| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 6'ncı tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 51 |
| Tarih: | 03.03.2016 |
HDP GRUBU ADINA EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerinde Halkların Demokratik Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, büyük ölçüde endüstrileşmiş bir dünyada enerji kaynakları siyasi, askerî ve ekonomik stratejileri belirleyen ana faktörlerin başında gelmektedir. Son iki yüz yıldır tüm büyük savaşların, uluslararası büyük ittifak ve siyasi hamlelerin temelinde büyük ölçüde, enerji kaynaklarına egemen olma isteğinin yattığı bilinmektedir. Bugün, dünyanın en önemli petrol ve doğal gaz rezervlerinin bulunduğu Orta Doğu'da hepimizin yakından takip ettiği büyük bir savaş sürmektedir. Hem Orta Doğu'nun hem de dünyanın siyasi dengeleri yeniden oluşturulmaya çalışılmakta, sınırlar, iktidar paylaşımları ve yönetim yeniden belirlenmektedir. Başta ABD, Rusya, Çin ve AB olmak üzere dünyanın en büyük ekonomilerine sahip emperyalist güçleri hesaplarını yirmi yıl sonrasını öngörecek enerji ihtiyaçlarına göre yapmaktadırlar.
Değerli milletvekilleri, olup bitenleri daha iyi anlamlandırabilmek için dünyadaki enerji kaynaklarının durumuna ve önümüzdeki on yıllarda enerji tüketimindeki öngörülere yakından bakmak gerekiyor. Bugün, dünya tükettiği enerjinin yüzde 87'sini petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtlardan karşılamaktadır. Birincil enerji kaynakları arasında stratejik konuma sahip olan petrol, 2013 verilerine göre dünya enerji talebinin yüzde 33'ünü, doğal gaz ise yüzde 24'ünü karşılamaktadır. Enerji kaynakları arasında nükleer enerji yüzde 4,5; hidroelektrik enerji yüzde 6,7 ve yenilenebilir enerji ise yüzde 1,9 oranında enerji talebini karşılayabilir durumdadır. Bugüne kadar çeşitli uluslararası kurum ve kuruluşlar, örneğin Uluslararası Enerji Ajansı, ABD Enerji Bakanlığı, BP, Exxon Mobil ve Gazprom tarafından yapılan birçok çalışmaya göre petrolün ve doğal gazın birincil enerji tüketimi içindeki payını uzun yıllar koruyacağı öngörülmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyanın günlük petrol tüketimi 90 milyon varil olarak gerçekleşmektedir. Bunun ise yaklaşık 30 milyon varili Orta Doğu ülkelerince karşılanmaktadır. Dünya petrol rezervlerinin yüzde 56'sı Irak, İran, Katar, Kuveyt ve Suudi Arabistan'ı kapsayan Körfez ülkelerinde bulunmaktadır. Kanıtlanmış doğal gaz rezervlerinin ise yaklaşık olarak yüzde 43'ü Orta Doğu'da, yüzde 29'u Rusya ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinde, yüzde 8'i Asya Pasifik ülkelerinde, yüzde 6'sı ise Kuzey Amerika'da bulunuyor.
