GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tasarısı Maddelerinin görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:56
Tarih:08.03.2016

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (İstanbul) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri ve sevgili kadınlar; bugün 8 Mart, mücadele günümüz, Dünya Kadınlar Günü hepimize kutlu olsun. Gerçekten, mücadele olmadan hiçbir şey olmuyor. Genellikle şiddet söz konusu olduğunda, kadına yönelik şiddetten bahsedildiğinde ben bazı afişlerde gözleri mor kadınlar ve onların mağduriyetini gösteren resimler görüyorum. Ama, gerçekten, aslında olması gereken bu değil. Yani, kadınları bir mağduriyet tarihine bir yandan da hapsetmeye çalışıyorlar; oysa kadınların yani bizlerin bir mücadele tarihi var. O nedenle, o afişlerde yer alması gereken resimler aslında gözü morarmış, şiddet görmüş kadın resimleri değil, gerçekten şiddete karşı mücadele etmiş, yıllardır bu alanda hakları için zaman zaman canını dahi vermiş olan kadınların mücadele resimleri olmalı diye düşünüyorum. Ben birazcık eski örneklerden, bu mücadele tarihinden söz ederek konuşmak istiyorum. Biz, 1987 yılında dayağa karşı kampanyayı gerçekleştirdik ama bu kampanyadan önce aslında Nezihe Muhiddinler, Fatma Aliye Hanımlar gibi kadınlar aynı zamanda kadın hakları için mücadele ediyorlardı. Osmanlı'dan cumhuriyete kadar süren bir mücadele de vardı. Beyaz Konferanslarla, ciddi radikal sözlerle kadınların mücadelesini dile getiriyorlardı bu kadınlar. Onlarca dernek kurdular, onlarca dergi çıkardılar, "Kadınlar Dünyası" bunlardan bir tanesidir. Ve daha sonrasında o oy hakkının elde edildiği -sadece her şeyin verilerek değil, gerçekten, alınarak da olduğunu unutmamamız gerektiği için bunu söylüyorum- ve sonrasında Mecliste önemli sayıda aslında -ilk Mecliste- bir temsille kadınların yer aldığı Cumhuriyet Dönemi'ne gelindi ve üniversitelerde, farklı alanlarda kadınlar var olmaya başladı.

Ama o zamana kadar olan mücadele, gerçekten -bu 1970'lerde olsun, daha öncesinde olsun- tam anlamıyla bir feminist mücadeleydi ve kadınların kendi ezilmişliklerinden ve kendi alanlarından doğan bir mücadeleydi diyemeyeceğim. Ama o dönemde, 1980'lerden sonra olan mücadele ise hakikaten, kadınların belki o "Özel olan politiktir." sözüyle alanlara taşınan ve hani "Kol kırılır yen içinde kalır.", "Aslında aile içinde her şey olur, çözümlenir." diyerek erkek egemen sistemin meşrulaştırıldığı bir söylemden farklı bir alana geçilmesi oldu.

Ben size çok somut bir örnek anlatayım. Bizim kampanyamız nasıl başladı? Bir asliye hukuk hâkiminin, boşanmak isteyen ve 4'üncü çocuğuna hamile olan bir kadının boşanma talebini şu sözlerle reddetmesiyle başladı: "'Küze susuz, ev sözsüz olmaz.' derler, 'Kadının karnını sıpasız, sırtını sopasız bırakmamak gerek.' derler atalarımız. Bu nedenle kadının da 4'üncü çocuğuna hamile olması nedeniyle boşanma davasının reddine." dedi hâkim. Aynen bu, gerçekten, gerekçeli kararda bu sözler yazıyordu: " 'Kadının karnını sıpasız, sırtını sopasız bırakmamak gerek.' derler atalarımız." Ve bizler ondan sonra işte bütün kadın cinsinin, sadece o kadının değil, bütün kadın cinsinin aşağılandığını ifade ederek 1 liralık manevi tazminat davası açtık, tarafız dedik ve hâlâ o günden bugüne aslında davalarda müdahil olma talebimiz sürüyor. Çünkü kadınların, kadın örgütlerinin, özellikle kadın cinayetlerine ilişkin davalarda müdahil olmaları gerekiyor. Orada kadın zaten öldürülmüş olduğu için ve genellikle de aslında aileden biri tarafından öldürülmüş olduğu için kadın örgütlerinin orada müdahil olması ve savunucu olması gerekiyor aynı zamanda.

