| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 9'uncu tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 54 |
| Tarih: | 06.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA CELAL DOĞAN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gençlik ve Spor Bakanlığı üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sayın Başkanın da müsamahasına sığınarak... Üç aydan beri Parlamentoyu izlemeye çalışıyorum. Bu Parlamentoda şu anda 4 partinin grubu var. Aslında çok partili anlayışta daha çok partinin olmasını isterdim ama şu gördüğüm uygulamalarla bu Parlamentoda 4 partinin olması bile âşık atışmasından öte bir şey yapmadığımızı gösteriyor. 8-10 parti olsaydı bu sürelerin hiçbirisi belki... Yasaların çıkartılması konusunda, başka önemli birtakım işleri yapma konusunda işlev yapmayacak şekilde süreleri öldürmeye çalışıyorsunuz. Buradaki amaç, gerçekten parlamenter demokratik rejimin işlemeyeceği kanaatindeyseniz ki... Özellikle iktidar partisine bunu söylemek istiyorum, sizin daha alttan almanız, daha müsamahakâr, daha kapsayıcı olmanız gerekirken en ufak lafa karşı cevap verip yeniden bir sataşmaya meydan vermeniz, bu Meclisin süresinin ve zamanının verimli kullanılması konusunda maalesef büyük hatalara ve büyük yanlışlara ve Parlamentonun işlevsiz hâle getirilmesinde en büyük etken olduğunu söylemek istiyorum. Bu nedenle, buraya bilerek ve isteyerek geldim çünkü grup başkan vekili değilim, başka şekilde söz alma durumumuz yok. Ama bu konu mutlaka tartışılmalıdır. Meclis nasıl daha çok verimli olabilir? Yoksa, geliyoruz, saat ikide açıyorsunuz, üçte açıyorsunuz, saat altı oluyor, âşık atışmasının dışında başka hiçbir şey görmüyoruz. Bu faydalı bir şey değildir, bu üretkenlik değildir, Parlamentonun bu konuya bir çare bulması gerekir.
Gelelim asıl kendi konumuza, Gençlik ve Spor Bakanlığı bütçesi üzerinde söz alırken... Geçmişte "Gençlik ve Spor Bakanlığı" diye bir müstakil bakanlık yoktu. Genellikle Millî Eğitim Bakanlığının bünyesinde uhde edilmiş bir bakanlıktı ve onun da çok ciddi nedenleri vardı. Gerçekten de Gençlik ve Spor Bakanlığıyla gençliğin ve eğitimin yüzde 100 irtibatı ve rabıtası söz konusu olduğu için, bu konuda geçmişte, özellikle gençlerin yetiştirdiği siyasi iklim, ülkenin siyasi iklimi, ülkenin kaderi gençlerin kaderiyle eş değer ve paralel gittiği için de birlikte olmasında fayda mülahaza ediliyordu. Ama gördüğüm kadarıyla Gençlik ve Spor Bakanlığının, özellikle Türkiye'deki nüfusun artışı, spora olan ilgi ve tesisleşmenin yoğunlaşması sonucunda ayrı bir bakanlık olarak ihdas edilmesi gündeme geldi. Şu andaki yaptığı çalışmalarla da büyük ağırlıkla gençlerin geleceğiyle ilgili bir yönetme veyahut da -eğitme değil- bahsettiğimiz gibi, daha çok tesisleşmeyi ön planda tutan bir anlayışla devam etmektedir. Kendilerine bu konuda başarılar dilemek isterim ama 3-5 cümleyle o esas konuya geçmeden tesis ve spor konusunda da birkaç şey söylemek istiyorum.
Türkiye'de tesisleşme konusunda bütün gayretlere rağmen Avrupa'nın çok gerisindeyiz. Ancak bir şeyi daha hatırlatmak gerekir, Cumhuriyet Dönemi'nde ve 1950 ve 1980 arası yapılmış olan tesislerin çoğu merkezî semtlerde kaldı. Bu semtlerde kalan sahalar, özellikle Kayseri gibi, Gaziantep gibi, arsaların prim yaptığı yerlerde, TOKİ'ye verilen bu arsaların karşılığında, şehirlerin çok dışında... Diyelim ki 300 milyon dolarlık bir arsanın karşılığında 50-60 milyon liralık bir stat yapılmakta, bu statlar tabii ki eskiye göre çok güzel statlar, cezbedici tarafı var ama orada kalan rantın büyük bir kısmı maalesef Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından spora değil, TOKİ'ye, bir kısmı da başka alanlara kaydırılmaktadır.
