GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kişisel Verilerin Korunması Kanunu Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:40
Tarih:17.02.2016

CHP GRUBU ADINA CEMAL OKAN YÜKSEL (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evvela, Meclisin hemen yakınındaki elim terör saldırısında hayatlarını kaybedenlere Allah'tan rahmet ve şu anda hastanelerde ecelle pençeleşen askerlerimize de acil şifa diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 117 sıra sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum.

Aslında, bu kanunun adı "fişleme kanunu" olsaymış daha uygun olacakmış ama "Kişisel Verilerin Korunması Kanunu" olarak adlandırılmasına da şaşırmıyoruz. Neden şaşırmıyoruz, anlatacağım. "Kişisel verilerin korunması" dendiğinde sizin aklınıza ne geliyor bilmiyorum ama bu kanunu hazırlayanların aklına ne geldiği açık. "Kullarımız yani memleketteki herkes hakkındaki verileri özenle kaydedip koruyalım." diye düşünmüşler besbelli. "Aman, bu verilerin başına bir şey gelmesin, lazım olduğunda, birilerinin canını yakmak gerektiğinde onun hakkındaki verilere kolaylıkla ulaşalım ve kullanalım." diye düşünmüşler, kanunu da ona göre hazırlamışlar. Bu kanun, açık söylüyorum, George Orwell'in ünlü 1984 romanına rahmet okutacak bir kanun. 1984 romanı, hatırlayacaksınız, propaganda, denetim, yanlış bilgilendirme, gerçekliğin inkârı ve geçmişin manipülasyonu yoluyla kontrol altında tutulan bir toplumu anlatıyor.

Kitabı okumayanlar için kısa bir bilgi vereyim. George Orwell 1984 romanında bir kâbus senaryosunu ele almıştır. Kişisel hak ve özgürlüklerin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, düşünce ifade özgürlüğünün olmadığı, insanların anbean gözetlendiği ve fişlendiği bir düzen tarif edilmiştir. 1984'te totaliter ve baskıcı bir tek parti iktidarının kontrolünde olan bir toplum anlatılır. Devlet her şeyi görür ve bilir, toplumun tüm denetimine hâkimdir, ülke ise "big brother" yani büyük birader diye anılan bir diktatör tarafından yönetilmektedir. Türkiye'de biri bizi gözetliyor diye yayınlanan ama aslı Batı'da "big brother" yani büyük birader olarak adlandırılan o ünlü televizyon programı da işte Orwell'in bu romanından esinlenmiştir. Kitapta bütün evlerde, iş yerlerinde ve kamusal alanlarda tele ekran denilen bir aygıt vardır. Bu aygıtla hem büyük biraderin propagandası yapılmakta hem de kişiler buradan gözetlenmekte, dinlenmekte ve büyük biraderin istemediği hâl ve hareketler fişlenmektedir. Büyük biraderin partisi iktidarını sürekli gözetim, denetim, sıkı yönetim, zulüm, fişleme ve muhbirlikle sağlamlaştırmıştır. Halk iletişim araçları yardımıyla gerçeklikten çok uzağa sürüklenir, partinin menfaati neyi gerektiriyorsa ona inandırılır. Devletin yenilgileri bile propaganda yayınları ile zafer edasında anlatılır. Örneğin, romanda yok ama diyelim ki bir başka ülkenin uçağı düşürülse topluma bir zafer kazanılmış gibi sunulur. "Biz ne yaptık, şimdi ne yapacaklar bize?" diye korkulduysa saklanır. Uçağı düşürülen ülkenin artık elini kolunu sallaya sallaya her istediğini elde ediyor olduğu gerçeği gizlenir. Bu parti her türlü bilginin kontrolünü elinde bulundurur. Hatta gazetelerin ve kitapların eski nüshalarını yeniden yazarak tarihi bile menfaatine göre değiştirir. Bir de yeni bir dil icat edilmiştir. Kelimelerin anlamları partinin isteğine göre belirlenmiş ve yeni dil adında kurgusal bir dil oluşturulmuştur. Kendilerinden olmayan, fikirlerine zıt düşünce ve konuşmanın olmaması için özgürlük, devrim, kişisel hak gibi kavramlar yeni dilden silinmiştir. Böylelikle, iktidarın aksine düşünceler oluşamayacaktır. Bu yeni dilde sözcükler partinin kastettiği şeyi anlatmaktadır. Mesela, barış bakanlığı savaşları düzenler, bolluk bakanlığı kıtlıkla, sevgi bakanlığı işkenceyle iştigal eder, gerçek bakanlığı ise büyük biraderin ve partinin yalanlarını topluma yayar. Devlet sürekli barıştan söz ederek karışıklık çıkarır, bolluktan söz ederek üretimi azaltır, yiyecekleri kısıtlar, demokrasi ve sevgiyi, kardeşliği dilinden düşürmez ama toplumu ayrıştırır, böler, işkence yapar. Devletin senaryosunda katliamlar vardır. Bu kabus senaryosundaki düşünce polisi, partinin istediği gibi düşünmeyenleri belirleyip sindirmekle görevlidir. İnsanların birbirini ispiyonlamaları sağlanarak ortak hareket etmeleri engellenir. George Orwell bir mülakatında "Kitabımda anlattığım toplumun bir gün var olup olmayacağını bilmiyorum ama bunun benzerlerinin geleceğine inanıyorum." demişti.

