| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma Kapsamında Yatırım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 25 |
| Tarih: | 07.01.2016 |
CHP GRUBU ADINA ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, değerli kâtip üyesi arkadaşlarım, değerli emekçi arkadaşlar ve sevgili vekil arkadaşlarım.
Şimdi, bugün 2 sıra sayılı "Türkiye Cumhuriyeti ile Kore Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Alanı Tesis Eden Çerçeve Anlaşma..." üzerinde konuşuyoruz. Esas maddeyle ilgili görüşler tamamlandı. Şu an ben yürürlük maddesi üzerinde konuşacağım. Fakat bu madde üzerinde konuşurken biraz önce buraya gelirken omzuma aldığım şu beyaz tülbentten söz etmek istiyorum. Aslında düşüncelerimi işaretlerle ya da rumuzlarla ifade etmekten hoşlanan biri değilim. Ama bugün öğle saatlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisine geldiğim zaman -İnsan Hakları Komisyonumuzdaki, insan hakları üzerindeki o yoğun tartışma sürecinden sonra binaya girdiğim zaman- bir grup akademisyen arkadaşımın beyaz gömleklerle bizi karşıladıklarına tanık oldum. Onlar şu sebeple buradaydılar, öncelikle onların taleplerini bilgilerinize sunmak istiyorum. Niçin beyaz gömleklerle gelmişler ve gömleklerinin üzerinde ne vardı? Niye böyle bir örtüyü, bir tülbenti de omuzlarına almışlar? Şöyle diyorlar: "Biz aşağıda imzası olan kadınlar, özgür, demokratik, eşit ve adil barışın hüküm sürdüğü bir ülkede yaşamak istiyoruz. Bu nedenle Meclisi, Meclisin 550 üyesini, Meclisteki tüm siyasi partileri ve Hükûmeti göreve çağırmak için bugün buradayız. Meclis Göreve! Ölümleri durdurun. Silahları susturun, barışı konuşun. Çözüm masası yeniden kurulsun, müzakereler derhâl başlasın. Cizre, Silopi, Sur, Silvan, Dargeçit, Nusaybin... Kuşatma kalksın, sokağa çıkma yasakları son bulsun. Hastaneler karargâh olmasın, okullar karargâh olmasın. Beyaz tülbentlerimizi öldürmekten değil, yaşamdan yana taşa çalıyoruz. Tekrarlıyoruz: Meclis göreve!"
Aslında günlerdir buradan, bu kürsüden konuşan her arkadaşımız, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi ve HDP'den konuşan arkadaşlarımız benzer çağrıları burada sunuyorlar ve bizi göreve davet ediyorlar.
Şimdi, izninizle tam da Kore üzerine konuşurken geçmişten birkaç şeyi anımsatmak istiyorum. Benim yaşım dahi yetmedi, 1950 ve 1953 tarihleri arasında Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tamamen teslim olması üzerine, biliyorsunuz, o savaş, o ikinci emperyalist savaş Kore'yi ikiye ayırdı, Kuzey Kore ve Güney Kore olmak üzere; 38'inci meridyenden başlayarak tam olarak ikiye ayırdı. Kore bir tarafta bir başka süper gücün, diğer tarafta bir başka süper gücün yani ABD'nin ve Çin'in koruması altında ikiye ayrılmış vaziyette. Aynı halk, aynı toprakları bölüşmüş olan, aynı kaderi paylaşmış olan, aynı denizden avlanmış olan halk ne yaptı? İki ayrı ülke oldu; biri Güney Kore, biri Kuzey Kore oldu. Ben Güney Kore'ye gitmedim, gitmeyi de tercih etmiyorum ama Kuzey Kore'ye 3 defa gittim. Biraz önce şunu omzuma alırken oradaki bir kadın arkadaşımızın benim omzuma koyduğu kendi özel işlemelerini ifade eden bir örtüyü anımsadım, bunu örttü ve bana dedi ki: "Siz bizim ülkemize saldırdınız. Sizin askerleriniz geldiler, ne yazık ki burada Kore'nin iki halkı arasındaki kavganın tarafı oldular ama biz sizi seviyoruz çünkü halklar kardeştir. Halklar kardeştir ama büyük devletler, emperyalistler, çıkarcılar kardeş değildir."
Bu sözü bir yerden daha hatırlıyor musunuz sevgili arkadaşlar? Kurtuluş Savaşı'mızdan hatırlıyor musunuz bu sözü? Kurtuluş Savaşı'mızda, Fatih'te, bir kürsünün üzerindeki değerli kadın arkadaşımızın sözlerini anımsıyor musunuz? Ne diyordu: "Arkadaşlar, halklar kardeştir, halklar bir arada yaşarlar. Düşman olan saldırganlardır, onlara karşı hep birlikte mücadele edeceğiz." diyordu. Bu söz, önemli bir sözdü.
Bugün, şimdi, biz Güney Kore'yle bir anlaşma yapıyoruz, bir ticaret anlaşması yapıyoruz. Neoliberal politikalarımıza uygun bir anlaşma yapıyoruz. Emeğe değil, sermayeye olanak tanıyoruz. Sermaye kendi gücünü artırsın diye, ona bir olanak tanıyoruz. Ama dönüp bu tarafa bakalım: Bütün doğudaki, güneydoğudaki komşularımızla ticaretimizi bitirmişiz, ilişkilerimizi bitirmişiz.
