GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: YARGI HİZMETLERİNİN ETKİNLEŞTİRİLMESİ AMACIYLA BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI VE BASIN YAYIN YOLUYLA İŞLENEN SUÇLARA İLİŞKİN DAVA VE CEZALARIN ERTELENMESİ HAKKINDA KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:128
Tarih:30.06.2012

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3'üncü Yargı Reformu Paketi adıyla tanımlanan kanun tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında son zamanlarda ülkemizin mübarek topraklarına birer birer düşen şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Düşürülen uçağımızın henüz bulunamayan pilotları hakkında ümidimizi muhafaza etmekle birlikte ailelerine ve Türk milletine metanet ve sabırlar diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, Milliyetçi Hareket Partisinin hassasiyeti ve en önemli meselesi vatandaşlarımızın hak, hukuk, adalet ve temel hürriyetlerini korumanın yanı sıra Türk devletinin ve Türk milletinin bekasıyla ilgili düzenlemelerde düşüncelerini açık, net bir şekilde ortaya koyabilmesidir.  İşte, huzurunuzdaki tasarıya da bu temel ilke kapsamı içerisinde yaklaşmaktayız.

Tasarı, icra iflas, ceza ve idari yargı alanlarında mevzuat değişikliklerini içermektedir, basın yayın yoluyla işlenen suçlarda dava ve cezaların ertelenmesine ilişkin hükümler getirmektedir.

Genel olarak tasarıyı değerlendirdiğimizde, icra iflas, ceza ve idari yargı mevzuatında kısmi olumlu iyileştirmeleri içermekte, buna mukabil ceza ve idari yargı alanında ciddi kaygılar uyandırmaktadır.

Özellikle tasarının 73, 84, 104'üncü maddeleri ile geçici 1'inci maddesinde "örtülü af" olarak tanımladığımız ciddi bir sonucu ortaya koyabilecek düzenlemeler vardır.

Tasarının 73'üncü maddesinde, terör örgütüne mensup olmasa bile örgüt adına suç işleyenlerin örgüt mensubu gibi cezalandırılacaklarına dair hüküm kaldırılmakta, tasarının 84'üncü maddesiyle örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenler ile örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişilerin cezaları üçte 1'e kadar indirilmektedir.

Tasarının 104'üncü maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendiyle Terörle Mücadele Kanunu'nun 13'üncü maddesi yürürlükten kaldırılmakta, terör suçlarıyla ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılması, verilen hapis cezalarının seçenek yaptırımlara çevrilmesi ve ertelenmesinin yolu açılmaktadır.

Tasarı yasalaştığı takdirde, değerli milletvekilleri, terör örgütünün talimatıyla düzenlenen bir gösteride bu gösteriye katılarak güvenlik güçlerine karşı mukavemet suçu işleyen, onları yaralayan, molotofkokteyli atarak belediyelerin otobüslerini, iş dünyasının dükkânlarını, ticarethanelerini yakıp yıkan ve bu arada pek çok kişinin yanmasına, yaralanmasına ve maddi ve manevi hasarın oluşmasına sebep olan kişilerin eğer terör örgütü üyesi olduğu tespit edilemez ise, ya hiç ceza almayacak ya hükmün açıklanması ertelenecek  ya cezası ertelenecek veya kanunda gösterilen diğer yaptırımlara tabi olacaktır. Güvenlik güçlerinin aldıkları yaralar, molotofkokteyliyle yaralananların yanıkları, kırılıp dökülen caddelerdeki esnafın, tüccarın maddi ve manevi zararları yanlarına kâr kalacaktır.

Bu madde kaldırıldığı için, değişikliğin lehe olması nedeniyle daha vahim bir durum ortaya çıkacaktır; o da lehe olan hükmün uygulanması gereği daha önce mahkûm olan diğer kişilere sirayet edecek ve yargının iş yükü bir kat daha şişirilmiş olacaktır. Aynen Türk Ceza Kanunu'nda 2004 yılında yapılan değişiklikle kesinleşmiş bir mahkeme karanının üç dört defa yargının ayrı kademelerinde tekrar değerlendirilmesi mecburiyeti nasıl hasıl olmuş ise burada da aynı durum ortaya çıkacaktır.

