GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 9'uncu tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:54
Tarih:06.03.2016

CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Özelleştirme İdaresi bütçesine ilişkin partimizin görüşlerini ortaya koymak için Cumhuriyet Halk Partisi adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçeye ilişkin görüşlerim öncesinde bir hususu dikkatinize sunmak isterim: Değerli arkadaşlar, hukuk devleti, düşünce özgürlüğü, halkın haber alma özgürlüğü, iktidarıyla muhalefetiyle hepimizin üzerine titremesi gereken ilkelerdir. Basın bir ayna gibidir, biz neysek onu gösterir; iyiysek iyi, eksiksek eksik. Nasıl ki aynaya bakarak görünüşümüze, kıyafetimize çekidüzen verme imkânımız varsa eleştirebilen hür bir basın sayesinde de hem birbirimizle ilişkiler hem dış dünyayla ilişkilerimizde Türkiye'yi evrensel demokrasi standartlarına ulaştırma fırsatına sahip oluruz. Gazetelere, televizyonlara "Bizi eleştiriyorlar, yaptığımız yanlışları ortaya koyuyorlar." diye el koymak, kapatmak, yayınlarını izlenemez hâle getirmek aynadaki hâlimizden memnun değiliz diye aynayı kırmaktan farksızdır. Türkiye'de gün geçmiyor ki bir medya kuruluşuna kayyum atanmasın, yayını durdurulmasın, gazeteciler işsiz kalmasın. Bunlar, hukuk devletiyle, evrensel hak ve özgürlük standartlarıyla bağdaşmayan uygulamalardır. Bizi, içeride demokrasiden, toplumsal barıştan uzaklaştırırken dışarıda da ülkemizin itibarını daha da azaltmaktadır.

Değerli arkadaşlar, hukuk devletinde hiç kimse yargılamadan muaf değildir, bu bir bürokrat da olabilir, bakan da olabilir, başbakan da olabilir, gazeteci ya da iş insanı da olabilir. Ancak iddiaya konu soruşturma ya da yargılamanın siyasetin etkisinde olmadan, yargının tarafsızlığına ve bağımsızlığına gölge düşmeden yapılması esastır. Maalesef ülkemizde gerek gazeteciler ve basın kuruluşları gerekse ülkemizin önde gelen girişimcilerine ve siyasetçilerine yönelik yargı süreçleri aynı yakın geçmişte olduğu gibi bugün de siyasi öç alma duygusuyla yürütülmekte.

Değerli arkadaşlar, siyasetin hukuka bulaşmasının bedelini, yargı bağımsızlığıyla oynanmasının bedelini Türkiye yakın geçmişimizde çok acılar çekerek ödedi. Her dönemin mağdurları oldu, kimi çektiklerine dayanamadı, hayatını kaybetti, kimi yaşadığı işkencelerin acısını on yıllarca yüreğince taşıdı, kimi hak mağduriyetine uğradı, kimi itibarsızlaştırıldı. İşte darbelerin mağdurları, işte 28 Şubat sürecinin mağdurları, işte son dönemin kumpas davaları Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarının, KCK davalarının mağdurları. Bu mağdurların bir kısmı bugün bu sıralarda oturuyor, birbirimizle her gün selam alıp veriyoruz, geçmişin hatalarını tekrarlamamamız gerektiğini birbirimize hep söylüyoruz. Bu yüzden, hukuku siyasete alet etmekten, yeni mağduriyetler, mazlumlar yaratmaktan hepimizin özenle kaçınması gerekir. Yapmamız gereken şey belli, el birliğiyle ülkemizi Atatürk'ün bize gösterdiği çağdaş medeniyet seviyesine, hukuk devletine, özgürlükçü, çoğulcu demokrasiye ulaştırmaktır. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, on yıllardır özelleştirmeleri tartışıyoruz, özelleştirmeleri kalkınmak için yani sanayinin payının artacağı ve ekonomimizin daha iyi ve rekabetçi olacağı, istihdamın artacağı, hizmet kalitesinin artacağı varsayımıyla getirdik ve uygulamaya koyduk. Peki, sanayinin payı arttı mı? Bakıyoruz, şu anda en büyük sorunumuz sanayinin payının giderek düşmesi. Bunu ortadan kaldırmanın yollarını arıyoruz ama bir yandan bunu yaparken bir yandan da hâlâ en ilkel hâliyle özelleştirmeler gündemde tutuluyor yani kamu malının yağmalanarak, değerinin altında satılarak iktidar destekçilerinin zengin edilmesi ve tabii ki emekçilerin kapının önüne konması politikalarının devamı isteniyor. Oysa, son krizlerle birlikte bütün dünya kamunun ekonomide payının olmasının bir güvence olduğunu fark etti, buna göre hareket etmeye başladı ve kamunun özellikle stratejik sektörlerde teşvikini mümkün olduğunca artırma çalışmalarına başladı. Peki, hep dünyayı örnek aldığını söyleyen Hükûmetimiz niçin bu konuda da dünyayı örnek almıyor da satıp savan özelleştirme modeliyle hareket etmeye çalışıyor? Özelleştirmenin amacı, sizin düşündüğünüz gibi her şeyi satıp savıp oradan gelen parayı da harcamak değildir. İşte, bu kuralsızlık, kayırmacılık ve yağma ekonomimizdeki ciddi çarpıklıkların, sosyal adaletsizliklerin ana sebeplerindendir.