Antep demişken... Burada Antep milletvekili arkadaşlarım mutlaka var, Gaziantep milletvekili arkadaşlarım. Gaziantep'e gidenleriniz var, bilirler, Türkiye'de son yirmi yılda meydan inşa eden bir belediye başkanı yok. Genellikle belediye başkanları meydan inşa etmekten kaçınırlar. Gaziantep'te bütün partilerin genel başkanlarının miting yaptığı bir yer var, Demokrasi Meydanı. Demokrasi Meydanı, Gaziantep'te son yıllarda -özellikle kendi dönemimde yapıldığı için söylüyorum- 100 bin kişiyi kapsayan bir meydandır. Kamil Ocak Stadı -Allah rahmet eylesin- onun zamanında yapılmıştır, bu stat boşaltılacaktır çünkü Gençlik ve Spor Bakanlığımız yeni bir stat yapmaktadır. O stat şehrin 15-20 kilometre uzağında da olsa yeni bir stattır. Ama sizden ricam, lütfen Sayın Bakan, bu stadın yerinin Demokrasi Meydanı'na katılması konusunda mutlaka hassasiyet gösteriniz. Antep'teki 3-5 tane firmanın milyar dolarları var, onun üzerine 100 milyon dolar daha ekleyip başka bir serveti buradan elde etmelerinin hiçbir anlamı yok. Ama Gaziantep'teki meydan bahsettiğim noktada inşa edilebilirse gerçekten Roma'daki meydanı aratmayacak kadar güzel bir meydan olur. Bu nedenle de sizden ricam bu.
Bir başka üzerinde duracağım konu -çok kısa geçmek zorundayım bunları- özellikle spor dediğimiz zaman aklımıza futbol gelmekte. Futbol konusunda da maalesef bizim çok sorunlu olduğumuz yönlerimiz var. Bir: Baştan, stattan, seyirciden başlarsanız... Seyircilerimiz saygı duruşu yapamıyor, bir saygı duruşu yaptırmayı bilmiyoruz, Konya'da hep birlikte yaşadık. Millî marşlar dünyanın hiçbir yerinde millî maçların dışında çalınmaz, biz lig maçlarımızda İstiklal Marşı'nı çaldırıyoruz. Sakın başka bir anlama getirmeyiniz, İstiklal Marşı'na karşı saygımda en ufak bir eksiklik yok ama çok çaldırarak yozlaştırıyorsunuz. Konulan kasetlerin birbirinden farklı olması, bir kısmının buraya iştirak etmemesi, İstiklal Marşı'nın oralarda çalınmasındaki değerini ve kutsiyetini azaltmaktadır. Bu konuda da bir tedbir alınmasında fayda vardır.
Bir başka şey, futboldaki eksiklerimizin başında seyircilerimiz hızla azalıyor, hızla azalan bir seyirciyle karşı karşıyayız çünkü özellikle şiddetin ve küfrün egemen olduğu bir alanda seyircinin kaçması kadar doğal bir şey olmaz.
Bir başka şey, özellikle, geçen hafta Sayın Grup Başkan Vekilini ziyaret ettim, Sayın Naci Bostancı'yı ziyaret ettim, CHP grup başkan vekiline de arz ettim. Geçmiş dönemde 2 tane yasa çıkardınız futbolda şiddetle ilgili. Çıkardığınız yasalar işlevsel olmadı. Özellikle şike konusunda çıkarmış olduğunuz yasa dünyanın hiçbir yerinde olmayacak şekilde yüz yirmi, yüz elli, yüz seksen senelik hapisleri içeren bir yasaydı, işlevsel olmadığı görüldü ve nitekim değiştirmek zorunda kaldınız çünkü bu suçlar disiplin suçlarıdır. Bunlarda, spora ait suçlarda, ekonomik cezalar ile disiplin cezalarının verilmesi gerekir. Yoksa, bir şike iddiasıyla... Bir parantez açayım, on beş yıl kulüp başkanlığı yaptım, inanarak söylüyorum, sizin de inanmanızı istiyorum, Süper Lig'de bir tek kişinin ağzına bu konuyu alıp telaffuz ettiğini görmedim. Bunların yüzde 99'u totodur, yüzde 99'u yalandır ama yüzde 1 ihtimal de olsa futbolda paraya dayanan şike değil, hatır şikelerinden bahsedilebilir; o da futbolcuların kendi aralarındaki, maçlarda başvurdukları bir olaydır, küme düşmekte olan takımların diğer futbolculara yalvarmasının ötesinde bir maddiyata dayanmaz.
