| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tasarısı Maddelerinin görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 56 |
| Tarih: | 08.03.2016 |
AHMET SORGUN (Konya) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Çok değerli milletvekilleri, öncelikle, 8 Martın en başta kadınlarımıza, ülkemize, insanlık âlemine huzurlar, mutluluklar, esenlikler getirmesini diliyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.
2016 bütçesinin 14'üncü maddesi, tasarının 14'üncü maddesi usule dair bir madde, yürürlük maddesi. Bu sebeple ben de usul üzerine, üslup üzerine bu sürede bir konuşma yapmak istiyorum. Zira, eskiler derler ki: "Vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir." Yani "uygun yol ve yöntem izlemeyişimizden" anlamına geliyor. Yine, hukukta -hukukçular çok iyi bilir- temel bir kaide var, usul esastan önce gelir yani usul esasa mukaddemdir diye.
Bu girişten sonra, gerçekten -bugün sabahleyin de yaşadık- günlerdir Meclisimizde tartışmalar yapıyoruz, müzakereler yapıyoruz ama buradaki üslubumuza dair gözlem ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Peşin peşin ifade edeyim ki bu ifadelerimin muhatabı özel olarak herhangi bir grup veya şahıs değildir. Bazen öyle tartışmalar yapıyoruz ki kişileri ve olayları konuşmaktan projeleri, fikirleri, düşünceleri, tasarı ve teklifleri konuşmaya inanın vaktimiz kalmıyor. Evet, birbirimizi sonuna kadar eleştirmemiz lazım, buna katılıyorum ama asla hakaret etmeden, sataşmadan ve kişiselleştirmeden. Zira, biliyoruz ki fikirlerin çarpışmasından, evet, hakikat doğar, eskiler buna "Müsademeyiefkârdan barikayı hakikat doğar." diyorlar.
Gruplara karşı, partilere karşı, kişilere karşı ne yazık ki toptancı bir anlayış ortak bir problem gibi görünüyor, mutlak kabul veya mutlak ret veya toptan kabul, toptan ret. Ne yazık ki bir problem.
Bakın, bir milletvekilimiz, altına belki hepimizin imza atabileceği çok güzel bir konuşma, Tüzük diliyle "çok temiz" bir konuşma yapıyor ama onu sadece kendi grubu alkışlıyor veya yine bir başka milletvekilimiz -burada hiçbir kimseyi kastetmiyorum, genel olarak söylüyorum- öyle bir konuşma yapıyor ki o milletvekilimizin ait olduğu gruptaki arkadaşlarımız bile "Keşke bu konuşmayı yapmasa." diye içinden geçiriyor ama ne yazık ki o konuşma, o arkadaşımızın grubu tarafından alkışlanabiliyor.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sizin için de geçerli mi?
AHMET SORGUN (Devamla) - Efendim?
MUSA ÇAM (İzmir) - Sizin grup için de geçerli mi?
AHMET SORGUN (Devamla) - Kişi ve grup ismi asla vermek istemiyorum ama bunlara, bu tür davrananlara Hazreti Mevlâna diyor ki: "Güzelim, aynada çirkinliğini görünce aynaya saldırma."
Evet, bir şey haddini aştı mı, bir şey sınırını aştı mı zıtlığa dönüşür, nasıl ilacın dozajı aşarsa zehre dönüştüğü gibi veya tuzun dozajı aşarsa tatlılık yerine acılık verdiği gibi. Bunun için, bu konuda övgüde de yergide de mutlaka sınırı aşmamak gerektiğini düşünüyorum. Münazara, tenkit, övgü gerçekten bizim edebiyatımızda bir sanat türüdür, bir estetiktir, buna azami riayeti göstermek gerekiyor.
Meşhur hukukçu İmamı Azam oğlunu tartışmadan yasaklıyor. Diyor ki oğlu: "Niye yasakladın? Sen kendin tartışma yapıyorsun, bizi yasaklıyorsun." "Siz muhatabınızın açığını bulmak için dinliyorsunuz, bizse muhatabımızı dinlerken başımızda bir kuş varmış da onu uçuracakmışçasına özenli dinliyoruz ve karşımızdakinin hatasını bulmak için değil, gerçeği bulmak için bir tartışma yapıyoruz." diyor. Evet "Söz kantardır, insanı tartar." derler.
Bu vesileyle ben sözlerimi sonlandırırken "İnsan hatasız olmaz, kul kusursuz olmaz." derler. Hazreti Mevlâna'nın mısralarıyla sözlerimi bitirmek isterim:
"100'de inat etme, 90 da olur.
İnsan dediğinde noksan da olur.
Sakın ben, ben deme, sen yoksan da olur.
Kusursuz dost arayan dosttan da olur."
Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)