| Konu: | BÜTÇE KANUNLARINDA YER ALAN BAZI HÜKÜMLERİN İLGİLİ KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERE EKLENMESİNE DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 127 |
| Tarih: | 29.06.2012 |
MHP GRUBU ADINA ERKAN AKÇAY (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 312 sıra sayılı Bütçe Kanunu'yla İlgili Kanun Tasarısı üzerine söz aldım. Muhterem heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla, bütçe kanunlarında her yıl yer alan ancak süreklilik arz eden hükümlerin ilgili kanunlarına taşınması ve işlenmesi hususu düzenlenmektedir. Bilindiği üzere, bütçe kanunlarında, daha çok süreklilik arz etmeyen, sadece yılı bütçesini ilgilendiren bir yıllık geçici hususların düzenlenmesi gerekirken, yıllar içerisinde 70 maddeyi dahi aşan maddeler ihdas edilmiştir ve bunlar da âdeta sürekli hâle gelmiştir. 2002 yılındaki üçlü koalisyon Hükûmeti bu maddelerin 15'e kadar çekilmesi çalışmalarını başlatmış, tabii, yıllar içerisinde, geçtiğimiz yıl da bir miktar azaltılmakla birlikte, 2012 yılında 30 madde iken şimdi yarı yarıya, herhâlde 2013 yılı bütçesinde 15 maddeye kadar inecektir.
Burada düzenlenen hususlara genel hatlarıyla baktığımızda, bütçe düzeni, gelir ve gider cetvellerinin düzenlenmesi, yıl içinde yeni tertipler, gelir ve finansman kodları açılması, muhasebe ve kesin hesaba ilişkin hükümler, yükseköğretim kurumu, yurt içi, yurt dışı kaynaklardan sağlanacak bağış, hibe ve yardımların bütçeleştirilmesine ilişkin düzenlemeler, resmî taşıtların satın alma, mübadele ve diğer yollarla temini, kullanımı ve edinimine ilişkin ve bunlara yönelik giderlere ilişkin hususların düzenlenmesi ve kadroların düzenlenmesine ilişkin hususları içermektedir.
Konuşmamın başında öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu kanun tasarısına kabul oyu vereceğiz. Bu tasarıya olumlu oy vermekle birlikte bu vesileyle 24'üncü Dönemin Birinci Yasama Yılının son çalışmalarını yaptığımız bugünlerde hem bu yılın bir genel değerlendirmesini yapmak bakımından hem de 2013 bütçesi yapılırken dikkat edilecek konular bakımından bazı tespitlerimi, eleştiri ve önerilerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, 26 Eylül 2011 tarihinde 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname yayınlandı ve bunun 17'nci maddesiyle 5018 sayılı Kanun'un 16'ncı maddesinde bir değişiklik yapıldı ve bu değişiklikle mayıs ayının sonuna kadar hazırlanan Orta Vadeli Program'ın eylül ayının ilk haftası sonuna kadar ve haziran ayının 15'ine kadar hazırlanması gereken Orta Vadeli Mali Plan'ın ise eylül ayının 15'ine kadar hazırlanacağı düzenlendi.
Anayasa'nın 162'nci maddesine göre, Bakanlar Kurulunun merkezî yönetim bütçe tasarısı ile millî bütçe tahminlerini gösteren raporu mali yılbaşından en az yetmiş beş gün önce Türkiye Büyük Millet Meclisine sunması gerekmektedir. Anayasa ile 5018 sayılı Kanun'un 17'nci maddesi birlikte değerlendirildiğinde tüm kurumların merkezî yönetim bütçesini hazırlaması için bir aylık süre bulunmaktadır. Bir ay içerisinde tüm kurumların bütçeyi sağlıklı olarak hazırlaması kesinlikle mümkün değildir. Her kurumun Orta Vadeli Mali Plan'da yer alan ekonomik büyüklüklerden, enflasyon, büyüme oranı, ortalama döviz kuru tahminini bütçe hazırlarken kullanması gerekecek. Hazırladıkları bu bütçeyi Kalkınma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığıyla müzakere ettikten sonra kesin bütçesini hazırlayacak. Bütün bu işlemlerin bir aylık bir süre içerisinde yapılması kesinlikle imkânsızdır.
