GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:38
Tarih:11.02.2016

CHP GRUBU ADINA DİDEM ENGİN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya, endüstri 4.0'dan yani 4'üncü Sanayi Devrimi'nden, nesnelerin İnternet'inden, akıllı cihazların ve sistemlerin entegre olduğu, yapay zekâ ile akıllı fabrikaların üretim yaptıkları bir dönemden bahsederken, uluslararası kuruluşlar Türkiye'nin AR-GE, teknoloji ve inovasyona yönelik çalışmalarını nasıl değerlendiriyorlar, Türkiye'nin dünyadaki diğer ülkelerle kıyaslandığında durumu nedir? Objektif birkaç görüşü ve değerlendirmeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

2015 yılı Avrupa Birliği İlerleme Raporu'nda "inovasyon" konusunda Türkiye neredeyse tüm göstergelerde AB ortalamasının oldukça altında kalarak mütevazı seviyede yenilikçi olarak sınıflandırılıyor. OECD'nin Ulusal, Bilim ve İnovasyon Sistemleri Raporu'nda 46 ülke arasında Türkiye neredeyse bütün kriterlerde ya ortalamanın altında ya da en son 5-6 ülke içerisinde yer alıyor. Dünya Ekonomik Forumu'nun Küresel Rekabet Raporu'nda kıyaslanan 140 ülke arasında Türkiye rekabetçilik anlamında genel sıralamada 2014 yılında 45'inci sıradayken 2015 yılında 51'inci sıraya geriliyor.

Raporda rekabetçilik 12 kritere bakarak değerlendiriliyor, bu kriterlerden biri de inovasyon. Türkiye 2014 yılında inovasyonda 56'ncı sıradayken 2015'te 60'ıncı sıraya geriliyor. Türkiye'nin teknoloji, AR-GE, inovasyon konularında dünya sıralamalarındaki durumu bu kadar kötüyken, Hükûmetin bu konuda kulağa hoş gelen söylemlerin ve gündelik adımların ötesine geçen, uzun vadeli hedefleri gerçekçi ve kapsamlı bir şekilde ele alan bir yaklaşımı ne yazık ki yok.

2007 yılında 60'ıncı Hükûmet Programı'nda AKP millî gelirden AR-GE'ye ayrılan payın 2013'e kadar yüzde 2'ye çıkarılmasını hedeflemişti. 2013 yılında bu oran 0,95 oldu. Tek başına iktidar olan AKP altı senede, yani 2007'den 2013'e kadar bu oranı 0,72'den ancak 0,95'e çıkarabildi. Yani hedeflenen oranın yarısı bile gerçekleştirilemedi fakat kimse çıkıp da "Biz hedeflerimizi gerçekleştiremedik." demedi. Hedeflerin neden tutturulamadığı konusunda detaylı analiz yapmadan ve gerçeklerle yüzleşmeden Hükûmet bu başarısızlığı kapatmaya çalıştı. Nasıl mı? Hedef yükselterek. Daha yüzde 1'i yakalayamamışken bu sefer 2023'te millî gelirden AR-GE'ye ayrılacak payın yüzde 3 olması hedeflendi. Güzel bir hedef ama nasıl?

Dünyadaki diğer ülkelere bakarsak, Finlandiya gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 3,55'ini AR-GE'ye harcıyor, İsveç 3,41'ini, Japonya 3,55'ini. Her 3 ülke de bizim 2023 için hedeflemiş olduğumuz yüzde 3'ü bugünden gerçekleştiriyor. Her 3 ülke de 2020'de bu oranı yüzde 4'e çıkarmayı hedefliyor, yani 3,5 civarından yüzde 4'e çıkarmayı hedefliyorlar. Türkiye'de ise Hükûmet, bu oran yüzde 1'in altındayken yüzde 3 hedefliyor yani bugünkü durumuyla hedeflediği oran arasında en büyük açık olan ülke Türkiye. Önemli olan sadece hedef koymak değil, bu hedefleri gerçekleştirmek için kararlı, gerçekçi ve sorumluluk sahibi bir tutum izlemek.

Teknolojik olarak güçlü ülkeleri incelediğimizde görüyoruz ki bu ülkeleri diğerlerinden farklı kılan en önemli unsur güçlü ve nitelikli iç gücü. Bizde ise ne yazık ki en zayıf olduğumuz alanlardan biri. Bu kadar önemli bir genç nüfusa sahipken eğitim sistemimizde çok sık değişiklik yapılması sebebiyle süreklilik ve istikrar yok. AR-GE ve yenilikçiliğin önündeki en büyük engel yaratıcılığın olmamasıdır. Okul öncesi dönemden başlayarak yaratıcı, sorgulayan, araştıran, sınırları kabul eden değil, sınırları zorlayan nesiller yetiştirebilmemiz gerekirken ülkemizde durum çok farklı.

On dört sene boyunca tek başına iktidar olan bir partinin hedeflerini gerçekleştirememek için hiçbir gerekçesi olamaz. Hükûmetin bu on dört sene boyunca eğitimde, bilimde, teknolojide gerekli atılımları gerçekleştirmek için elini kolunu bağlayan hiçbir şey olmadı. Örneğin, ben beklerdim ki tek başına iktidar olan bir Hükûmette "bilim ve teknoloji" denilince akla gelen iki bakanlık olan Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı bir araya gelip bu AR-GE kanununu Meclisimize sunsunlar. İsterdim ki Millî Eğitim Bakanı da burada olsun ve okul öncesi eğitimden başlayarak ilköğretimde ve ortaöğretimde düşünme becerilerinin geliştirilmesine, iş birliği yetkinliklerinin arttırılmasına, yaratıcılığı, sorgulamayı geliştirmeye yönelik programları, bilimsel çalışmaları teşvik etmeye yönelik diğer ülkelerden daha ilerici bir yaklaşımla aldıkları kararları Meclise sunsunlar. Ama ne yazık ki bu mümkün olmadı.