Bu nedenle, bu konuda da yeni 2 tane yasa gelecek. Sayın Bakana o gün sordum, hazırlıklı olmadıklarını, daha doğrusu hazırlık içerisinde olduklarını söylediler. 2 tane yasa gelecek; biri... Bakın, Türkiye'de futbol kulüplerinin 4 milyar yani eski parayla 4 katrilyon borcu var; 4 katrilyon borcun karşılığında 2 milyar yani 2 katrilyon sermayeleri var, bunların tümü iflasta. UEFA ve FIFA standartlarına dayanan 4 tane, lisansı olan kulübün dışında başka hiçbir kulüp yok, hiçbiri gerçek anlamda kulüp sayılmaz. Bu konuda Avrupa'nın çok gerisindeyiz ve bu kulüplerin çoğu kapanmakla yüz yüze. Ama şimdi ne yapacaklar? Sayın Bakandan rica ettim, dedim ki: "Bu konuda yasa hazırlığınız var mı?" "Çalışıyoruz." dedi. Sayın Bostancı'ya da söyledim, bu yasalar Meclise gelmeden Parlamentonun hazırlıklı olması açısından üç parti, hatta dört parti -Sayın Sancaklı'ya da söyledim- önerge verelim, Meclis araştırması yapalım, bu yasalar gelmeden Parlamento buna hazırlıklı olsun dedim; Sayın Bakanla görüşeceğini söyledi, Sayın Bakandan gelen haberin menfi olduğunu, Sayın Başbakana götüreceğini söyledi, ısrarla bekliyorum.
Buradan size bir sitemimi de söylemek istiyorum: Siz Parlamentoda iktidar partisinin grubusunuz, sizin uzlaştırıcı ve daha çok kapsayıcı olmanız gerekir. Bu nevi olaylarda bile, bakın, spor gibi bir konuda bile müşterek hareket etme arzusu taşımazsanız ülkenin birlik ve beraberliğini sağlamakta zorlanırız. Bakıyorum, işte, bütün atışmaların tümünde herkes kendi zaviyesinden bakıyor meseleye, herkes kendi açısından haklılığını ortaya koyuyor ve her parti de kendisine göre bir anayasa yapmak istiyor. Getirdik, Türkiye'yi dayandırdık... Şimdi, nokta şu, onu söyleyeyim size, bitireyim, tekrar buna döneceğim.
Bu nedenle, gelecek yasa şunu yapacak: 4 katrilyon borcu mutlaka bir devlet bankasına yükleyecekler veya bir şahsa yükleyecekler, bütün gelirleri ona temlik edecekler, futbolun da kurumsal yapısını -iki türlü yapı var burada, biri Ticaret Bakanlığının, Ticaret Kanunu'na tabi olanlar; biri de Dernekler Kanunu'na tabi olanlar- tümünü Gençlik ve Spor Bakanlığının bünyesinde toplayacaklar yani kurumların oluşturulması oradan olacak. Bu da UEFA, Avrupa standartlarına ve FIFA'ya aykırı, kesinlikle iptal sebebidir. FIFA'nın ve UEFA'nın görüşünü almadan da bu konuda bir yasa çıkarmanın doğru olmadığı kanaatindeyim. Biliyorsunuz, Yunanistan'ın başına gelenler bizim de tekrar başımıza gelir, federasyonumuzu ekarte edebilirler. Onun için, bu konuda da ben Gençlik ve Spor Bakanlığını uyarıyorum.
