GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı Tasarısı Maddelerinin görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:55
Tarih:07.03.2016

HDP GRUBU ADINA BURCU ÇELİK ÖZKAN (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; asıl görevi, Türkiye halklarının kalıcı barışını tesis etmek olan, Türkiye'nin demokratikleşmesi için yasalar yapmak ve halkların eşit ve özgür bir Türkiye'de yaşamasının yasal zeminini hazırlamak olması gereken Parlamentonun günlerdir konuştuğu tek şey, Türkiye'yi hem içte hem dışta savaşa sürükleyen politikaların besleyicisi niteliğindeki savaş bütçesidir. Üzerinde konuşacağım 11'inci madde, nasıl bir savaşa hazırlık yapıldığının hükme bağlandığının aşikâr hâlidir.

Bakınız, Türkiye'de güvenlik harcamaları millî gelirdeki paydan çok büyüktür. Ancak, her ne kadar Türkiye güvenlik harcamalarını kamufle etmeye çalışsa da askerî ve güvenlik harcamalarına ayrılan bütçe sebebiyle Birleşmiş Milletler denetiminden kurtulamayacaktır.

Bütçe hazırlanırken bazı bakanlıklara verilen, ayrılan bütçelere baktığımızda, bu bütçenin neyi hedeflediğini çok net ortaya koyabiliyoruz. Şöyle: Millî Savunma Bakanlığına 26 milyar 117 bin TL, Millî İstihbarat Teşkilatına 1 milyar 636 bin TL, Emniyet Genel Müdürlüğüne 20 milyar 253 bin TL, Jandarma Genel Komutanlığına 8 milyar 84 bin TL, Adalet Bakanlığına ise 10 milyar 316 bin TL bütçe ayrılmıştır. Bu tablo 2016 bütçesinin bir savaş bütçesi olarak tasarlandığının gayet açık bir hâlidir.

Savaşa ayrılan bütçe Türkiye'de insan haklarına, adalete, eğitime, sağlığa, kadın ve çocuklara, ekolojiye ve daha birçok alana ayrılan bütçeden katbekat daha fazla. Maddi içeriğine baktığımızda, iktidarın komşularla sıfır sorun politikasının tamamen çökmesi sebebiyle 11'inci maddeye yüklenen anlam da değişmiştir. Türkiye'yi içeride ve dışarıda ciddi bir savaşa sürüklemeye çalışan Hükûmet, savunma sanayisi için en üst seviyede yatırımlar yaptığını bu bütçeyle bir kez daha ortaya koymaktadır. Ancak topu, tankı, silahı aylardır kendi topraklarına ve yurttaşlarına karşı kullanan Hükûmetin bu yatırımlarla içteki savaşı daha da tırmandırmak istediği açıktır.

Biz isterdik ki bugün barış bütçesini konuşalım. Onarıcı adaleti, cezasızlığın önlenmesini, bunun için kamu kaynaklarının nasıl kullanılacağını konuşalım. İnanın, burada sözü edilen rakamların çok daha azını ayırarak bu ülkeyi barış ülkesi hâline dönüştürebiliriz.

Görüşülen 11'inci maddede sözü edilen alımlar ve kaynak aktarımlarının tamamı, bütçenin savaş politikalarına göre tasarlandığını bir kez daha gösteriyor. Doğrudan savaş araçları, silahlar ve bunların teknolojik altyapı yatırımları ile maden arama, petrol boru hattı güvenliği gibi ekolojik kültürel zenginliği sermayeye dönüştürme girişimleri düzenlenmiştir. Bu girişim de iktidarın otoriter, savaşçı politikalarının bir parçasıdır.

Bütçede merkezîleşme, harcamaların merkezden yapılması ağır basıyor. Bu durum, yerelin katılımına izin vermediği gibi, yerelin ihtiyaçlarını da görünmez kılıyor. Bu mantık, erkek egemen sistemin ürünüdür. Bir bütçe, metne dökülmeden önce, bütçede kadın ve erkekler açısından dengesizlikler var mı, kadın ve erkeklerin faydalanma düzeyinde orantısızlık var mı, var ise hangi ek kaynaklarla bunlar giderilebilir, toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen harcamalar nelerdir ve bunlar gibi birçok soruyu cevaplayabilen bir bütçe olmalıydı ancak bugün, biz bu soruların kıyısından bile geçemiyoruz. Buradan bütçenin cinsiyetlendirilmemiş olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu durum, kadınların, azınlıkların, farklı toplumsal kesimlerin beklentileri ve isteklerini görünmez kılmıştır. Mecliste kadın vekillerin sayısı şayet fazla olmuş olsaydı, bugün bu bütçe emin olun ki çok daha farklı tasarlanmış olacaktı.

Sözü gelmişken, dün biliyorsunuz ki Kadıköy'de 8 Mart etkinlikleri çerçevesinde bir miting yapılmak istendi, aynı anda Sayın Davutoğlu'nun da yine kadınlarla buluşması vardı; bana göre çok talihsiz bir tesadüf oldu. Şöyle ki: Sayın Davutoğlu, Sayın Başbakan konuşmasında dedi ki: "Kim kadına karşı şiddet uygularsa aslında kendi güçsüzlüğünü gösterir, kendi onursuzluğunu gösterir."

