GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:37
Tarih:10.02.2016

AHMET HALUK KOÇ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün grup önerisi olarak keşke getirmeseydik, keşke İç Tüzük 71, Anayasa 97'de yer aldığı şekliyle 1 Mart 2003 ve 6 Şubat 2003'te gizli görüşme olarak yapılan görüşmelerin tutanakları, kendi doğal akışı içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı tarafından açıklanabilseydi.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda 5 Mart 2013'te on yıl dolduktan sonra Cumhuriyet Halk Partisinin bir girişimi olmuştu. Bunu da ne hikmetse, Genel Kurul reddetmişti o tarihte.

Sizi biraz geriye götürmek istiyorum: 6 Şubat 2003; 2002 seçimleri olmuş, 58'inci Hükûmet kurulmuş, Sayın Recep Tayyip Erdoğan yasaklı olduğu için Parlamentoya girememiş, Sayın Abdullah Gül, Hükûmetini kurmuş ve Irak'ta -daha sonrasında yaşayacağımız Büyük Ortadoğu Projesi'yle ilgili gelişmelerin hiçbiri yokken- Amerika Birleşik Devletleri'nin "kitle imha silahı var" teziyle, olmayan bir zeminde, bir meşruiyet yaratma gayretiyle -Irak'a müdahale açısından söylüyorum- bir süreç İkinci Körfez Savaşı lehine oluşturulmaya çalışıldı. Bütün bunları biliyoruz, belki 57'nci Hükûmet döneminde konulan direnç, rahmetli Ecevit'in, MHP'nin ve ANAP'ın oluşturduğu Hükûmetin direnç göstermesi, Türkiye'yle müttefiklik arayan unsurların yeni Hükûmet döneminde taleplerinin yoğunlaşmasına yol açtı ve Türkiye üzerinden Irak'a harekâtı bir askerî strateji olarak benimsediler.

6 Şubat tarihli tezkere, Türkiye'deki çeşitli limanların, çeşitli kavşak noktalarının Amerikalı uzmanlara olası bir askerî harekâtın karargâh ülkesi olarak Türkiye'yi seçerek buralarda altyapı hazırlamaya dönük çalışmalara zemin hazırlayacak bir müsaade istemiydi.

O zaman Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkan Vekiliydim, beş yıl Grup Başkan Vekili olarak görev yaptım. O 6 Şubat tezkeresinde grup adına kapalı oturumda ben söz almıştım -Sayın Abdullah Gül de burada oturuyordu- ve 1991 yılındaki tezkerede Sayın Abdullah Gül'ün söylediklerini AKP Grubuna anlatmaya çalıştık ve bunları Sayın Abdullah Gül'ün adıyla söyledim, çok iyi hatırlıyorum ve "Sayın Gül, karar verin, siz hangi Abdullah Gül'sünüz, 57'nci Hükûmetin bu tezkereyi Meclise getiren Başbakanı Abdullah Gül mü, yoksa 1991'de bu ifadeleri söyleyen Refah Partisinin Grup Başkan Vekili Kayseri Milletvekili Abdullah Gül mü? Bir karar verin hangisi olduğunuza ki grubunuz ona göre bu tezkere için oy kullanacak." demiştim. Çelişkiler içinde bir AKP vardı. O tezkere kabul edildi. Hemen ertesinde, 1 Mart 2003'te çok daha ciddi bir tezkere geldi, 62 bin Amerikan askerinin kendi hukukuyla Türkiye topraklarında konuşlanması ve Türkiye sınırından Kuzey Irak'a geçiş yaparak Mehmetçik'in Necef çöllerine kadar sürecek bir maceranın içine atılması talebi.

Değerli arkadaşlarım, bu tezkere, biliyorsunuz, o gün katılanların salt çoğunluğunu sağlamadığı için daha fazla oy almasına rağmen kabul edilmemiş oldu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihe damga vuracak, gerçekten Gazi Meclis sıfatını hak eden onurlu bir duruşu, AKP'den de 99 arkadaşın ret oyu vermesiyle, bütün dünyaya, bütün dünya parlamentolarına ilan etti. Yani, Türkiye belli ekonomik vaatlerle, ekonomik birtakım menfaatlerle bir hukuksuz savaşın karargâh ülkesi de cephe ülkesi de olamaz kararı, bu Mecliste 1 Martta çıktı.

