| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 3'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 48 |
| Tarih: | 29.02.2016 |
CHP GRUBU ADINA OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Avrupa Birliği Bakanlığı bütçesi hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri dönem dönem Avrupa Birliği fikrine yaklaşmış olsa da çoğunlukla Avrupa Birliğini kendi kurmak istediği siyasete ayak bağı olarak görmüştür. Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetlerinin on dört yıllık performanslarından anlaşıldığı kadarıyla, Avrupa Birliğini kendi iç siyasi konsolidasyonunu sağlamak için bir araç olarak kullanmıştır. 17 Aralık 2004 yılında müzakerelere başlanmasını Ankara'da gündüz vakti havai fişeklerle kutlamış ancak üzerinden on iki yıl geçmiş olmasına rağmen 33 faslın 15'ini açabilmiş, bunlardan sadece 1 tanesini geçici olarak kapatabilmiştir. Avrupa Birliği, ortak değerleri olan bir birliktir, bir değerler birlikteliğidir. Çağdaş demokrasilerin sahip çıktığı bu değerler, çoğulcu demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, barış, özgürlükler, fırsat eşitliği gibi evrensel değerlerdir. Avrupa Birliğine üyeliğimiz, bu değerlerle uyumlu bir ülke olmamızla ve bu değerleri içselleştirmemizle mümkündür.
Bunları vurgulamamdaki neden, Adalet ve Kalkınma Partisinin önemli siyasetçilerinden birçoğunun içinden geldiği MSP, Refah Partisi geleneğinin bu değerlerle sorunu olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin MSP, Refah Partisi geleneğinin kurucusu ve lideri Necmettin Erbakan -kendisini buradan rahmetle anıyorum- vefatına dek Avrupa Birliğini bir Hristiyan kulübü olarak eleştirmiştir. Ortak Pazarla ilgili "Onlar ortak, biz pazar olacağız." sözü bir slogana dönüşmüştür. Türkiye'yi İslam ülkelerinden oluşan bir birliğin içinde görmek istemiş, İslam ortak pazarı, İslam riyali hayalleri kurmuştur. Örneğin D8, yani "Developing Eight" Erbakan'ın çabalarıyla İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır, Nijerya ve Türkiye tarafından kurulmuş ve sizin iktidarınız zamanında ihtiyaçlara yanıt vermediği çok aşikâr olduğu için kadük bırakılmıştır.
Erbakan'ın öğrencileri, partinizin üç önemli kurucusu, Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç, partiniz 2002'de iktidara gelene kadar, Avrupa Birliğini istikrarlı bir şekilde ve içinde bulundukları ideolojik duruşla eleştirmişlerdir. Örneğin, Recep Tayyip Erdoğan, 16 Mart 1990'da, Sakarya'da "Avrupa Birliği Hristiyan Katolik devletler birliğidir." demiştir. Abdullah Gül -kendisi Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık da yapmış, en son Cumhurbaşkanlığı makamından emekli olmuştur- 8 Mart 1995'te, bu kürsüden "Türkiye'nin Avrupa Birliğine giremeyeceği kesindir, bunu Avrupalılar söylüyor; Avrupa'nın önde gelen bütün politikacıları söylemektedir, Avrupa'nın önde gelen bütün filozofları söylemektedir, çünkü Avrupa Birliği bir Hristiyan birliğidir." diyor. Yine, Bülent Arınç'ın da kendi üslubunca yapmış olduğu eleştiriler vardır. Diyeceksiniz ki "O gömlek millî görüş gömleğiydi, biz o gömleği değiştirdik, şimdi farklı bir bakış açımız var." Belki gömleği çıkardınız ama yanınıza yaklaşan herkes, özellikle son dönemde o eski gömlekten kokular almaya devam etmekte.
Bütçe görüşmelerinde Sayın Başbakanın "Efsanevi liderimizdir." dediği Recep Tayyip Erdoğan "Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz." diyordu eskiden o gömleği giyerken. 12 Kasım 2013 grup toplantısında "İki yüz yıldır bu memlekete istikamet dayatılıyor." diyor yeni gömlekle. Bu ikisinin arasında mantık olarak çok da büyük bir farklılık yok. İki yüz yıldır dayatılan istikamet nedir? Osmanlı'nın son dönemini de hesaba katarsak, hukukun üstünlüğüdür, demokratikleşmedir, insan haklarıdır, seçimlerdir, parlamenter sistemi güçlendirme çabalarıdır; velhasıl, Avrupa Birliğinin değerleri yolunda yürüyüşümüzdür.
