GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Peru Cumhuriyeti Arasında Ekonomik ve Ticari İşbirliği Anlaşması ile Anlaşmada Düzeltme Yapılmasına İlişkin Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:35
Tarih:29.01.2016

HDP GRUBU ADINA MEHMET EMİN ADIYAMAN (Iğdır) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, uzun bir süredir bölgede sokağa çıkma yasakları uygulanmakta ve bu sokağa çıkma yasakları süresi boyunca gerek asker, polis gerek sivil vatandaşlarımızın ve yine resmî açıklamalara göre, gerillaların öldüğünü, neticede bu ülkenin çocuklarının ve bu ülkenin anne ve babalarının gözyaşlarının aktığını görmekteyiz. Defalarca bu kürsüde sokağa çıkma yasaklarının iç hukukumuz açısından hukuki dayanağının bulunmadığını, bunun fiilî bir durum olduğunu, esasen mevcut Anayasa ve iç mevzuata aykırı olduğunu dile getirdik. Her ne kadar Hükûmet bu sokağa çıkma yasaklarının dayanağını 5442 sayılı Yasa'nın 11'inci maddesine dayandırıyorsa da bu bizce ve mevcut Anayasa'ya göre aslında dayanaksız ve valilerin karar alamayacağı bir durumdur. Bunu nereden çıkarıyoruz? Anayasa'nın 13'üncü maddesi özgürlüklerin hangi koşullarda sınırlandırılacağını açıkça ortaya koymuştur. Keza bununla bağlantılı olarak Anayasa'nın 119, 120 ve 122'nci maddesine kadar devam eden hükümlerinde ülkede olağanüstü durumların, olağanüstü koşulların ve hâlin, hatta sıkıyönetimin yine hangi koşullarda, hangi şartlarda ilan edileceğini ve ilanın prosedürünü açık bir şekilde ortaya koymuştur.

HALUK İPEK (Amasya) - Sayın Başkan, hatibin konuşmasının sözleşmeyle ne ilgisi var?

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, iktidar bu anlaşmalara uymadığı gibi, bu hükümlere uymadığı gibi, yine, Türkiye'nin imzaladığı uluslararası anlaşmalara da uymamaktadır. Bildiğiniz gibi, Anayasa'nın 90'ıncı maddesi uluslararası anlaşmaların iç hukukumuz açısından bağlayıcı olduğunu, hatta insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere karşı Anayasa Mahkemesine de itiraz edilmeyeceğini hüküm altına almıştır. Dolayısıyla, Türkiye'nin imzaladığı temel insan haklarına ilişkin sözleşmelerin başında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gelmektedir.

Değerli arkadaşlar, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi'nin 1'inci maddesi "Bütün insanlar doğduğu anda eşit doğar ve eşit haklara sahiptir." hükmünü içerir. Yine, 2'nci maddesi ırk, renk, cinsiyet, dil, din gibi özelliklerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulamayacağını; 3'üncü maddesi yaşama hakkının egemen devletler tarafından güvence altına alınmasını; 5'inci maddesi işkence yapılamayacağını, zalimce uygulamaların uygulanamayacağını ve insan onuruna aykırı uygulamaların yürütülemeyeceğini garanti altına alır. Ve devamı 9, 10, mülkiyet hakkı, seyahat hakkı, ifade özgürlüğü hakkı gibi temel insan haklarına ilişkin birçok hakkı güvence altına almış.

