Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 9'uncu tur görüşmeleri münasebetiyle |
Yasama Yılı: | 1 |
Birleşim: | 54 |
Tarih: | 06.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Maliye Bakanlığı bütçesi üzerine partimizin görüş ve düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, bütçeler sadece rakamlardan oluşan belgeler değildir şüphesiz; tam tersine, hükûmetin politikalarını ortaya koyan, son derece önemli, siyasal, ekonomik ve yönetsel belgelerdir. Bütçeler, sosyal sınıflar arasındaki dengenin sağlanması ve toplumsal barışın sürdürülmesi için önemli bir rol oynarlar. Ayrıca, siyasal iktidarların emek, demokrasi, sosyal hak ve özgürlükler, insan hakları, farklı etnik kimlikler, inanç grupları ve farklı cinsiyetlere karşı da eşit yaklaşımları konusunda duruşlarının en önemli göstergeleridir bütçeler. Bu çerçevede değerlendirdiğimizde, Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan bütçenin bir barış bütçesi ve toplumsal cinsiyete dayalı bir bütçe olmadığını belirtebiliriz.
Değerli arkadaşlar, bu bütçe, katılımcılık ilkesi göz önüne alınmadan, antidemokratik yöntemlerle hazırlanmış bir bütçedir. Zaten bütçe hazırlama aşamasında toplumun önerileri alınmış olsaydı bu bütçe bir savaş bütçesi olarak şekillenmezdi. 2016 yılı bütçesinin hem ülkemizde hem de özellikle Suriye'de Kürtlerin bir statü elde etme isteğine karşı yürüttüğü mücadeleyi yok etmek ve bastırmak için saplandığı bataklığın onaylanmış bir belgesi niteliğinde olduğunu belirtmek mümkün.
Değerli arkadaşlar, özellikle 7 Haziran seçimleri sonrasında bütçenin savaş bütçesi olduğu, savaşa dönük mal ve hizmet alımlarının artmasıyla ortaya çıkmıştır. 2015 yılı bütçesinde "mal ve hizmet alımları" 41,1 milyar dolar Türk lirası olarak öngörülmüşken yıl sonu itibarıyla bu gerçekleşme 44,4 milyar liradır. Bu hâliyle, bütçenin her 100 lirasından 9 lirasının "mal ve hizmet alımları"na harcandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu hizmetlerin içeriği incelendiğinde ise, "mal ve hizmetler" kalemi içinde "savunma ve güvenlik" başlığı altındaki kalemin payının, bu alımların yaklaşık üçte 1'i olduğu görülebilir. Bu harcamaların toplam merkezî yönetim bütçesi içinde payı ise 2,6'dır yani 12,7 milyar. Yine, "savunma ve güvenlik" "mal ve hizmet alımları" içinde önemli bir oran -bu yüzde 73'ü- Millî Savunma Bakanlığına ait olurken, 2'nci sırada Jandarma Genel Komutanlığı yüzde 15, 3'üncü sırada Emniyet Genel Müdürlüğü yüzde 12 olarak görülecektir.
Özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra tek başına iktidar olabilmek için başlatılan bir savaş var, çatışmalı bir ortam var. Evet, bütçede bu nedenle ortaya çıkan açık, Maliye Bakanına ödenekler arası aktarma yetkisi verilerek giderilmiştir. Aslında bu durum bu bütçe görüşmelerini de anlamsız kılmaktadır çünkü Meclisin harcama yetkisinin üstünde para harcandığını bu tablo ortaya koymaktadır ki bu da Anayasa'nın 163'üncü maddesine aykırıdır.
2015 yılı Eylül ayı itibarıyla Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık -bunların örtülü ödenekleri var, biliniyor- Millî Savunma, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlığı bütçeleri başlangıç ödeneklerini belirgin bir biçimde aşmıştır. Ödenek üstü giderlerin aşmasının nedeni Hükûmetin savaş konseptine geri dönmesiyle yakından ilgili bir durum olarak bütçelere yansımış durumdadır.
Örneğin, Millî Eğitim Bakanlığına ayrılan bütçedeki para, ne yazık ki, tek sınıflı okullarda eğitimin yapıldığı Millî Eğitim Bakanlığı tarafından eğitime harcanmamış, başka bakanlıklara Maliye Bakanlığı tarafından aktarım yapılmıştır.
Bir diğer dikkate değer konu da "özel hesap" adı altında, örtülü ödenek benzeri bir uygulamanın bu iktidar tarafından uygulamaya geçirilmiş olmasıdır. 2016 yılı geçici bütçesinde Dışişleri, Kalkınma, Aile ve Sosyal Politikalar, Millî Eğitim, Avrupa Birliği Bakanlıkları ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı bütçelerine de bakanların mevcut kamu harcama hukuku, muhasebe ve denetim sistemine tabi tutmadan kullanabileceği özel hesaplar konulmuştur. Böylece, bu özel hesaplarla yapılan harcamaların Meclis denetiminden uzak tutulması da mümkün hâle gelmiştir.