Dün Kadıköy'de tamamen barışı isteyen, kadın haklarını savunan ve kadının daha çok görünür olmasını amaçlayan kadınlara yapılan bu şiddeti aynı şekilde açıklıyorum ben de, aynı şekilde tanımlıyorum. Bu sebeple, dün kadınlara yapılan şiddeti tekrardan kınamakla birlikte tüm kadınların Dünya Kadınlar Günü'nü buradan kutluyorum.

Kadınların emekleri, bedenleri ve kimliklerine dönük saldırılarla baş etmeyi hedefleyen, savaşı değil, halklar için adil bir barışı savunmayı gündemine alan bir bütçenin hazırlanması gerekirken bizler bugün, iktidarın kendi politikalarıyla özdeşleşmiş savaş bütçesi gündemiyle ilgileniyoruz. Peki, kalıcı hâle getirmeye çalıştığımız savaş bütçesi yaşamlarımıza, geçmiş ve güncel deneyimlerimizle nelere yol açıyor, bir bakalım.

Göç: 1990'lardan daha farklı şekilde seyreden zorunlu bir göç hâli var şu anda. Kırk yıla yaklaşan süreç insanların köylerini, meralarını, ovalarını ellerinden almıştı. Bugün ise hiçbir hukuki dayanağı olmayan, sizin adına "sokağa çıkma yasağı" dediğiniz, orada yaşayanların ise "devletin ablukası" dediği uygulamalarla o zorla tutunmaya çalıştıkları kentleri yeniden ellerinden alınmak isteniyor. Uzaktan izlemesi kolay ancak bir enkaz üzerinde "Burası benim evim, gitmeyeceğim." diyen ve evlatlarını yitiren anaların bu dik duruşunu bizler Cizre'de, Sur'da, Silopi'de gördük. Orada bir yıkım var, evleri başlarına yıkılan bir halk var. Yaşamları, hayalleri yarıda bırakılan bir halk var. Zannetmeyin ki bu halk sizlerden TOKİ'nin yapacağı 60 metrekarelik evi bekliyor. Hiç şüpheniz olmasın ki bekledikleri tek şey, uğruna yıllardır bedel verdikleri Kürt sorununun çözümü ve onurlu bir barıştır.

Bu savaş bütçesiyle halka reva gördüğünüz, katledilen siviller, çıplak bedeni teşhir edilen kadınlar, DNA'sı birbirine karışmış insanlar ve sayısız savaş suçudur.

Bunlar ülkenin yalnızca bir tarafında yaşananlar. Öte yandan, ülkenin batısında ise farklı etnik kimliklerin ve inançların linç ve nefret kültürünün hedefi hâline geldiği bir süreci yaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın sadece bir etnik kimliği kabul etmesi ve koruması nedeniyle öldürülen, iş yerleri yağmalanan, farklı ayrımcılık türleriyle karşı karşıya kalan binlerce yurttaş var. İnsanların etnik aidiyetlerinin küfre dönüştürüldüğü bir ülkedeyiz artık. Bunların hepsi savaş bütçesinin, savaş ideolojisinin toplumsal yaşama yansımalarıdır.

Ezcümle, tek bir kesimin zenginleşmesini, tek bir partinin otoritesini güçlendirmesini, tek bir anlayışın hâkim olmasını ve tek bir kimliğin üstün kılınmasını amaçlayan bütçenin aksine, tüm Türkiye halklarının barış isteminin, Türkiye'nin demokratikleşmesinin, halkların eşit ve özgür bir Türkiye'de yaşamasının koşullarının esas alındığı bir bütçenin konuşulması, görüşülmesi ve kalıcı hâle getirilmesi elbette tüm Türkiye halklarının beklediği bir durumdur.

Ancak, bizler biliyoruz ki bütçe görüşmelerinin nasıl devam ettiğini, alt komisyon çalışmalarının nasıl yapıldığını... Ne yazık ki demokrasinin sadece sayısal anlamda, nicelik anlamda çoğulculuktan ibaret olduğu bir parlamentodayız.

Ancak, benim inancım şu ki şu anda Sur'da, sivil insanların olmadığına inandığınız o Sur'da her gün siviller, çocuklar, gençler çıkartılıyor.

HAMZA DAĞ (İzmir) - PKK terör örgütü müdür?

BURCU ÇELİK ÖZKAN (Devamla) - Diyarbakır Valiliği bunları açıklıyor, sivil oldukları ve çocuk olduklarına dair görüntüler paylaşılıyor. Yaşam haklarının korunmasını bekleyen, sizlerden, bizlerden yardım bekleyen, el uzatmamızı bekleyen insanlara Parlamento olarak da bir el uzatabiliriz diye umut ediyorum.

Tekrardan hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)