Değerli arkadaşlar, değerli Adalet ve Kalkınma Partililer; görünen o ki sizin kafanız parti olarak karışık; bir yandan Avrupa Birliği Bakanlığı kuruyorsunuz, iyi yapıyorsunuz, öte yandan Cumhurbaşkanı "Türkiye'nin kuvvetler uyumuna ihtiyacı vardır." diyor, otoriter bir rejim kurma heveslerini ortaya döküyor. Bu şekilde olmaz, hem "Avrupa Birliği Yılı" ilan edeceksiniz 2014'ü, ulusal eylem planı hazırlayacaksınız hem de "Anayasa Mahkemesi kararına -daha dün- uymuyorum, saygı da duymuyorum." diyeceksiniz; bunlar Avrupa Birliği anlayışıyla çelişen, eski gömleğinize yakışan görüşler.
Size şimdi, iktidarınız döneminde Türkiye'de yaratmış olduğunuz tabloyla ilgili birkaç örnek vermek istiyorum. Bu tabloyla, bu zihniyetle Avrupa Birliğine girmek için gerçekte hiçbir çaba gösterilmediğini sizler de görmüş olun.
Türkiye, ölümlü iş kazalarında Avrupa'da 1'inci, dünyada 3'üncü sıraya geldi iktidarınız döneminde.
Gelir dağılımı adaletsizliğinde 34 OECD ülkesi arasında 5'inciyiz, Avrupa'nın en kötüsüyüz.
Yolsuzluk Algı Endeksi'ne göre 168 ülke arasında 66'ncı sıradayız yani yolsuzluk diz boyu.
Küresel Barış Endeksi'ne göre 162 ülke arasında 135'inci sıradayız, Avrupa'da barış düzeyi en düşük ülkeyiz.
OECD küresel eğitim araştırmasına göre 76 ülke arasında 41'inci sıradayız.
PISA sonuçlarına göre 64 ülke arasında 45'inci sıradayız.
Matematikte üç yıl önce, sizin iktidarınızda 44'üncü sıradaydık, bu yıl yine sizin iktidarınızda 45'inci sıraya geriledik.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye aleyhine açılan toplam dava sayısı 8.450; Ukrayna ve Rusya'dan sonra 3'üncü sıradayız.
Yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ifade özgürlüğü ihlaliyle ilgili toplam 619 dava var. Bu davaların 258 tanesi, maalesef Türkiye aleyhine açılmış.
Son olarak, Avrupa Birliği bir ilerleme raporu yayımladı, zehir zemberek bir rapor. Rapordan birkaç eleştiriyi sizlerle paylaşmak istiyorum, Avrupa Birliğinin de Türkiye'yi nasıl gördüğünü daha net ortaya koymak açısından.
"Cumhurbaşkanının seçim kampanyası döneminde oynadığı, iktidar partisine destek olarak algılanan aktif rol ve basın üzerinde artan baskı endişe yaratmıştır." diyor Avrupa Birliği. "Toplanma özgürlüğüne ilişkin kısıtlamalar ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam etmektedir. İfade özgürlüğü alanında önemli ölçüde gerileme meydana gelmiştir. Kamu finansmanı yeterince şeffaf değildir. Yargının bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi zarar görmüştür. Hâkimler ve savcılar yoğun bir siyasi baskı altındadır." Sayın Bakan, bir siyasi metinde ortaya konulabilecek diplomatik bir dilin sınırlarını zorlayan en ağır eleştiriler bunlar.
Değerli arkadaşlar, şu ana kadarki uygulamalarınız Avrupa Birliğine Türkiye'nin nasıl giremeyeceği üzerinde yoğunlaşıyor. Örneğin "Bazı kitaplar vardır ki bombadan tehlikelidir." derseniz Avrupa Birliğine giremeyiz. Basılmamış kitabı yasaklarsanız Avrupa Birliğine giremeyiz. Uzun zaman sizi destekleyen liberal kalemleri iki yıldır "PKK'ya üye midir acaba?" diye dinletirseniz Avrupa Birliğine giremeyiz. Her hak arayana "darbeci, vatan haini, paralelci, Ergenekoncu" derseniz Avrupa Birliğine giremeyiz. Bunca yıl "Hristiyan birliği" dediğiniz Avrupa Birliği Bakanlığının başına...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - ...kendi millî ve dinî değerlerini "Birkaç ayet sallıyorum, Bakara makara." diye aşağılayan Egemen Bağış'ı getirirseniz Avrupa Birliğine giremeyiz.
BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Olmayan kişi hakkında niye konuşuyorsun Başkan, oldu mu şimdi?
AYŞE SULA KÖSEOĞLU (Trabzon) - Demagoji yaparak da giremezsin!
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)