Hükûmet yüce Meclisi devre dışı bırakarak yapmış olduğu bu kanun hükmünde kararname değişikliğiyle bütçe sürecini âdeta sabote etmiştir. Her türlü plan ve programdan uzak bir bütçe hazırlama süreci ortaya konmaktadır. Sonra da bütçe hedeflerini tutturmak için vergileri otomatik artışa endekslemek zorunda kalmaktadır Hükûmet. Nitekim hazırlanan torba kanunlarda -yer alan ek vergiler- yeni ek vergiler getirildiği gibi, otomatik vergi artışları da getirilmektedir. Tabii bir de bunun yanında Hükûmet geçici vergi tahsilatlarına da, geçici bütçe gelirlerine de yönelmektedir. Özelleştirme gelirleriyle bütçe açıkları kapatılmaya çalışılmakta ve çıkarılan af kanunlarıyla da adalet duygusu zedelenmektedir.
Değerli milletvekilleri, artık iyice kronikleşen siyasi, ekonomik ve sosyal sorunların yumağında 2012 yılı bütçesiyle ilgili ve 2013 yılı bütçesinin hazırlığıyla ilgili hususun görüşmelerini yapıyoruz ve maalesef bugün Türkiye'nin huzur ve refahı, esenliği, öz güveni, gururu ve gelecek umudu tahrip edilmektedir. Sokaklar öfkeli, insanlar bezgindir. Ülkemizin bazı beldelerinde devlet otoritesi zayıflamıştır.
"Dokuz buçuk yıllık AKP İktidarı süresince ülke ekonomisinin hangi temel sorunu çözülmüştür?" dediğimizde maalesef bunun yeterli ve doyurucu bir cevabını alamıyoruz. Üretim, işsizlik, dış ticaret açığı, cari açık, yoksulluk, gelir dağılımındaki adaletsiz yapı ve refah artışı konusundaki bütün sorunlar ve pek çoğu da artarak devam etmektedir. Türk halkı âdeta borç batağına batırılmış ve çaresizlik içindedir. 2003 yılından bu yana iktidarın uyguladığı politikalarla ekonomi üretimsiz hâle gelmiştir. Ekonomiye düşük üretimin getirdiği sorunlar hâkimdir.
Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisinin ekonomi anlayışı, üretim yerine tüketimi, ihracat yerine ithalatı, istihdam yerine işsizliği, rekabet yerine tekelleşmeyi ve tasarruf yerine de borçlanmayı öngörmektedir. Sanayici, çiftçi, esnaf, işçi, memur kısaca herkes borç altında ezilmektedir. Kazandığının çoğunu faiz olarak ödüyor, yeni yatırımlar yapılamıyor ve tasarruflar da yapılamıyor ve gittikçe düşüyor. Hane halkı borçlarının hane halkı geliri içindeki payı gün geçtikçe artmaktadır ve şu an itibarıyla da yüzde 40'lara dayanmıştır. Yine tasarruf oranları da her yıl itibarıyla düşmektedir. Bunun anlamı şudur değerli milletvekilleri: Yeterince üretemiyoruz ve satamıyoruz. Neden üretemiyoruz? Çünkü girdi maliyetleri yüksek, uygun yatırım ortamı hâlâ yaratılamamış, yatırım yapmak cazip hâle getirilememiş ve maalesef rantiyecilik ve paradan para kazanma hâlâ cazip durumdadır.
Orta Vadeli Program Hükûmetin Dokuzuncu Kalkınma Planı'yla başlattığı plansızlığın bir yansımasıdır. Geçen yılki Orta Vadeli Program'da 2011 yılı için büyüme oranı hedefi yüzde 4,5'ti. Şimdi Orta Vadeli Program'da gerçekleşme tahmini yüzde 7,5 yani 3 puanlık bir sapma ve öngörüsüzlük vardı. 2012 yılı için geçen yıl yüzde 5 büyüme öngörülmüştü. 2012 yılı içinde ise revize edilen rakamlarla yüzde 4 büyüme öngörülmüştür. Ne zaman Orta Vadeli Program açıklansa bir önceki Orta Vadeli Program'la yakından uzaktan hiçbir alaka ve bağ göremiyoruz. Hükûmetin "Bu dönem için şöyle bir hedef koyduk ancak şu nedenlerden dolayı bu hedeflerden sapıldı." diye mutlaka bir açıklama yapması gerekir. Programlarda lehte veya aleyhte bununla ilgili hiçbir değerlendirmeye maalesef rastlamıyoruz. Önceki programlarıyla ve gerçekleşen bütçeleriyle hesaplaşmayan, geçmişteki öngörülerinin gerçekleşip gerçekleşmediğini tartışmayan bir belgenin, bir bütçenin veya programın geleceğe dönük projeksiyonları ciddiyetten uzak kalmaktadır. Sanki bir önceki programın sahibi bu Hükûmet değilmiş gibi bu belgeler hazırlanıyor. Hükûmeti bu bakımdan ciddiyete davet ediyoruz.
