GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 8'inci tur görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:53
Tarih:05.03.2016

HDP GRUBU ADINA İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 Millî Eğitim bütçesi üzerine partim adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlamadan önce Genel Kurulu ve televizyonları başında bizi izlemekte olan tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Bilindiği üzere, 2016 Millî Eğitim bütçesi hazırlanırken özellikle şu ana kadar hazırlanan bütçelerden çok da fazla farklı olmadığını da belirtmek isterim. Bu mevcut bütçeyi de inceledim, detaylı araştırma ve inceleme gibi bir çaba içerisine girdim. Ne yazık ki bu bütçe de şu ana kadar AKP Hükûmetlerinin oluşturmuş olduğu bütçelerin ötesine geçen bir içeriğe sahip değildir. Millî Eğitim Bakanlığının bütçesinin toplam bütçe içerisindeki oranı yüzde 13,38'e karşılık gelmektedir. Bu yüzde 13,38'lik payın yüzde 80'i personel giderleri ve Sosyal Güvenlik Kurumu harcamalarına ayrılmıştır. Yani eğitimin temel ihtiyaçlarına, yenilenme, güncelleşme, çağa ayak uydurma temelindeki ihtiyaçlarına, yatırımlara ayrılan pay da yüzde 20 civarında. Bu bile başlı başına, bu Eğitim bütçesinin hangi saiklerle, hangi mantıkla hazırlanmış olduğunu da göstermektedir yani işte geçmiş alışkanlıkların, geçmiş ezberlerin, "yaptım, ettim" mantığı üzerinden gerçekleşmesinin de bir sonucudur. Dolayısıyla bu Eğitim bütçesinin önümüzdeki süreçte eğitimin kronikleşmiş sorunlarına çözüm getireceğini beklemek de mümkün görünmemektedir.

Bildiğiniz üzere, özellikle bakanlıklar içerisinde geçmişten bugüne devredegelen en sorunlu ve sıkıntılı bakanlıklardan biri de Millî Eğitim Bakanlığıdır. 2002 yılından bugüne sayısal olarak MEB bütçesinde yani Bakanlık bütçesinde belli bir artış olduğu ifade edilse de 2002 yılından bugüne artan okul, öğrenci, öğretmen sayısına rağmen, MEB, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesinin millî gelire oranıyla artış rakamı ise ancak yüzde 1'dir. Yani 2002 yılından günümüze kadar Millî Eğitim Bakanlığının bütçesindeki artışın millî gelire oranı yüzde 1 civarındadır. Dolayısıyla, artan nüfus, eğitimin ihtiyaçları ve benzeri faktörleri de göz önüne getirdiğiniz zaman bu artış çok da önemli bir artış olarak da gözükmemektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de yıllardır bütçeden en fazla payın eğitime ayrıldığı propagandası yapılmasına karşın, bütçeden ayrılan payın ne kadarının çocuk ve gençlerimizin nitelikli eğitim alması için harcandığını görmek için OECD verilerine bakmak yeterlidir. Türkiye'de öğrenci başına yapılan kamusal eğitim harcaması miktarı OECD ortalamasının çok altındadır. OECD ortalaması, Türkiye'de ilkokuldaki eğitim harcamalarının 3 katı, ortaokulda 4 kat, lisede ise 2,8 kattır yani Türkiye'nin OECD ortalamasının altında olduğu rakamlar bu şekildedir. Yükseköğretimde ise 2 kattan fazladır. OECD ülkeleri içerisinde bütün eğitim kademelerinde sonuncu olan Türkiye, sadece ortaokul düzeyinde, en yakın rakibi Meksika'ya 81 dolar fark atmış durumdadır. Bütün eğitim kademelerinin ortalamasına baktığımızda, Türkiye son sıra için 3.514 dolarla OECD ülkeleri içerisinde yine Meksika'yla yarışmaktadır.

