GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:46
Tarih:27.02.2016

MHP GRUBU ADINA MEHMET ERDOĞAN (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2016 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı'nın Başbakanlık, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği ve MİT Müsteşarlığı bölümleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 2016 bütçesinin memleketimize, milletimize hayırlı uğurlu olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum.

Tabii, Başbakanlık hakkında işin neresinden başlayacağımızı bilemiyorum. Bütçe görüşmelerindeyiz. Dün Sayın Başbakanı burada hep birlikte dinledik. Her şeyin hesabını verebileceklerini, hesabını veremeyecekleri hiçbir şeyin olmadığını sıkça ifade ettiler ancak hiçbir şeyin hesabını da vermediler.

AKP döneminde örtülü ödenek kullanımının katlanarak artması, Sayın Başbakanın dün yaptığı konuşmayla ne kadar da komik duruma düştüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Madem hesabı verilemeyecek hiçbir şey yok, neden hesabı sorulamayacak fonlardan bu kadar büyük paralar harcıyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, örtülü ödenek, keyfîliği örtmek için konulmamıştır, örtülü ödenek savurganlığı gizlemek için konulmamıştır, örtülü ödenek, sorumsuz makamları fonlamak için konulmamıştır.

Sayın Cumhurbaşkanı, bugüne kadar örtülü ödenekten kaç lira harcamıştır, bunu gerçekten merak ediyoruz. Önceki Cumhurbaşkanı, yedi senelik Cumhurbaşkanlığı boyunca ne kadar harcama yapmıştır, bunu merak ediyoruz. Yine, Sayın Cumhurbaşkanının, Başbakanlık görevinden ayrılmadan birkaç gün önce örtülü ödenek hesabından 100 milyon Türk lirası çektiği doğru mudur? Doğruysa, görevden ayrılırken böyle bir durum etik midir?

Diğer yandan, Sayın Davutoğlu, hukuken AKP Genel Başkanı, 64'üncü Hükûmetin Başkanı ve Başbakan gibi gözükmektedir. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, Başbakanın sorumlulukları kendisinde kalmak üzere yetkileri gasbedilmektedir. Ortaya çıkan her ciddi olayda biz Hükûmetten ve Başbakandan bir açıklama beklerken olayın ciddiyeti, büyüklüğü, küçüklüğü, hiçbir şey, hiçbir kriter olmadan, bakıyoruz, Başbakan baypas edilmiş, olaya Sayın Cumhurbaşkanı fiilen el koymuş!

Öbür taraftan, bakıyoruz, AKP'nin kurucu Genel Başkanı olan, yıllarca Başbakanlık yapmış Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanı, AKP'nin içinden çıkmış bir insan; bir tarafta da AKP Genel Başkanı Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Başkanlığındaki 64'üncü Cumhuriyet Hükûmeti. Sanki ortada bir koalisyon var gibi. Öyle ki, Hükûmetin kurulmasının üzerinden aylar geçti ve uzun zamandır gündemde olmasına rağmen, konuşulmakta olan valiler kararnamesi bir türlü çıkarılamıyor. Neden acaba?

Yine, Sayın Başbakan, hepimizi heyecanlandıran bir Başbakanlık genelgesi yayımladı. "Bundan böyle kamuda hiçbir görev üç aydan fazla vekâletle yürütülmeyecek." dedi. Tam dedik ki bin yılın başında doğru bir iş yapılıyor ama yine olmadı. Başbakan-Cumhurbaşkanı çekişmesinin bir sonucu olarak kararnameler zamanında çıkarılamadı. Yine, işi ehline vermek yerine "Senin adamın mı atanacak, benim adamım mı atanacak?" kavgasına düşüldü, Sayın Başbakan, geri adım atmak zorunda, genelgeyi geri çekmek zorunda kaldı. Yani, şöyle bir bakıyoruz, 1 Kasımdan sonra tek başarısı, Kabinedeki yerini korumak olan Başbakanın esip gürlemesi ve "AKP'nin yeni lideri benim." demesi, âdeta kara bir mizah hâline geldi.

Ankara'nın göbeğinde bomba patladı, kriz toplantısını yine Cumhurbaşkanı yaptı. Sayın Başbakan, Allah aşkına, bakanlar kime bağlı, MİT kime bağlı, Genelkurmay kime bağlı, Millî Güvenlik Kurulu kime bağlı? Böyle bir kriz olunca ne zaman siz olaya müdahil olabileceksiniz?