Değerli arkadaşlarım, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu bakışa yani ekonomide en stratejik kurumlarımızın iki yıllık kârlarına, arsa paralarına denk gelen rakamlarla el değiştirmesine karşıyız. Biz hesapsız kitapsız, halkın yararına olmayan özelleştirmelere karşıyız ama sizler yine de programınıza koymuşsunuz, 2016 hedefinizi 10 milyar lira olarak açıklıyorsunuz ancak size sormak isterim, dünyada durgunluğun devam ettiği, yatırımcıların güvenli liman arayışına girdiği, Türkiye'nin risk priminin yükseldiği 2016'da bu hedefi nasıl yakalayacaksınız? Neye güvenerek 10 milyar liralık özelleştirme yapacağınızı öngörüyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, bugün Türkiye'de "özelleştirme" dendiği an yüreği ağzına gelen yüz binlerce ailemiz var; özellikle de geçimini pancardan, şekerden sağlayan yurttaşlarımız, çünkü şeker fabrikalarının özelleştirilmesi uzun süredir Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarlarının gündeminde. Memleketim Eskişehir dâhil Anadolu'nun dört bir yanında 25 şeker fabrikası her an satılabilir durumda bekletiliyor. Hükûmet çok istekli, her yıl konu gündeme geliyor, yeni yeni takvimler açıklanıyor.

Bu özelleştirmeler olduğunda ne olacak? Bugüne kadar ne yapıldıysa o olacak. Sadece kârlı olan 5-6 fabrika çalıştırılacak, geri kalanlar ise kapatılacak. Yani bugüne kadar kimseye muhtaç olmadan ekmek parasını çıkaran yüz binlerce şekerpancarı üreticisi, fabrikalarda çalışan işçiler devlet eliyle işsizliğe, açlığa mahkûm edilecek. Tüm dünya tarımını, çiftçisini korumak için her türlü önlemi alırken, biz çiftçilerimizin ana geçim kaynaklarından birini yok edeceğiz. Buna, en basit deyimiyle devlet eliyle yoksullaştırma, işsizleştirme denir arkadaşlar. Bu yüzden şeker fabrikalarının özelleştirilmesine, Anadolu insanımızla birlikte "dur" diyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin gündeminde özelleştirmeler kadar tartışılması gereken bir başka önemli tehdit daha var, o da kamu-özel iş birliği projeleri. Kamuya ciddi maliyetler getiren bu sistemin şeffaf bir şekilde uygulanması ve çok dikkatli bir şekilde hesabının kitabının yapılması uyarısını sadece biz değil, bizzat Kalkınma Bakanlığı yapıyor. Biz ne zaman soru sorsak, "Kamunun cebinden tek kuruş çıkmadan yapıyoruz projeleri." diyorsunuz ama, işte, Kalkınma Bakanlığı bunun böyle olmadığını net bir şekilde söylüyor. Bu projeler nedeniyle kamunun garanti, borç üstlenimi gibi oluşacak birikmiş yükümlülüklerinin çok iyi analiz edilmesi gerekir uyarısını yapıyor.