AKP Hükûmeti, eğitimi hızla özelleştirmekte, piyasa temelli olarak dönüştürmektedir. Oysaki eğitim devredilemez kamusal bir haktır. Bu alanda yapılan çeşitli araştırmaların da gösterdiği gibi, devlet okullarında paralı eğitim uygulamaları yaygınlaştıkça en düşük gelir dilimindeki yüzde 20'lik kesimin gelirleri içinde eğitim harcamalarına ayırmak zorunda oldukları pay giderek artmaktadır. Söz konusu artış ise ancak gıda ve sağlık harcamalarından kısılarak gerçekleştirilebilmektedir. Bu koşullar da devlet okullarında eşitsizlikleri derinleştiren örnekler, var olan toplumsal eşitsizlikler doğrultusunda okulları tasnif etmeye yaramakta, zengin ile yoksula ayrı ayrı devlet okulu, hatta aynı devlet okulu içerisinde gelir durumuna, başarı düzeyine göre farklı sınıflar oluşturulmasının da önü açılmaktadır.

Piyasacı eğitim sistemi yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin müşteri hâline getirilmesini hedefleyerek toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirmektedir. Aynı okul içinde sınıflar, aynı bölgede okullar, farklı bölgeler birbirleriyle rekabet içerisine sokularak eğitim hizmetleri piyasanın ihtiyaçlarına göre düzenlenmektedir. Eğitimin dayanacağı ilkeler, finansmanından hizmetin sağladığı sonuçlara kadar geniş bir alanda ancak etkili olabilir. Bu açıdan, eğitim hizmetinin hangi ilkeler çerçevesinde yapılacağına yönelik olarak, yapılacak olan siyasal tercih en az eğitim politikalarının uygulanması kadar önemlidir.

Değerli milletvekilleri, eğitim bütçesinin katılımcı bir şekilde hazırlanmadığı da ayrı bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Adil ve demokratik bir şekilde bir dağılımın yapılmaması, kamusal ve ücretsiz bir eğitim perspektifinden yoksunluk da, ayrıca, eğitim sisteminin en önemli sıkıntılarını beraberinde getirmektedir.

Millî Eğitim Bakanlığının çok sayıda sorun alanı bulunmaktadır. Bu sorun alanlarını, sırasıyla, şöyle ifade etmek gerekir: Türkiye'de bir çocuk kırımı yaşanıyor. Özellikle çocuklarla ilgili politikalarda çok ciddi bir sorun yaşandığını ifade etmek gerekiyor. Kürdistandaki savaş başta olmak üzere, aile şiddetinden çocuk işçiliğine, çocuk yaşta evlendirilmekten önlenebilir hastalıklara, beslenme düzensizliğinden insani olmayan koşulların yol açtığı kazalara kadar birçok nedenden dolayı çocuklar katledilmekte ya da öldürülmektedir. AKP iktidarı döneminde 250'den fazla çocuk devlet ihlali veya kasti tutumdan ötürü katledilmiştir. 27 Aralık 2011 tarihinde Şırnak Uludere'de, Roboski'de F16'ların bombardımanı sonucu 19 çocuk yaşamını yitirmiştir. Soruyorum: Bu çocukların katilleri nerede? Peki, Roboski olayı ne oldu? Bu çocuklar katledildi ve bu çocukların katilleri hâlen Türkiye'de çok rahat bir şekilde ellerini kollarını sallayarak dolaşmaktadırlar.

2004 yılında Mardin'de daha 12 yaşında olan Uğur Kaymaz 13 tane kurşun sıkılarak katledilmiştir. 2006 yılında Diyarbakır'da 8 yaşındaki Enes Ata, 2009 yılında Lice'de 12 yaşındaki Ceylan Önkol, 2011'de Roboski'de 13 yaşındaki Erkan Encü, Bismil'de 17 yaşındaki İbrahim Oruç, İstanbul'da gezi olayları sırasında 15 yaşındaki Berkin Elvan...

ENGİN ALTAY (İstanbul) - 13 yaşında değil miydi?

İBRAHİM AYHAN (Devamla) - Yani, tabii, 15 yaşından daha da...

...15 yaşındaki İbrahim Aras, 2015'te Ankara'da 9 yaşındaki Veysel Atılgan, katledilen çocuklardan sadece bir grup.