Türkiye, 6 Nisan 1949 tarihinde bu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni imzalamıştır. Bugün sokağa çıkma yasağıyla hayata geçirilen şey, Türkiye'nin 1949 yılında altına imza attığı bu sözleşmedeki hakların tümünün ayaklar altına alındığının açık bir göstergesi. Seyahat hakkı sokağa çıkma yasağıyla ihlal ediliyor, mülkiyet hakkı ihlal edilmiştir, yaşam hakkı ihlal ediliyor, daha da önemlisi bölgenin etnik ve kültürel yapısından dolayı açık bir şekilde ayrımcılığa tabi tutuluyor. Kaldı ki Ceza Muhakemesi Kanunu ve yine uluslararası sözleşmelerin açıkça ifade ettiği "suçun şahsiliği" prensibi de ihlal edilerek, örneğin, Cizre'de, Sur'da ya da Silopi'de "Terör örgütü mensupları vardır." gerekçesiyle, böyle bir gerekçeye sığınılarak toplu bir cezalandırma sistemi uygulanmaktadır.

HASAN BASRİ KURT (Samsun) - Sayın Hatip, Peru'yla ilgili bir şeyler söyleyin.

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) - Varsayalım ki, iktidarın iddia ettiği gibi orada birtakım silahlı kişiler olsa bile 120-130 bin kişilik bir topluluğu toplu olarak cezalandıramazsın.

Değerli arkadaşlar, İnsan Hakları Beyannamesi'ni güçlendiren ve onun paralelinde, biliyorsunuz bir de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi vardır. Türkiye bu sözleşmeyi de imzalamıştır. Bu sözleşme de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmesi'ndeki hükümleri daha somut, daha açık, daha net bir şekilde açıklamakta ve güvence altına almaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili hükümlerini, yine yaşam hakkı, ayrımcılık yapmama, ikametgâh, seyahat ve ifade özgürlüğü gibi haklarını da yine mevcut Hükûmet, keyfî, dayanaksız ve yereldeki valinin talimatıyla ayaklar altına almaktadır. Aslında burada işlenen ciddi bir anayasal suçtur. Zira Anayasa'nın 90'ıncı maddesi, bütün bu hükümleri, bu uluslararası anlaşmaları Anayasa hükmü olarak değerlendirmekte, hatta Anayasa Mahkemesine itirazının bile kabil olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde Türkiye'nin de yaptırımını kabul ettiği, yargılama hakkını kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, son dönemde sadece Cizre'ye ilişkin beşe yakın ihtiyati tedbir kararı, yürütmenin durdurulması kararı vermesine rağmen, Hükûmet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu yürütmeyi durdurma kararlarını da hayata geçirmemiş ve hakkında yürütmeyi durdurma kararı verilen 5 kişi yaşamını kaybetmiştir.

Değerli arkadaşlar, buradaki temel sorun, Türkiye'de, sadece mevcut Hükûmetin, sadece Sayın Cumhurbaşkanının "Mevzuatı bir tarafa bırakın, iç hukuku bir kenara bırakın, kendi bildiğinizi uygulayın." cümlesinden hareketle iç hukuku hiçe saymaktan ibaret değil. Aynı zamanda mevcut Hükûmet, uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülükleri de yerine getirmemekte, uluslararası sözleşmelerden doğan hakları da keza âdeta bir kenara atmaktadır. Mesela Kürt sorunu öyle ciddi bir sorun ki, Türkiye'de demokratikleşmenin önünde o kadar büyük bir engel ki, bütün bu anlattığımız sözleşmeler gibi, örneğin Avrupa Yerel Yönetimler Şartı'nı incelediğimizde, Türkiye'nin bu Yerel Yönetimler Şartı'ndaki pek çok hükme, pek çok karara çekince, maddeye çekince koyduğunu görmekteyiz. Nedir buradaki çekincelerin temel mantığı? İşte mantık şu: Bu çekinceleri kaldırdığımız zaman, altındaki imzayı, çekincelere ilişkin imzayı geri çektiğimizde Avrupa Yerel Yönetimler Şartı'ndan doğan yerel yönetimlerin, özerk yönetimlerinin oluşabileceği. Dolayısıyla, doksan yıldır bu ülkede bir fobi hâline gelen Kürtler, Kürtlerin bölünme korkusu, endişesi bu çekincelerin hâlâ devam etmesinin en büyük nedenlerinden biridir. Ama gerçek şu ki uluslararası evrensel hukuk kurallarının, uluslararası bu sözleşmelerin ve dünyanın, özel olarak da Avrupa'nın kabul ettiği Yerel Yönetimler Şartı'ndaki hükümler, Türkiye'de de Avrupa'da da doğrudan demokrasinin, gerçek demokrasinin uygulanmasının vazgeçilmez kurallarıdır.

