| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı 4'üncü tur görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 49 |
| Tarih: | 01.03.2016 |
MHP GRUBU ADINA MEHMET PARSAK (Afyonkarahisar) - Aziz Türk milleti, saygıdeğer milletvekilleri; 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı kapsamında HSYK, Adalet Akademisi ve Ceza ve İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu bütçeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, Gazi Meclisi ve ekranları başında bizleri izleyen kıymetli vatandaşlarımızı saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, hukukçu bir milletvekili olarak Türkiye'nin her köşesinde adaleti tesis etmek üzere görev yapmakta olan hâkimlerimizi, cumhuriyet savcılarımızı, avukatlarımızı, bürokratlarımızı, müdürlerimizi, memurlarımızı, kâtiplerimizi, mübaşirlerimizi, gardiyanlarımızı, velhasıl, koskoca bir adalet ordusunun tüm neferlerini de bu vesileyle saygılarımla selamlıyorum.
Bütçeyle ilgili görüşlerimizi açıklamadan önce, bugün yaşanan Anayasa'nın yenilenmesi tartışmaları hakkındaki değerlendirmelerimizi de kısaca paylaşmak isterim.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, öteden beri istikrarlı ve tutarlı bir şekilde, birilerinin siyasi projeleri için değil, milletimizin gerçek ihtiyaçları için Anayasa'nın yenilenmesinden yanayız. Bu çerçevede, Anayasa Uzlaşma Komisyonunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan 4 siyasi partinin uzlaşma anlayışı içinde çalışması gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim, daha üç gün önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanı İsmail Kahraman Bey'in mektubuna Sayın Genel Başkanımız tarafından verilen cevapta da şu hususlar ifade edilmiştir: "Maalesef, yeni dönemde kurulan Komisyon henüz çalışma usul ve esaslarının belirlenmesi safhasında Milliyetçi Hareket Partisi dışında meydana gelen tartışma ve tutumdan dolayı esasa girilememiş olması beklentilerimizi karşılamamıştır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak tam bir mutabakat zemini oluşmadan anayasa hazırlığının sonuç vermeyeceğini, verse bile kapsayıcı olmayacağını düşünüyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak anayasanın azami mutabakat çerçevesinde çıkarılmasını teminen Cumhuriyet Halk Partisi nezdinde girişimlerinizin sonuç vermesini ve ikna edilmesini anayasa konusunda toplumsal mutabakatın temini için gerekli gördüğümüzü ifade etmek isterim. Bu mülahazalarla Milliyetçi Hareket Partisinin, 4 partinin oluşturacağı anayasa uzlaşma komisyonunda anayasa çalışmalarının sonuçlandırılması için olumlu çabalarını ve katkılarını sürdürmeye kararlıyız." Böyle seslenmişti üç gün önce Sayın Genel Başkanımız.
Bu düşüncelerden hareketle, yüce Meclis kürsüsünde son olarak -bu bağlamda son olarak- vurgulamak isterim ki Anayasa Uzlaşma Komisyonunu el birliğiyle -deyim yerindeyse- "anayasa zıtlaşma komisyonu" hâline getiren partilerin kaprislerini bir kenara bırakarak Anayasa Uzlaşma Komisyonunun yeniden toplanmasını sağlaması ve ülkemizi yakından ilgilendiren hayati konuların onun bunun siyasi ihtirasına bırakılmadan kurulacak olan bu masada ele alınması gerekmektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, konumuza gelecek olursak. Adalete güven özellikle de son yıllarda âdeta yerlerde sürünmektedir ve hiç şüphesiz bu durumun en önemli sorumlusu, en baştaki sorumlusu, adından başka bir yerinde adalet göremediğimiz Adalet ve Kalkınma Partisidir. Öyle ki şu anda görüşmekte olduğumuz bütçe kanunu tasarısının Plan ve Bütçe Komisyonundaki müzakereleri esnasında Türkiye'nin yargıya güven endeksinde yüzde 30'larda olduğunun hatırlatılması üzerine, Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ, güven ile memnuniyetin farklı şeyler olduğunu, ancak her iki kıstasta da olumsuz bir noktada olduklarını alenen itiraf etmek durumunda kalmıştır.