Yine, sokağa çıkma yasaklarının başladığı günden itibaren bugüne kadar 93 çocuk katledilmiştir. Tabii, bunun içerisine Miray bebek de dâhil olmak üzere 93 çocuk son altı ay içerisinde sokağa çıkma yasaklarıyla beraber katledilmiştir. Bunların büyük bir kısmı okul çağında olan, okul sıralarında olması gereken çocuklardır. Yaşama hakkının bu kadar ihlal edildiği bir ortamda eğitimden söz etmek ne kadar gerçekçi olur, ne kadar da bizim için gerçekten önem arz eder, bunu da sizlerin takdirine bırakıyorum. Eğer bir ülkede devletin kasti tutumu ya da ihmali sonucu çocuklar yaşamını yitiriyor ve Bakanlık bu konuda hiçbir girişimde bulunmuyor ve açıklama yapma zorunluluğuna dahi girmiyorsa bu çok önemli bir sorundur. Bu kadar çocuğun katledildiği bir yerde Millî Eğitim Bakanlığının bu çocukların katledilmesiyle ilgili bir açıklama yapma zorunluluğunun da olması gerekmektedir.

Yine, sokağa çıkma yasağı adı altında uygulanan ablukalarda Diyarbakır, Şırnak ve Mardin'de yaşanan çatışmalar nedeniyle okula gidemeyen öğrencileri de hesaba kattığımızda 120 binden fazla öğrencinin eğitim hakkının fiilen engellendiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Sokağa çıkma yasaklarının başladığı günden bugüne, abluka altındaki il ve ilçelerde toplam 1.556 okulda, 11.199 derslikte eğitim öğretim gören 362.012 öğrenci ile bu okullarda görev yapan 16.797 öğretmen doğrudan etkilenmiş bulunmaktadır. Bakanlık "Cizre ve Silopi'de askerî operasyon yapılacak." gerekçesiyle eğitim öğretim kurumları olan okulların ve yurtların boşaltılmasını sağladı. Eğitim öğretim kurumları askerî karargâhlara dönüştürüldü, okullar çatışma alanlarına dönüştürüldü. Sokağa çıkma yasaklarının, her gün patlayan bombaların, zorla göç ettirmelerin, yaşanılan yıkım ve ölümlerin yanı sıra, öğrencilerin öğretmenlerinden koparılmasının öğrenciler üzerinde yarattığı psikolojik, pedagojik ve toplumsal açıdan yıkıcı etkiyi görmeyen, öğrencilerin yaşam haklarını, eğitim haklarını önemsemeyen bir eğitim bakanlığıyla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek gerekiyor.

Tabii, diğer taraftan, haftaya da üniversite sınavları yapılacak. Bu dediğimiz yerlerde birçok öğrenci üniversite sınavlarına nasıl girecek, nasıl eşit koşullarda bir sınav maratonunu yaşayacak ve gerçekleştirecek? Bunu da sizin takdirinize bırakıyorum.

Değerli arkadaşlar, savaşın olumsuz etkileri sadece sokağa çıkma yasaklarının sürdüğü ilçe ve mahallelerde öğrencilerin eğitim haklarının gasbedilmesiyle sınırlı değildir, aynı zamanda savaşın etkisi bu illerin tamamına yayılmış durumdadır. Okula giden öğrenciler, patlama, kurşun, tank, top, uçak seslerinin altında ve bunlara bağlı olarak savaşın yarattığı ağır travmaların etkisinde eğitim öğretimlerine devam etmektedirler. Savaştan sadece savaş bölgesinde yaşayan çocuklar değil, savaşı ekranları başında sürekli olarak izleyen, savaşın şekillendirdiği kutuplaşmış sosyalizasyon içinde bulunan çocuklar da olumsuz etkilenmektedirler.

"Okula gidemeyen öğrenciler için de telafi eğitimi yapılacak." iddiasında bulunulsa da öğrenci ve öğretmenlerin bu süreçte yaşadıkları travmayı telafi etmek de mümkün değildir.

Diğer yandan, savaş koşulları nedeniyle zorla göç ettirilen ve şu anda eğitim akıbetleri belli olmayan on binlerce öğrenci gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu öğrencilerin şu anda nerede oldukları, eğitime devam edip etmedikleri ise tam olarak bilinmemektedir. Bakanlık zorla göç ettirilen çocukların da akıbetlerini takip edip, göç ettikleri yerlerde gerekli tedbirleri alma sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Millî Eğitim Bakanı, katıldığı bir televizyon programında Millî Eğitim Kanunu'na göre her çocuğumuzun yüz seksen iş günü eğitim görme hakkı olduğunu ifade etmişti ve bunun için de -Bakanın kendi ifadesidir- "Bizim bu yüz seksen iş gününü tamamlama gibi bir zorunluluğumuz var." demektedir. Soruyorum Sayın Bakana: Yani, var olduğu iddia edilen bu yasa maddesi Millî Eğitim Kanunu'nun neresinde yer alıyor? Bir öğrencinin yüz seksen iş günü eğitim görme hakkı hangi yasada mevcuttur? Eğitime, böyle sınırlandıran, darlaştıran, sıkıştıran bir anlayış üzerinden bakmanın da doğrusu Türkiye açısından, bizler açısından da feci bir yaklaşım tarzı olduğunu da ifade etmek gerekiyor.

