| Konu: | Avrupa Konseyi İnsan Ticaretine Karşı Eylem Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 29.01.2016 |
MHP GRUBU ADINA KADİR KOÇDEMİR (Bursa) - Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.
Dün 5, bugün 2 tane daha şehidimiz var. Sözlerimin başında şehitlerimize Allah'tan rahmet, milletimize başsağlığı ve sabır diliyorum.
Zor günlerdeyiz. Bugünleri anlatan, Aysun Gültekin'in çok güzel icra ettiği bir uzun hava var, şöyle söylüyor bir dörtlüğünde: "Bu habar ne habardır?/ Sinem gabar gabardır./ Bir yanım kurt kuş yemiş,/ Bir yanım bihabardır." Memleketin bir yerinde can pazarı; devletin, bayrağın idamesini sağlamayla ilgili mücadele var ama diğer yanı bihaber vaziyette.
Ümit ediyoruz, dua ediyoruz bugünkü şehitlerimiz son olsun ve memleketimiz tekrar devletin devlet gibi, hukukun hukuk gibi uygulandığı bir ülke olsun.
Bugün uluslararası sözleşmelerin iç hukuktan geçirilmesi süreciyle ilgili görüşmeler yapıyoruz. Uluslararası sözleşmeler -ki bunların bir kısmı çok önemsiz konulardaki sözleşmeler- Amerika'yla elektronik bilgi değişimi yoluyla vergi uyumunun artırılması, dış ticaretimizde çok fazla yeri olmayan Peru'yla ticaret ve diğer ilişkilerimizin artırılması gibi hususlar buradan geçiyor. Buradan geçmeli çünkü burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Buradan geçmediği vakit hukuk âleminde bu sözleşmelerin herhangi bir karşılığı yoktur.
Bu vesileyle memleketimizde yanlış bilinen, gençlerimizin, çocuklarımızın kendine güvenini, atalarına saygısını da azaltan bir maddeyi de bilgilerinize sunmak isterim. Sevr Anlaşması dediğimiz metin hukuken bir anlaşma değildir. Çünkü imzalandığı sırada Meclis tatildedir. Meclisten geçmemiş ve o günkü hukuk sistemimiz içinde Padişah tarafından da onaylanmamıştır. Hâliyle hukuk âlemine geçerli olarak doğmamış ancak bir anlaşma taslağı olarak görebileceğimiz bir metindir.
Ama bakıyoruz, biz bugün Peru'yla ticareti ya da insan ticaretiyle ilgili hususları burada görüşüyoruz, şekil olarak da olsa üzerinde görüşmeler yapıyoruz. Memleketin, devletin bekasını yakından ilgilendiren hususlarda nedense sorulan soruları duymazdan gelip Türkiye Büyük Millet Meclisinin niye devre dışı kaldığını sormadan, bilmemiş gibi yapıyoruz. Oslo'da neler görüşüldü? Avrupa Birliğiyle müzakerelerin açılması nelerin karşılığında yapıldı? Kıbrıs'la ilgili neler düşünüyor? İncirlik'in kullanıma açılmasının arkasında neler var? Bunlar resmî sözleşme olmadığı için buraya gelmiyor ama bugün oyladığımız pek çok anlaşmadan çok daha fazla bizi, bizden sonra çocuklarımızı ve torunlarımızı etkiliyor.
Özellikle dış politikanın Türkiye Büyük Millet Meclisinden kaçırılması son zamanlarda ülkemizi ciddi bir çıkmaza götürmüştür. Politika genel olarak ama bilhassa dış politika, millî güç unsurlarıyla yani imkânlar ile millî menfaatlerin, millî hedeflerin ahenkleştirilmesi, bir araya getirilmesi sanatıdır. Sayın Başbakanımızın iki de bir böbürlenerek söylediği değer esaslı dış politika, eğer bu değerleri hayata geçirebilecek gücünüz, millî imkânınız yoksa safsatadan ibarettir, size ve ülkenize de çok ciddi zararlar verir. Bu şuna benzer: Bir adalet sistemini düşünün, hukuktan, hakkaniyetten yana ama suçlu olana suçlu olduğunu, cezasını söylemekle birlikte onu alıp cezaevine koyamıyor, cezaevine koyduğunda onu cezaevinde tutamıyor. Böyle bir hukuk sistemi nasıl bir garabetse "değer esaslı dış politika" dediğiniz şey, eğer bunun arkasında durma gücünüz yoksa ülkeye ve o topluma çok ciddi zararlar verir, bugün gelinen nokta da budur. Türküyle başladım, bunu da izah edecek bir türkümüz var, diyor ki Mersin'in bir türküsü: "Buyurun arkadaşlar, davetim var benim/Aslı yok yaylasında saltanatım var benim." "Biz büyük Orta Doğu'nun lider ülkesi, bölgesel gücüyüz." diye yola çıktık, kimine (...)(x) dedik, kimine özgürlük getirdik, kimini götürdük, kimini bu tarihin normal çizdiği coğrafyaya getirdik ama bunları yaparken diplomasiden, diplomasinin dilinden, bu zamana kadar devlet tavrıyla ilgili birikimden uzak kaldık ve bugün geldiğimiz noktayı, çok gariptir arkadaşlar, ben hafızamı zorladım, bulamadım, lütfen siz biliyorsanız söyleyin.