Yine, 2016 bütçesinin gelirlerinin dağılımına baktığımızda, gelirlerin yüzde 84,8'i vergilerden, kalanı ise harçlar, elektrik, doğal gaz fiyatlarına yapılan yüksek zamlar, cezalar ve diğer devlet gelirlerinden oluşmaktadır. Çoğunluğu oluşturan vergilerin yükü ise maalesef emekçi sınıfların üzerindedir. Bu durum, devlet eliyle gerçekleştirilen neoliberal piyasacı dönüşümün, yükselen militarizmin, otoriterleşme ve iktidarın tekçi anlayışının finansmanının, asıl olarak, halktan toplanan vergilerle gerçekleştirilmekte olduğunu hepimize göstermektedir. Vergilerin emekçilerin sırtında olduğu gerçeği vergilerin alınış biçiminden de anlaşılmaktadır. Zira, gelir vergisi oranında kurumlar ve servet üzerinden alınan dolaysız vergiler yüzde 30'u bulurken, asıl yüzde 70 gibi büyük bir oran KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden sağlanmaktadır. Enflasyon arttığında bu vergiler de arttığından, enflasyonun arttığı dönemlerde halkın üzerindeki yük daha fazla artmaktadır.
Yine, bu vergilerin uygulanmasında çarpıklıklar söz konusudur. Örneğin, et, süt, sağlık, eğitim gibi halk için zorunlu nitelikteki mal hizmetlerinde KDV oranı yüzde 8 iken, kıymetli, yarı kıymetli ham taşları Borsa İstanbul üzerinden Türkiye'ye getirenler KDV ödememektedirler. Ayrıca, kamuoyunun da hatırlayacağı üzere, yakın dönemde çıkarılan torba yasayla, işlenmemiş değerli, yarı değerli taşların ithalinden de ÖTV kaldırılmıştır.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin esas gelirleri vergilerdir. Bu vergilerin ancak yüzde 10'u yerel yönetimler tarafından kullanılmakta ve bundan Ankara, İstanbul gibi büyükşehirler başta pay almakta, bu da eşitsizliği beraberinde getirmektedir. AKP, Büyükşehir Yasası'yla yerel yönetimleri güçlendirerek yerel yönetimlerin yetki ve sorumluklarını artırdığını söylüyor. Oysa yüzde 10'luk kaynak kullanımıyla bir güçlendirmenin yeterli olmadığı açıktır.
Değerli milletvekilleri, demokrasi, kitlelerin söz ve karar sahibi olması demektir, dört beş yılda bir sandığa gidip oy kullanmak değildir. Demokrasilerin, AKP iktidarında olduğu gibi salt sandıkla tanımlanması, halkın olası istem ve taleplerinin yükselmesinin önüne geçme çabasıdır. Demokrasi, yerelde, toplumun şimdiki ve gelecekteki yaşamıyla ilgili söz söylemesi, karar alma süreçlerine katılması, sonuçlarını da değerlendirmesidir. Halkın mahalle, ilçe, il, bölge, gençlik, kadın meclisleri, sivil toplum örgütleri üzerinden sürece katılımının olduğu demokrasiler gerçek demokrasilerdir.
Yerel demokrasinin güçlendirilmesi veya "öz yönetim" olarak tanımlanan bu model, başta Kürt sorunu olmak üzere inanç, kadın, gençlik, diğer sorunlarının çözümüne ve Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sağlayacaktır. Bu modelde, Van'dan İzmir'e, Samsun'dan Adana'ya, Diyarbakır'dan İstanbul'a kadar coğrafi, kültürel ve ekonomik özelliklere göre yeni baştan bir idari haritayla -81 ili 25-26 bölge altında toplayıp- bölgelerin ihtiyaç ve özelliklerine göre vergiden kaynak aktarımı yapılarak gelirlerin bölgeler arasında daha adil bir dağılımı gerçekleştirilebilir. Bu idari yapılanma içinde, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'ndaki çekincelerin kaldırılması ve bu bölgelerin yetki ve sorumluluklarının ne olacağına dair anayasal değişikliklerin yapılması gerekir. Böyle bir modelde halk, ihtiyaçlarının ne olduğunu, önceliğinin ne olması gerektiğini ortaya koyarak bütçe yapım sürecine, nasıl dağıtılacağına dair sürece katılır.
Yeni anayasa yapım çalışmalarının yeniden başlamasının ve demokratik bir toplumun inşası için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasının bu ülkenin ertelenemez, en acil ihtiyacı olduğunu ben bu konuşmamda bir kez daha belirtmek istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum, sağ olun. (HDP sıralarından alkışlar)