Değerli arkadaşlarım, tasarı yasalaştığı takdirde, bu terör örgütü mensuplarına örtülü, kısmi bir af olarak ortaya çıkmaktadır. Örtülü ve kısmi affın Anayasa'nın affı yasaklayan hükümlerinin arkasından dolanılmak suretiyle huzurunuzda cezaların ertelenmesi veya yaptırımlara çevrilmesi şeklinde takdim edilmesi Yüce Meclisin iradesine karşı bir hileişeriye olarak karşımıza çıkmaktadır.

Diğer taraftan, tasarının geçici maddesiyle 31 Aralık 2011 tarihine kadar  basın yoluyla işlenen suçlarda mahkemelerin ve hâkimlerin takdir yetkisi elinden alınmakta, Meclisin iradesiyle cezaların ve davaların ertelenmesine ilişkin bir hüküm getirilmektedir. Bu hükümle, bilinmektedir ki, anlaşılmaktadır ki, belirli kişilere af getirilmektedir. Bu belirli kişilerin kim olabileceğini biz tahmin ediyoruz ama Adalet Bakanlığı bu tasarıyı bu hâle getirdiğine göre kimlerin bundan yararlanacağını ortaya koyması lazım ve kimlerin yararlanacağını, hangi fiillerin bundan istifade edeceğini Meclis bilmeli ki ona göre bir çare üretebilmeli ya da ona göre getirilen teklif hakkında kararını verebilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, tasarının gerekçesinde "Bu tasarı, yargıyı hızlandırmak için düzenlenmiştir." diye ucube bir söz var. Bu söz ucube; çünkü Adalet Bakanlığı ne zaman bir tasarı getirirse adını "reform" veya "yargının hızlandırılması" gibi süslü kelimelerle süslüyor. Ancak daha önce ortaya koymuş olduğu kanun teklif ve tasarılarında maalesef ne yargıya bir reform yapılabilmiştir ne de yargının hızı artırılabilmiştir.

Ben şimdi yüce Meclisin huzurunda Sayın Bakana sormak istiyorum: Anayasa değişikliğiyle yargının şeklini şemalini değiştirdiniz. Bu değişikliğin gerekçesinde yargının hızlandırılması hükmü de vardı, yargı için de bir reform vardı. Ortaya çıkan sonuç şimdi sizi de rahatsız ettiği gibi toplumun tüm kesimlerini rahatsız eder hâle gelmiştir; ancak soru şudur: Anayasa değişikliği yapıldı, yargı hızlandı mı? Biz erişilmiş bir hızı göremiyoruz. Biz göremediğimiz gibi vatandaşlarımız da göremiyor.

Diğer taraftan, 6110 sayılı Kanun ile yargının hızlandırılacağı öngörülmüştü. Kanun çıktı, yargı hızlandı mı? Hızlanmışsa saatte kaç kilometre ya da ayda kaç dava görmek suretiyle, yılda ne kadar davayı bitirmek suretiyle bir hız kazanabilmiştir?

6217 sayılı yargı hizmetlerinin hızlandırılmasına ilişkin Kanun'u çıkardınız; bu da adı üzerinde yargının hızlandırılması kanunuydu. Hızlı trene dönmüş olmanın dışında hızlı trenle yaşanan kazaların, 30'dan fazla insanın hayatını kaybetmesi dışında yargıya ne gibi bir hız kazandırdı?

657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'de değişiklik yapan bir düzenlemede de yargının hızlandırılması amaç edilmişti ama yargının hızlandırılmasından ziyade teşkilat yapısı ve kadrolaşma şeklindeki bir niyet Meclisin iradesinden kaçırılmak suretiyle, Bakanlar Kurulunun kararıyla yargıya müdahil edilir hâle gelmiştir.

