Elektriğe yüzde 7 zam, sigaraya yüzde 5 zam, motorlu taşıt vergisine ortalama yüzde 6 zam, ekmeğe yüzde 25 ile yüzde 33 arası zam, köprü ve otoyollara yüzde 38 zam, telefon vergisine yüzde 33 zam; zorunlu trafik sigortasındaki artışlar yüzde 400'e ulaştı; çarşı pazarda hemen her üründe zam var; bu da dolaylı vergilerde bir artış demektir. Dar gelirli, fakir fukara, garip gureba ezilmeye devam ediyor ve iktidar kaşıkla verdiğini kepçeyle alıyor.

Et ve süt fiyatlarından ne üretici memnun ne tüketici. Tarım Bakanı fiyatlara narh koydu ama dinleyen yok. Şimdi, siz bu yatırım gücünüzle, fiyat düzeylerindeki bu yükselişle nasıl mücadele edeceksiniz?

Vergi gelirlerine bakıyoruz: 2015'te sadece KDV ve ÖTV dahi gelirden alınan vergilerden yüzde 40 fazla ve dolaylı vergiler neredeyse yüzde 70'e ulaşmış. 2015 yılı içinde vergi gelirlerindeki artışların nedenlerini araştırdığımızda yani arızi nitelikte diyebileceğimiz gelirlere de yine rastlıyoruz.

4,5G ihalesi nedeniyle 1,9 milyar civarında ödenen KDV, TL'nin değer kaybetmesi ve fiyat artışlarının KDV'yi artırması yani enflasyon... Enflasyon konusunda da bir vatandaşımız "TÜİK'in açıklamalarına saygı da duymuyorum ve uymuyorum." diyor, haberiniz olsun.

BOTAŞ'ın, geçen yılın aksine, düzenli, cari ve kısmi stok vergi borcu ödemesi ve yılbaşında tütün mamulleri, alkollü içkiler ve tütün ürünlerindeki kayıt dışılığın kısmen azalmasından gelen gelir artışları söz konusu. Vatandaş simit, ekmek yerken, su içerken, doğumdan ölüme, kefen bezinde dahi, her şeyde vergi var; hayvan saman yerken, çiftçi, sanayici, esnaf üretirken vergi var ancak faizden yok. Çiftçinin mazotunda vergi var, yatta, kotrada ÖTV yok. Faiz lobicileri!

Değerli milletvekilleri, bütçe ekonominin aynasıdır. Bakalım bu aynada neler görünüyor: Türkiye üretmeden tüketen, kazanmadan harcayan bir ülke hâline getirildi. Büyüme tüketime dayandırıldı, borçlar arttı, tasarruf azaldı, yatırımlar azaldı, işsizlik arttı, ekonominin sosyal dengesi bozuldu, kaynaklarımız rant ve popülizme kurban edildi. Kamuda lüks harcama, şatafatlı makam odaları, makam otomobilleri, amaçsız seyahatler, saraylar, ihalesiz işler ve bilumum israfla kamu maliyesinin dengesi bozuktur. Ekonominin kötü yönetilmesi yüzünden ülke kaynakları kalkınma için değil dar bir çevrenin zenginleşmesi için kullanıldı. Teknoloji geliştirmek yok, inovasyon yok, mali disiplin yok. Yani, "Yok." deyince hiç yok değil kısmen var yani yeterli ölçüde yok; bizi sonra insafsızlıkla suçlamayın. "İstikrar, istikrar" diyerek iktidara geldiler ama o şimdi yerle yeksan. Ekonomiye güven azalıyor, TL'ye güven azalıyor, döviz yükseliyor, bireysel kredi ve kredi kartı borçlusu, borç miktarı artıyor, protestolu senet ve karşılıksız çekler, kısa vadeli borç yükü artıyor, işsizlik artıyor, enflasyon artıyor. Böylesine sağlıksız bir ekonomide bütçenin sağlam temeller üzerine inşa edilmeyeceğini bir kez daha hatırlatmak isterim.