Değerli milletvekilleri, Türkiye doğal gaz ihtiyacının yüzde 55'ini Rusya'dan sağlamaktadır, geriye kalan kısım ise İran ve Azerbaycan'dan tedarik edilmektedir. Rusya'dan alınan gaz miktarını kısa sürede başka bir alternatifle sağlamak mümkün değildir. Hâl böyle iken Hükûmet yetkililerinin "Alternatifsiz değiliz. Katar, Türkmenistan gazı var." deyip, bu ülkelere seferler düzenleyip açıklamalar yapmaları kamuoyunu yanıltmak anlamına gelmektedir. 1990'lardan itibaren ne zaman Türkiye'nin enerji ihtiyacı söz konusu olmuşsa yetkililer hep hamasete başvurmuşlardır. AKP hükûmetleri dönemine baktığımızda ise Rusya'yla sıkıntı yaşanan her durumda Hükûmet yetkililerinin benzer açıklamalarını görmekteyiz. Tüm bu açıklamalarla "Büyük devletiz, taviz vermeyiz." biçiminde duygular oluşturularak toplum manipüle edilmek istendi, ne var ki Türkiye enerjiyle her geçen gün Rusya'ya daha bağımlı hâle gelmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de elektrik üretiminde alternatif olarak geliştirilen nükleer santral projesi de Rus şirketler tarafından yapılmaktadır. Örneğin, Akkuyu'da yapılacak olan nükleer santralin yüzde 51'i Rusya'nın olacak ve Rusya burada ürettiği elektriği alım garantisiyle Türkiye'ye satacaktır. Enerjide dışa bağımlı bir ülke olmamız çerçevesinde, son olarak Rusya'yla yaşanan uçak krizinden sonra da kaygıyla tanıklık ediyoruz ki AKP Hükûmetinin diplomatik hataları nedeniyle, Türkiye uluslararası alanda itibarsızlaşmakta ve eli kolu bağlı hâle gelmektedir. Petrol ve doğal gaz, bugünün dünyasında sadece arabamızda yakıt, kombimizde ısı kaynağı değildir. Dünya siyasetindeki dengeleri belirleyen önemli ekonomik, siyasi ve hatta askerî bir güç hâline gelmiştir. Bu bağlamda, AKP Hükûmetinin petrol ve doğal gaz gibi büyük ölçüde ithal ettiğimiz enerji kaynakları konusunda öngörülemez siyasi, diplomatik hamleler yapmak gibi bir lüksü bulunmamaktadır. Bu konuda Türkiye ve bölge halklarının yararına akılcı ve barışçı politikalara ihtiyaç vardır.
Değerli milletvekilleri, önemli başlıklardan birisi de hiç kuşkusuz madenlerdir. Türkiye'de madencilik faaliyetlerinin teknik altyapı yetersizliği, çalışma ortamının büyük ölçüde güvenlikten yoksun oluşu, Soma ve Ermenek facialarıyla hiçbir şüpheye yer bırakmayacak bir biçimde yüzlerce insanımızın canı pahasına bir kez daha kanıtlanmıştır. Soma'da 2014'te meydana gelen facia neticesinde 301 madenci işçinin kıyımını elbette basit bir iş kazası gibi görmek ve yaşanan durumu "kaza" kavramı üzerinden okumak, yaşamını yitiren işçilerimizin yakınlarına tazminat gibi iyileştirme çabalarından bahsetmekle yetinmek, madenlerde süregiden köle işçi koşullarının devam ettirilmesi anlamına gelmektedir.
Diğer hatırlanması ve belirtilmesi gereken bir nokta, Soma'da gerçekleşen facianın Hükûmet tarafından günümüzden bir asır önce farklı ülkelerde gerçekleşmiş benzer olaylarla karşılaştırılarak kamuoyuna sunulması, aslında ülkemizdeki maden işçilerinin yüz yıl önceki köle mantığıyla çalıştırıldıklarının da bir itirafıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de maden ocaklarında meydana gelen patlamalar ve yangınlar konusuna ilişkin uzman örgütlerin raporları incelendiğinde, üretim yönetiminin gereklerinin tam olarak yerine getirilmemesi, üretim plan ve projesinin bulunmaması ve havalandırmadaki eksiklik ve aksaklıklar ilk sırada yerini almaktadır. Maden Mühendisleri Odasının konuyla ilgili raporunda da kazaların başlıca nedenlerini altyapı ve teknolojiyle ilgili önlenebilir sorunlardan kaynaklandığı, taşeronlaşma, özel sektöre devir politikaları, Hükûmetin ve bakanlıkların denetleme fonksiyonlarını da yerine getirmemesiyle birlikte işçilere yaşam odalarının bile çok görülmesi neticesinde toplu bir işçi kıyımına dönüştüğü açıkça görülmektedir.