Değerli arkadaşlarım, o gün oturumu yöneten Sayın Bülent Arınç'ı saygıyla hatırlamak istiyorum ve Meclisi yöneten tüm Meclis Başkanlarının... Sayın Arınç'ın o gün usul tartışması açılmasındaki -o bölümler açık oturumdur, merak eden arkadaşlarımız varsa o bölüme bakabilirler- oradaki yorumu, usul tartışmasını kabul edişi ve usul tartışmasında süre sınırlaması yapmaması son derece önemlidir. Onun gerekçesini kendi konuşmasında veriyor zaten. Orada, usul tartışmasında Sayın Önder Sav'ın konuşması tarihî bir konuşmadır ve ondan sonra -esas tutanaklar açıklanırsa- kendisi burada -bir dönem birlikte çalışmaktan onur duyduğumu da ifade edebilirim- Cumhuriyet Halk Partisinin daha önceki Sayın Genel Başkanı Deniz Baykal'ın orada yaptığı konuşma, bu Meclisin tarihine de, şanına da, onuruna da tüm -siyasi parti grubu gözetmeden söylüyorum- herkes adına vekâlet verilen bir konuşmadır. Keşke açıklansa da -biraz sonra ona da değineceğim, açıklanmaması için ne gerekçe var, onu da anlamak mümkün değil- herkes bunu görsün, bilsin. Birazdan değineceğim, Sayın Cumhurbaşkanının Güney Amerika dönüşü birtakım tartışmaların içine girerek 1 Mart oturumuyla ilgili bazı ifadelerde bulunması, bazı eski çalışma arkadaşlarını töhmet altında bırakması, her şey açığa çıksın; kim ret oyu vermiş, kim evet oyu vermiş, bütün bunlar bilinsin. On üç yıl geçti, ne söylenmiş, ne gelişmeler olmuş, kimler haklı çıkmış, kimler haksız çıkmış, bütün bunları tarihin bize yaşattıklarının önünde hep beraber görme imkânımız olsun.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanı şunu ifade ediyor: "1 Martta düşülen hataya Suriye'de düşmek istemiyoruz." diyor o konuşmasında. "1 Mart geçseydi, Türkiye masada olacaktı." diyor. Hiçbir şekilde Türkiye bu denklemin içinde yer almayacaktı, bu, çok net ve açık. Söylemlere bakın, klişe söylemlerimiz vardı: "Irak'ın toprak bütünlüğü önemlidir." Irak'ın toprak bütünlüğü kalmadı değerli arkadaşlar, Irak, fiilen 3 parçadır. Irak'ın kuzeyinde federal Kürt yönetim bölgesi oluşturulur iken, burada açıklıkla söylüyorum, hiçbir etnik unsur ayırt etmeden söylüyorum, ama orada yaşayan Türkmen soydaşlarımızın, Telafer'de ve Kerkük'te önce demografik uzaklaştırmaya tabi tutuldukları, ondan sonra üzerlerindeki tüm tapu kayıtlarının tarumar edildiğini, yani mülkiyet hakkı bakımından bile azınlığa düşürüldüklerini hepimiz gördük, yaşadık ve bugün Irak, fiilî olarak 3 parçadır, bunu görüp kabul etmek gerekir.