Eğitim sisteminin en önemli sorun alanlarından biri de eğitim dilidir. Ana dilde eğitimi güvence altına alan birçok uluslararası metin mevcuttur. Şu ana kadar bu uluslararası metinler ortadayken ana dilde eğitim, başta Kürtler olmak üzere, Türkiye'de yaşayan farklı kimliklerdeki, farklı etnisiteye sahip olan -Lazca, Çerkezce, Pomakça ve benzeri- kesimlere yönelik ne yazık ki şu ana kadar verilmemiş bulunmaktadır ve Bakanlığın da bu konuda, ana dilde eğitimin anayasal güvenceye alınması noktasında da çok önemli ciddi sorumluluklarının olduğunu da ifade etmek ve altını çizmek de gerekiyor. Temel bir insan hakkı olan ana dilde eğitimi yok sayan AKP iktidarı, halkın talebini seçmeli ders ya da özel liselerde birkaç dersin ana dilde verilmesi aldatmacasıyla ötelemeye çalışmaktadır. Kürtçe seçmeli ders, ana dilde eğitim talebini ötelemek ve oyalamaktan başka bir anlam ifade etmemektedir. Yani, Kürtçe seçmeli dersi kendi ihtiyaçlarınızı, kendi temel insani var olma ihtiyaçlarınızı karşılama noktasında almanız, ana dilde eğitim hakkını aldığınız ve ana dilde eğitim hakkına sahip olduğunuz anlamına da gelmemektedir. Dolayısıyla, hem özel kurumlarda hem de öğretim esaslı ana dildeki verilen çalışmaların da hiçbir şekilde ana dilde eğitim talebini ve ihtiyacını karşılayıcı çalışmalar olmadığını da ifade etmek gerekiyor. Bizim temel talebimiz ana dilde çok dilli eğitimdir. Bu, sadece Kürtler açısından değil Türkiye'de yaşayan farklı etnik kimliğe sahip olan kesimler açısından da oldukça elzem ve gerekli olan bir taleptir ve bu talebin de bir an önce yerine getirilmesini de bekliyoruz.

Değerli arkadaşlar, eğitim sisteminin bir diğer sorunu da özellikle AKP Hükûmeti döneminde sayıları 2 kat artan dershanelerle ilgili sorunlardır. Özellikle, dershaneler de "paralelle mücadele" adı altında kapatılarak yerlerine özel okula dönüştürülerek "temel lise" adı altında yeni özel bir lise türü ortaya konuldu ve bu temel özel liseler dershaneler üzerindeki maliyeti daha da fazla artırıcı bir etkiye sahip olmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir. Eskiden dershanelere 3-5 bin lira vermek zorunda kalan veliler, temel liselere 30 ile 50 bin civarında para vermek durumunda kalıyorlar. Dolayısıyla, burada tamamen siyasal saiklerle ortaya konan bir politik tutum söz konusudur ve bu tutumun da bir an önce değiştirilip temel lise uygulamasının da ortadan kaldırılması gerekiyor. Yani iktidarın temel amacı, az önce ifade ettiğim gibi, dershaneleri ortadan kaldırmaktan ziyade kendi siyasal tercihlerini ortayla koymaktır.

