GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:30
Tarih:20.01.2016

DİRAYET TAŞDEMİR (Ağrı) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Saatlerdir aslında Genel Kurulda bu Parlamentonun üyesi olan bir milletvekilinden söz ediyoruz, Faysal Sarıyıldız Vekilimizden söz ediyoruz. Vekilimiz saatlerdir Şırnak Cizre'de yani seçildiği ilde, aslında seçilmiş diğer arkadaşlarımızla birlikte ateş altındaydı. Dolayısıyla, bu durumun kendisinin bile Meclis açısından, Genel Kurul açısından ve Parlamentonun saygınlığı açısından, hepimiz açısından utanç duyulması gereken bir durum olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Evet, Faysal Sarıyıldız ve yanındaki seçilmiş arkadaşlarımız, saatler sonra ateş altında oldukları bodrumdan, geçici bir şekilde şu an belediye binasındalar. Bu durumun kendisi, arkadaşlarımızın can güvenliğinin sağlandığı anlamına gelmiyor. Aslında bu, vahşetin, trajedinin ne durumda olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Bir milletvekili saatlerdir ateş altında; yanındakiler yaralanmış, onlarca kişi ağır yaralı hâlde, saatlerdir burada, Parlamentoda bir ambulansın gönderilmesi için tartışmalar yürütüyoruz, bunun mücadelesini veriyoruz.

Evet, burada, bu olayla ilgili Hükûmeti dinledik, Sayın Bakanı dinledik. Açıkçası, Sayın Bakanın ve Hükûmet sözcülerinin ifadeleri bizi çok daha fazla kaygılandırmıştır, kaygılarımızı daha fazla artırmıştır. Dolayısıyla, açıklamalar ve getirilen izahatlar bir kez daha şunu göstermiştir ki açıkçası seçilmişlerin ve vekillerin can güvenliği yoktur. Bunu, bir kez daha ifade etmek isteriz ki bu kürsüde ifade edilen sözler, kullanılan kavramlar bir kez daha göstermiştir ki hiç kimsenin Cizre'de, Silopi'de, Şırnak'ta can güvenliği bulunmamaktadır. Bu Parlamento sırasında "Faysal Sarıyıldız Cizre'de ne yapıyor?" diye ifadeler utanılmadan, sıkılmadan kullanıldı. Belki sizler bilmiyor olabilirsiniz, o zaman bir kez daha şunu ifade edeyim: Faysal Sarıyıldız, Şırnak'ın milletvekilidir. Yüzde 90'lara varan bir oy almıştır ve halkın temsilcisidir. Peki, Faysal nerede olsaydı? Bodrum'da mı, Hawaii adalarında mı? Nerede olmasını beklerdiniz? Evet, Meclise de geliyor, Mecliste de kendini ifade ediyor ama seçilmişleri abluka altındayken, seçilmişleri öldürülmekle yüz yüzeyken, gelip burada sizler gibi sadece elini kolunu kaldırarak indirerek Meclis çalışması yapmıyor. Sizler bunu yapabilirsiniz ama biz bunu yapmayacağız. Biz, her koşulda, her durumda halkımızın yanında olacağız, halkımızla birlikte olacağız. Bunun bedeli kurşun sıkılmak, bunun bedeli ölüm olsa bile biz bu tavrımızdan vazgeçmeyeceğiz. Dolayısıyla, Faysal Vekilimiz ve oradaki seçilmişlerimiz de şu an aynı durumdalar, aynı olayı yaşıyorlar.

Aslında günlerdir, biz, burada, yaşanan vahşeti sizlere anlatmak istiyoruz, Parlamentonun bu konuda sorumluluk almasını istiyoruz. Bu sorunun bu sıralarda, bu kürsüde çözülmesini, tartışılmasını talep ediyoruz ama sizler gerçekten bunun karşısında şu an Pollyannacılık oynuyorsunuz. Yokmuş gibi davranmaya çalışıyorsunuz ama siz görseniz de görmeseniz de orada bir vahşet var, bir savaş yaşanıyor.

Bakın, dünden beri bu kürsüde ne tartışılıyor? Diktatörlük tartışılıyor. Bir genel başkanın eleştiri olarak söylediği bir kavram -günlerdir burada bütün Hükûmet sözcüleri, söz alan vekiller- nasıl olur da bir diktatörlük kavramı kullanılır üzerinden Mecliste yer yerinden oynatıldı.

Kimin diktatör olduğu, "Benim diktatörüm mü iyi, sizinki mi iyi?" tartışması yürütülüyor. Aslında, gerçeklik bu anlamda maniple edilerek gündem değiştiriliyor.

Biraz sonra size vereceğim örneklerde, açıkçası yüzünüzü kürdistana çevirdiğinizde diktatörlüğün ne olduğunu da anlamış olacaksınız. Dolayısıyla da diktatörlük için de bu kadar tartışmanıza gerek yok. Bir kez daha tarih sayfalarını açıp baktığınızda, Kürtlerin karşılaştıklarını gördüğünüzde diktatörlüğün tanımını da açıkçası görmüş olacaksınız.