Suriye'de aynı şarkılar söylendi. "Suriye'nin toprak bütünlüğüne bağlıyız." Hatta bir ara Kuzey Irak benzeşmesi olmasın diye "kuzey Suriye" söyleminden vazgeçildi. "Suriye'nin kuzeyde Türkiye'ye komşu olan bölgesi." diye konuşuldu birçok açıklamalarda. Bugün geldiğimiz duruma bakın, çeşitli haritalar var; "muhalif unsur" olarak tarif edilenlerin egemen olduğu parça, Esad güçlerinin egemen olduğu parça, IŞİD denen, Baas rejimi yıkıldıktan sonra işte "birkaç öfkeli Sünni gencin oluşturduğu yapı"nın bugün geldiği manzara ortada ve orada YPG'nin, PYD'nin tuttuğu alan ortada ve karşımıza çok parçalı bir Suriye çıkıyor. Esas aktörlerin devreye girmesiyle, ana aktör olarak Rusya'nın, Hizbullah'ın ve İran'ın devreye girmesiyle de esas, vekâlet savaşı dönemi sona erdi ve Türkiye'yi tehdit eden çok ciddi tablo karşımıza çıkmaya başladı.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, "Suriye'de bu iş ancak bir yere kadar böyle gider." diyor Sayın Cumhurbaşkanı. Ufku nasıl gördüğümüze bir bakalım: Ufku değil, iki adım önümüzü göremedik biz Suriye konusunda. Yapıcı eleştirilerin hepsine göz kapattınız, bunu koalisyon görüşmeleri sırasında da dile getirdik, Sayın Başbakanla olan bire bir uzun süreli görüşmelerde de dile getirdik. İnatla, Sayın Başbakan, kendi dünyasında gezinmeye devam ediyor. Kendisine saygım var, bir akademisyen olarak da saygım var, zor bir noktada görev yaptığını da görüyorum, iki arada bir derede ama bir konuşmaya başlıyor, Oğuz boylarıyla beraber önce Ahmed Yesevi'nin kanatlarında biraz Turan ülkesinde dolaşıyoruz, ondan sonra geliyoruz Selahaddin Eyyubi'yle Kudüs önlerine gidiyoruz, Alparslan'la Malazgirt'e geliyoruz, bir kere de bu dünyada, bu topraklarda verilmiş en kutsal, en mukaddes ulusal kurtuluş savaşını referans olarak veremeyen bir Başbakanı görüyoruz. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, evet en mukaddes, en kutsal ve en haklı savaş bu topraklarda yaşanan. Bunu örnek veremeyecek bir Başbakanı tahayyül edemiyorum.

Şimdi, Suriye'de tüm iddialarımız boşa çıkmış, hiçbir ağırlığımız kalmamış ve politikalarıyla çatışmalara taraf olmuş ve bu yaşanan ahlaksız savaşın maddi, manevi faturasına ortak olmuş bir dış politika sorumluluğu altındayız. Kızabilirsiniz, görüntü budur, bütün dünyanın algılaması da budur. Şimdi Suriye'ye askerî müdahaleden bahsedebiliyoruz. İşte tam zamanı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) - Şu 1 Mart 2003'ün bütün tutanakları açıklansın. Bunun gizli kalmasında hiçbir gerekçe, sizler için de bir gerekçe yok. Hem Sayın Cumhurbaşkanı da...

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koç.

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

BAŞKAN - Lütfen...

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) - Müsaade ederseniz...

BAŞKAN - Estağfurullah.

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) - Kırk yılda bir çıktım, bir dakika verirseniz mikrofondan da bitirebilirim.

BAŞKAN - Lütfen buyurun.

AHMET HALUK KOÇ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Onun için, neden karşı çıkılıyor anlamak mümkün değil. Yasal süresini doldurmuş bir prosedür, bir yazım karışıklığından 71'inci madde "açıklanabilir" hükmü koymuş ve Danışma Kurulu kararıyla Genel Kurula bırakmış. Hâlbuki on yıl dolduktan sonra, bu, çok rahatlıkla açıklanabilir. Burada saklanacak, gizlenecek bir şey yok. Bakalım, Sayın Deniz Baykal ne demiş? Önder Sav'ın konuşmasını öğrenebilirsiniz. Diğerleri ne demiş? Hükûmet ne demiş? Ne gerekçeler konmuş? Yaşananlar var ve oylama var. 99 arkadaşın bir kısmını tanımaktan mutluluk duydum AKP içinde ve hâlâ da ilişkilerim devam ediyor, ismen söylemeyeyim ama bir tek Ertuğrul ağabeyi, Sayın Yalçınbayır'ı söyleyebilirim. Bursa'ya gittiğimde hâlâ evine uğrayıp kahve içme hukukum var. Kendisinin ifadeleri var, diğer arkadaşlarımızın var. Suriye karışıklığının arifesinde 1 Mart 2003'ü bir görelim. Bu Parlamentonun bir deneyimi var. Bunu saklamakta, gizlemekte hiç kimseye fayda yok.

Ben açıklanması lehinde görüş belirttim Sayın Başkan. Hepinize teşekkür ediyorum, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)