GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Peru Cumhuriyeti Arasında Ekonomik ve Ticari İşbirliği Anlaşması ile Anlaşmada Düzeltme Yapılmasına İlişkin Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:35
Tarih:29.01.2016

MURAT EMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kurulumuzu, Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, dün itibarıyla, Türkiye Cumhuriyeti, bizler önemli bir birincilik yakaladık. Ama, bu birincilik hepimizin gurur duyacağı, mutluluk duyacağımız bir birincilik değildi maalesef. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 2015 yılı istatistiklerine göre, ifade hürriyetinde, ifade özgürlüğünde en çok ceza alan, en çok yargılanan ve en çok cezaya çarptırılan bir ülke durumuna düşürüldük. Bu, bizim, öncelikle bu Meclis olmak üzere, hepimizin büyük üzüntü duyacağı ve buradan çözümler üreteceğimiz önemli, ivedi bir konudur.

Bakınız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2015 yılında toplam 28 dava görüyor, bunlardan 10 tanesi Türkiye'ye ait ve Türkiye mahkûm ediliyor maalesef. Sadece bunlar değil. Bakınız, Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde davası olan ülkeler içerisinde Ukrayna ve Rusya'dan sonra tam 8.450 davayla 3'üncü sırada. Adil yargılanma hakkı açısından 20 mahkûmiyet, işkence ve kötü muameleye maruz kalma açısından 14 mahkûmiyet, yaşam hakkının ihlaline karşı yeterli adli kovuşturmanın yapılmamasına dönük olarak da 13 mahkûmiyet almışız maalesef.

Değerli arkadaşlar, yine anımsatmakta yarar görüyorum ki Türkiye, cezaevinde tutuklu 29 gazetecisi bulunan nadir ülkelerden birisidir. Bunlar, elbette bizim mutluluk duyamayacağımız, büyük acı duyduğumuz dünya çapındaki birinciliklerimizdir. Bunları bir an evvel gözden geçirmek ve düzeltmek zorundayız.

Bakınız, düşünce özgürlüğü nedir? Düşünce özgürlüğünü çok geniş ele almak gerekir. Düşünce ve ifade özgürlüğü; düşünce ve görüş sahibi olma, ama bu yetmez, düşünce ve bilgiye ulaşma, bu da yetmez, düşünce ve bilgiyi yayma hakkını da kapsar. Dolayısıyla, bireyin maddi ve manevi varlığını geliştirme hakkının güvencesi olan bu özgürlük, aynı zamanda toplumun demokratikleşmesinde de temel rol oynamaktadır.

Değerli arkadaşlar, ifade hürriyetinin, düşünce hürriyetinin olmazsa olmazı, bunun açığa vurulabilmesi, yayılabilmesi yani basın hürriyetidir. Basın hürriyetinde de maalesef, dünya sonuncusu olmaktan kurtulamıyoruz. Basın özgürlüğü demokratik toplumun temeli, demokrasinin bekçisidir. Ülkedeki rejimin demokrasi olup olmadığının en temel kıstası, en temel ölçütü yine ifade hürriyetidir ve bundan kaynağını alan basın özgürlüğüdür. Basın özgürlüğü öyle bir şeydir ki muktedirlerin, iktidarın hoşuna giden şeylerin değil, aksine hiç hoşlanmayacakları noktaların, konuların da açıkça ifade edilebilmesini kapsar ve bu fikirler ifade edildi diye, bu yazılar yazıldı diye, bu haberler yapıldı diye gazetecilerin, sorumluların kovuşturmaya, soruşturmaya ve tutuklanmaya maruz bırakılmamasını kapsar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kararlarında açıklıkla şunu ifade ediyor, dikkatinizi çekerim: "Sadece bu ülkede basın özgürlüğü vardır, ifade özgürlüğü vardır demek yetmez. Devletin, Hükûmetin yani sizlerin, hepimizin ifade hürriyeti ve basın hürriyetinin yaşama geçirilmesi için etkili önlemler alma zorunluluğumuz var. Bu etkili önlemler sayesindedir ki basın özgürlüğünü sağlayabiliriz."

Bakınız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin basın özgürlüğüyle ilgili bir kararını sizlere okumak istiyorum: "Demokratik bir sistemde, kamu gücünü elinde bulunduranların yetkilerini hukuki sınırlar içinde kullanmalarını sağlamak açısından basın ve kamuoyu denetimi, en az idari ve yargısal denetim kadar etkili bir rol oynamakta ve önem taşımaktadır. Halk adına kamunun gözcülüğü işlevini gören basının bu işlevini yerine getirebilmesi özgür olmasına bağlı olduğundan, basın özgürlüğü herkes için geçerli ve hayati bir özgürlüktür." Demek ki arkadaşlar, evrensel hukukta basın ve ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve adalet kadar değerlidir.