En çok tartışılan konulardan biri de büyüme. Kişi başı millî gelir tahminleri 2015'te -lütfen, dikkat buyurun- 1.650 dolar, 2016'da 2.177 dolar, 2017'de 2.199 dolar aşağı çekilmiştir. Millî gelirdeki bu küçülme dikkat çekicidir, özellikle 2015 yıl sonu itibarıyla 2013 yılına göre millî gelirdeki azalma yüzde 14'tür. 2013'ten 2015'e millî gelirimiz 100 milyar dolar düşmüştür.

On dört yıldır Türkiye, üretime değil, tüketime ve ithalata dayalı bir politikayla yönetilmektedir. Bu politikada dışarıdan borç alırsınız, ithalat yaparsınız, bireylere kredi yani borç verirsiniz, kredi kartı kullanımını artırırsınız ve işler iyi gidiyor zannedersiniz ama işler iyi gitmiyor. Borçluluk, dış ticaret, enflasyon, işsizlik, çek, senet ve ekonomiye güvende alarm zilleri çalıyor.

Borçlar, çok uzun zaman gerekiyor ama kısaca özetleyelim, 2002'den bugüne Türkiye'nin toplam dış borcu 3 kat artmış, 129,5 milyardan 405,9 milyar dolara. Merkezî yönetim borcu 242,5 milyardan 685 milyara çıkmış. Özel sektörün dış borcu 6 kattan fazla artmış. Hane halkı borcu 2002'de 6,7 milyar, şimdi elimizdeki veriye göre 372 milyar. 55 kat artmış hane halkının borçları değerli arkadaşlar, bunlar insanları, Hükûmeti kara kara düşündürtmesi gereken hususlardır. "Borç yiğidin kamçısıdır." teşvikleriyle bizzat Hükûmet ve başbakanlar tarafından halkımız borçlanmaya teşvik edildi. Tüketici kredileri, kredi kartı borçları, protestolu senetler, hepsinde büyük artışlar var.

İşsizlik, kötü gidişatın bir diğer göstergesi ve en önemli göstergelerinden birisi, 2002'de yüzde 13, şimdi yüzde 10,5. Bu oranı görünce Sayın Başbakanın "360 derecelik fark yaptık." sözünü hatırladım, hakikaten işsizlikte 360 derecelik bir fark yapmışsınız. Neticede Hükûmet işsizlik rakamlarını gizlemek için elinden geleni yapsa da TÜİK'in işsizlik rakamları gerçek işsizlik rakamlarını vermekten uzaktır. Toplumsal huzuru tehdit eden işsizlik bünyemizi yakmaya devam etmektedir. Milletin işine iş, aşına aş katamadınız. Yüz binlerce öğretmen, iktisadi idari bilimler fakültesi mezunları, gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri, su ürünleri mühendisleri, veterinerler işsiz, atama bekliyor, iş arıyor. Pazar yerleri alışveriş mekânları olmaktan çıktı, turistik gezi yerleri hâline dönüştü ve vatandaş kolundaki sepeti dolduramıyor ve dediğim gibi, TÜİK'in açıklamasına uymuyor, saygı da duymuyor. Durum bu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; faiz ödemelerinde de...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akçay, bir dakikada toparlar mısınız lütfen.

ERKAN AKÇAY (Devamla) - Evet, peki.

Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, yüce Meclisin bütçe görüşmelerindeki mesaisinin milletimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum. Bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu bütçeye "ret" oyu vereceğimizi belirtiyorum ve Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu topraklarda Türk milletinin aleyhine olan her türlü konfeksiyon fikri ve projeyi yırtıp atacağız, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Biliniz ki Bilge Kağan'ın "Ey Türk! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe senin ilini ve töreni kim bozabilir!" sözü, tarihimizden bize miras "devleti ebet müddet" ilkesi ve Mustafa Kemal Atatürk'ün "Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." sözü sadece hüsnüniyetli dilekler değildir; aynı zamanda, binlerce yıllık tarih tecrübesinin ve sarsılmaz irademizin ifadeleridir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)