Öte yandan, Sayın Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesinin verdiği bir kararla ilgili olarak "Ben Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım o kadar, kabul etmek durumunda değilim, bunu çok açık net söyleyeyim. Verdiği karara da uymuyorum, saygı da duymuyorum." şeklindeki sözleri yürütmenin yargıyı kendisinin bir parçası olarak gördüğünün ne yazık ki en net ispatlarından birisi durumundadır. Doğum kontrolünden kürtaja, futboldan tütün kullanımına, Amerika Kıtası'nın keşfinden sanat eleştirmenliğine, fıkıhtan inşaat mühendisliğine birçok konuda ne yazık ki gerekli gereksiz laf eden Sayın Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ilgili de yorum yapmaması elbette düşünülemezdi. Anayasa'ya sadakat noktasında namusu ve şerefi üzerine yemin etmiş birisinin Anayasa Mahkemesinin kararları hakkındaki bu yorumu Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan olarak görev yapacağı günlerden korkusunun bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri, yüce Türk milleti adına sav oluşturan ve karar veren, hâkim ve savcıları doğrudan ilgilendiren HSYK, bu görev ve yetkileri bakımından üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir yapıdır. Nitekim bu Kurulun yapısı sık sık tartışma konusu olmuştur. En son 2010'da gerçekleştirilen Anayasa değişikliklerinde Milliyetçi Hareket Partisinin tüm uyarılarına rağmen Kurulun yapısıyla oynanmış, Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın yapısının siyasallaştırılması hedeflenmiş ve bugün yaşanılan sorunların âdeta temelleri atılmıştır. Söz konusu Anayasa değişikliğinden hemen sonra ise AKP âdeta ava giderken avlandığı gerçeğiyle afallamış ve kendi yaptığı değişikliğin üstünden henüz çok kısa bir süre geçmesine rağmen HSYK'nın yapısının yeniden değiştirilmesi arayışlarına girişmiştir. Nihayet 2011 yılında kurulan 24'üncü Dönem Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasında ise yine aynı AKP, savunduğu 2010 değişikliğinin, hayata geçirdiği 2010 değişikliğinin hatalı olduğunu yine kendisi kabul etmek durumunda kalmıştır. HSYK bu süreçte siyasi vesayet girişimlerinden bir türlü kurtarılamamış ve yargıdaki siyasallaşma, 17-25 Aralık başta olmak üzere, kamuoyunca yakinen takip edilen pek çok dosyada açık seçik ortaya çıkmıştır. Yani, deyim yerindeyse balığın baştan kokmasının ardından tuz da kokmuş, kokuşturulmuştur. AKP zihniyeti kendilerini doğrudan ilgilendiren bu tür olaylarda yargıya müdahale etmeyi âdet hâline getirmiş, ihtiyaç duyulduğunda davalara bakan hâkim ve savcılar değiştirilmiş, yüce Türk milleti adına değil AKP adına karar veren bir yapı oluşturulmaya çalışılmıştır. AKP, birçok olayda mahkemelerin savcısı olduğunu ilan etmiş, bununla da yetinmeyerek bu davaların hâkimi de olmaya çalışmıştır. AKP'nin savcılık ve hâkimliğini yaptığı bu davalardaki adaletsizlikler bugün açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Adli yargıda durum böyleyken idari yargıda da ne yazık ki durum çok farklı değildir. Bugün gelinen noktada idari yargıda da siyasi tahakküm gayretleri hız kesmeden devam etmekte ve idarenin işlemlerini iptal etmeye yönelik karar verecek mahkeme çok azaltılmış vaziyettedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, adaletsizlik sadece HSYK'da değil, Adalet Akademisinde de kendisini göstermektedir. Bugün iktidar partisi adına söz alan bir milletvekili Adalet Akademisindeki yatak sayısından bahsederek aslında AKP'nin konuya bakış açısını ortaya koymuştur. Oysa Adalet Akademisinden beklentimiz daha çok yatak değil daha çok adalettir.
Kıymetli milletvekilleri, Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumunda da sadece adaletsizlik değil, bunun yanı sıra ne yazık ki beceriksizlik de söz konusudur. Ülkemizde ceza infaz kurumlarının üçte 1'inde iş yurdu bulunmamakta, iş yurdu bulunan ceza infaz kurumlarında ise büyük yapısal sorunlar ve personel eksiklikleri gözlenmektedir. Hükümlü ve tutukluların meslek ve sanat öğrenmeleri konusu önemsenmemekte, Hükûmetin "mış" gibi yaptığı bir başka alan daha ne yazık ki karşımıza çıkmaktadır.