Şimdi gelelim, Meclis kürsüsünden, 1948 yılında bir bilim kurgu romanı olarak yazılmış bu romana neden bu kadar süre ayırdığımıza. Orwell haklı çıktı. Tarihte, 1984 romanı yayınlanmadan önce de sonra da pek çok kişi, pek çok iktidar, Orwell'in tarif ettiğine benzer yönetimler kurmaya teşebbüs etti ama bildiğim kadarıyla bu konudaki hiçbir teşebbüs AKP iktidarı kadar yüksek performans sergilemedi. Yani, AKP iktidarı zaten, oylarınıza sunulacak bu kanun teklifinden önce de Orwell'in anlattığı kabusu hayata geçirmek konusunda kendisinden önceki bütün iktidarlara fark atmıştı. Dünya rekoru sahibi bir iktidara sahibiz. Bu rekorla övünülür mü övünülmez mi takdirlerinize bırakıyorum ama rekorun sahiplerinin, kendi rekorlarını geliştirme, tarihe bu şekilde geçme konusunda kararlı oldukları görülüyor. Anlaşılan o ki onlar performanslarından memnunlar ve performanslarını bu kanunla taçlandırmak istiyorlar. Aslında AKP iktidarı, Orwell'in hayal gücünün ötesine geçme konusunda bugüne kadar çok mesafe kaydetti. Örneğin, Orwell'in romanındaki yeni dil gibi AKP iktidarı da yepyeni bir dil kullanıyor; bizim anamızdan, babamızdan öğrendiğimiz, okullarda Türkçe derslerinde öğrendiğimiz dile pek benzemiyor AKP'lilerin dili. Ekmek fiyatlarına zam yapıyorlar örneğin, "zam gelmedi, fiyatlar arttı" diyorlar. Doğuda sivil vatandaş canının derdine düşüyor, nesi var nesi yoksa geride bırakıp kaçıyor, "kaçmadılar, yerlerini değiştirdiler" deniyor. Bizim bildiğimiz dile benziyor dilleri, grameri Türkçe gramerini andırıyor, kelime haznesi az çok aynı ama yeni dilde kelimeler bambaşka anlamlara geliyor. Cumhurbaşkanı, örneğin bence "Yabancı dil biliyor musunuz?" diye sorulduğunda, "yok" deme mahcubiyetinden kurtuldu. Artık "Yeni dil biliyorum." diyebilir çünkü bu dil yabancı bir dil. Gazetecileri hapse tıktıktan sonra, cezaevlerindeki gazeteci sayısı tavan yapmışken "dünyada en çok basın özgürlüğü Türkiye'de" deme imkânı sağlayan bir dil bu dil. 1984 romanında da, işi işkence yapmak olan bakanlığın adı Sevgi Bakanlığıydı hatırlatırım. Bizimkiler Orwell'i yaya bırakalı çok oldu. Güvenlik güçleri yakalayıp adalete teslim etmeleri gereken teröristi öldürüp polis aracının arkasından sürüklüyorlar. O kadar tiksindirici bir manzara ki yandaşları bile inanmıyor, "fotomontaj" diye manşet atıyorlar. Ama sonra videosu yayınlanıyor, kimse montaj zannetmiyor.

