GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:40
Tarih:17.02.2016

EROL DORA (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin vermiş olduğu önerge üzerinde Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunuyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, toplamda 10 milyondan fazla Suriyelinin yani ülke nüfusunun yüzde 45'inin iç savaş nedeniyle bulundukları yeri terk etmeye zorlandığı tahmin edilmektedir. Bu sayının 6,5 milyonu Suriye içinde yerinden edilen kişilerden oluşuyor ve geri kalan yaklaşık 4 milyon kişi de diğer ülkelere sığınmış bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Suriye'deki durumun dünyanın çok uzun bir zamandır karşılaştığı en korkunç insani kriz olduğunu dile getirmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de sayıları 2,5 milyonu aşmış bulunan Suriyeli mültecilerin büyük bir bölümünün içinde bulunduğu durum da oldukça vahimdir. Türkiye 200 binden fazla mülteciyi barındıran kamplar kurdu ve burada bulunan kişilere gıda ve temel hizmetlere erişim sağladı. Ancak, kamplar dolu olduğundan Suriyeli mültecilerin neredeyse yüzde 90'ı kamp dışında yaşıyor ve kendilerini idame ettirmeye çalışıyorlar. Suriyeli mülteciler yaygın bir yoksulluk içinde yaşıyorlar. Suriyeli mültecilerin iş piyasasına yasal erişimleri bulunmadığından ve temel ihtiyaçları yetkili makamlar ve sivil toplum tarafından karşılanmadığından, Suriyeliler hayatta kalabilmek için kayıt dışı çalışmak durumunda kalmaktadırlar. Suriye'den gelen mülteciler açık bir biçimde işverenlerin sömürüsüne karşı savunmasız durumdadırlar. Çok sayıda Suriyeli mültecinin barınma, eğitim ve sağlık hizmeti gibi temel haklara erişimleri de bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her geçen gün sayıları artan ve artık bir vahşete dönüşmüş bulunan mültecilerin Avrupa ülkelerine geçebilmek için vahşi biçimlerde ölümleri insanlığın ortak değerlerini sorgular niteliktedir. Devletlerin sınırlarda göçmenlere karşı aldığı önlemlere her gün yeni birisi eklenmektedir. Gerek Türkiye'de gerekse Avrupa Birliğinde ulusal güvenlik ve maliyet noktaları öne çıkarılarak yürütülen tartışmalar mültecilerin insan haklarından soyutlandığı ve ayrımcılığı körükleyen bir algı yaratmaktadır. Türkiye ve Avrupa Birliği arasında göçün kontrolü alanında devam eden müzakerelerde ve kamuoyunda gerçekleşen tartışmalarda, tartışılan konunun insana ilişkin olduğu görmezden gelinmektedir. Mültecilerin sayılara indirgenmesiyle yapılan maliyet hesapları göçün yarattığı ulusal güvenlik tehlikesi iddiaları ve insan hayatları üzerinden politik kazanç sağlayarak tarafların pazarlıklarda elini kuvvetlendirme çabaları demokrasi ve evrensel insan haklarıyla bağdaşmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliğinden gelecek 3 milyar euro, Türkiye vatandaşlarına Schengen bölgesinde vize muafiyeti, dondurulan üyelik müzakerelerinde başlıklardan birkaçının açılması, Türkiye'nin Avrupa Birliği zirvelerine çağrılması gibi konular mülteciler üzerinden Türkiye ve Avrupa Birliği arasında pazarlık konusu edilmektedir. Büyük bir reform manzumesi üzerinde yürümesi gereken Avrupa Birliği sürecinde müzakere mekanizmasının yeniden çalıştırılması Türkiye'nin mültecileri ülke içinde tutması şartına bağlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, bu savaşı besleyen cephede yer alan, savaşın içinden çıkılmaz bir hâle gelmesine neden olan bütün ülkeler mültecilere kapılarını açmalı ve mali yükü paylaşmalıdırlar. Bunlar yapılırken de en önemli öncelik bu savaşı bitirmek ve insanları tekrar güvenli bir şekilde evlerine, ülkelerine geri yollamaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1951 tarihli "Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi" mülteci hakları alanındaki mevcut en önemli uluslararası belgedir. Birçok eksikliğine rağmen sözleşme mültecilerin korunmasıyla ilgili en önemli hukuki metin niteliğindedir. Fakat 1951 sözleşmesinin hazırlanmasında rol oynayan Türkiye, 1967 belgesini de coğrafi çekince koyarak imzalamış bulunmaktadır. Böylece Türkiye, sadece Avrupa'dan gelenlere mültecilik statüsü tanıyacağını beyan etti. Oysa, resmî rakamlara göre son altmış yılda Avrupa'dan Türkiye'ye gelen sadece 45 kişi mülteci olmuştur. Bununla birlikte, Türkiye'de hâlen bir mülteci yasası yoktur, sivil bir kurum yoktur, bütün işler polis tarafından yürütülmektedir. Türkiye'nin öncelikli olarak bu konudaki sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor.