Yine, AKP iktidarı döneminde ortaya çıkan en önemli sorunlardan biri de ataması yapılmayan öğretmenler sorunudur. Hükûmetin bugüne kadar eğitim sisteminin ihtiyacı kadar öğretmen atamaması, Türkiye'nin kısa bir zaman içerisinde hâlihazırda mevcut işsizler ordusunun yanı sıra ikinci bir işsiz öğretmenler ordusuyla karşı karşıya kalmasının nedeni olmuştur. Bu durum, atamayı bekleyen işsiz öğretmen sayısını her geçen gün daha da artırarak işsiz öğretmenleri büyük bir strese sokmakta, intiharlara kadar varan olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Ataması yapılmadığı için bugüne kadar 41 öğretmen intihar etmiştir. Yani Millî Eğitim Bakanlığının böyle çok absürt bir şekilde işte "Bunlar gösteriş için intihar etmiştir." demesini de gerçekten de ciddi bir şekilde eleştirmek gerekiyor ve buradan da onu da ortaya koymak gerekiyor.

Tabii, bir de eğitim sisteminin diğer temel sorunu da eğitim içerisindeki siyasal baskılar ve kadrolaşma uygulamalarıdır. AKP iktidarı, yıllarca eğitim sistemini kendi dünya görüşü doğrultusunda düzenlemekte ve buna paralel bir şekilde muhalif olarak değerlendirilen sendika üyelerine yönelik soruşturma, fişleme, sürgün ve cezalandırma uygulamalarına giderek kendi politikalarını tahkim etmeye çalışmaktadır. Millî Eğitim Bakanlığı yukarıdan aşağıya doğru başlatılan ve eğitimin bütün kademelerinde görev alan eğitim yöneticilerini iktidar yandaşları için belirlemekte, iktidara biat etmeyen eğitim yöneticileri ise -Bakanlık ve yandaş sendika temsilcilerinin ortak çalışmasıyla fişlenenler- birer birer görevlerinden alınmaktadırlar. Millî Eğitim Bakanlığı KESK, DİSK, TMMOB tarafından 29 Aralık tarihinde alınan iş bırakma eylemiyle ilgili olarak valiliklere "eğitim hakkını engelleyici" eylemler konulu genelgesiyle birçok öğretmen hakkında ve eğitim çalışanı hakkında soruşturma açmış bulunmaktadır. Şu anda binlerce eğitim emekçisi bu soruşturmalara tabi tutulmuş ve birçoğu da sürgün edilme, görevden atılma tehlikesi ve kaygısı yaşamaktadır.

Bir diğer konu ise özellikle eğitim emekçilerinin yaşamış olduğu yoksulluk sorunudur. Eğitim emekçilerinin üçte 2'si insan onuruna yaraşır bir eğitim sürdürebilmek için ek işler yapmak zorunda kalmaktadır ve almış oldukları ücretler çok komik miktarlarda durmaktadır. Bu eğitim bütçesinde eğitim emekçilerinin ücretlerine dair iyileştirici bir çalışmanın olmayışı da ayrıca eleştirilecek bir boyutudur.

Diğer bir sorun ise okullardaki fiziki ve donanımsal yetersizliklerdir ve bu konuda da özellikle fiziki ve donanımsal yetersizliklerin olduğunu da ifade etmek gerekiyor.

Kısacası, kamu kaynaklarının özel okullara aktarılması uygulamasına derhâl son verilmeli, MEB bütçesinde eğitim yatırımına ayrılan pay mutlak anlamda artırılmalı, sokağa çıkma yasaklarına derhâl son verilmeli, eğitim öğretim çağında olan çocukların başta yaşam hakları olmak üzere eğitim hakları sağlanmalı, okullarda okutulacak ders kitaplarının seçimi, usul ve esasları yeniden belirlenmeli, eğitim emekçilerinin 3600 ek gösterge talepleri doğrultusunda düzenleme yapılmalı, herkese eşit ve parasız eğitim hakkı tanınmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM AYHAN (Devamla) - Öğretmen, memur ve yardımcı hizmetlerin açıkları acilen kapatılmalı...

Toparlıyorum Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN - Son cümleleriniz...

Buyurun.

İBRAHİM AYHAN (Devamla) - Öğretmen yetiştirme, istihdam politikaları yeniden belirlenmeli, öğretmenlerin asli görevi olduğundan hareketle yöneticiler okullarda siyasal iktidarların kadrolaşma merkezi olmaktan çıkarılmalı, bu temelde okullarda yöneticilerin tüm okul bileşenlerinin katılımıyla seçilebileceği ya da bu görevi tüm öğretmenlerin belli bir sistematik dâhilinde, belli süre içerisinde yürütebilecekleri demokratik modellere geçilmelidir.

Tekrardan hepinizi saygıyla selamlıyorum.