Orta Çağ'ı hatırlatan vahşet görüntülerine her gün yenileri ekleniyor. Ama Cumhurbaşkanının, Başbakanın hemen her konuşmasında bir "medeniyet" kelimesi geçiyor. Vahşet diz boyu ama "medeniyet" lafından bile AKP sayesinde tiksinir olduk. Şaşırıyor muyuz? Şaşırmıyoruz. Onların farklı bir dil kullanmalarına çoktan alıştık. O dili bilmiyoruz ama onların başka bir dil kullanıyor olduğunu öğrendik. Bizim bildiğimiz dilde medeniyet şehir demek, kent demek. Tankları sokup kentleri yıkarken, kasten tam da o sırada, medeniyet lafı ediyorlar. Buradan anlıyoruz ki yeni dilde medeniyet kelimesi insanlığın ta kentleşme öncesine, vahşet dönemlerine dönmesi anlamına geliyor.

Yaşlı bir kadın sokak ortasında vuruluyor, can çekişe çekişe ölüyor. Evlatları çıkıp içeri alamıyorlar, çünkü keskin nişancılar onları da vurabilir. Sadece son birkaç ayda olanlardan bahsetmiyorum. Çocuğu öldürülmüş bir anne miting meydanlarında yuhalatılıyor. Soma'da, yakınlarını maden kazasında kaybetmiş insanlar tekmeleniyor. Ya da "Gel lan buraya İsrail dölü" sözleriyle vatandaş tokatlanıyor. Zulmün, gaddarlığın sınırları zorlanıyor. "Ne oluyor?" diye soran olursa, "Merhamet" deniyor. Allah hepimizi Erdoğan'ın, Davutoğlu'nun, bu yeni dilin merhametinden korusun. (CHP sıralarından alkışlar)

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Sen dilini düzelt be!

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Sonra, yemin konusu var örneğin. (CHP sıralarından alkışlar) Yemin Türkçede ne anlama geliyor? Neyi yapacağın, neyi yapmayacağın konusunda namusunu ve şerefini ortaya koyarak söz vermek anlamına geliyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET HABİB SOLUK (Sivas) - Ya, bu gece de provokasyon yapıyorsun.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - AKP cenahı için ne anlama geliyor? Neyi yapmayacaklarına söz verdilerse onu yapacaklarına, neyi yapacaklarına söz verdilerse onu yapmayacakları anlamına geliyor.

Tarafsızlık konusuna hiç girmiyorum, çok utanırsınız.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Yuh!

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Ya yapma be kardeşim. Dilini düzelt de konuş. Hiç yakışmıyor.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Dile ne yaptıkları, dilimize ne yaptıkları hakkında daha saatlerce konuşulabilir, binlerce örnek verebilirim.

MEHMET HABİB SOLUK (Sivas) - Gene zehir saçmaya başladın, bu gece de zehir saçıyorsunuz.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Salya akıyor ağzından, salya!

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Hiç de zor olmaz çünkü ağızlarını her açtıklarında aynı şeyi yapıyorlar, başka bir dilde konuşuyorlar. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

MEHMET HABİB SOLUK (Sivas) - Bu gece yapma be! Terbiyesiz!

BAŞKAN - Sayın Yüksel, bir saniye.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Sayın Başkan, hakaret ediyor.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, hatip kendi görüşünü ifade ediyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

ADNAN BOYNUKARA (Adıyaman) - Hakaret görüş bildirmek değildir, Cumhurbaşkanına hakaret ediyor.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, rica ediyorum, böyle bağırıp çağırmak yok efendim, nereden çıktı bu usul? Görüşlerine katılmayabilirsiniz, çıkarsınız burada konuşursunuz siz de.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Konuyla alakalı bir cümle söylesin.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Yüksel.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Sevgili Başkan, konuşma süremden çalınan iki dakikanın eklenmesini talep ediyorum.

BAŞKAN - Konuşma sürenize gerekli ilaveyi yapacağım Sayın Yüksel, devam edin efendim.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Ama "1984" romanıyla tek benzerlik yaptıklarının tam tersini koro hâlinde söylemek değil. (CHP sıralarından alkışlar) Tarih de durmadan yeniden yazılıyor. Romanda, aslında o anda savaş hâlinde oldukları bir ülkeyle ittifak kurup diğer bir ülkeye savaş açtıklarında arşivleri değiştiriyorlar, sanki hep eski müttefikleriyle savaşmışlar gibi yapıyorlar. Hâlbuki, kısa süre önce, şimdi savaş açtıkları ülkeyle ittifak hâlinde diğerlerine karşı savaşmışlardır.

