| Konu: | Gazetecilerin yaşama hakkının korunmasına ilişkin gündem dışı konuşması |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 19.01.2016 |
ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, değerli kâtip üyeler, emekçi arkadaşlarım ve basın emekçileri ve sevgili vekil arkadaşlarım...
BAŞKAN - Sayın Sarıhan, bir saniye lütfen, yeniden başlatacağım sürenizi.
Sayın milletvekilleri, çok uğultu var; sayın hatibin ne dediği gerçekten anlaşılmıyor. Özel sohbetlerinizi lütfen Genel Kurul dışında yapınız ve hatibi dinleyelim.
Teşekkür ederim.
Sayın Sarıhan, yeniden başlatıyorum.
Buyurunuz.
ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Arkadaşlar, selamımı yineliyorum, biraz önce sunmuştum.
Bugün uluslararası bir sözleşmenin yıl dönümü. Bu sözleşme, Zorla Kayıp Edilmeye Karşı Herkesin Korunmasına Dair Bildiri; 18/12/1992. Bu tarih, aynı zamanda uluslararası sözleşmelere, iç hukukumuzdaki düzenlemelere ve sayısız sözleşmeye karşın bizim ülkemizde hâlâ aydın ölümlerine, gazeteci ölümlerine, insanlarımızın, yurttaşlarımızın ölümlerine tanık olduğumuz bir tarihi de ifade ediyor.
Biraz önce değerli başkan bize ifade ettiler, dediler ki: "Bugün gazeteci Hrant Dink'in ölüm yıl dönümüdür." 2007 yılında yaşamını yitirmişti, daha doğrusu katledilmişti; bunlara, normal ölüm olmadığı için "yaşamını yitirmişti" sözü belki çok yerine oturmuyor. Bu haftanın sonunda da başka bir yıl dönümüyle karşı karşıya kalacağız. Bu yıl dönümü, sevgili arkadaşımız Uğur Mumcu'nun katledildiği gün, 24 Ocak 1993. 30 Ocakta da değerli bir hocamızın ölüm yıl dönümünü birlikte değerlendireceğiz, birlikte anacağız.
Sevgili arkadaşlar, bu ölümlere ilişkin olarak ülkemizde yargı hangi görevi yapmaktadır, yargının bu ölümler karşısındaki tutumu nedir? Galiba bundan önce, yargıdan önce yürütmenin bu tür ölümler karşısındaki tutumu nedir, bunu konuşmak, daha sonra da yasamanın sorumlulukları üzerinde durmak gerekiyor. Bu kadar ağır ve ayrıntılı bir konuyu beş dakikada elbette ki konuşmamız olanaklı değil ama küçük anımsatmalar yapmak istiyorum.
"Hrant Dink neden öldürüldü?" sorusunun idari makamlardaki yansıması şöyle: 6 Şubat 2004'te Agos gazetesinde bir yazısı yayımlanıyor. Bu gazete haberi üzerine, bu haberden, basındaki bir haberden, kurşunla değil kalemle yazılmış bir haberden rahatsız olanlar Agos gazetesi önüne gelerek çeşitli tepkiler sunuyorlar. Bunların hangi kesimler olduğunu tek tek söylemiyorum. Daha sonra Hrant Dink İstanbul Valiliğine çağrılıyor, İstanbul Valiliğinde vali yanında bulunan 2 kişi kendisine yönelik tehditte bulunuyor. Bu tehditten sonra yeniden Agos'un önünde yeni gösterilerle karşılaşıyoruz. Bunun tarihi de 20 Şubat 2004. 25 Şubat 2004 cumhuriyet savcılığına çağrılışı, 26 Şubat 2004 Agos önünde toplanan kişilerin eylemleri ve bu olaylardan sonra korunma isteğinde bulunuyor ama korunma işleminin yapılması yerine onun etrafında ağır bir ölüm çemberi oluşturuluyor ve hepimizin anımsadığı bugünü yaşıyoruz.
Hrant Dink bir gazetecidir, Uğur Mumcu da bir gazetecidir. Bugün nasıl düşüncelerini açıkladıkları için düşüncelerinden ötürü yargı önüne taşınmaya çalışılan aydınlar varsa, Türkiye gerçeğinde bu olgu hep yinelenmiştir ve çok daha vahim olarak onlar yaşam haklarını yitirmek durumunda kalmışlardır.
Yaşama hakkının güvence altına alınması konusunda önlemler bizim görevimizdir sevgili arkadaşlar, bu Parlamentonun görevidir, yasamanın görevidir. Mevcut yasalar uygulanmıyorsa bunların uygulanması konusunda da harekete geçmek bizim görevimizdir. Devlet insanlarını yaşatmak için vardır.
Burada sözlerimi bitirmek durumundayım çünkü süre yetmiyor ama olanak bulabilirsem daha sonraki aşamalarda başlıklarını koyduğum ama anlatamadığım konularda da görevlerimiz konusunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)