Bu sorun ancak tekneler batıp aileler yok olduğu zaman, çocuk cesetleri kıyıya vurduğu zaman ya da Suriye gibi yığınsal göçler yaşandığında gündeme geliyor. Oysa ki sürekli olarak böyle bir sorun bulunmaktadır. Bu temelde, insan hakları standartlarına ve hukukuna uygun bir yasal altyapının oluşturulması kaçınılmazdır.

Değerli milletvekilleri, beşinci yılına giren ve dünya kamuoyunda "Suriye iç savaşı" olarak bilinen savaş, uluslararası güçlerin ekonomik ve siyasi çıkarları doğrultusunda gerçekleştirdikleri hamlelerle içinden çıkılmaz boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Bölgenin çok etnikli, çok dinli ve çok mezhepli yapısı, evrensel değerler zemininde çoğulcu bir demokrasiye evrilmek yerine, iç savaşın ve çatışmaların suni bir odağı hâline getirilmiştir. Körfez Savaşı'yla başlayan ve günümüze kadar gelen süreçte bölgede yaşayan farklı halklar, farklı inançlar açısından son derece vahim durumlar yaşanmaktadır. Özellikle, IŞİD ve türevi insanlık düşmanı terör örgütlerinin ortaya çıkmasıyla insanlık tarihine kara birer leke olarak geçecek trajediler yaşanmıştır ve yaşanmaya devam etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; IŞİD terör örgütünün bölgede yaşayan Kürtler, Araplar, Türkmenler, Asuri-Süryaniler, Ermeniler, Hristiyanlar, Ezidiler, Şiiler, Alevilere karşı ne tür zulümlere ve insanlık dışı uygulamalara giriştiğine tüm dünya kamuoyu tanıklık etmiş bulunmaktadır. Biliyorsunuz, Ezidilere Şengal bölgesinde yapmış olduğu saldırıda 5 binden fazla kadını, kızı, çocuğu, yaşlıyı alıp rehin etmişti. Bu kadınlardan birçoğu hâlâ IŞİD'in elinde rehin bulunmaktadır ve 21'inci yüzyılda dolarla, parayla satılmaktadırlar. Bütün insanlığın, hepimizin bundan utanç duymamız gerektiğine inanıyoruz ve hepimiz, 550 milletvekili ve bütün siyasi partilerimiz bu konuda hassasiyet göstermeli ve bu tür politikaların bir an önce Orta Doğu'dan men edilmesi, insan haklarına, evrensel ve aydınlanmacı düşüncelere yer veren demokratik rejimlerin yerleşmesi için herkesin çaba sarf etmesi gerektiğine inanmaktayız.

Farklı inançlardan olanların ve kendilerine biat etmeyenlerin yerleşim yerleri talan edildi, kültürel yapıları ve ibadethaneleri yerle bir edildi. Hem Suriye'de hem de Irak'ta yıllardır devam eden terör saldırılarında savunmasız durumda bulunan Asuri-Süryani-Keldani halkı hedef seçilmiş ve bu saldırılar sonucunda yüzlerce insan katledilmiş, yüz binlercesi ise kendi topraklarından göç etmek zorunda kalmışlardır. Bildiğiniz gibi, Asuri- Süryani-Keldani halkı Mezopotamya'nın en kadim halklarından biridir. Yazılı altı bin beş yüz yıllık bir tarihe sahip olan bu halk özellikle Hristiyan olduğundan dolayı hiçbir ülke, bunların haklarının savunulması bağlamında, başta Türkiye olmak üzere sahip çıkmamıştır. Sayın Başbakanımız Davutoğlu'yla bir ara yapmış olduğumuz bir sohbette, Asuri-Süryanilerle ilgili büyük bir muhabbet beslediğini ve kendilerini de Irak'ta ziyaret ettiğini, daha sonra da -biraz önce AK PARTİ'li hatibin de ifade ettiği gibi- bu Suriye savaşı başladığında Suriye'de bulunan bütün farklı unsurların Türkiye'ye davet edildiğini, bunların içinde Asuri Süryanilerin de olduğunu vurguladılar. Ancak, Ninova'da IŞİD saldırıları sonucunda 200 bin Asuri-Süryani bölgesini terk etmiş olmasına karşın ve Şubat 2015 tarihinde de Haseke'de Habur sınırları boyunca 35 Asuri-Süryani köyüne IŞİD tarafından saldırılmış ve onlarca kadın, kız rehine alınmış olmasına karşın ve bunların çoğunluğunun da aslı Şırnaklı, Hakkârili, Mardinli olmasına karşın Türkiye Hükûmetinden, Dışişleri Bakanından ve Hükûmetten de bu konuda kınayıcı bir açıklamayı göremedik; bu konuda da üzüntülerimizi ifade etmek istiyorum.

Genel Kurulu tekrar saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)