| Konu: | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 2'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 47 |
| Tarih: | 28.02.2016 |
MHP GRUBU ADINA ARZU ERDEM (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Mardin Nusaybin'de PKK'nın hain saldırısında 1 polisimiz şehit olmuştur, 2 polisimiz de yaralanmıştır. Şehidimize Allah'tan rahmet, yaralılara da acil şifalar diliyorum.
Değerli milletvekilleri, 2016 yılı Bütçe Kanunu Tasarısı çerçevesinde Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı bütçesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen aziz Türk milletimizi saygılarımla selamlıyorum.
Devletin bütçesi nedir ve gelir kaynakları nelerdir? Eminim aziz milletimiz bunu merak etmektedir. Devlet bütçesini oluşturan kalemler şunlardır: Vergi gelirleri, mal ve hizmet satışı gelirleri, KİT ve kamu bankaları gelirleri, kurum kârları, kira gelirleri, diğer teşebbüs ve mülkiyet gelirleri, faiz gelirleri, kişi ve kurumlardan alınan paylar, para cezaları, diğer çeşitli gelirler, taşınmaz satış gelirleri, diğer sermaye satış gelirleri.
Bunlardan da anlaşılacağı gibi, devlet bütçesi iktidar partisinin kendi gelirlerinden oluşmamaktadır, iktidarın harcadığı para da kendi parası değildir; vatanımızın sahipleri olan aziz milletimizin hak sahibi olduğu paralardır. Bu sebeple -ağır vebal anlamına gelen- milletimizin fakirin, yetimin, öksüzün de hakkının bulunduğu bütçelerin kullanımının doğru ve amacına uygun yapılması gerektiğini hepimiz bilmekteyiz. Bunu temel alarak konuşmama başlamak istiyorum.
Afet, sözlükte başa gelen büyük felaket, kusur, hastalık, musibet anlamına gelmektedir. Afet, günlük dilde ise çok beklenmeyen üzücü olay, yangın, sel, kuraklık, deprem, salgın hastalıklar gibi olaylar için kullanılmaktadır. Afetler çoğunlukla insan iradesi dışında gelişir fakat kendi iradesi dışında gelişen bu olaylara karşı gereken tedbirleri alması gereken de hükûmettir. İşte, hükûmet, millî menfaatleri doğrultusunda bu tedbirleri yine aziz milletimiz için almak zorundadır. Yüce Allah "Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir." diye buyurur.
Değerli milletvekilleri, Hükûmet tedbir, önlem ve yapılması gerekenleri yerine getirmez ise kaybedeceğimiz her bir canın da vebali yine kendilerinindir. Depremler, sel, maden ocaklarının çökmesi, şiddetli fırtına ve yangın gibi feci olaylarda ölen ve yaralananlar üzerinde insanların kasıt ve ihmalleri yok ise kaderdir ancak kaderin bu kısmında kasıt veya ihmali olan kişiler suçlu ve sorumludur.
Doğal afetlerin doğrudan ya da dolaylı olarak neden olduğu maddi ve manevi kayıplara bakıldığında, afet yönetimi günümüz dünyasında titizlikle yapılmamaktadır. Ülkemizde afet planlaması ve yönetimi konusunda bilinçlenmenin arttığını söylemektesiniz ancak afetler konusunda artışlar da devam etmektedir. 17 Ağustos Gölcük depremini, 12 Kasım Düzce depremini, Soma'yı, Ermenek'i, Çaycuma'yı, Ayamama Deresi felaketini, Samsun'daki sel felaketini yaşamış bir ülkeyiz biz. Bu sebeple hepimizin kanayan yarası olan, titizlikle çalışılması gereken bir kurumun bütçesi üzerine görüşüyoruz. Ne yazık ki bu konuları facialardan, afetlerden önce değil, sonra konuşmaktayız. AFAD da, iktidar partisi gibi, riski yönetmek yerine krizi yönetmektedir.