Üzerine konuştuğumuz AR-GE paketi Meclis Başkanlığına geldikten iki gün sonra toplanma çağrısı yaptı Komisyon. Yani bizim kanun teklifini incelemek için sadece iki gün süremiz vardı. İki toplantıda, toplamda yedi saatte kanun teklifi Komisyondan geçti. Ne alt komisyon kurabildik ne de Komisyonda konunun uzmanlarını ve paydaşlarını dinleyebildik. Şimdi de Genel Kurulda birkaç saatte kanun onaylanacak.

Aylarca ülkemizin enerjisini başkanlık sistemi tartışmalarına harcayacağımıza, isterdim ki aylarca AR-GE'yi, teknolojiyi, inovasyonu, girişimciliği, markalaşmayı, özgürlükleri; örneğin ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, yargı bağımsızlığını konuşalım ve ülkemizi küresel rekabette daha güçlü bir konuma getirebilmek için ortak akılla çözüm yollarını araştıralım. İfade özgürlüğünün olmadığı hâllerde düşünce özgürlüğü de anlamını yitiriyor, düşünce özgürlüğünün olmadığı yerlerde ise bilimin gelişmesi mümkün değil. Çağdaş ve bilimsel eğitim imkânlarını sunmak ve ifade özgürlüğünü güvence altına alacak hukuk sistemini oluşturmak bu Hükûmetin en öncelikli görevlerinden biri.

Biliyorsunuz, ekonomik kalkınmayı sağlayan en önemli unsurlardan biri de verimlilik artışı. Verimlilik artışı ise öncelikli olarak teknolojik gelişmeyle sağlanabilir. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki teknolojiye, AR-GE'ye, inovasyona yapılan yatırımlar verimliliği, rekabet gücünü ve ülkelerin büyüme hızlarını da artırıyor.

Finlandiya'da kişi başına millî gelir 2000 yılında 24 bin dolarken 2014'te 50 bin dolara ulaşmış yani on dört sene içerisinde, 2000 yılından 2014'e gelene kadar 2 katından daha fazla bir seviyeye ulaşmış. Güney Kore'de yine aynı tarihlerde, 2000 yılında 12 bin dolardan 2014'te 28 bin dolara sıçramıştır. Ülkemizde ise 2007 yılından bugüne kişi başına millî gelirin 10 bin dolar civarında takılıp kalması sebebiyle ülkemizin orta gelir tuzağında olduğu nitelendirmesi yapılmakta.

Dünya Bankası sınıflandırmasına göre ülkemizin ihracatındaki yüksek teknolojili ürünlerin payı yalnızca yüzde 2, Çin'de bu oran yüzde 27, Fransa'da yüzde 26, Amerika'da yüzde 18, Almanya ve İsrail'de yüzde 16, Kore'de yüzde 27. Bu rakamlar da gösteriyor ki orta gelir tuzağında olan ülkemiz aynı zamanda orta teknoloji tuzağı riski de taşımakta.

Dünyadaki diğer ülkelere bakmanın yanı sıra, küresel şirketlerdeki gelişmeleri de göz ardı etmemek gerekli. Volkswagen 2015 yılında cirosunun yüzde 5,7'sini AR-GE'ye ayırarak 15,3 milyar dolar harcadı, Samsung cirosunun yüzde 7,2'sini ayırarak 14,1 milyar dolar harcadı. İntel gelirinin yüzde 20,6'sını AR-GE'ye ayırarak 2015 yılında 11,5 milyar dolar yatırım yaptı. Dünyanın en yenilikçi iki firması olan Apple 6 milyar dolar, Google 9,8 milyar dolar harcadı AR-GE'ye. Ülkemizde ise sanayi, teknoloji ve AR-GE'yle ilgilenmek kolay değil. Millî gelir içinde sanayinin payı 1999'da yüzde 30,2'yken, bugün yüzde 24'e kadar geriledi. Ülkemizde sanayiye yatırım yapmak yerine müteahhitlik yapmak tercih ediliyor. Alışveriş merkezi, konut, rezidans, inşaat işlerinin getirisinin çok daha fazla olduğu bir ülkede sanayiye, AR-GE'ye yatırım yapmak da ayrı bir özveri gerektiriyor.

Son olarak şunları ifade etmek isterim: Pakette bizim de desteklediğimiz olumlu adımlar var fakat ülkemizin, gündelik sorunları çözmeye yönelik yaklaşımdan ziyade, radikal bir bakış açısıyla, bütüncül ve kapsamlı bir vizyonla devrim niteliğinde reformlara ihtiyacı var. Ayrıca, sadece kanun yapmak sorun çözmüyor, uygulamada da adil, eşitlikçi, dürüst, tarafsız bir yaklaşım ortaya koymak gerekli, özgürlükçü bakış açısını yaygınlaştırmak, örneğin üniversiteleri özgürleştirmek, kamu kurum ve kuruluşlarına atanan yöneticilerde liyakati prensip edinmek gibi, işte ancak o zaman gerçek reformlardan bahsedebiliriz.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)