Bir de şöyle bir durum var: Böyle ciddi bir olay olunca hemen bir yayın yasağı kararı çıkıyor. Yani, insan düşünmeden edemiyor, bunca olayı engelleyemeyenler, olaylar hakkında kamuoyunun bilgi edinmesini niçin engelliyorlar? Ayrıca, bu kadar ciddi olayların istihbaratını yapamayan İçişleri Bakanı ile MİT Müsteşarı, bu yayın yasakları gelince olayla ilgili gelişmeleri nasıl takip edecekler, hiç düşünmüyor mu bu kararları alanlar?

Sayın milletvekilleri, yine, bakıyoruz, Suriye sınırında angajman kuralları gereğince bir uçak düşürülüyor. Bu uçakla ilgili olarak, daha düşürülen uçağın milliyeti bile belirlenmeden, bir yandan Başbakan bir yandan da, her zaman olduğu gibi, Sayın Cumhurbaşkanı "Uçağın düşürülmesiyle ilgili talimatı ben verdim." açıklaması yapma konusunda yarışıyorlar.

Sayın Başbakan, hem size hem Sayın Cumhurbaşkanına sormak istiyorum: Madem siz angajman kuralları gereğince düşürülen uçağa talimat verecek derecede her olayı bütün ayrıntılarıyla, detaylarıyla çok yakından takip edebilecek kadar olaya hâkimsiniz, Suruç'ta bomba patlarken neden haberiniz olmadı, Ankara Garı'nda bomba patlarken neden haberiniz olmadı, Sultanahmet'te bomba patlarken neden haberiniz olmadı, Devlet Mahallesi'nde, Meclisin dibinde bomba patlarken neden haberiniz olmadı? Sizin göreviniz, bu bombalar patladıktan sonra rol kapma yarışına girmek midir; yoksa sizin göreviniz, bu olayları önlemek ve bu olayları önleyemediyseniz bu olaylarda ihmali olanlardan hesap sormak mıdır?

Sayın Başbakan, Sayın Cumhurbaşkanının başkanlık sistemi getirilmesi, kendisinin başkan olması hayaliyle yanıp tutuştuğunu artık cümle âlem bilmektedir. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanının arzu ettiği Anayasa değişikliği hâlihazırda gerçekleşmemiştir ve kısa vadede gerçekleşmesinin de kolay olmadığı açıkça ortadadır. Dolayısıyla, size hatırlatmak istiyorum: Siz hâlâ Başbakansınız, o da Cumhurbaşkanı. Bu bakımdan, Türkiye'de bir iki başlılık görüntüsünün ülkemize, milletimize ve size faydası yoktur. İçeride de, dışarıda da çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuz bu kritik süreçte davul birisinin, tokmak birisinin omzunda, elinde olmaz. Türkiye bu şekilde yönetilemez. Lütfen, yetkilerinize ve Anayasa'ya sahip çıkınız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin içeride ve dışarıda çok ciddi tehditlerle karşı karşıya olduğu bir dönemdeyiz. İçerideki ve dışarıdaki tehdit değerlendirmesini yapması gereken bir kurumumuz var, aslında görevi bu, ancak bu kurum yani Millî Güvenlik Kurulu, maalesef, Türkiye'nin gündemiyle uğraşmak yerine, sanal gündemlerle Türkiye'yi meşgul etmektedir. Türkiye'nin içinde bulunduğu coğrafyada yaşanan olağanüstü gelişmelerin olduğu bir dönemde, Millî Güvenlik Kurulu toplantılarından kamuoyuna yansıyan açıklamalar, Türkiye'nin gerçeklerini milletimize açıklayabilecek nitelikte değildir.