Değerli milletvekilleri, ülkücü kardeşlerimizin Türkmeneli'de yaşayan Türk kardeşlerimiz için başlattığı yardım çalışmalarına AFAD gerekli desteği vermemiştir, verdiği sözleri tutmamıştır; tamamen kendi imkânlarıyla her türlü tehlikeye rağmen yardımlarına devam eden ülkücü gençlerimizi yalnız bırakmıştır, zor durumda olan Türkmen kardeşlerimizi de kaderine terk etmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi, iktidar partisi geçici çözümleriyle anı kurtarmaya devam etmektedir, vermiş olduğu sözleri de tutmamaktadır; kurumları kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadır ve bu durum bizleri artık şaşırtmamaktadır. Buradan, Türkmen Dağı'nda şehit olan kardeşlerimi rahmetle anıyorum, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum, aziz Türk milletimizin başı sağ olsun.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz doğal afetleri sıkça yaşamakta, sürekli olarak da afet riski altında bulunmaktadır. Doğal afetlerde hayatını kaybedenlerin sayısının geçen yıla oranla yaklaşık 2 kat artarak 19 bin kişiye ulaştığı belirtilmektedir. Depremlerde insan kaybı açısından dünyada 3'üncü sırada olan ülkemizde her yıl ortalama büyüklüğü 5 ile 6 arasında değişen depremler yaşanmaktadır. Can kayıplarının yüzde 50'sini depremler oluşturmaktadır. Kent planlaması ve arazi kullanım düzenlemeleri, yapı ve altyapı deprem riskinin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır.
İktidar partisinin "kentsel dönüşüm" adı altında yapmış olduğu çalışmaların usule uygun yapılmaması, olası depremlerde daha çok can ve mal kaybına sebebiyet verecektir. Kentsel dönüşümün temel ilkesi kamu yararıdır. Bir yerin kentsel dönüşümü demek o yeri altyapısına kadar değiştirmek demektir. Evleri yıkıp daha yüksek ve modern evler yapılmasının adı kentsel dönüşüm değildir elbette. Dahası, milletimizin uğraşıp didinerek ömrü boyunca biriktirdiği parayla aldığı evini hâlihazırda oturduğu muhitten yeni bir ev almasına olanak vermeyecek kadar düşük bir bedelle elinden alıp evinden çıkarıyorsanız, ev sahibini kendi evinde oturması için binlerce lira borçlandırıyorsanız ve yaptığınız evlerin altyapısı sağlam değilse kesinlikle kentsel dönüşüm değildir. Şimdi, soruyorum iktidar partisine: Kentsel dönüşümü üst gelir grubunun altyapı yoksunu daha lüks konutlarda oturması için mi yapıyorsunuz, yoksa milletimiz depreme dayanıklı, daha konforlu evlerde yaşasın diye mi? Kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme çevirerek ülkemizin afetlerden ve afet risklerinden kurtarılması mümkün değildir.
İstanbul'un risk alanı ilan edilen yerlerine bakıldığında, İstanbul'un otoyollarına ve gelişmiş caddelerine cepheli, değeri yüksek yerler olduğu görülmektedir. Riskli alan ilan edilen yerlerin bir mahalle büyüklüğünde bile olmaması, kafalarda soru işareti oluşturmaktadır. Örneğin, İstanbul Gaziosmanpaşa ve Esenler'de riskli alan ilan edilen yerler, daha çok TEM Otoyolu'na, çevre yollarına yakınlığıyla göze çarpmaktadır. Ayrıca, riskli alan ilan edilen birçok bölgeye yakın yerlerde hazine arazileri de bulunmaktadır, bu da oldukça manidardır. Bu, riskli alan ilan edilen bölgelerin büyük konut projelerine daha uygun hâle getirilmesini sağlamaktadır. Yasa kapsamında riskli alan ilan edilen bölgeler ise toplu konut projelerine açılmaktadır.
Görüldüğü gibi, iktidar partisinin zihniyeti, doğal afetleri önleyici tedbirler yerine "afet sonrası yardım" adı altında geçici rahatlamayı sağlayarak rant politikalarını devam ettirmektir. Kentsel değil, rantsal dönüşüme örnek olması açısından İstanbul E-5 üzeri Topkapı'da bulunan Avrupa Konutları Projesi'ni örnek vermek istiyorum. Büyük kısmı boş, yerleşim olmayan, konut bulunmayan 36 dönümlük arazi üzerinde bulunan 2-3 iş yerinden alınan karot örnekleriyle tüm 36 dönüm riskli alan ilan edilmiştir.
