GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:29
Tarih:19.01.2016

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin gazetecilere ve basın mensuplarına yönelik fiilî saldırıların araştırılması konusundaki Meclis araştırması önergesi hakkında söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada demokrasinin niteliğinin temel göstergesi, ifade ve basın özgürlüğünün seviyesidir. Maalesef, ülkemiz, uluslararası tüm göstergelere göre, basının özgür olmadığı ülkeler arasında sayılmaktadır. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütüne göre, 180 ülke arasında 149'uncu sıradayız. "Freedom House", "Özgürlükler Evi" isimli düşünce kuruluşu ise önceki yıllarda "kısmen özgür" olarak değerlendirdiği ülkemizi, geçen yıldan itibaren, "basının özgür olmadığı ülkeler" kategorisine soktu.

Bu kaygı verici değerlendirmelerin ardında, ülkemizde basın kuruluşları ile basın emekçilerini mesleklerini yapmaktan alıkoyan Hükûmet baskıları, tehditler ve yıldırma politikaları yatmaktadır. Ülkemizde gazetecilerin karşı karşıya oldukları en büyük tehdit, kendilerine yönelik fiilî saldırılardır. Üzülerek söylemeliyim ki Türkiye, gazetecilerin fikirleri ve eleştirel tutumları nedeniyle rahatlıkla öldürülebildikleri bir ülkedir.

Bugün, tanıma onuruna da sahip olduğum değerli meslektaşım Hrant Dink'in katledilişinin 9'uncu yıl dönümü. Kendisini saygıyla anıyoruz. Devlet içindeki çeşitli odakların her türlü engelleme, örtme girişimlerine rağmen onun davasını, iğneyle kuyu kazar gibi, yıllardır takip eden ailesine ve sevenlerine de bir kez daha başsağlığı ve sabır diliyoruz.

Ayrıca bu hafta, Türkiye'nin yetiştirdiği en değerli araştırmacı gazetecilerden olan Sevgili Uğur Mumcu'nun katledilişinin de 23'üncü yıl dönümü. Onu da özlemle anıyoruz.

Hrant Dink dosyası ve diğer faili meçhul cinayetler, Türkiye'de hukuk devleti olmanın turnusol kâğıdıdır. Yıllardır mahkeme mahkeme gezmekte olan bu dava dosyasının en kısa süre içinde ve sorumluluğu olan tüm devlet görevlilerini de kapsayacak bir biçimde sonuçlandırılmasını sağlamak zorundayız. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması, hepimizin ama özellikle iktidarın birinci görevidir.

Değerli arkadaşlar, Bağımsız İletişim Ağı Bianet'in raporlarına göre son üç ayda 15 gazeteci, 1 medya grubu ve 1 medya organı saldırıya uğradı, 4 gazeteci, 5 medya organı tehdit edildi. Bir önceki üç ayda yani temmuz-eylül aylarında ise 24 gazeteci, 3 medya organı ve 1 gazete matbaası saldırıya uğramış, 20 gazeteci, 7 medya organı tehdit edilmişti. Geçtiğimiz aylarda arka arkaya gelen, Hürriyet gazetesine ve gazeteci Sayın Ahmet Hakan Coşkun'a yapılan saldırılar, Star gazetesinin Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Murat Sancak'a yapılan silahlı saldırı, Star gazetesinin İstanbul'daki binasının bahçesine bomba yerleştirilmesi, Sabah ve ATV binalarına yapılan saldırılar, Cumhuriyet gazetesine bombalı saldırı ihbarı ve Türkiye'nin dört bir yanından saldırı ve tehdit haberleri, bu ve benzer listelerde sürekli yer almaktadır.