Maden facialarından sonra gerekli önlemlerin alınması gerekçesiyle değiştirilen Maden Kanunu ve İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, maden kazalarının azaltılmasına yönelik Türkiye Büyük Millet Meclisinde kurulan komisyonun önerilerini, Soma faciasının araştırılmasına ilişkin Komisyon raporundaki tespitleri, TMMOB'a bağlı odaların olumsuzlukların çözümüne yönelik önerilerini dikkate almayarak bu amaca hizmet etmesinin çok uzağında bırakılmıştır. Bu bağlamda, Türkiye'deki maden işçilerinin çalışma koşulları ve maden ocaklarının teknik yeterlilikleri uluslararası alanda tartışılmaya açılmalı ve uluslararası standartlara evrilmelidir. Bu konunun ertelenemeyecek kadar can alıcı olduğunu tüm ülke olarak defalarca tecrübe etmiş durumdayız. Her an hatırımızda tutmalıyız ki AKP Hükûmetinin her seferinde övünç duyduğu, göklere erişen yüksek kulelerin, kurulan her bir ışıltılı AVM'nin, devasa büyüyen TOKİ'lerin, HES'lerin altında işçi emeği, işçi kanı ve işçi canı vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığın faaliyet alanında yer alan bir diğer maden alanı, siyanürle çıkarılan madenlerdir. Bu konuda öncelikle Anayasa'ya atıfta bulunmak istiyorum. Anayasa'nın 56'ncı maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı güvence altına alınmış ve çevreyi geliştirme, çevre sağlığını koruma ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu öngörülmüştür. Ayrıca, 2872 sayılı Çevre Yasası'nın 1'inci maddesinde yasanın amacının, çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazi ve doğal kaynakların en uygun biçimde kullanılması ve korunması, su, toprak ve hava kirliliğinin önlenmesi, ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal, tarihsel zenginliklerinin korunarak bugünkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve toplumsal gelişme erekleriyle uyumlu olarak belirlemek ve hukuksal ve teknik esaslara göre düzenlemek olduğu belirlenmiştir.
Değerli milletvekilleri, siyanürle maden üretimi konusunda ortaya çıkacak tehlikenin yalnızca siyanürden kaynaklanacak bir tehlike olmadığı anlaşılmaktadır. Kanser yapıcı ağır metaller olan arsenik, cıva, kurşun gibi zehirli maddelerin açığa çıkarılarak topluma uzun yıllar boyunca yer altı sularıyla ulaştırılması sonucu insanlar ve diğer canlılar üzerinde bırakacağı etkiler ile on-on beş yıl sonra ortaya çıkacak kanser olayları hafife alınmaktadır.
Ulusal Patoloji Kongresi'nde sunulan verilere göre, kanser son kırk yılda ölüm nedenleri arasında 2'nci sıraya yükselmiştir. Yine, verilere göre, Türkiye 2012 yılında kanser ilaçlarına yaklaşık 457 milyon TL ödemiş bulunmaktadır. Bu rakam, Sağlık Bakanlığının 2012 bütçesinin yaklaşık beşte 1'ine denk düşmektedir.
Ayrıca, madenin işletilmesi süresince patlama nedeniyle gürültü kirliliği ve ağır metallerin havaya karışması sonucu hava kirliliği ortaya çıkmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu anlamda kamuoyuna yansıyan son örnek, Artvin Cerattepe'de Cengiz Holding tarafından açılmak istenen siyanürlü maden işletmesine karşı Artvin halkının ve yaşam alanı savunucularının gösterdiği büyük direniştir. Artvinliler ağaçları kadar şehirlerine, geleneklerine, kültürlerine, sağlıklarına, sağlıklı su ve havaya erişim haklarına, dağlarına ve yaban hayvanlarına, kısacası hem maddi hem manevi yaşam alanlarına sahip çıktılar. Burada Artvin halkının bu duyarlılığını bir kez daha selamlıyoruz.