Eski Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın imzasını taşıyan yüksek emsal artışlı kentsel dönüşüm uygunluğu sonucu devasa bir konut projesi ortaya çıkmıştır. Her bir dairenin 1 milyon liraya satıldığı bu proje, kime ve neye hizmet ediyor, kime rant sağlamıştır? Dönemin 17-25 kahramanlarından biri olan Bakan Bayraktar rüşvet ve yolsuzluk iddialarını soruşturmak üzere kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi soruşturma komisyonuna ne demişti, hafızalarımızı tazeleyelim mi? "Her şeyi Erdoğan'ın onayıyla yaptık." demişti. Ben, eski bakanın ne demek istediğini anladım, sizler de eminim ki anlamışsınızdır.
Yine, yapılan çalışmalara göre azımsanmayacak oranda fırtına, sel, heyelan, iklim kaynaklı afetler, ülkemizde ciddi rakamlarda can kaybına sebebiyet vermektedir. Bu gibi doğa olayları, farklı amaçlarla alınmış yer seçimi kararları ve bu kararlara hizmet eden mühendislik verilerinden yoksun imar planları, ranta dayalı hızlı, düşük nitelikli plansız kentleşme ve sosyoekonomik politikaların sonucudur. Bu da sosyal ve ekonomik yıkımlara dönüşmektedir.
Ayrıca, daha önce belirli bir sayı sınırında tutulmasına rağmen, AFAD'a bir yıl gibi kısa bir sürede 7 bin personel alımı yapılmıştır. Milletimiz için bu kadar önemli olan bir kuruluşa yapılan alımların hangi şartlarda ve nasıl yapıldığı, bu personelin nerelerde kullanıldığı ve nasıl eğitildiği konusunda ne yazık ki bir netlik bulunmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz, iş kazalarında Avrupa'da lider, dünyada ise 3'üncü sıradadır. İş kazalarının en fazla yaşandığı sektör ise maden ve taş ocaklarıdır. 2002 yılında iktidar olan, övünerek Türk milletinin huzurunda oturan bu iktidar, on iki senede yani 2014 yılında aziz milletimizi iki maden faciası ile karşı karşıya bırakmıştır. Soma'da 301 kişi, Ermenek'te 18 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu durum, madenlerde meydana gelen kazalara karşı yeterli tedbirlerin alınmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Maden kazaları bir doğal afet değildir, tedbirlerin alınmamasından kaynaklanmaktadır. Ülkemizde iş güvenliği konusunda yeterli ve özenli çalışmalar yapılmamaktadır. Kazalar bir afet değildir, ihmal ve tedbirsizliğin sonucudur.
Bugün hâlâ gerekli önlemler alınmamaktadır. Standartlara uymadığı için geçici olarak kapatılan maden ocakları bir bir tekrar açılmaktadır. Bu, demek oluyor ki ülkemizde 13.500 olduğu tahmin edilen maden ocaklarında çalışan yaklaşık 200 bin kişinin hayatı hiçe sayılmaktadır. Çabuk unutuyoruz biz, o kara ve vahim günleri. Hatırlayın yitip giden kömür karası bulaşmış bedenleri. Hatırlasak ne olacak ki, iktidar partisi "Bunlar olağan şeyler, bu tür kazalar bu mesleğin kaderinde var." demediler mi?
Şimdi, gelelim ülkemizin başındaki bir diğer afete: AKP Hükûmeti. Ülkemizi on dört yıldır tek başına yöneten AKP Hükûmeti, uyguladığı yanlış politikalarla milletimizi ve devletimizi uçuruma doğru itmektedir. On dört yılda yoksulluk artmıştır, milletimiz fakirleşmiştir, işsizlik baş edilmez hâl almıştır. Yandaşlar ise rant elde etme beklentilerinin karşılığını almıştır, almaya da devam etmekteler. Doğal afetler, Hükûmetin rant kapısı olmuştur. Devlet bütçesinin en büyük kaynaklarından biri olan vergi borçları yüzünden milletimiz zor durumdadır. Milletimizin borçları gün geçtikçe artmaktadır. Ailelerimiz kazandıklarının yarısından fazlasını, borçlarını ödeyebilmek için ayırmak zorunda bırakılmıştır. Üniversite mezunu gençlerimiz işsizdir, Hükûmet, asli görevlerini yerine getirmemektedir. Ülkemiz, dış borçlar ve israflar nedeniyle ağır bir ekonomik krizden geçmektedir. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2002 yılında tarımdan geçimini sağlayanların sayısı, 7 milyon 458 bin iken, 2015 Ekim aylarında bu sayı 5 milyon 473 bine kadar düşmüştür. Ülkemiz, tarım ülkesi olmasına rağmen, iktidarın yanlış politikaları yüzünden on dört yılda yaklaşık 2 milyon çiftçinin toprağını terk etmesine neden olmuştur. Bu da demek oluyor ki daha uzun süre et ve süt ürünlerini pahalıya yiyeceğiz, dışarıdan daha çok tarımsal ve hayvansal ürün satın alacağız.