Yerel demokrasinin, demokratik bir sistemin inşasının öncelikli yolu, Yerel Yönetimler Şartı'nda da ifadesini bulduğu gibi, ademimerkeziyetçi bir sistemin inşa edilmesidir. Bunun, tarihte sosyolojik gelişme sürecinin doğal sonucu olarak da varmamız gereken nokta bu.

Hepinizin bildiği üzere, devletlerin ortaya çıkış süreçleri Antik Çağ Yunan site devletleri. Orta Çağ'da bu devletlerin ya din kimliği üzerinden veya mezhep kimlikleri üzerinden imparatorluklaştıklarını ama ademimerkeziyetçi konumlarını da devam ettirdiklerini görüyoruz.

Kapitalist çağın burjuva ideolojisinin oluşturmuş olduğu ulus, tekçi ulus devlet anlayışı 1700'lü yıllardan günümüze miadını tamamlamıştır. Dünyada bunun pratiğini, bunun nasıl çözüldüğünü hepimiz her gün görmekteyiz.

İşte 21'inci yüzyılda ademimerkeziyetçiliğin hâkim olduğu, yerel yönetimlerin güçlendirildiği, toplumsal aidiyetlerin, farklılıkların yerel düzeyde kendisini örgütleyebildiği, kendisini karar sürecine katabildiği ve tekçi ulus anlayışı yerine çoğulcu, demokratik ulus paradigmasını inşa edebilen devletler, bu kapitalist modernitenin veya kapitalist çağın ulus devlet kültüründen, ulus devlet yapısından kendisini kurtarabilmiş ve bütün sorunları aşabilmiştir. Maalesef, bunu aşamayan ülkeler, hâlâ bu sistemle iç sorunlarını aşamadığı gibi, iç çatışmalar ve giderek parçalanmayla yüz yüze kalmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bugün Türkiye'de de önemli bir sorun olan Kürt sorununun çözümü noktasında, idari ve siyasi olarak Anayasa'nın durumunu ve yıllardır sorun üreten idari yapının gözden geçirilmesi gerektiğinin bir zorunluluk olduğunu görmekteyiz. Yaşanan süreci ve hepimize acı veren, otuz yıldır birçok insanımızın canına ve milyarca dolar ekonomiye mal olan Kürt sorununun çözülebilmesinin, bir çözüme kavuşmasının ve demokratik bir cumhuriyete ve demokratik bir ulusa ortak vatanda ulaşabilmemizin örnekleri, modelleri dünyada çoktur.

Bakın, İrlanda'da yıllarca benzer sorunlar yaşandı ama İngiltere, yıllarca, bastırmacı, şiddetle, inkârla sorunun devam edemeyeceğini, bir şekilde bu sorunun çözülmesi, müzakereyle ve demokratik yöntemlerle sonuca ulaşmasının yolunu buldu ve Kuzey İrlanda sorununu, hepinizin bildiği gibi, çözüme ulaştırdı.

Yine, Kolombiya'da yıllardır devam eden FARC gerillaları ile Kolombiya Hükûmeti arasında, yine binlerce insanın ölümüne neden olan süreç giderek barışa, giderek demokratik çözüme ulaşmaktadır.