Kırk sekiz gündür Sur'da, Silopi'de, Cizre'de insanlar evlerine hapsedilmiş. İnsanlar sokağa çıktığı için öldürülmüyor, insanlar evlerinde hapsedildiği için öldürülüyor, evleri başlarına yıkılıyor. Bakın, Melek Alpaydın denen bir kadının, evinde çocuklarıyla birlikte kahvaltı ederken ve sokağa çıkma yasağının olmadığı bir mahallede havan topuyla başı gövdesinde ayrıldı ve kadın arkadaşımız yaşamını yitirdi.

Başbakan dün şöyle bir ifade kullandı, dedi ki: "Evet, iki gün sonra ablukalar kalkacak." Açıkçası bugün yaşadıklarımız bize şunu düşündürüyor: Ablukalar nasıl kalkacak? Aslında, Cizre'de, Silopi'de yaşayan hiç kimseyi bırakmadan mı kalkacak? Bunu mu ifade etmek istiyorsunuz? Yani, Cizre, Silopi, Sur'u yıkıp yerine yeni şehirler kurarak, yeni insanlar getirerek mi bu sorunu çözeceksiniz? Başbakanın bu ifadelerinden biz bunu mu anlamalıyız?

Bakın, bu kürsüde aslında saatlerce söylendi, bu arkadaşların isimleri de verildi. Bu ülkede herkesin utanç duyması gereken bir durum yaşanıyor. 2 çocuk ambulans gönderilmediği için dört gün sokak ortasında kan kaybederek öldü. AİHM'de bunun için tedbir kararı alındı. AİHM hangi durumlarda, hangi rejimlerde, hangi koşullarda tedbir alıyor? Bunun üzerine bir kez daha düşünülmesi gerekiyor. Göz göre göre, herkesin gözü önünde, izlenerek Hüseyin Paksoy ve Serhat Altun açıkçası katledildi. Ölmediler, aslında onlar herkesin gözleri önünde öldürüldüler.

Bakın, bir vahşetin örneğini daha vermek istiyorum. Bir baba, oğlunun cenazesini ambulansa koyuyor ve diyor ki: "Ben oğlumu ambulansa koyarken benim oğlumun gözleri vardı." Daha sonra defnedilmek için alındığında çocuğunun gözlerinin olmadığını söylüyor. Bir babaya bu vahşeti yaşatan zihniyet nerede var? Hangi inançta, hangi kültürde, hangi ahlakta böyle bir durum yaşanıyor? Ölülere işkence edilmesi hangi inançta var, bunu bize lütfen açıklar mısınız? Bunu yapan zihniyetin adı nedir? Bir babaya bu vahşeti yaşatmanın anlamı nedir? Bununla nasıl bir mesaj verilmek isteniyor? Ne söylenmek isteniyor? Bunu bir kez daha ifade edin, bizler anlamakta zorlanıyoruz çünkü.

Cenazeleri yıkayan imamlar diyorlar ki "Biz cerrah gibi çalışıyoruz. Bazen gördüklerimiz karşısında gerçekten aklımız almıyor, yüreğimiz kaldırmıyor ve bizler bayılıyoruz." Bayılan onlarca imam var. Bu vahşetin adı nedir? Bu zulmün adı nedir, bunu bir kez daha ifade etmenizi istiyoruz.

Bakın, hendek mendek diyorsunuz ama hendeklerin olmadığı bir yerden bir örnek vereceğim ve sözlerimi bitireceğim. Ağrı'nın Diyadin ilçesinde ağustos ayında hendek yok -hâlâ da Diyadin'de hendek yok- 2 tane çocuk, Orhan ve Muhammet isminde 2 çocuk, biri 15 yaşında, biri 16 yaşında, katledildiler. Orhan'ın babası Erzurum'a...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Taşdemir, toparlamanız için ek süre vereceğim.

Buyurun.

DİRAYET TAŞDEMİR (Devamla) - Bitiriyorum Başkan.

Orhan'ın babası Erzurum'a giderken oğlunu teşhis etmek için, utanmadan orada bir savcı gülerek babasına diyor ki "Sen oğlunu nasıl tanıyacaksın?" Orhan'ın babası diyor ki "Ben oğlumu kokusundan tanırım."

Evet, siz bu halka, bu babalara, bu annelere, bu çocuklara bu vahşeti yaşattırdınız. Tüm bunlar ancak ve ancak faşizm rejimlerinde, diktatörlük rejimlerinde olur. Dolayısıyla, çok merak ettiğiniz diktatörlüğün ne olduğunu, nasıl olduğunu bu ifadeler ve bu örneklerle bir kez daha anlamış olacağınızı umuyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)