Görüyoruz ki yine bir kafa karışıklığı var. Bugün ve yarınla ilgili değerlendirmeler yapılırken de Hükûmetin ve Millî Güvenlik Kurulu üyelerinin bu kafa karışıklığından derhâl kurtulmaları lazım. Dün 28 Şubat kararlarıyla yeteneksiz kadroların Türkiye'nin başına bela olmasının önünü açan Millî Güvenlik Kurulu, bugün de bir kişinin almış olduğu yanlış kararları haklılaştırma mercisi konumuna gelmektedir. Bu manada "çözüm" adlı ihanet süreciyle ilgili Millî Güvenlik Kurulunun ortaya koyduğu tavır nedir? Kuzey Irak'ta ve Suriye'de Türkiye'nin millî menfaatlerine büyük zarar veren oluşumlar ve gelişmeler meydana gelirken Millî Güvenlik Kurulunun ortaya koyduğu tavır ne olmuştur?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler sırasında, AKP Grubu adına seçilen konuşmacılar ve konuşmacıların yaptıkları konuşmaların içeriği birlikte değerlendirildiğinde, AKP'nin hâlâ terörle mücadele mi edilecek yoksa müzakere masası yeniden mi kurulacak ikilemi arasında olduğu açıkça görülmüştür. Dün burada Sayın Bostancı "Çözüm süreci yanlış değildi. Hayatını kaybeden teröristleri şeytanlaştırmayız." dedi. Eline silah alıp güvenlik güçlerine doğrultan, masum insanlara hayatı zindan eden teröristlere atfen "Oradakiler suçludurlar. Polisi, askeri şehit eden hariç, eline silah verilip oraya gönderilen, orada hayatını kaybedenlere biz merhamet duyarız, onların ölümünden memnun olmayız." ifadelerini kullandı. Sayın Bostancı hem teröristlerin elinde silah olduğundan bahsediyor hem merhametten bahsediyor. Bu, nasıl bir çelişkidir? Yine, güvenlik güçlerimiz eli silahlı teröristlerle mücadele etmektedir. Sayın Bostancı, eli silahlı teröristlere güvenlik kuvvetlerinin çiçek vermesini mi beklemektesiniz? (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Bostancı, Allah aşkına, çözüm sürecinin yanlış olduğunu görmek için altı ayda verilen 326 şehit kâfi gelmemekte midir? Yine, GATA'yı dolduran gazilerimiz yeterli gelmedi mi size? Melanet süreç içerisinde göz yumduğunuz bombaların şehit ettiği 326 güvenlik görevlisi, bu sürecin sonucunu size hâlâ gösteremedi mi? Bir taraftan teröristin taziyesine katılan bazı şahıslar için fezleke hazırlatarak şov yapacaksınız, diğer taraftan teröristlere acıyacaksınız ve hâlâ çözüm sürecine geri dönüş sinyalleri vereceksiniz; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu Sayın Bostancı! Biz hangi AKP'ye inanalım, hangi tavrınıza inanalım, siz hangi taraftasınız?

Diğer yandan, dünkü bir konuşmayı daha dikkatlerinize sunmak istiyorum. Burada şahsı adına konuşan AKP milletvekili Sayın Miroğlu, HDP'ye dönerek "HDP'li dostlarımıza da şunu tavsiye ediyorum: Siz eğer tekrar müzakere masasına dönülmesini istiyorsanız, muhatabınızı müzakere masasına dönmesin diye zayıflatmak için başvurduğunuz şiddet ve terör eylemlerinden bir an önce vazgeçin." diyor.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - "Masa hazır." diyor yani!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) - O zaman, evet, her şey konuşulabilir, bu Meclis çatısı altında da konuşulur, başka mekânlarda da, başka oturumlarda da konuşulur. Bu, ne demektir, neyin çağrısıdır? Yeniden mi çözülme süreci, yeniden mi teröristlerle müzakere?

Allah aşkına, değerli arkadaşlar, bir yandan "Sonuna kadar terörle mücadele." diyeceksiniz, bir yandan da el altından zeytin dalı uzatacaksınız. AKP'nin bu ikilem içinde kalmasının, şu anda terörle mücadele eden kahraman güvenlik güçlerimizi de, onların mücadele azmini de, moral, motivasyonunu da olumsuz etkileyeceğini unutmayın arkadaşlar. Bu, göz göre göre ihanettir. Her defasında "Kandırıldık." diyerek sıyrılamazsınız. Bu yanlışların sonu hayra alamet değildir. Hadi sizi geçtim, ne işiniz varsa görün ama bu gidiş Türk milletini de Türk devletini de sıkıntıya sokar.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde son dönemde yaşadığımız olaylarla ilgili olarak Hükûmetin gerekli koordinasyonu sağlayamadığı bir gerçektir ancak bunun ötesinde uygulanan yanlış politikalar, kararsızlıklar ve istihbarat eksikliği de maalesef bir realitedir.