Amerika Birleşik Devletleri Rusya'yla tarihte bir kere iş birliği yaptı, kime karşı olduğunu biliyorsunuz. İkinci iş birliğini, bugün, Türkiye Cumhuriyeti'nin komşularımızdaki politikalarına karşı yaptı. Sıfır sorun diye çıktık, işte bu tarihî birikimi dikkate almadığımız için sırf sorun hâline getirdik. Bugün başlayacaktı Cenevre'de görüşmeler. Kimlerin katılıp katılmayacağı konusunda fikri sorulmayan tek ülke Türkiye Cumhuriyeti. Böbürlene böbürlene konuşuyorduk, biz belirliyorduk, biz şey yapıyorduk; geldiğimiz nokta bu.
Bu başka alanlarda da var, bugün çok tartıştığımız konularda da var. Tahsili, birikimi bunlarla hiç ilgili olmayan birisi alt kimlik-üst kimlik diye bir şey attı ortaya; bütün fikir dünyamızı, bütün gönül dünyamızı altüst etti. Modern toplumda, bugün, çok kimliklilik bir realitedir. Ben milliyetçiyim, ben MHP'liyim, ben Bursalıyım, Müslüman'ım, Hanefi'yim, erkeğim; bütün bunlar birer kimlik unsurudur ama kimliklerde hiyerarşiyi düşünmek için aklı peynir ekmekle yemek gerekir. Hangi kimlik hangi kimliğe tabi olacak? Tehlike anında önce hangi kimliğimizi terk edeceğiz? Böyle şey olur mu? Ama, bu memlekette koca koca profesörlerin hiçbiri "Alt kültür-üst kültür vardır ama alt kimlik-üst kimlik diye bir şey yoktur beyefendi." demedi; demediği için de biz bugün buraya geldik.
Yine, daha önce de söyledim, demokrasi iki kelimenin birleşiminden oluşuyor; birisi "demos", birisi de "kratos." Kratos "güç" demek, otokrasi, diğer şeyler de var, bununla biten kelimeler; demos "müşterek biz duygusuna sahip olan topluluk" demek. Eğer siz bunu sağlayamazsanız demokrasi olmaz.
Avrupa Birliği, bakın, altmış yıllık bir serüvene tabi; sınırlarını kaldırdılar, pek çok ülke bakımından geçerli tek paraya geçtiler, malların, insanların serbest dolaşımını sağladılar. İnternet'ten ulaşabilirsiniz "Eurobarometer" diye altı ayda bir aynı sorularla tekrarladıkları bir anket var. O anketin bir yerinde şunu soruyorlar: "Kendinizi ne hissediyorsunuz?" 4 tane şıkkı var cevabın:
1) Türk hissediyorum. Yani Türkiye için diyelim şıkları.
2) Önce Türk, sonra Avrupalı hissediyorum.
3) Önce Avrupalı, sonra Türk hissediyorum.
4) Sadece Avrupalı hissediyorum.
Bu sorulara ilk iki cevabı verenlerin oranı hâlâ yüzde 90'ların üzerinde çünkü müşterek bir "biz" duygusu tesis edilemedi. Müşterek "biz" duygusunun tesis edilememesinin birinci sebebi dil, herkes aynı dili konuşmadığı için müşterek bir kamuoyu olmadı. İkinci sebebi ise kimlik konusunda Avrupa Birliği şeyini yerine getiremedi. Bugün Avrupa Birliği "demokrasi açığı" dediğinizde herkesin kabul ettiği bir zafiyetle maluldür.