Gazetecilerin ve basın kuruluşlarının görevlerini özgürce yerine getirebilmesi, demokrasinin en temel koşuludur ve Anayasa'mızın 28'inci maddesinde teminat altına alınmıştır. Bu teminatın tam anlamıyla yerine getirilebilmesi için, öncelikle, yukarıda örneklerini saydığım bu tür saldırıların tüm yönüyle aydınlatılması gerekmektedir. Ancak bu konuda yürütme ve yargı kurumlarının iyi bir sınav veremediği kanaatindeyiz. Gazeteci Ahmet Hakan'ın aldığı ölüm tehditlerinin hemen ardından evinin önünde darbedilmesi ve sonrasındaki soruşturma safhası, bu konuda en çarpıcı örneklerden biridir. Türkiye'de, neredeyse, her muhalif görüş sergileyeni, çoluk çocuk demeden, engelli, yaşlı demeden, gazeteci, akademisyen, öğrenci, öğretmen demeden şu ya da bu terör örgütüne dâhil eden yargımız, ne hikmetse, göz göre göre gelen bu saldırıda hiçbir örgüt bağlantısı çıkaramamıştır. Saldırganlardan da biri hariç tümü serbest bırakılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, benzer bir biçimde, Hürriyet gazetesinin İstanbul ve Ankara'daki tesislerine yüzlerce kişinin katılımıyla 2 kez düzenlenen taşlı, sopalı saldırılarda da tüm saldırganlar hakkında örgütlü suç şikâyetleriyle ilgili takipsizlik kararları verilmiştir. Sadece birkaç saldırgan hakkında mala zarar verme eyleminden kamu davası açılmıştır, o kadar. Olayların sorumluluğunu gururla üstlenen kişi hakkında ise hem yargının hem de Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin yaklaşımı gerçekten düşündürücüdür. Saldırı sırasında grubun içinde yer alan AKP eski Gençlik Kolları Başkanı ve milletvekili olan şahıs hakkında yargı, kendisinin bu konuda sorumluluğu üstlenen açıklamalarına rağmen takipsizlik kararı vermiştir, üstüne üstlük aynı kişi, bizzat bu Hükûmet tarafından, Başbakan Davutoğlu tarafından ödüllendirilerek Bakan Yardımcısı yapılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, gazetecilerin ve basın kuruluşlarının varlıklarının ve özgürlüklerinin koruyucusu olması gereken Hükûmet, neden bu saldırılarda yer alan isimleri sahiplenmekte ve hatta ödüllendirmektedir? Türkiye'nin en büyük medya kuruluşuna taşlı, sopalı saldırıyı kimler örgütlemiştir? Tehdit almakta olan bir gazeteci, tehdit aldığı bilinmesine rağmen evinin önünde nasıl darbedilmiştir? Saldırganlar niçin serbest bırakılmıştır? Sıradan 3 kişi şuradan Ulus'a, Taksim'e yürümeye kalksak terör örgütü çıkaranlara, Grup Yorum bileti sattı diye gencecik Erkin Kocaman'ı yıllardır Kırıkkale Cezaevinde örgüt üyeliğinden hapis yatıranlara sormak lazım: Hürriyet gazetesine taşlı, sopalı saldıranlar, onları yönlendirenler ve övenler, bir gazeteciyi tehdit edenler, sokak ortasında dövenler, örgüt değil de nedir, nasıl serbest kalmaktadırlar? Bunun halkımıza izah edilmesi gerekmektedir. İşte biz bu yüzden bu araştırma önergesini veriyoruz.

Değerli arkadaşlarım, biz, sadece Hükûmetin hedefindeki basın kuruluşlarına değil, Hükûmetin yanında yer alan basın kuruluşlarına yönelik saldırı ve tehditlerin de karşısındayız. Nitekim Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu, saldırıya uğrayan Star Medya Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Sancak'ı arayarak geçmiş olsun dileğinde bulunmuştu. Bununla da yetinmedik, Sayın Genel Başkanımız konunun faillerinin bulunmasını Sayın Başbakanla görüşmesinde de gündeme getirdi. Hatırlarsanız, Sayın Davutoğlu tarafından kendisine iletilen "Saldırının failleri yakalandı." bilgisini de kamuoyuyla paylaştı. Şimdi soruyoruz, Sancak'ın aracına 21 kurşun sıkan o faillerin akıbeti ne olmuştur? Sulh ceza hâkimliği baktığına göre, bu, bir örgüt suçu mudur? Örgüt üyeleri kimlerdir? Yakalananların sulh ceza hâkimliği tarafından serbest bırakıldıkları bilgisi doğru mudur? Bu saldırı kimler tarafından yapılmış ya da yaptırılmıştır? Kamuoyunda saldırının basın faaliyetleriyle ilgili olmadığına ilişkin iddialar, söz konusu basın, medya grubu tarafından yalanlanmaktadır; öyleyse işin gerçeği nedir? Bu soruşturma dosyası üzerinde neden gizlilik kararı konulmuştur?

Değerli arkadaşlarım, yukarıda örnekleriyle saydığımız her görüşten basın kuruluşları ve gazetecilere yönelik saldırı ve tehditlerin aydınlatılmamış olması, yeni saldırılar için uygun iklimi canlı tutmaktadır; bu da son derece kaygı vericidir. İşte, bu yüzden araştırma önergemizin desteklenmesi son derece önem taşımaktadır. Ancak bu şekilde ülkemizde tam demokrasi var olur ve gelişir.