Eskiden hedefler saptığında, hükûmetler neden sapma olduğunu, topluma, kamuoyuna açıklarlardı değerli arkadaşlar ve bu sapmalarda hangi faktörlerin etkili olduğu, bir sonraki dönem bunun muhasebe ve sorgulaması yapılırdı. O zamanın dokümanları kütüphanelerimizde durmaktadır.
Orta Vadeli Program'ın amacı büyümeyi sürdürmek, cari işlemler açığını azaltmak ve böylece makroekonomik ve finansal istikrarı korumak olarak açıklanmıştır. Orta Vadeli Program'ın perspektifinde noksan olan en önemli konu üretimdir değerli arkadaşlar. Türkiye'nin en temel ekonomik sorunu yeterli üretim yapılamaması ve ürettiğinden fazla tüketmesidir. Yerli üretim yabancı üretimle rekabet edemediğinden dış ticaret açığı da alıp başını gitmektedir.
Yine, Hükûmet tarafından 2010 ve 2011 yılları itibarıyla faiz oranlarının düşük seviyede kaldığı, bunun 2012 ve 2013 yılları itibarıyla de devam edeceği söylenmiştir. Ancak reel faizler uluslararası faizlere göre yüksektir ve hâlen dışarıdan sıcak para girişi vardır.
Yine, kamuda ve özel kesimde israfı azaltmaya yönelik politikaların uygulanacağı bütçede ve programlarda ifade edilmektedir. Ancak israf nerelerde, nasıl var? Hükûmet bu konuda bir tespit yapmış, bir politika uygulamış değildir.
Yine, kamu harcama politikası olarak sosyal yardım sisteminin bir bütün olarak ele alınacağı ve yardımlardan mükerrer yararlanmanın önleneceği belirtiliyor. Demek ki devletin sosyal yardımlarında mükerrer yardımlar söz konusu. Bu, âdeta bir itiraf gibi dile getirilmiştir ve yıllardır sosyal yardım sistemini bir bütün içerisinde ele alacağını ve yeniden yapılandıracağını söylemesine rağmen, bu konuda herhangi bir adım atılmamıştır.
Değerli milletvekilleri, 2002 ile 2010 yılının sonuna kadar Türkiye'deki ekonomik gelişme kişi başına millî gelirin net olarak yüzde 31 artışından ibarettir. Yani bu dönemde, 2002 yılında 4.225 dolar olan kişi başı millî gelir, iktidar tarafından 5.570 dolara çıkarılmıştır sabit fiyatlarla. Bu, Devlet Planlama Teşkilatının, Kalkınma Bakanlığının kaynaklarında ve 2012 yılı Programı'nın 16'ncı sayfasından çok açık şekilde görülecek bir bilgidir. Eğer daha önceki iktidarlar da AKP gibi bir performans gösterseydi, her sekiz yılda Türkiye yüzde 31 gelişme kaydetseydi kişisel zenginleşme ve fert başına millî gelir açısından bu süre içinde gelinen nokta, 1923 yılında 45 dolarlık fert başına geliri esas alacak olursak, 2002 yılında AKP İktidarı sadece 530 dolarlık kişi başına millî gelir seviyesi devralmış olurdu, 4.225 dolar kişi başına reel millî gelir değil.
Demek ki, hem önceki performansların yüksek olduğunu söylüyoruz hem de bu dönemin iyi değerlendirilemediğini ifade etmiş oluyoruz. Bu geçen süreyi dikkate alırsak, 1929 Ekonomik Buhranı, İkinci Dünya Savaşı, darbeler, ihtilaller, her türlü yokluklara rağmen Türkiye ekonomisi çok daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir.
Diğer taraftan, başka göstergelere baktığımız zaman da aynı şeyi görüyoruz. Kişi başı gelişmişlik endeksinde 92'nci sırada olduğumuzu, yirmi beş yaşındaki nüfusumuzun aldığı eğitim bakımından 126'ncı sırada olduğumuzu görüyoruz. O hâlde, Türkiye'nin genel göstergelerine baktığımız zaman, ortada bugün söylendiği gibi bir tablonun olmadığını maalesef görüyoruz.