Yine, bir mahkeme kararından küçük bir alıntı yapmak isterim: "Sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü haber ve düşüncelerin değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir." diyor Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bunlar olmadan da demokratik bir toplumdan bahsedilemeyeceğini söylüyor. Peki biz ne yapıyoruz arkadaşlar? Bizim yaptığımız şudur: Beğenmediğimiz, istemediğimiz, bizi rahatsız edecek hangi düşünce ifade edilirse onun karşısına büyük bir koro geçiyor; başta Sayın Cumhurbaşkanı, sonra Hükûmet üyeleri, sonra yandaş medyanın tetikçi gazetecileri, o da yetmiyor, bu sefer mafya babalarını bu konuya dâhil ediyoruz ve her aykırı, ayrıksı fikri hep beraber boğmaya çalışıyoruz. Oysaki biz bu ülkede, özellikle yeni bir anayasa yapma sürecinde -hep söylüyorsunuz "İlla da başkanlık sistemi gelecek." diye- bakın, böyle bir anayasa yapacaksak bunu ancak ve ancak basın ve ifade hürriyeti teminat altına alınmış bir ortamda yapabiliriz.

Bundan yaklaşık on beş gün önce aydınlarımız, aydınlar -bu ülkenin dışından da aydınlar- bir bildiri yayınladılar. Ben, şahsım olarak bu bildiriye imza atmazdım, içerisinde kavramsal anlamda sorunlu noktalar, cümleler olduğunu kabul ediyorum. Ama, arkadaşlar şunu kabul etmek zorundayız: Bu tartışmalar yapılmadan, bilim adamları, bilim insanları, bütün taraflar dilediklerince görüşlerini ifade etmeden biz bunlarla nasıl tartışacağız, nasıl görüşlerimizi anlatacağız, doğruyu nasıl bulacağız?

Bakınız, Sayın Cumhurbaşkanının bunlarla ilgili olarak kullandığı kelimeleri ben burada tekrar etmek istemem ama aslına bakarsanız, her biri bir hakaret davasının konusu olacak ağırlıkta ve kaba ve yaralayıcı sözlerle Sayın Cumhurbaşkanı bu konuyu ele almıştır. Aynı zamanda, Sayın Cumhurbaşkanından güç alan diğer odaklar da hatta "Kanlarıyla banyo yapacağız." noktasına gelecek kadar bu tartışmayı seviyesiz bir düzeye getirmişlerdir.

Ben, bütün bu tartışmalara şöyle bir cevap vermek istiyorum: 17'nci yüzyıl aydınlanma düşünürü Voltaire şöyle der: "Söylediklerinizin hiçbirini kabul etmiyorum ama düşündüğünüzü söyleme hakkınızı ölene dek savunacağım."

Değerli arkadaşlar, Sayın Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanlığı konumunu içine sindirememiştir. Anayasa'nın ona verdiği yetkilerinin her defasında dışına çıkmakta ve Anayasa'yı günde defalarca kez çiğnemekten kendini alıkoyamamaktadır. Hatta, kendi sözleriyle "Bu Anayasa benim yetkilerime, benim yapacaklarıma dar geliyor, ayağıma bağ oluyor, fiilî durum değişmiştir, benim için yeni bir anayasa yapın." demeye getirmiştir.

Bakınız, Türk Ceza Kanunu'nun 299'uncu maddesi Sayın Cumhurbaşkanına özel bir koruma sağlıyor, diyor ki: "Cumhurbaşkanına hakaret edenler bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla yargılanır." Bizim Anayasa'mızda, bizim devletimizde Cumhurbaşkanının özel bir konumu vardır çünkü devleti ve milletin bütünlüğünü temsil eder ama Sayın Cumhurbaşkanının uygulamasına baktığımızda, devletin ve milletin bütünlüğünü temsil etmekten öte, devleti ve milleti kutuplaştıran ve her gün bir siyasi partinin en üst seviyeden propagandasını yapar durumdadır. Dolayısıyla da kendisinin takip ettiği dava sayısı çığ gibi büyümektedir. Bakınız, biz merak ettik; Sayın Abdullah Gül'ün görevinin son bir buçuk yılında 139 kişiye dava açılmış, Sayın Ahmet Necdet Sezer'e hakaretten görevinin son bir buçuk yılında 26 kişiye dava açılmış ancak Sayın Cumhurbaşkanı açısından son bir buçuk yılda 1.300'ün üzerinde kişiye dava açılmış.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Sosyal medya yoktu o zaman, sosyal medya yoktu.

MURAT EMİR (Devamla) - Bunun temel bir sorunu...

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Sosyal medya, işin özü sosyal medya.

MURAT EMİR (Devamla) - Sosyal medyayı sadece suçlayamazsınız.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - Sosyal medya.

İLKNUR İNCEÖZ (Aksaray) - Hakaretlerin önemli bir kısmı oradan geliyor.

ALİ ÖZKAYA (Afyonkarahisar) - 100 davanın 95'i sosyal medya.

MURAT EMİR (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanı, ne Abdullah Gül gibi ne daha öncekiler gibi, anayasal konumunun içine sığamamıştır; bu açık bir gerçektir, kendisinin ifadeleridir zaten.

Dolayısıyla, arkadaşlar, özgürlüğün tarihi devlet otoritesinin sınırlandırılmasının tarihidir. Önümüzde eğer demokratikleşmeyi geliştireceksek ona uygun bir fikrî ortamı ve düşünce özgürlüğünü ve basın özgürlüğünü sonuna kadar yaşama geçirmek zorundayız.

Herkesi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)