Daha da önemlisi, Türkiye'nin bizzat rol aldığı, Türkiye'nin bizzat görev üstlendiği ve çözüm sürecinde başaktör olduğu Moro İslami Kurtuluş Cephesi ve Filipinler Hükûmeti arasında yaşanan mesele. 1960'lı yıllarda kurulan Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi çeşitli görüşmeler yapıp, 1980'li yıllarda Hükûmetle yarı özerklik konusunda varılan anlaşma üzerine Moro Ulusal Kurtuluş Cephesinden ayrılan İslami Kurtuluş Cephesi bu yarı özerklik anlaşmasını kabul etmeyerek 1981 yılından bu tarafa Filipinler'de silahlı mücadele vermiştir. Ama pek çok görüşmelere, pek çok görüşmelerin sonuçsuz kalmasına, yeniden çatışmaların başlamasına ve zaman zaman Hükûmetin varılan sözleşmeleri rafa kaldırmasına, zaman zaman Moro İslami Ulusal Kurtuluş Cephesinin varılan antlaşmalardan vazgeçmesine rağmen, süreç devam edip Türkiye'nin de gözlemci olduğu, hatta silah bırakma sürecinde komisyon başkanlığını Filipinler Büyükelçiliğinin yaptığı bir çözüm sürecine ulaşabildiğinin pratiğine, gerçeğine bizatihi Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti tanıktır.

Değerli arkadaşlar, başka ülkelerde gelişen, bizimle benzer meselelerin hangi metotlarla, hangi yollarla, nasıl çözüldüğünün, nasıl sonuca ulaşıldığının pratik deneyimleri var. Bizden 10 bin kilometre uzaklıkta, belki daha fazla kilometre uzaklıkta bulunan Filipinler'de gönüllü olarak, büyük bir coşkuyla, büyük bir hevesle rol alan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin, en başta kendi içinde, kendi yönettiği devlette ve büyük acılara sebep olan Kürt sorununun çözümünde daha istekli, daha coşkulu, daha yapıcı ve daha canhıraş çalışması gerekiyor. Kendi ülkesinin içindeki bir sorunu çözemeyen bir Hükûmetin ister Filipinler'de ister Afrika'nın herhangi bir ülkesinde ya da Latin Amerika'daki bir ülkede ara bulucu, gözlemci olması bir anlam ifade etmeyecektir.

Hükûmetin Kürt sorunu konusunda aldığı tutum, savaş konsepti, inkâr, yeniden inkâr, yeniden yok sayma ve yeniden şiddet yöntemi ile şiddeti önemseyen, öne çıkaran politikalarıyla Türkiye'de özellikle de son iki üç aydır uygulanan ve insan haklarını ihlal eden sokağa çıkma yasağıyla âdeta Kürt halkı kolektif olarak, toplu olarak cezalandırılmaktadır. Subjektif niyet bu olmasa bile, pratikte toplu cezalandırma, toplu cezaevi oluşturma pratiği uygulanmaktadır. Dolayısıyla, bu uygulamalar bölgede gerçek anlamda bir duygu kırılması yarattığı gibi, bunun sonuçlarının bize belki iki yıl, üç yıl sonra çok daha ağır yansıyacağı bir realitedir.

Genelkurmay Başkanının verdiği verilere göre, 900 küsur civarında -tırnak içinde- teröristin öldürüldüğü varsayılıyor son iki ay içinde, bu sokağa çıkma yasaklarında. Arkadaşlar, bir an için düşünün, 950 kişi uzaydan gelmiyor, bu ülkenin çocukları ve her bir öldürüldüğü iddia edilen kişinin en az 10 tane akrabası vardır. 900 kişiyi 10'la çarptığımız zaman, sadece iki ay içerisinde Türkiye'de 9 bin kişinin, yakın akrabası olan 9 bin kişinin bu olaydan etkilendiği gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Aynı şekilde, tersine, ölen asker ve jandarmaların ailelerinin, aynı şekilde duygu kırılması yaşadığını varsaydığımızda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET EMİN ADIYAMAN (Devamla) - ...bu gidişatla, bu yöntemle bu sorunun çok daha büyük, derin yaralar açacağı gerçeğiyle yüz yüzeyiz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)