İki: Bir sitemimi daha söyleyeyim. Gençlik ve Spor Bakanlığının hâkim olduğu 30 küsur tane federasyon var. Futbolu özerk kabul ediyorlar güya, özerk futbol diye bir şey yok. Tamamen, on dört yıldan bu yana, Adalet ve Kalkınma Partisinin ilçe kongreleri nasıl yapılıyorsa, il kongreleri nasıl yapılıyorsa federasyonların kongrelerinin onlardan hiçbir farkı yok. Özü şudur: Çünkü oraya gelen temsilci yani delege sayısı yasa gereği Beden Terbiyesinin hâkimiyeti altındadır, bu da futbolun özel ve özerk olarak çalışmasına mâni teşkil eden bir olaydır. Bunun da düzeltilmesini talep ediyorum. Bu nedenle de mümkünse gelecek yasaya karşı Bakanlığın hazırlıklı olması açısından da Parlamentonun bu işleri üzerine almasını talep ediyorum.
Şimdi, sözüme başlarken özellikle niye Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olması gerektiğini söylemiştim, onun üzerinde durmak istiyorum biraz.
Değerli arkadaşlarım, ülkedeki siyasi iklim neyse, ülke nasıl gidiyorsa gençlerimizi de öyle büyütüyoruz. Özellikle 1950'den önce, tek parti döneminde bir tane öğrenci eylemi var, 1924 yılındaki toplumsal eylem. Özellikle, tramvayın bilet fiyatında öğrencilerin haklarının gasbedilmesi üzerine çıkan bir olay. Onun dışında çok ciddi bir olay yok ama bu demek değildir ki 1924 ile 1950 arası çok demokrat ve çok rahat geçmiştir. Tek parti dönemidir, dönem nasyonal sosyalist anlayışın egemen olduğu dönemdir, İkinci Dünya Savaşı'nın gündeme geldiği günlerdir. O dönemde dahi sol ve ilerici hareket mutlaka ve mutlaka, inanç açısından olsun, hak talep edenler mağdur edilmişlerdir, hapishanelere atılmışlardır, akla hayale gelmeyecek kadar cezalarla tecziye edilmişlerdir. Hiçbir ciddi tehlike olmamasına rağmen, o dönemde de solculuk ile sosyalizm, komünizm en büyük tehlike sayılarak Türkiye'nin bütün aydınları hapishanelerde çok ciddi boyutlarda cezalara mahkûm olmuşlardır. Akabinde, çok partili rejime geçtik. 1950, siyasi literatürde "Ak Devrim" diye geçen ve kabul edilen Demokrat Partinin siyasi iktidarında Türkiye on yıllık bir dönemde bir sivil Cumhurbaşkanı ki ilk sivil Cumhurbaşkanıdır... Türkiye maalesef, o dönemi de bir ihtilalle sonuçlandırmak durumunda kalmıştır. O dönemden sonra Türkiye'de Genelkurmay Başkanlarının abone olduğu Cumhurbaşkanlığı dönemleri gelmiştir. Genelkurmay Başkanıysanız, aboneliğiniz yazılmıştır, gelecekte Cumhurbaşkanısınız. Bunların tek tek, aslında yakın tarihin çok ciddi irdelenmesi gerekir, ibretiâlem vakalarla doludur.
Şimdi, bilmenizi isterim, Sayın Cumhurbaşkanı Celal Bayar -özellikle Tayyip Bey'e geldiğimde söyleyeceğim- ve rahmetli İsmet Paşa, ikisi de Kürt sorunuyla ilgili çok ciddi rapor hazırlatmışlardır. Birisinin adını Şark Raporu'dur, birisi Kürt Raporu'dur. İsmet Paşa'nın Şark Raporu seksen beş yıl Başbakanlığın kasasında kapalı kalmıştır, bilahare açıklanmıştır; mahzurlu görülmüştü açıklanması. Celal Bayar'ın raporu derhâl açıklanmıştır. Şunun için söylüyorum, o gün olan sorun bugün hâlâ büyüyerek önümüze gelmiş duruyor. Cumhurbaşkanlarının meseleye ciddiyetle baktıkları verdikleri emeklerden anlaşılıyor. Bu nedenle, tavsiyem... Adalet ve Kalkınma Partisinin, özellikle Cumhurbaşkanlığının da bünyesinde ciddi boyutlarda, Kürt sorununun sosyolojik, siyasal çözümleri konusunda, maalesef elinizde -şu ana kadar görebildiğim kadarıyla- ciddi projeniz yok. Gündelik ve pragmatik çözümlerle, devre devre birtakım reflekslerle çözüm getirmeye çalıştınız ama maalesef, bisikletin tekerini döndürmekten vazgeçtiğiniz zaman da bisiklet devrildi. Küçümseme anlamında söylemiyorum, çok saygı duyuyorum. Bakınız, o barış sürecinde yapılanların hepsi, her iki parti adına, yaptıkları çok saygıya layıktır ve takdire şayandır. Eksik tarafı şudur: Parlamento ayağı eksiktir. Toplumsal olarak, net olarak meseleye hukuksal ve siyasal bir projenin olmaması bu işin çözümünü engellemiştir.