Altını çizerek belirtmemiz gerekir ki doğaya ve insana yarardan çok, zarar sağlayacak, öncelikli olarak etrafında yaşayan insanların rıza göstermediği, amacı, müşterek refah değil, kişisel çıkar olan her türlü maden faaliyetine, her türlü rant projesine karşı durmak meşrudur ve çevreye duyarlılığın bir tezahürüdür. Güvenlik güçlerinin, Artvin halkının yaşam alanlarını savunmasına ilişkin geliştirdiği saldırılar kesinlikle kabul edilemez. Zira, hukuki sürece riayet etmeyen, Artvinliler değil, şirket ve ardındaki siyasi iradedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cengiz Holding, Artvinlilerin, Rize İdare Mahkemesinde 2014 Aralık ayında kazandığı davayı Danıştaya taşımıştı. Danıştay, bu yürütmeyi durdurma talebini reddetmiş, böylece şirketin Cerattepe'ye çıkma dayanağı tamamen ortadan kalkmıştı. Danıştay, davanın esasını değerlendirmeyi henüz sonuçlandırmamışken yürütmeyi durdurmama kararını kendisi için olumsuz bir sinyal olarak gören şirket, yeni bir ÇED için Çevre Bakanlığına başvuru yaptı. Böylece, şirket, yasal boşluklardan faydalanmak yoluyla Çevre Bakanlığından yeni bir ÇED olumlu kararı alarak Artvin'e dönüş yaptı. Bu süreci anlatmamızın sebebi, Çevre Bakanlığının çevreye karşı, yaşam alanlarına karşı ne denli acımasız yaklaştığını bir kez daha ifşa etmektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ÇED raporları Türkiye'de amacından saptırılmıştır. Çevresel etki değerlendirmesi, formalite bir aşamaymış gibi ele alınmakta, çevrenin her türlü talanına alet edilmektedir. Yale Üniversitesinin her yıl güncellediği Çevre Performans Endeksi'ne baktığımızda, Türkiye'nin, doğa koruma kategorisinde 180 ülke arasında 177'nci sırada kaldığını görüyoruz. Biyoçeşitliliğin bu kadar zengin olduğu bir ülkede doğaya karşı bu kadar acımasız olmanın anlamı nedir, buradan Sayın Bakana bir kez daha sormak istiyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; enerji kaynaklarının nispeten küçük bir bölümünü oluşturan kaynaklardan birisi de hidroelektrik santralleridir. Türkiye'de yapımı biterek üretime geçen, yapımı devam eden ve yapılması planlanan yaklaşık 2.500 HES projesi mevcuttur. Bu HES projelerinin tamamının 2023'te tamamlanması öngörülmektedir. Bu santrallerin tümü tamamlanıp üretime geçtiğinde bile Türkiye'deki enerjinin sadece yüzde 5'ini karşılayacaktır, üstelik sadece yirmi beş ile otuz yıl için. Hidroelektrik santraller, yaratacağı sözüm ona ekonomik değer ile birkaç bireysel çıkar dışında yöre halkına hiçbir katkı sağlamamaktadır. Ekolojik dengeyi onarılamaz biçimde bozmakta, doğanın insana doğrudan sunabileceği sürdürülebilir ekonomik faydayı zaafa uğratmaktadır.
Diğer taraftan, HES alanında karşılaştığımız uygulamaların özelleştirmeci bir boyutu da var ancak HES yapım süreçlerini "özelleştirme", "ranta açma gibi" ekonomi terimleriyle tanımlamak yeterli değildir. Bu sürecin adı, deyim yerindeyse, tam bir yağmadır; doğanın yağmasıdır, yaşam alanlarının yağmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; madenler ve HES'lerden bahsederken fütursuzca uygulanagelen bir kanundan, acele Kamulaştırma Kanunu'ndan söz etmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, İkinci Dünya Savaşı öncesi Türkiye'nin savaşa girme olasılığı gözetilerek 1939 yılında çıkarılan acele Kamulaştırma Kanunu'yla savaş koşullarındaki acil askerî ihtiyaçların karşılanması için, Bakanlar Kuruluna, yurt savunması gerekçesiyle ihtiyaç duyulan taşınmazlara el koyma yetkisi verilmişti ancak AKP Hükûmeti "yurt savunması" adı altında çıkarılan yasayı âdeta yurdu talan etme yasasına dönüştürmüş; acele kamulaştırma, Türkiye'de kamu mallarını, nehirleri ve doğayı acele talan etme ve acele vurgun yapma yasası hâline getirmiştir. EPDK, enerji, madencilik, doğal gaz ve petrol sektörlerinde bu yetkiyi hiçbir yasal sınırlama ve denetim olmadan kullanmıştır.