Her gün oluk oluk kan kaybediyoruz, her gün cami avlularından, bayrağa sarılı şehit naaşlarını kaldırıyoruz. Ülkemiz, yapılan vahim hataların karşılığını mermi, bomba, mayınlar ve düşmanlıklarla almaktadır. Dün atılan yanlış adımlar bugün bizlere ihanet olarak dönmektedir. İktidar partisi ne söylerse söylesin, hangi bahaneye sığınırsa sığınsın, Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en kötü günlerini yaşamaktadır. Milletimize korku imparatorluğu uygulanmaktadır. Bizler, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Türk'ün mührünü tarihin alnına vuran aziz ecdadımız için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız, her türlü çileyi çekmeye hazırız fakat aziz Türk milletimize yakışır bir yaşam sürmeleri adına elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam edeceğiz. Bizler, Azerbaycan'daki, Doğu Türkistan'daki, Türkmeneli'deki, Bayır Bucak'taki Türklük gurur ve şuurunun son ferdimize kadar davacısı olduk, olmaya da devam edeceğiz.
Değerli milletvekilleri, bugün ülkemizde 3 milyona yakın Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır ve iktidar partisi, Suriyeli sığınmacılar için 8 milyarlık bir harcama yaptığını söylemektedir ancak devlet bütçemizden yapılan bu harcamalar usulüne uygun olarak yapıldı mı, bilmiyoruz.
İktidar partisi tarafından, kadının kıymetinin çok konuşulduğu lakin bilinmediği şu dönemde, mülteci kamplarından kaçarak fuhuş bataklığına saplanan Suriyeli kadınların dramı hepimizi derinden etkilemektedir. Aile kurumunu tehdit altına alan ve çok eşliliğe neden olabilecek şekilde parayla evlilikler yapılmaktadır. Çocuk denilecek yaştaki Suriyeli sığınmacılar, çocuklar 3 ila 5 bin lira karşılığında satılmaktadır.
Bugün, hepimizi tehdit altına almış olan, maddi ve manevi yıkımları ağır olan terör konusuna da değinelim. Alınan Suriyeli sığınmacılar, bir terör örgütü mensubu mudur; PKK'lı mıdır, IŞİD'li midir? Hükûmete soruyorum, bunun denetimini yapıyor musunuz? Ben cevabını biliyorum, siz de Ankara patlamasının failini tanımlarken aslında cevabını vermiş oldunuz. Hükûmet değil midir sorumlu olan?
Değerli milletvekilleri, Abdullah Gül döneminde Cumhurbaşkanlığı ödeneği 199 milyon iken Recep Tayyip Erdoğan döneminde bu tutar 434 milyona çıkmıştır, yetmemiştir, 545 milyon olmak üzere yeniden düzenlenmiştir. İşsizliğin, fakirliğin, geçim sıkıntısının olduğu dönemde ak saray için ayrılan bu bütçe çok büyük bir bütçe değil midir?
Milletimiz bizim için kutsaldır. Millî ve manevi değerlerimiz de ilkelerimizdir. Ne milletimizin menfaatlerinden ne manevi değerlerimizden taviz vermedik, vermeyeceğiz. Bizler Milliyetçi Hareket Partisi olarak cumhuriyetimize "enkaz" dedirtmeyiz. Bizler Milliyetçi Hareket Partisi olarak aziz şehitlerimize "kelle" dedirtmeyiz. Bizler Milliyetçi Hareket Partisi olarak bebek katiline "sayın" dedirtmeyiz. Bizler Milliyetçi Hareket Partisi olarak vatanımızı böldürmeyeceğiz, bin yıllık kardeşliğimizi bozdurmayacağız, dağılmayacağız, yıkılmayacağız.
"Kimse söndüremez tüter bu ocak,
Adı Türk'tür bu vatanın Türk kalacak."
Saygılarımla. (MHP sıralarından alkışlar)