Değerli arkadaşlarım, yargının hızlandırılması falan yok. Yargının hızlandırılmasını düşünen falan da yok. Ben size açık ve seçik bir şekilde ifade ediyorum: Yargının siyasallaştırılması şeklinde bir amaç vardır. Bu amaçta da adım adım hedefe ulaşılmıştır. Önce HSYK ele geçirilmiştir, arkasından özel yetkili mahkemeler, arkasından Yargıtay, arkasından Danıştay yeniden dizayn edilmiştir ve yargı, külliyen, at gözlüğü çerçevesi içerisinde bir bakış açısı kapsamında, belirli bir grubun inisiyatifine terk edilmiştir. Dolayısıyla, buradan başlangıçta Adalet ve Kalkınma Partisi yararlanmıştır. Önce, ortaya çıkan yargının bir korku imparatorluğunun silahı olarak görünmesi, AKP muarızlarının ve muhaliflerinin üzerinde bir korkutma aracı olarak kullanılmıştır. Şehirlerde esnaflar, tüccarlar, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, iş adamları, sıradan vatandaşlar adaletin sığınılabilecek bir güvenli liman olmasını bekler iken "Sabahleyin hangi nedenlerle ben evimden alınacağım, hangi nedenlerle özel hayatıma müdahale edilecek, hangi uydurulan gerekçelerle tutuklanacağım?" şeklinde bir kaygıya kapılmıştır. Bu kaygı muhalif siyasi otoriteler üzerinde ciddi bir endişe yaratmış ve ciddi bir pasivize edilme, korkutulma, sindirilme operasyonuna alet edilmiştir. Bu, yargının içerisinde farklı düşünen, farklı durumda olan, gerçekten bağımsız, gerçekten tarafsız olan insanların kendi yargılama görevlerini ifa ederken pasivize edilme, korkutulma, sindirilme sonucunu doğurduğu gibi, diğer taraftan yerel yönetimlerde, belediyeler üzerinde büyük bir baskı aracı olarak kullanılmıştır. Adana'da, Ereğli'de, son zamanlarda Antalya'nın Kemer ilçesinde Milliyetçi Hareket Partisinin belediye başkanlarına yargı eliyle yapılmış olan sindirme operasyonları bunların en önemli örneklerindendir. Değerli arkadaşlarım, bu o hâle varmıştır ki, Ereğli'de bir belediye çalışanı, bu yargının korkutucu özellikleri ile cezaevine girdikten sonra hayatına kıymak zorunda kalmış ve intihar etmiştir. Bunun vicdanı vebali başta Sayın Adalet Bakanı olmak üzere, HSYK'sı dâhil olmak üzere, orada karar veren hâkimler ve bu tahkikatı yürüten savcı ve kolluk kuvveti olmak üzere bu intihar eden canın manevi mesuliyetinden kurtulamayacaklardır.

Böylece yargının insicamı bozulmuştur değerli arkadaşlarım. Yargının kendi içinde denge ve denetim mekanizmaları bozulmuştur. Yargı, ilerleyen süreç içerisinde parlamenter demokrasinin yasama, yürütme ve yargı üçlemindeki güçler ayrılığı erkindeki denge ve denetim mekanizmasını da bozmuştur. Sonuç olarak, yargı, bir vesayet makamı olarak karşınıza çıkmıştır.

Eskiden AKP'nin muhaliflerine ve muarızlarına karşıt tek taraflı kılıç olarak kullanılan ve korku imparatorluğunun aracı olarak kullanılan bu yargı, şimdi, iki tarafı kesen bir kılıç hâline dönüşmüştür. MİT operasyonuyla ortaya çıktığı hâliyle, daha önce de bazı spor faaliyetlerinin içinde işlenmiş olan suçlarla ilgili olarak ortaya çıktığı üzere Adalet ve Kalkınma Partisi Meclisteki oy çoğunluğuna güvenerek, dayanarak yargının bu korkutucu özelliğinden kendi yandaşlarını koruyabilmiş, onlar için özel kanunlar çıkararak yargının bu korkutucu tavrından onları azade kılabilmiştir. Ya bunların dışındaki diğer sade vatandaşlar ne yapsın? Bunların dışında haksızlığa uğrayanlar ne yapsın? Bunların dışında kurunun yanında yaş olarak yakılmaya çalışanlar ne yapsın?

Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, burada bizim adaletin özelliğine, adaletin hassasiyetine uygun bir tavır içerisinde yargıyı tekrar ait olduğu yere oturtmamız gerekmektedir. Ait olduğu yer şudur: Hâkimin, Mecelle'de ifade edildiği gibi, hakim, mekin, metin, müstakim bir statüde peygamber postunda oturan ve gelen herkese karşı her türlü duygularından, düşüncelerinden, siyasi tarafgirliğinden azade, hiçbir dış etkiye boyun eğmeyen bir yapıya dönüştürülmesi lazım. İşte, özel yetkili mahkemelerde de bunun olması lazım. Eskiden özel yetkili mahkemelerle ilgili olmak üzere, Adalet ve Kalkınma Partisi yapılan her işin doğru olduğuna inanıyor ve güveniyordu; ta ki MİT olayında ortaya çıktığı gibi bunların iki tarafı da kesen bir kılıç hâline dönüştürülmesinden sonra özel yetkili mahkemeleri şimdi hedef tahtasına oturtmuştur.

Değerli arkadaşlarım, özel yetkili mahkemelerin yaptığı yanlışları bir kenara bırakırsak, bireysel hataları bir kenara bırakırsak Türkiye'nin maruz kaldığı terör tehdidiyle, bölücü terör tehdidiyle, uyuşturucu baronlarının yaratmış olduğu bizim insanlarımızı olduğu kadar yurt dışındaki ülkelerin vatandaşlarını da tehdit boyutundaki çetelerle ve çıkar amaçlı suç örgütleriyle mücadelede özel yetkili mahkemelere ihtiyaç vardır, ancak böyle değil. Değerli arkadaşlarım, özel yetkili mahkemeler ıslah edilmeli. Özel yetkili mahkemelerin, bireysel olarak hâkimin suç işleyecek noktada karar verecek bir hâlden çıkarılması lazım. Bunun bir tek yolu vardır, o da yargı içerisindeki kendi iç denetim ve denge mekanizmalarının oluşturulmasıdır. Yani, Sayın İyimaya'nın dediği gibi, özel yetkili bir mahkemede bir hâkim kendisini Allah gibi hissetmemelidir. Yine, Sayın Başbakanın dediği gibi, özel yetkili bir mahkemenin hâkiminin Başbakanı da içeri alabilecek bir tehdit unsuru olmaması lazım.

Dolayısıyla, özel yetkili mahkemelerin bireysel hatalarından ve ellerindeki Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250 ve müteakip maddelerindeki yetkileri acımasız olarak kullanmalarından, haksız tutuklamalardan, uzun tutuklamalardan, tutuklamaların cezaya dönüşmesinden Cumhurbaşkanı şikâyetçi. Cumhurbaşkanı devletin ve milletin başıdır, onun şikâyeti bir şekilde kale alınmalıdır. Devletin Başbakanı şikâyetçidir -aynı zamanda Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanıdır- devletin Adalet Bakanı şikâyetçidir, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı şikâyetçidir, halk şikâyetçidir. AKP'nin muarızları olduğu kadar, yanında olanlar da şikâyetçidir ama yargı kılını kıpırdatmamaktadır. Bunları, yanlışları yapan hâkim ve savcılar hakkında işlem yapması gereken HSYK kılını kıpırdatmamaktadır; aksine, HSYK'nın zülfüyârine dokunan, karar veren hâkimleri sürüm sürüm süründürmektedir. Ben size onlarca örnek verebilirim. En son çıkan -2.300 tane- hâkim kararnamesinde kendilerinin karşısında aday olan hâkimleri, savcıları nerelere sürdükleri Resmî Gazete'de ilan edilmiş hâliyle Sayın Adalet Bakanının huzurundadır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Adalet Bakanı bu Kurulun başıdır, bu hukuksuzluğu düzeltmelidir, nasıl düzeltecekse öyle düzeltmelidir. Bizim yardımımıza ihtiyaç varsa muhalefet partisi olarak, biz, yargının gerçekten bağımsız, gerçekten tarafsız hâle getirilmesinde Adalet Bakanlığının bu amaca yönelik önerilerine, kanun tasarılarına katkıda bulunmaya hazırız.