Sayın milletvekilleri, tanık ve tarafların yeterince dinlenemediği on saniyede sona eren duruşmalara, hâkim ve savcıların mesai sonrası evlerinde ve hatta hafta sonları adliyede çalışmalarına devam etmesine rağmen ülkemizde hâkim ve savcıların hâlen çok fazla iş yükü bulunmakta ve bu iş yükü fazlalığı çözülemez bir kördüğüme doğru gitmektedir. Günümüzde Yargıtayda bekleyen derdest dosya sayısı 1 milyona dayanmış, tüm yargı mercilerindeki toplam derdest dosya sayısı 3 milyona ulaşmıştır. Türkiye, yargıdaki iş yükü açısından Avrupa 1'inciliğini kimseye kaptırmamakta, bu konuda kendisine en yakın olan Fransa'yı bile 3'e katlamaktadır.
Adaletin tesisi noktasında, az önce ifade ettiğim kurumsal sorunların yanı sıra, adaletin kendisinin tecelli ettirilmesi noktasında görevli kamu çalışanlarına bile uğramadığı ne yazık ki bilinmektedir. Can güvenliği bulunmayan, aile birliği muhafaza edilmeyen, maddi sıkıntılar içerisinde yaşayan, kariyeri siyasi baskılar altında olan ve yapabileceğinin çok çok üzerinde bir iş yükünün altında ezilen yargı mensuplarının üretken olması ve sağlıklı karar verebilmesi takdir edersiniz ki ne yazık ki mümkün değildir. Hâkim ve savcıların can güvenliği tehdidi altında çalışmaları, yoğun ve stresli bir iş yaşamı olmalarına rağmen yıpranma payı kapsamında erken emeklilik hakkı tanınmaması, erkek hâkim ve savcıların askerlik görevleriyle ilgili bir düzenleme yapılmaması da dikkat çeken bir başka husustur. Yargı mensupları ekonomik olarak geçim sıkıntısı yaşamaktadır. Almış oldukları ücretler günümüz koşullarında ve özellikle riskli bölgelerde görev yapanlar için yetersiz ve komik bir seviyededir. Hâkim ve savcıların tayin işlemlerinin gereğince yapılmaması, aile birliklerinin sağlanmaması, özelde çalışan eş yanına tayin hakkı verilmemesi, belli bir kıdeme kadar yeşil pasaport verilmemesi gibi hususlar yine önemli özlük hakları kısıtlamaları arasında yer almakta olup yargı mensuplarının idareyi mahkemeye vermeleri gibi trajikomik olaylara yol açmaktadır. Sonuç olarak, yargı mensupları adalet dağıtmak bir yana kendileri için adalet beklemektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, diğer taraftan yargı bağımsızlığının ve yargı kararlarının uygulanabilirliğinin kuvvetle sağlanması bakımından adli kolluk kuvvetlerinin gerçek manada hayata geçirilmesi de gerekmektedir. Bir diğer taraftan, adliyelere ilişkin güvenlik zafiyetlerinin yine yargının bir ayağı olan avukatlar mağdur edilmeyecek şekilde giderilmesi haklı olarak beklenmektedir.
Daha önce verdiğim ve sırf muhalefet milletvekili olmamdan dolayı hâlâ Plan Bütçe Komisyonunda bekletilen kanun teklifimde yer alan mübaşirlerin genel idare hizmetleri sınıfına dâhil edilmesi sorununun da bir an önce çözülmesi gerekmektedir. Adalet personeli için yargı hizmetleri sınıfının oluşturulması ve personelin görev tanımı dışındaki çalışmalara son verilmesi gibi konular da çözüme kavuşturulması gereken sorunların başında gelmektedir. Kamu avukatları ile hukuk müşavirlerinin sorun ve talepleri dikkate alınarak özlük haklarının ve istişari nitelikte verdikleri görüşlerin idare tarafından uygulanması sonucu ortaya çıkan durumlardan sorumlu tutulmaları gibi hususlarda da gerekli düzenlemeler behemehâl yapılmalıdır. Saygın ve kariyer grubu bir meslek olan avukatlık mesleği ülkemizde dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek muamele ve uygulamalarla karşı karşıya bırakılmıştır. Serbest avukatların, vergi ve sosyal güvenlik başta olmak üzere, yaşadığı yüzlerce sorunun bir an önce ve aciliyetle çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Bu konuda Adalet Bakanlığı Türkiye Barolar Birliğiyle kapsamlı ve çözüme odaklı çalışmalar yapmalıdır.