Bu ne demektir? Kamu bu projeler nedeniyle zarara uğrayabilir, krize girebilir, hesabınızı iyi yapın demektir. Nasıl bir kriz riski olduğunu göstermek için tek bir rakam vereceğim.

Yıllardır şehir hastanelerinin maliyetlerini ve kamunun ne kadarlık bir rakamı şehir hastanelerine kira olarak vereceğini soruyoruz, anlaşmaların detaylarını soruyoruz, bugüne kadar sağlıklı bir yanıt alamadık, ama yine Kalkınma Bakanlığından öğreniyoruz ki sadece şehir hastaneleri için kamu 27 milyar dolar kira ödeyecek, üstelik bu rakam kurdaki yükselişler nedeniyle daha şimdiden artmaya başladı bile. Hükûmeti ve iktidar partisindeki değerli arkadaşlarımı uyarmak istiyorum, bugün büyük bir heyecanla başlattığınız bu projeler, iyi hesap kitap yapılmaması nedeniyle çocuklarımızın geleceğini ipotek altına alacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu olumsuz gidiş içinde aslında güzel şeyler de olmuyor mu? Oluyor elbette. Mesela petrol fiyatları küresel olarak düşüşte. Türkiye'de temel hayat standartlarımızı belirleyen şey petrol fiyatı, buna bağlı olarak da benzin fiyatı. Bundan tabii ki büyük memnuniyet duymamız lazım çünkü bütçemizin kaderini aslında ağırlıklı olarak benzinin fiyatı belirliyor. Yıllardır vergi tabanını genişletme çalışmalarını raporlarda sabit hedef olarak koruyan Hükûmet, benzin pompalarını ise birer vergi istasyonuna çevirmiş durumda.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulunun ocak ayı verilerine bakarak söylüyorum, 95 oktan benzinin 1 litre fiyatı 94 kuruş ama sizler bizler bunu 4 lira 25 kuruştan alabiliyoruz. Niye? Çünkü üzerinde tam 2 lira 83 kuruş vergi var. Benzinin kendi fiyatından 3 kat fazla vergi alınıyor yurttaşlardan. Ne kadar zahmetsiz değil mi? Kayıt dışını önlemek, vergiyi tabana yaymak, kurumlar vergisinin artmasını sağlayacak yeni yatırımları kazandırmak yerine vatandaşın benzine, iletişime ödediği vergileri artırmak çok daha kolay çünkü. Bu yolla hem vatandaşın sırtından misliyle vergi alıyorsunuz hem de -kendi deyiminizle- faiz lobisini korkutmamış oluyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, benzindeki vergiyi mali disiplin için asla düşürmeyen Hükûmetimiz iş ranta vergi koymaya gelince nedense bir hayli ürkek. Baksanıza, iki seçim geçti, koca bir yıl geçti, "Rant vergisi getireceğiz." söylemleri uygulamaya gelince hep ertelendi. Şimdi, mart hedefi konmuş durumda. Bizler de 21 Marta kadar getirileceği sözü verilen rant vergisi sürecini yakından takip edeceğiz. Bakalım, vatandaşın, emekçinin asgari ücretinden alınan gelir vergisinde, benzinden, iletişimden alınan vergilerde olduğu gibi panter mi olacaksınız yoksa süt dökmüş kedi gibi sessiz sedasız rant vergisini yeni bir bilinmez tarihemi erteleyeceksiniz, hep birlikte göreceğiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)