Şimdi geldiğimiz nokta dünden çok iyi değildir. Bu nedenle, tekrar özelikle askerî vesayetin olduğu dönemlere gelirsek, birkaç cümleyle geçmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olan şahıs Cemal Gürsel, Celal Bayar'ın Kürt Raporu'nu istiyor. Dedikleri şu: "5 bin Kürt'ü sallandırırsanız, 2.500 kişisini de imha ederseniz kamplarda bu işi çözeriz." Bakışa bakınız, ülkenin Cumhurbaşkanı bu ve ülkenin Cumhurbaşkanının yetiştireceği yönetimdeki gençlik bu. Arkasından gelen diğer Cumhurbaşkanına bakıyoruz, Sayın Cevdet Sunay, -rahmetli- o geliyor, gelişi de enteresan. Cevdet Sunay'ın gelişinin enteresanlığının yanında Cemal Gürsel'in de gelişi çok enteresan. Ali Fuat Başgil'in başına gelenleri siyasi tarih mutlaka yazmalıdır.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Yazıyor zaten.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Her gün, parti genel başkanları, sadece oraya matuf değil, İsmet Paşa dâhil, Başbakanlığa çağrılmış, daha sonra... Başvekâlete çağrılmış, saat başı tekmil alır gibi tekmil almışlardır. Yani Cemal Gürsel'in seçimini sağlamak için yapmışlardır.
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Kim karşılamıştır Ali Fuat Başgil'i?
CELAL DOĞAN (Devamla) - Bir şey mi diyorsunuz efendim?
SÜREYYA SADİ BİLGİÇ (Isparta) - Kim karşıladı Ali Fuat Başgil'i Başbakanlıkta?
BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım lütfen.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Tam anlayamadım. "Başgil'i kim karşıladı" mı? Karşılayanı biliyorsunuz.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Ona bakmayın siz.
Süreyya Bey, bugün HDP'ye sataşma görevini mi aldınız?
CELAL DOĞAN (Devamla) - Burada, bir gün geldiler, biliyorsunuz, senatörün birisi onun kulağını ısırdı. Hatırlıyor musunuz? Bir tabii senatör karşıladı onu. "Burayı terk edeceksiniz." dedi, "Etlik'te nereye gömüleceğiniz belli olmayacak." dedi. Bu şekilde postalandı. Bunları siz benden de iyi biliyorsunuz, söyletmek için daha soruyorsunuz.
Mesele şu...
ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Amcanız mı karşıladı?
CELAL DOĞAN (Devamla) - Tartışırsanız ben sizi dinlemek zorunda kalırım.
Sayın Başkan, dinleyeyim mi arkadaşları?
BAŞKAN - İkazda bulunuyorum. Takdir kendilerinde.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Peki, devam edin siz.
Daha enteresan bir şey söyleyeyim size, sadece o değil, Türkiye'de Genelkurmay Başkanlarının abone olduğu tarihi söylerken birisi Faruk Gürler'dir. Şu anda siz Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu manzaraları yaşamadınız. Bu koridorların tümünde rütbeli subaylar vardır, tüm balkonların hepsi korgeneral, orgeneral doludur. Kulise inmiş generaller vardır. Laf aynen şudur: "Siz bu seçimleri böyle bitirirseniz buradan zor çıkarsınız."
Şimdi, askerî vesayetten kurtulmak konusunda çok duacı olduk, çok içtenlikle uğraştık. Ama şuna aldanmayınız: Türkiye'de 5-6 bin kişiyi öldüren Kenan Evren tek başına iktidara geldiğinde 90 küsur oy almıştı, yüzde 90 küsur aldı, Anayasa yoluyla kendisine yazdırmıştı o oyları ama giderken arkasında Fatiha okuyacak üç tane sivil bulamamıştı. Çok büyük olmak, çok büyük oy almak hep haklı ve güçlü kalacak anlamına gelmez.