Türkiye de, biliyorsunuz, çoktandır bu hâlde. Dün dediklerinin tam tersini söylemekten utanmadıkları için, gazete niyetine yayınladıkları şeylerin arşivlerini değiştirmeye tenezzül bile etmiyorlar. Orwell, besbelli, "1984" romanındaki "Büyük Birader"in, "Yahu, dün bunun tam tersini söylemiştik." denmesinden utanacağını varsaymış, bu yüzden diktatörü kayıtları değiştirme zahmetine sokmuş. Ama bizimkiler Orwell'in antiütopyasına rahmet okutuyor. Hiç utanmaları olmadığından dün dediklerinin tam tersini bugün rahatlıkla söyleyebiliyorlar. "Ama dün" deseniz pişkin pişkin yüzünüze bakıyorlar ama Orwell bunları görseydi herhâlde arşivleri değiştirme işini icat etmezdi.

Avrupa Birliğiyle dosttuk; hatırlayan var mı? Sonra Gezi eylemleri oldu; AB bir numaralı düşmanımız oldu. Şimdi, Merkel'i yeniden altın varaklı koltuklarda ağırlıyor, hatları gösteriyoruz saraydaki gururla. Yarın ne olur bilmek mümkün değil ama nasılsa gerektiğinde Avrupa'ya övgüler düzecek gerektiğinde yerden yere vuracak omurgasız bir koro var.

Bir ara en sıkı müttefikimiz Rusya idi, Putin idi, "Kardeşim Esad" ile can dost idik. Şimdi bakıyorsunuz Putin'in, Esad'ın dostu olmak insanlık suçuymuş gibi anlatılıyor. Dün izzetle ağırladıkları, besledikleri YPG bugün şeytanın ta kendisi. Bütün dış politikamız YPG düşmanlığı üzerinden şekilleniyor. İsrail'le yaşanan fırtınalı aşka hiç değinmiyorum. Neredeyse haftada bir, eski bir dost düşman oluyor. Üstelik bu tutum sadece dış politikayla sınırlı da değil, paralel yapıyla kol kolaydılar, cemaatin devlet içinde yapılanmasını desteklediler, şimdi sanki hep düşmanmışlar gibi davranıyorlar, mahalle kavgasında söylenmeyecek sözleri o zamanki pirleri Fethullah Gülen hakkında söylüyorlar.

"Kardeşim Abdullah Gül"ün başına gelenler de malum. Partiye dönemesin diye bütün teamülleri zorladılar. Arınçlar, Çelikler... Saymakla bitmez. Tıpkı 1984'te olduğu gibi düşmanlar durmadan değişiyor, değiştikçe gazeteciler, AKP'nin omurgasız borazanları propaganda araçlarında sanki şimdiki düşmanlarıyla hep düşmanlarmış gibi yaygara koparıyor.

Ne dilin ırzına geçilmesinin ne de tarihin yeniden yazılmasının örnekleri saymakla bitmez ama bir şey eksikti. 1984 kabusunun tamamlanması için vatandaşları kontrol etmeye yardımcı olacak tele-ekran benzeri yeni teknolojiler gerekiyordu ama Orwell'in tahmininin aksine televizyon teknolojisi değil bilgi işlem teknolojisi gelişti. Dolayısıyla her eve tele-ekran koyamıyorlar, televizyonların yardımıyla evlerin içini gözetlemiyorlar ama dediğim gibi, dünya tarihinde benzeri görülmemiş bir denetim toplumu kurmak konusunda olağanüstü kararlılar. İşte, nihayet Kişisel Verileri Koruma Kanunu'yla bu eksiklik tamam edilecek. Herkesin gözü aydın, büyük birader bizi gözetleyecek, tele ekranlar aracılığıyla değil ama çağdaş dünyada kaçınılmaz olarak arkanızda bırakmak zorunda kaldığınız veriler yardımıyla gözetleyecek. Büyük birader bizi zaten gözetliyordu, zaten fişleniyorduk ama bu kanun sayesinde, yaptıkları iş kanuni bir hüviyet kazanacak. Neden bu zahmete girdiklerini de bilmiyorum. Ben yaptım oldu anlayışıyla zaten bugüne kadar gelmişlerdi. Kendileri hakkında ortaya dökülen "tape"leri, görüntüleri, haberleri siliyorlardı, silmeyenleri içeri attırıyorlardı ama sizin, benim hakkımdaki bütün kayıtları gazete görünümündeki propaganda malzemelerinde sızdırmakta hiç tereddüt etmiyorlardı. Adaletle, hukukla hiçbir zaman işleri olmadı. Gerçi, bunların yeni dilinde adalet ve hukuk kelimeleri bizim kastettiğimiz anlama da gelmiyor ama yine de, arada sırada kanuna uygunluk, daha doğrusu kanuni kılıf bulma hevesine kapılıyorlar.