Değerli milletvekilleri, tüm dünyada yeni ve yenilenebilir enerji teknolojilerine yatırım yapılırken AKP iktidarı, bunu göz ardı etmiş, yenilenebilir kaynaklardan biri olan jeotermal kaynaklar unutulmuş, rüzgâr ve güneş enerjisi teknolojilerinin geliştirilmesi ve kullanılmasında ülke geri bir noktada bırakılmıştır. Gelişmiş ülkelerde konut ısıtma ve soğutma sistemlerini jeotermal ısı pompalarıyla sağlama yolunda önemli çalışmalar yürütülürken, Türkiye'de bu konuda gözle görülür bir çalışma bulunmamaktadır. Bu bağlamda, Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü yeniden yapılandırılarak başta jeotermal kaynaklarımızın sevk ve idaresi olmak üzere diğer yenilenebilir kaynakların ülke ekonomisine kazandırılması konusunda çaba sarf eden, strateji ve politikaların oluşmasını sağlayan bilimsel ve teknolojik projelere katkı veren bir yapıya dönüştürülmelidir.
Değerli milletvekilleri, enerjide dışa bağımlılığın azalması için ülkemiz koşullarına uygun yenilenebilir enerji konusunda bilgi üretimi ve teknolojiye yatırım yapılmalı, öncelikle bir ulusal enerji stratejisi ortaya konulmalıdır. Başta gaz alımı olmak üzere, uzun vadeli kontrat anlaşmaları yerine kontratların kısa zaman dilimleri içinde gözden geçirilebileceği bir sözleşme düzenlemesi yapılmalıdır. Türkiye Taşkömürü Kurumu ve Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu bünyesinde faaliyet yürüten işletmelerde redevans, hizmet alımı, devir gibi özelleştirme ve taşeronlaşmaya hizmet eden politikalar terk edilerek kömür işletmelerinin bu kamu kuruluşları eliyle işletilmesi sağlanmalıdır.
Ölümlü maden facialarına sıfır tolerans gösterilmeli, bu vakaların yaşanmaması için her türlü tedbir titiz bir biçimde alınmalıdır. Bu çerçevede, uluslararası iş güvenliği sözleşmelerine koşulsuz riayet edecek kapsamlı bir iç hizmet, mevzuat acilen hayata geçirilmelidir. Bakanlığa bağlı Türkiye Atom Enerjisi Kurumuna ilişkin önerimiz çok açıktır, nükleer santral kurma macerasından mutlaka vazgeçilmelidir. Madenlerinde işçilerin can güvenliğini korumaktan âciz bir yönetim anlayışının nükleer santralleri yönetmesi mümkün değildir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak, doğa talanına ilişkin, Hükûmete çağrılarımızı yinelemek istiyorum. Her dağı, her taşı, her dereyi metaya ve kâra dönüştürebileceğinden zerre miktar şüphe duymayan, sözüm ona "kalkınma" adı altında üç beş sermaye elitini kalkındırmaktan başka bir amacı olmayan politikalardan bir an önce vazgeçilmelidir. Hiçbirimizin halkın ve doğanın yaşam alanlarını katletmeye hakkı yoktur. Özellikle, yerel yatırımlarda halkın rıza göstermediği projeleri merkezî kararlarla hayata geçirmekten vazgeçmeliyiz diyor, bu duygularla tekrar Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)