Claus Offe diye bir Alman profesör var, anayasa hukukçusu. Onun şöyle güzel bir ifadesi var, diyor ki "Olmaz da, olur da Avrupa Birliği kendisine müracaat ederse bu müracaatı dosyanın kapağı açılmadan reddedilir demokrasi kriterini yerine getirmediği için." Çünkü Avrupa Birliğinin kendi mekanizmaları demokratik değildir. Avrupa Parlamentosu son zamanlarda aldığı şeylere rağmen çok fazla bir yetkiye sahip değildir. Niye? Çünkü günümüzde küreselleşme şartlarında kimlik, aidiyet, mensubiyet ve birlikte yaşamayı ilgilendiren kararların meşruiyeti yani demokrasi sadece millî devlet içinde gerçekleşebiliyor, bunun dışında gerçekleştiği bir yer yok. Bizim bölümlenmelere bakarak "millî devlet karşıtı" dememiz mümkün değil. Bugün Almanya federal bir cumhuriyettir ama elli yıl öncesinden bu zamana baktığımızda hukuk uygulamalarında üniter devlete doğru bir gidiş vardır, Amerika için de aynı şey geçerlidir.
Şimdi, bizde "Yayladaki yoğurda sarımsak dövmek." diye bir söz var, ben Bursa Orhaneliliyim, dağlıyız, Yörüklerde böyle bir söz var. Yayladaki yoğurda dövdüğümüz sarımsak elimizde kaldı ve bugün dış politika bakımından çok kötü bir duruma geldik. O dış politikadaki yanlışlarımız içeride de bizim gücümüzü kesmektedir. Şunu başardık sadece: Her tarafı sırf sorun yaptık. Amerika ve Rusya'yı ikinci defa birlikte hareket eder hâle getirme başarısını, eğer bu başarıysa bunu biz göstermiş olduk. Yani yine türküyle devam edersek, bu Bergama'nın bir türküsü var, 17-25'ten, cemaat tarafından aldatılmaya ve bugünü de ifade eden satırları var, şöyle söylüyor: "Mahkeme önünden eğildim geçtim/Sol yanımdan kurşun yedim, bayıldım, düştüm/Ahbap düşman oldu, ben buna şaştım..." diye devam ediyor. Bugün geldiğimiz nokta maalesef burasıdır.
Burada bu noktada bu tartışmalarda bir hususu daha ifade etmek isterim. Ben akşam Anayasa Mahkemesinin kararını okudum. Burada bir hatip arkadaşımız da bu kararın sonuç kısmı diye bazı şeyler okudu. Cizre'deki olayla ilgili Anayasa Mahkemesinin verdiği ret kararının gerekçesi yani kararın esasını teşkil eden gerekçe, kamu makamlarıyla doğrudan iletişime geçme yönünde isteksiz davranması şikâyetçilerin, üçüncü kişilere yönlendirmeleri Anayasa Mahkemesini, bulundukları yere ilişkin farklı tarihlerde farklı adres bilgileri vermeleri ve sürekli yer değiştirdikleri şeklinde geçiyor. Benim okuduğum haber de bu. Hemen çıkan bir haberin bile burada yansıtılış biçimi bu kadar farklı olunca, Cizre'deki hadiseyle ilgili de şüphelenme hakkımız vardır ama şunu istemek hepimizin en doğal hakkıdır: Devlet burada devlet gibi davranıp yedi sekiz günden beri devam eden bu hususu açıklığa kavuşturmak zorundadır ve orada hukukun üstünlüğünü, kanunun üstünlüğünü göstermek mecburiyetindedir.
Geldiğimiz noktada anlaşıldığı kadarıyla kimse kimseyi dinlemiyor. Yine, bizim oraların bir özdeyişi var, diyor ki: "Elle yığma çakıldan, sonradan sokma akıldan fayda olmaz." Onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasal sistemimizin birlikte yaşama düzenimiz içindeki yerini bir an önce hatırlaması, buna uygun olarak davranması ve burada karar alma, irade oluşturma süreçlerinin aynı zamanda karşılıklı bir etkileşim neticesinde olmasını sağlaması hayati bir önem arz etmektedir. Türk milleti müsterih olsun, bizim tek derdimiz şudur: Biz büyük milletiz, bu meseleleri de çözeriz ama 5 liraya satın alacağımız bir fatura için 5 bin lira ödüyor isek tarihten ders almamış, bu zamana kadar oluşturduğumuz çok zengin, çok kıymetli birlikte yaşama mirasını, medeniyet mirasını maalesef kullanmamışız demektir. Ben, bu hiç ümit vermeyen ortamın bir an önce sona ermesini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kendisine bağlanan umutları haklı çıkaracak bir çalışma ortamına girmesini, sadece bugün görüştüğümüz kanunlar gibi çok da günlük hayatta ve devletin, milletin bekasını ilgilendirmeyen kanunları değil, milletin bekasını ilgilendiren hususları da burada tartışıp karara bağlamasını, bir an önce bu sürecin başlamasını arzu ettiğimi, temenni ettiğimi ifade ediyor; çocuklarımız, torunlarımız için güzel günleri hazırlayan kararları birlikte alma umuduyla, dileğiyle hepinize tekrar sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)