Dönersek günümüze, çok uzun anlatılması gereken şeyler var ama özellikle günümüzde maalesef ve maalesef, askerî vesayet döneminde yaşamadığımız şeyleri yaşadık. Basındaki durum, adaletin geldiği nokta... Şu kürsülerde, adliyeye sevk etmeniz gereken birtakım iddiaları kendi oylarınızla adaletin yerine kaim olarak yaptınız. Bir başka şey daha yaptınız, Türkiye'de maalesef, olmaması gereken şey dışlamak ve kendinizin dışında kimseye hayat hakkı vermemek. Bu grubun yapmaması gereken bu. Zamanım yok, maalesef bitti, anlatacağım ama. Şahsıma bile yapılanlardan birisi: 15 yıl belediye başkanlığı yaptım, tek gün partizanlık yapmadım, İsmimin bulunduğu yerlerdeki, -Besni'de, Maraş'ta, Gaziantep'te- isimlerimi silmeye çalıştınız. Sebebi de ne? Halkların Demokratik Partisine gelmek. Halkların Demokratik Partisinde olmaktan onur ve gurur duyuyorum çünkü barışa atılacak ilk adımın olduğu tek basamağı burada gördüğüm için geldim. Bu nedenle, bu basamaktan görevimi yapmaya çalışıyorum. Şiddetin her türlüsüne karşıyım. Türkiye'de şiddetle hiçbir yere varılmayacağını açık ve net bilmenizi isterim. Ve Kürt halkını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Sayın Vekilim, PKK'ya "Hayır" deyin, lanetleyin, ondan sonra hayhay.
CELAL DOĞAN (Devamla) - PKK'yı dert etmeyin, etmeyin...
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, laf atmayın lütfen.
Sayın Doğan, süreniz bitti. Teşekkür ederim.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Toparlayabilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN - Toparlayın ama artı bir dakika veremeyeceğim, diğer konuşmacılara veremediğim için bu süreyi, eşitsizlik olsun istemiyorum.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, demokraside atışmalara müsaade ediyorsunuz ama toparlamaya müsaade etmiyorsunuz yani.
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, Nursel Hanım'dan üç dakika arta kalmıştı yani hem birinci konuşmada hem ikinci konuşmada.
İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Öyle bir uygulama yok ki.
CELAL DOĞAN (Devamla) - Olay şu değerli arkadaşlarım... Devlet...
BAŞKAN - Yok, onu yapamam yani geçmiş bir zaman diliminde kalan süreyi...
İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Garo Bey'den bir dakika...
BAŞKAN - Garo Bey'den bir dakika verelim size. Peki. Artı bir dakika.
CELAL DOĞAN (Devamla) - 1992'de Kara Kuvvetlerine sordum. Doğuda 240 bin askerimiz vardı, 240 binden bahsediyorum. "240 bin askerimiz fiilen doğuda." dedi. Maksimize mi ettiniz? O günden bu yana da öldürmeye devam ediyor. Sadece sivil rakamları vereceğim, sizin döneminizde, on yılda 6 bin kişiye yakın sivil insan çatışma olmaksızın ölmüş bu ülkede. Şimdi, öldürmekle bir yere varılsaydı o insanlar varırdı. 240 bin askerle Kürtleri diz çöktürüp yok edemediler. Ama Kürtler de şunu bilecek, IŞİD de bilecek, PKK'sı da bilecek Türkiye'de devlet de yenilmeyecek yani. Bunun yolu nedir peki? Öldüremeyeceksem, yenilmeyeceksem oturup adam gibi konuşmaktan geçer. Siyaset, adam gibi konuşmanın yoludur.
Sayın Cumhurbaşkanımızın Birleşmiş Milletlerle ilgili çok güzel bir lafı var, bu, okulların tümünde de okutulur, fakülte ikideki herkes bilir. Elini böyle kaldırır der ki: "Dünya beşten büyüktür." Sizin grubunuzdan rica ediyorum, dünya da birden büyüktür.
Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)