Değerli arkadaşlarım, bu kapsam içerisinde HSYK Türkiye'de daha önce 136 tane adliyeyi kapatmıştı, şimdi 148 adliyeyi daha kapatıyor ve mevcut 700 adliyeden geriye 652 tane adliye kalıyor. Toplam kapatılan adliye sayısı 348, maşallah yargı epeyce hız almış. Şu kapatılmış 348 adliyeden geriye kalan 642'yi de Sayın Bakan, hemen kapatıversek yargının elhamdülillah hiçbir sorunu kalmayacak, aynen eski Millî Eğitim Bakanının "Okulların kapatılması hâlinde Türkiye'nin eğitim sorunu kalmayacak." demesi gibi.

Şimdi, 2004 yılında Konya'nın dokuz ilçesinde adliye kapatıldı; Çeltik'te, Tuzlukçu'da, Emirgazi'de, Güneysınır'da, Taşkent'te, Ahırlı'da, Akören'de, Derebucak'ta, Yalıhüyük'te adliyeler kapatıldı. Buradaki adli sorunu olan vatandaşlar komşu ilçelere gitmektedir. Bunun yanı sıra, son olarak Doğanhisar, Sarayönü, Altınekin ve Hüyük ilçelerinin adliyeleri kapatıldı. Daha sonra da Doğanhisar ve Sarayönü adliyelerinin kapatılması kararından vazgeçildi. Eğer kapatma kararı doğru idi ise Sayın Bakan, Doğanhisar ve Sarayönü ilçelerindeki kapatmanın geri alınması kararı yanlıştır. Yok, kapatmanın geri alınma kararı doğru ise niye diğer ilçeleri de kapatıyorsunuz?

Değerli arkadaşlarım, bu kapatma kararları, sadece sanığı, sadece müştekiyi, sadece müdahili, davalıyı, davacıyı değil, şahitleri ve o davayla ilgilenen herkesi, duruşmalar sürdüğü müddetçe başka bir ilçeye gitme mecburiyetini ortaya koymaktadır.

Şimdi soruyorum: Eceabat adliyesi kapatıldı, vatandaş Çanakkale'ye nasıl gidecek? Narman'dan, Olur'dan Oltu'ya nasıl gidecek bu vatandaş? Kapatılan adliyelerin halkına bu zulmün gerekçesi hâkim tasarrufu olabilir mi, savcı tasarrufu olabilir mi? Bir devletin en önemli hizmeti adalet hizmetidir. Az masraf olsun diye vatandaşa işkence edilebilir mi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) - Sayın Başkan, sizin siyasi jargonunuzda bir "Garson devlet." ifadesi var. Daha sonra, gömlek değiştirdikten sonra bu ifadeyi değiştirdiniz, "Vatandaşa hizmet eden devlet." diyorsunuz. Vatandaşa hizmet eden devlet adalet hizmetini sunmayıp, vatandaşa "Gel bana, sana bir adalet vereyim." diye yanına çağırıyorsa, bu ne sizin siyasi geçmişinize ne ilan etmiş olduğunuz parti programınıza ne Hükûmet programınıza ne adalete ne hakka ne de hukuka sığar diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bal.