Bu kanun öyle bir hevesin ürünü olabilir ama başlangıçta dediğim gibi, kişisel verileri koruma denince sizin aklınıza gelen şeyleri kastetmiyorlar; hepimizin hakkında her türlü veriyi güvendikleri bir kurula emanet etmek gibi bir kasıtları var. Koruma mı? Koruma. Kaybolmaya karşı koruyacaklar çünkü ileride bunlara ihtiyaçları var. Verilerin kaybolmaması gerekiyor çünkü yarın kimin düşmanlaştırılacağı bilinemez. Şimdi, Gül'ün, Arınç'ın, Mahçupyan'ın yerini almış olanlar, sanki hep orada kalacaklarını zannediyor olabilirler ama büyük biraderin Türkiyesi'nde işler öyle yürümüyor. Herkesin bir son kullanma tarihi var. İşte, o zaman bütün o kişisel veriler ona lazım olacak. Büyük birader, Davutoğlu hakkındaki, Cem Küçük hakkındaki verileri çıkaracak arşivden, onların yerine gelecek olanlara el altından verecek. Ebette asıl mesele bu da değil.

ÖMER ÜNAL (Konya) - O CHP'de olur o, CHP'de sadece.

RAMAZAN CAN (Kırıkkale) - Neye göre konuşuyorsun? Elinde ne var da konuşuyorsun?

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Bu olup bitenden bizler gibi midesi bulanan, rahatsız olan herkesin yazışması, dini, mezhebi, siyasi ve felsefi düşüncesi, etnik kökeni, biyometrik ve genetik verileri, hatta cinsel hayatı kayıt altına alınacak ki baş ağrıtmaya başlayan her kimse, onun hakkındaki veriler yandaşlarına ya da savcılara, yargıçlara verilsin.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Genel Başkanın da o kasetle geldi, değil mi?

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Evet, "1984" romanında bahsedilen kâbus ete kemiğe büründürülüyor. Büyük birader bizi zaten gözetliyordu ama bundan sonra gözetlemesinin kanuni bir dayanağı da olacak.

Sayın milletvekilleri, "1984" romanını okumamış olabilirsiniz, filmini de izlememiş olabilirsiniz. Okumamış ve izlememiş olanlar için söyleyeyim: Romanda tarif edilen ülke içinde yaşanmayacak, nefes alınmayacak bir ülke; boğucu, kasvetli bir ülke ve o ülkede Türkiye'den farklı olarak her şey kanunlara uygun olarak yapılıyor.

Türkiye'nin büyük biraderinin kanuna uymak gibi bir hassasiyeti de yok. Türkiye'deki kişisel verilerin kötü amaçla kullanımını engelleyecek mevzuat zaten vardı, uygulanmıyordu. Büyük biraderimizi bağlamıyordu yani. Ama bizim bir kanuna ihtiyacımız var, doğru, gerekiyor ama o kanun bu kanun değil. Önünüzdeki kanun vatandaşın kişisel verileri, iktidarın keyfine göre kullanmasına engel değil. Burada bir yeni dil saptırması olmayabilir. Vatandaşı kişi olarak değil kul olarak görüyorlar ya, kullarımızın her şeyi gibi verileri de bize helal diye düşünüyor olabilirler. Kişi olan biziz, kanun da zaten bizim verilerimizi vatandaştan korumalı ama vatandaşın verilerini kullanmaktan bizi alıkoymamalı diye düşünüyor olabilirler.

Yaklaşık yirmi dakikadır, tüm bu anlattıklarıma rağmen bu heyetin uyarılarımızı dikkate alıp vatandaşa saygı duyarak önergelerimizi kanunlaştırma ihtimalini çok düşük görüyorum. Ama yine de 11 yaşındaki kızımın kendisini "kul" olarak değil "kişi" olarak gören hükûmetlerin kanun yaptığı ve uygulandığı bir ülkede büyüyeceğine dair ümidimi koruyorum.

HÜSNÜYE ERDOĞAN (Konya) - Biz de Allah'a kul olacağız, hiç kimseye değil.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Arkadaşlar, gelin ellerinizi bir kere büyük biraderiniz için değil halkımız için kaldırın. Bu kanunu olması gerektiği gibi geçirelim.

AHMET UZER (Gaziantep) - Sen aklını kendine sakla.

CEMAL OKAN YÜKSEL (Devamla) - Saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)