Evet, o dönemde de bunları söyledik, ifade ettik ve Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası, ardından Mor Çatı Kadın Sığınma Vakfı, kadın kütüphaneleri, kadın araştırmaları merkezleri; kürtajın engellenmesine karşı kalkışmalara karşı mücadeleler; bedenimize, emeğimize, kimliğimize yapılan müdahalelere karşı kampanyalar; özellikle cinsel tacize, tecavüze karşı kampanyalar ve birçok kampanya yürütüldü.

Bu kampanyaların sonucunda önemli yasal kazanımlar elde edildi. Şiddete karşı kanunun önce 4320, sonra 6284 olarak değişen Kanun'un yerleşmesi. Aynı şekilde -Medeni Kanun'da biliyorsunuz kadının sözü yoktu gerçekten ve çalışma hakkı bile erkeğe bağlıydı 159'uncu maddeyle- Medeni Kanun'un bütünüyle değişikliği. Ceza Kanunu'nda bireye karşı değil, sanki kadına yapılan bir cinsel saldırı bütün topluma yapılmış gibi "genel ahlak ve adaba aykırı suçlar" adı altında yer alırken cinsel suçların, artık, kişilere karşı suçlar değişmesi.

Gerçekten bütün bunların ardında mor gözler değil bir mücadele tarihi var. Yani bunu yadsımamak lazım, bunların hakkını vermek lazım çünkü hiçbir parlamento, dünyanın hiçbir yerinde hiçbir parlamento, sadece Türkiye'de değil, mücadele edenlerin, hakları için uğraşanların mücadeleleri olmadan yasal değişiklikleri kendi kendine yapmamıştır. Türkiye'deki kazanımlar da, hakikaten, ister kılık kıyafetimize karşı müdahaleler olsun ister bedenimize ister kimliğimize, bütün bunlara karşı yapılan mücadelelerin sonunda gerçekleşti.

Türkiye'de aynı zamanda çok ciddi bir barış mücadelesi de özellikle "Barış İçin Kadın" girişimi gibi örgütlerle yine kadınlar tarafından yürütüldü. Bu mücadele gerçekten dünyada, Türkiye'de keşke yürütülmek zorunda kalmasaydı ama maalesef, savaş kararlarını veren erkeklere karşı bu mücadeleyi yürütmek de yine kadınlara düşen bir mücadele oldu. O nedenle ben, bu mücadelede de kaybettiğimiz Seve, Pakize, Fatma gibi kadınları; bunun dışında, şiddete karşı mücadele eden ama bugün gerçekten meşru müdafaa hakkından yararlanamayan Nevin, Çilem gibi kadınları ve bunun dışında yine, şiddete karşı mücadele etmiyorsa da şiddet nedeniyle hayatını kaybetmiş olan bütün kadınları ve onlara destek olmak için mücadele eden bütün kadınları saygıyla selamlamak istiyorum.

Kazandığımız önemli şeylerden bir tanesi de siyasete katılımda gerçekten daha yoğun bir katılımın sağlanması oldu. Eş başkanlık sistemi, belediyelerde özellikle belediye başkanlıklarında daha geniş ve daha fazla bir katılımın olması ve orada da aynı şekilde eş başkanlarla temsilin olması da özellikle Kürt kadın özgürlük mücadelesinin önemli kazanımlarıdır. Ben bu anlamda onları da, tıpkı feminist mücadeledeki kadınları olduğu gibi, Kürt kadın mücadelesini de saygıyla selamlamak istiyorum.

Evet, bir kez daha bu kürsüden ifade etmek isterim: Öncelikle yasaklar olmamalı, yıllardır kutladığımız 8 Martlara yasaklar gelmemeli. Bugün de kadınlar alanlarda, sokaklarda olacaklar dün oldukları gibi, bunların engellenmemesi lazım.

Yasaklar sizin, 8 Mart bizim; yaşasın mücadelemiz, yaşasın 8 Mart diyerek hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)