Bakınız, Hükûmet, önce Suriye'deki yangına körükle gitti, sonra da Suriye'den kapımıza kim geldiyse "Hepsini kucaklıyoruz." diyerek kapıları açtı, sınırları kaldırdı ve ülkemize milyonlarla ifade edilen sayıda mülteci geldi. Bu mültecilerin ülkemize gelişi sırasında herhangi bir kriter de belirlenmedi. Kapımıza dayanan herkesin beyanı doğru kabul edildi, esas alındı. Sonuç ortada, Ankara Garı'nda bombayı patlatanlar Suriye'den gelenler, Sultanahmet'te bombayı patlatanlar Suriye'den gelenler, Devlet Mahallesi'nde bombayı patlatanlar Suriye'den gelenler. Olayların hemen ardından "Bu olayları yapanlar Suriye'den gelenler." açıklaması yapılıyor ama en sonunda da olayı gerçekleştiren 1 katilin 2 kimliğinin 2 isminin olduğu ortaya çıkıyor.

Şimdi, biz de ismini zikretmek bile istemediğimiz bu katil örneğinden yola çıkarak MİT'e ve Hükûmete soruyoruz: Türkiye'ye gelen bu tip mülteci kılıklı ne kadar PKK'lı, ne kadar PYD'li vardır? Bunlar buraya gelirken, ellerini kollarını sallaya sallaya ülkemize girerken, kendilerine kendi beyanları doğrultusunda mülteci kimlikleri düzenlenirken bizim istihbaratımız, bizim devletimiz neredeydi? Bunlar kendi beyanlarına göre Türkiye'den mülteci kimliği alırken bizim jandarmamız, bizim polisimiz neredeydi? Niçin oradan gelen herkese evliya muamelesi yapıldı.

Ayrıca, mülteci kimliği verilen başka terör elemanları da var mıdır PKK'lı, PYD'liler dışında? Yine, bu şekilde ülkemize başka ülkelerin istihbarat elemanlarından da sızma olmuş mudur mülteci kimliği alarak?

Değerli milletvekilleri, buradan şu sonuç çıkmasın... Biz elbette devletimize güvenmek istiyoruz, elbette ki devletimizin güvenlik güçlerine itimat etmek istiyoruz. Aksi takdirde ne bizim ne de milletimizin huzur içinde hayatını idame ettirmesi mümkün değildir. Ancak sözde çözüm süreci boyunca İmralı'daki bebek katiliyle yaptığı görüşmeleri Almanya'da kitap olarak yayımlanan ve yayımlanan bu kitapla ilgili bugüne kadar bir tekzip bile yapmayan MİT'e nasıl güveneceğiz? Kendi tırlarını Adana'dan sınıra kadar götüremeyen MİT'e nasıl güveneceğiz? Teröristler Türkiye'ye mülteci gibi gelirken onları tespit edemeyen MİT'e nasıl güveneceğiz? Şehirlere binlerce hendek kazılırken, tonlarca bomba yerleştirilirken, binlerce tuzak kurulurken bunları göremeyen MİT'e nasıl güveneceğiz?

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Ona sadece Erdoğan güveniyor. Sır küpü! Sır küpü!

MEHMET ERDOĞAN (Devamla) - Teröristler şehirlere yerleşirken, teröristler kimlik kontrolü yaparken, teröristler kendi sözde mahkemelerini kurarken, göremeyen, duyamayan MİT'e nasıl güveneceğiz?

İnşallah, temenni ediyoruz, bundan sonra Ankara Garı'ndaki, Sultanahmet Meydanı'ndaki, Devlet Mahallesi'ndeki manzarayla yeniden karşılaşmamak için bütün kamu kurumları ve Hükûmet aklını başına alır ve gerekli tedbirleri aklıselimle alır; bundan sonra aklıselim hâkim olur, gerekli tedbirler zamanında alınır ve yeniden vatan hainlerini sevindirecek, aziz Türk milletini üzecek yeni görüntülerle karşılaşmayız.

Bu duygularla yüce heyetinizi ve ekranları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Bütçenin yeniden hayırlı uğurlu olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)