Saygıdeğer milletvekilleri, hepimizin gördüğü üzere yargının sorunları sadece yargıya aktarılan bu bütçeyle çözülebilecek konular değildir. Her şeyden önce yargı adalet gibi kavramları doğru anlamak ve ona göre uygulama yapmak büyük önem taşımaktadır. Yani, Başbakanın oğlu ile Mehmet amcanın oğluna aynı hukuk uygulanıyorsa adalet var demektir, baklava çalan ile devletin parasını çalanlara aynı hukuk uygulanıyorsa adalet var demektir. Yoksa, bakan çocuklarının dosyalarına bakan hâkim ve savcıları anında değiştirmek adalet değildir.
Kendi atadığın hâkimin, kendi atadığın savcının adaletsiz davrandığını, bir kumpasın ürünü olduğunu savunmak da adalet değildir.
Dünürün, müteahhitlerin bütün maden arazilerini parsellerken İsçehisarlı mermer üreticisinin maden ruhsatını Başbakanlıkta gerekçesiz olarak iki yıl bekletmek de adalet değildir.
Afyonkarahisar'da perişan olmuş kiraz üreticisinin, Orman ve Su İşleri Bakanının her gün övündüğü sel taşkın koruma tesislerine rağmen, tarlası sel altında kalan patates üreticisinin desteklemelerini seçimden sonraya bırakıp yolsuzluktan bakan çocuklarının evlerindeki kasalardan çıkan paraları hapisten çıkar çıkmaz faiziyle ödemek, işte, bu da hiç adalet değildir.
Nüfusu 2 binin altında olan ve 49'la en fazlası Afyonkarahisar'da bulunan toplam 559 belde belediyesini yasayla kapatıp siyasi planlarla ve farklı hesaplarla kanunlar üzerinde oynayarak vatandaşların yaşam alanlarının darmadağın edilmesi de adalet değildir.
Yüz binlerce çiftçinin can damarı olan şeker fabrikalarını özelleştirme kapsamına alarak yatırımsız bırakıp millete küfür eden yandaş iş adamlarının vergi borçlarını affetmek de adalet değildir.
Millî eğitim camiasında mahkeme tarafından göreve iade edilen şube müdürlerinin mahkeme kararlarını aylar geçmesine rağmen uygulamayıp değiştirdiğin hâkimin oğlun için verdiği kararı saniyesinde uygulamak da ne yazık ki adalet değildir.
Tıpkı mübaşirlerde olduğu gibi, sırf muhalefet milletvekili olmamdan dolayı hâlâ beklettiğiniz kanun teklifimde yer alan sağlıkçılara 60 bin kadronun verilmemesi de adalet değildir.
Kamu hizmetlerini adım adım taşeronlaştırıp, kamu çalışanlarının iş güvencesini sulandırıp mübaşirlerin hizmet sınıfını değiştirmemek de adalet değildir.
Partiline "AK kıyaklar" yapıp senden olmayan bürokratı, askerin, polisin aylarca giremediği, öğretmenlerini bile geri çekmek zorunda kaldığın Hakkâri'ye, Şırnak'a "geçici görevlendirme" adı altında sürmek de adalet değildir.
Terörü, teröristi Habur'da törenle karşılayıp rahatsız olmasınlar diye Atatürk portrelerini indirirken Cumhurbaşkanını hazır olda selamlamayan herkesi Cumhurbaşkanına hakaretten yargılamak da adalet değildir. (MHP sıralarından alkışlar)
İBRAHİM ÖZDİŞ (Adana) - Bravo!
MEHMET PARSAK (Devamla) - Hükûmet üyeleri, terörün siyasi uzantılarıyla Dolmabahçe'de mutabakat imzalarken bir zamanlar kucak kucağa olduğun üvey kardeşlerinle bir olup Ülkü Ocaklarını organize suçlardan yargılamaya kalkışmak da adalet değildir. (MHP sıralarından alkışlar) Ülkü Ocakları demişken, mensubu olmaktan gurur duyduğumuz Ülkü Ocaklarına son günlerde Gazi Üniversitesinde yapılanlar da adalet değildir.
Daha dün Bengütürk TV'nin TÜRKSAT yayınından çıkarılarak susturulmaya çalışılması da hiç ama hiç adalet değildir.
Peki, nedir adalet? Adalet, en kısa ifadesiyle, mülkün temelidir ve o mülk, yaygın olarak anlaşıldığı üzere, kupon araziler değildir, devlettir ve adalet ancak Milliyetçi Hareketin iktidarında yeniden mülkün yani devletin temeli olacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle Gazi Meclisi ve yüce Türk milletini bir kere daha saygılarımla selamlıyor, her şeye rağmen, bütçenin hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)