Sayın milletvekilleri, halkın haber alma özgürlüğünün korunması açısından önemli bir husus da hangi görüşten olursa olsun basın kuruluşlarının varlığını sürdürebilmesidir. Bunun en önemli yolu da reklam gelirleridir. Grup Başkan Vekilimiz Sayın Levent Gök, geçtiğimiz günlerde kamu bankalarının son beş yıllık reklam giderlerine ilişkin tabloları kamuoyuyla paylaştı. Bu rakamlar, devlet bankalarının 1 milyar 32 milyon 273 bin liranın -yani eski parayla 1 katrilyon liranın- tamamının iktidara yakın medya kuruluşlarına aktarıldığını, muhalif yayın yapan basın kuruluşlarına ise hiç ilan verilmediğini ortaya koymaktadır.

Değerli arkadaşlarım, kamu bankalarının sahibi Adalet ve Kalkınma Partisi değildir, o bankaların sahibi tüm millettir. Zararları, milletimizin her bir bireyinin kıt kanaat denkleştirmeye çalıştığı bütçesinden, çocuklarımızın rızkından finanse edilmektedir. Bu bankalar ve onları bizler adına yönetenler, bunu hiç akıllarından çıkarmamalıdır; tüm basın kuruluşlarına eşit mesafede olmalı, hakkaniyet ilkesiyle yaklaşmak zorundadırlar. Bu, onlar için de, onları koruyup kollayan ve yönlendiren AKP Hükûmeti için de bir tercih değil, mecburiyettir. Bugün getirdiğimiz araştırma önergemizde, halkın haber alma hürriyetini sağlayacak önlemler kapsamında kamu bankaları ile basın kuruluşları arasındaki ilan ilişkisinin de araştırılmasını istemekteyiz.

Değerli arkadaşlarım, konuşmamın sonunda bir hususu daha dikkatinize getirmek isterim: Türkiye'de ifade ve basın özgürlüğü ve dolayısıyla bilgilenme hakkımızı elimizden alan bir başka etken de gazetecilere yönelik soruşturmalar, gözaltılar ve tutuklamalardır. Bu ülkede bir medya patronunun aracına 21 kurşun atan saldırganlar, sulh ceza mahkemeleri tarafından serbest bırakılmakta, ancak tek suçları, haber yapmak olan Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül'ü elli dört gündür özgürlüklerinden aynı sulh ceza mahkemeleri mahrum bırakmaktalar. Bu çelişkiyi birilerinin bizlere anlatması gerekir.

Değerli arkadaşlarım, bu 2 gazeteci, ne silah attılar ne örgüt kurdular ne de gazete binalarına saldırı örgütlediler, yaptıkları iş, sadece ve sadece gazetecilikten ibarettir. Hâl böyleyken, "casusluk ve terör örgütüne yardım" gibi son derece ağır ve haksız suçlamalarla, yaklaşık iki aydır cezaevinde tutulmaktalar. Bunun hiçbir Batı demokrasisinde örneği yoktur.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihadına göre, masumluk karinesi ve tutuksuz yargılama esastır. Bu, hepimiz için geçerlidir. Tutukluluğun devamına karar verilmesi için, mahkeme, tutukluluğun devamı için yeterli nedenlerin bulunduğunu göstermekle yükümlüdür ama Dündar ve Gül'ün tahliye talepleri "Yeni delil yok." denilerek iki aydır reddedilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayınız Sayın Çakırözer, bir dakika daha veriyorum.

UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) - Bu keyfî tutuklamanın acil olarak sona erdirilmesi ve söz konusu iki gazetecinin bir an önce yargı önüne çıkarılması gerekmektedir.

Tutuklama koşullarına gelince, iki gazeteci, sadece özgürlüklerinden mahrum bırakılmamış, kırk üç gün boyunca tecritle cezalandırılarak, beden ve ruh bütünlüklerine maddi ve manevi olarak işkence uygulanmıştır. Şimdi de sosyal bir tecrit altında bırakılmaktadırlar. Aileleri, avukatları ve biz milletvekilleri dışında kimseyle görüştürülmemektedirler. Kendilerini ziyaret etmek isteyen yerli ve yabancı meslektaşlarına, sivil toplum örgütlerine ve yabancı siyaset adamlarına izin verilmemektedir.

Son olarak geçtiğimiz pazar günü Avrupa Sosyalist Partisinin Genel Başkanı ile Sosyalist Enternasyonal Genel Sekreterinin, kendilerini cezaevinde ziyaret etme talepleri, Adalet Bakanlığı tarafından reddedilmiştir. Avrupa ve dünyanın iki saygın siyasetçisinin, görüştürülmedikleri tutuklu gazetecilerle dayanışma için Silivri Cezaevi kapısında nöbet tutmak zorunda bırakılmaları dahi demokrasimiz açısından büyük utanç vesilesidir.

Basın özgürlüğünün bir kez daha, sizin, bizim, hepimizin gerçekleri öğrenme, bilgilenme ve haber alma özgürlüğü olduğunu anımsatır, hepinizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)