Biraz önce Basmacı arkadaşım son derece güzel cümlelerle ifade etti ama biz ta kilometrelerce ötede bir yerde belki bir dostluk bağı kurmaya çalışıyoruz ama halkların kaderi üzerinden değil, insanlık adına değil, ticaret adına, oradan da belki belli yararlar gelebilir.
Size üçüncü bir örtü hikâyesini daha anlatacağım. Biraz önce arkadaşlar karşıdan gülümsediler "Tabii güneye gitmezsiniz, kuzeye gidersiniz." diye. Evet, kuzeye giderim. Nerede ezilen varsa, nerede baskı altında kalan varsa, nerede yoksul varsa oraya gitmek benim görevimdir çünkü ben kendisini insan hakları mücadelesine adamış bir arkadaşınızım, benim beynim bana böyle emrediyor.
Bir yere daha gittim, Suriye'ye gittim. Suriye'de tam da savaşların henüz başlamakta olduğu zamandı. Kadın örgütleriyle, Cumhuriyet Halk Partisinden milletvekili arkadaşlarımızla gittik. Diğer partilerden arkadaşlarımız yoktu ama pek çok sayıda demokratik kitle örgütünden arkadaşımız vardı. Şam ve Halep bizim İstanbul ve Ankara gibiydi. Her şey güllük gülistanlık görünüyordu ama için için kaynamakta olan bir kazan vardı. Biz orada insanların Hristiyan, Müslüman, ne kadar birbirini sevdiklerini, birbirlerine ve topraklarına bağlı olduklarını gördük. Onlardan da bana armağan edilmiş böyle bir atkı vardı. Onu, geçen sene Meclisin önünde kadın derneğimiz adına konuşurken çıkardım ve dedim ki: "Biliyorum ki, şimdi, bu örtüyü bana armağan eden arkadaşım ya öldürülmüştür, ya göçmen olmuştur, mülteci olmuştur, belki de canını kurtarmak isterken bizim denizlerimizde yaşamını yitirmiştir."
Şimdi, sevgili arkadaşlar, şöyle bir bakalım, burada bugünlerde hep şiirler üzerinden konuşuyoruz. Nazım'ın "Japon Balıkçısı"nı anımsar mısınız? "Japon Balıkçısı" şiirinin birkaç dizesini anımsatacağım size. Diyor ki: "Pasifik'te sapsarı bir akşamdı/ Balık tuttuk yiyen ölür/ Elimize değen ölür/ Bu gemi bir kara tabut/ Lumbarından giren ölür/Badem gözlüm beni unut/ Bu gemi bir kara tabut/ Boynuma sarılma gülüm/ Benden sana geçer ölüm/ Badem gözlüm beni unut."
Şimdi nice badem gözlüler bizim Ege sahillerinde, arkadaşlar, birbirlerinin boyunlarına sarılırlarsa birbirlerinin sonu oluyorlar; eşlerinin, çocuklarının sonu oluyorlar. Her tarafımızdan acı fışkırıyor. Bugün 33 insan yaşamını yitirdi; bizim denizlerimizde, o güzelim denizlerimizde yaşamını yitirdi. Şimdi dönüp bakalım, başka bir yere bakalım. Deniz kenarındadır, biliyorsunuz, Kore, her yerden denize açılır, güneyi de, kuzeyi de. Bizim de böyle denize açılan ilçelerimiz, illerimiz var. Bunlardan biri Akkuş. Akkuş'u bileniniz var mı, Akkuş'u göreniniz var mı? Böyle dağ kartalı gibidir, yukarıda durur, ormana bakar. Akkuş'a bir cenaze gitti, bir şehit cenazesi gitti.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Efendim, Akkuş içeride, karada.
ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Yukarıdan bakar, yukarıdan bakar.
COŞKUN ÇAKIR (Tokat) - Yok, deniz görmez efendim.
ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Şehidin 60 ve 62 yaşlarındaki anne ve babasına... Ordu Belediye Başkanı ancak altı saat yürüyerek bu ölüm haberini götürebildi.
Başka yerde başka insanlar da öldüler. Biraz önce adı anıldı burada. Bu evlerin, ölüm haberlerini götürdüğümüz evlerin fotoğrafları da yansıdı. Sadece annelerin acılarını değil, onların nasıl bir yoksulluk içinde olduklarını, evlerinin ne kadar perişan olduğunu da gördük. O Aydınalp'in evinde tek bir pencere var, o pencereyi de oraya gelen kurşun açmış. Düşünebiliyor musunuz, tek penceresi olan bir ev. Bunlar analar, ölen analar. Arkadaşlar tarif ettiler, bir tepsinin yerde durduğu, bir bardağın yere düştüğü bir yer sofrası başında bir ana öldü. Bir başka ana, çocuğunu "vatan için, ülke için" inancıyla, o inançla teslim ederek yaşamını yitirdi. Bir başkası öldü, 3 kişi öldü, 3 kadın öldü, 3 siyasetçi arkadaşımız öldü -HDP'li arkadaşlar ifade ettiler- ana mıdırlar değil midirler bilmiyorum ama insan ölümleri var.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, ticaretten önce insanın yaşama hakkını savunmak gibi bir sorumluluğumuz var. Bütün anlaşmalarımızın bu temel üzerinde geliştirilmesi gerekiyor.
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Sarıhan.
ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Bir dakika verebilir misiniz.
BAŞKAN - Mikrofonsuz biraz daha devam edebilirsiniz. Toparlayalım.
ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Teşekkürler. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)