Deniliyor ki: "Hangi gerekçeyi gösterirseniz gösterin, hangi realiteyi önümüze koyarsanız koyun, Türkiye'nin temel göstergeleri sağlamdır." O bakımdan sizlere bu "sağlam" denilen temel göstergelerin nereye oturduğunu ve ne kadar güvenilir olduğunu da ifade etmek istiyorum. "Sağlam" denilen bu göstergeler; büyüme oranı, istihdam oranı, enflasyon oranı, bütçe denkliği, tasarruf oranı ve borçların yapısı ve seyri gibi hususlardır. Bütün bu göstergelerin çok büyük bir cari açık üzerine dayandığını görüyoruz ve konuyu bu şekilde irdelersek ortada bugün veya dün sağlam görünen göstergelerin birdenbire nasıl allak bullak olduğunu da görmüş olursunuz.
Birincisi, büyüme oranıdır. "Büyüme" dediğimiz zaman üç büyüklüğün bir arada gözlenmesi gerekiyor. Bunlardan bir tanesi tüketim ve büyüme. Tüketim olduğu zaman yatırım gerekiyor ve üretimin de artması gerekiyor. Tüketimi arttırıp yatırımı yapmadığınız, üretimi arttırmadığınız zaman karşılaştığınız tüketim başka ülkelerin üretimiyle gerçekleşen tüketimdir. Dolayısıyla büyümeniz var, üretim artışı yok, tam da Türkiye'nin tablosu.
İthalatla ekonomi büyütülmeye çalışılıyor, başkasının parasıyla ithalat yapılıyor yani âdeta el parasıyla düğün yapılıyor ve parası olmayan tüketici kesimler de borçlandırılmak suretiyle bu ithalat sağlanıyor. Yani başkasının parasıyla yapılan ithalat, borçlandırılarak yapılan tüketim ve bu işi seyrederek vergi alan ve dolaylı vergileri hâlâ hacmi büyük bir şekilde tutan bir Hükûmetle karşı karşıyayız.
Bu yapı ülkemizi çok sağlıksız ve verimsiz bir dış ticaret yapısına da götürmektedir. 2002 yılında ihracatımızın içinde yüzde 4,7 olan yüksek teknolojiye dayalı ürünlerin payının 2010 yılında 2,2'ye, 2011 yılında 1,9'a düştüğünü görüyoruz. Katma değeri düşen bir ihracat yapısıyla karşı karşıyayız.
Bir başka nokta da istihdam konusudur. İstihdamın her yıl dalgalanan büyüme rakamlarıyla artıyor gibi görünmesi Türkiye'de istihdamın rakamlar üzerindeki görüntüsünü değiştiriyor gibi görünebilir ama istihdamın kalitesini maalesef artırmıyor.
2008-2009 krizinde 1 milyon 300 bin insanımız işsiz kalmıştı. Bunların 870 bini tezgâh başından, sanayideki üretim yapısından koparak işsizler ordusuna katıldı. Sonraki yıllarda "Düzeldi, sayısı arttı." dediğimiz istihdam inşaat sektöründeydi, hizmetler sektöründeydi ve büyük oranda da tarım sektöründe gösterildi. Bunlar istihdamdaki kalitenin bozulmasının alametleridir ve göstergeleridir.
Hatırlayalım ve örnek verelim, 2009, 2010 yılında Ankara'da Tekel işçilerine "Sizin razı olmadığınız ücretlerden çok daha düşüğüne dışarıda çalışmak isteyen çok sayıda insan var, onun için nazlanacak hâliniz yok." denilmişti.
Yine, çalışanlara, işçiye, memura bütçeden fazla pay verilmesi talep edildiğinde de "Ekonomimiz iyi gidiyor.", onca büyüme söylemlerine rağmen, "Sonra Yunanistan'a döneriz ha!" diyerek mukabelede bulunulmuştu.
Toplumun mutlu ve itibarlı bir üyesi olarak anayasal hak olan çalışma hakkına kavuşmak yerine, ölmeyecek kadar gelirlerle çalışmaya razı olma konusunun her türlü siyasi tartışmanın üzerinde tutulması gereken bir konu olduğunu düşünüyoruz.
Enflasyon konusunda da bir iki hususa temas etmek istiyorum. Bunlardan birisi, enflasyonun "düşük" denildiği dönemde, yani bu iktidarın yönetiminde, Türkiye'de enflasyon oranları hiçbir zaman Hükûmetin ilan ettiği ve tahmin ettiği oranlar olarak gerçekleşmemiştir. "Yüzde 4" denilmiş, yüzde 9 gerçekleşmiştir, "yüzde 5" denilmiş, iki haneli rakamlara çıkmış, yani birçok yıl yüzde 100'ün üzerinde şaşmalar ortaya çıkmıştır ve ayrıca, mevcut iktidar öncesi üç buçuk yıllık koalisyon dönemi dahi, şimdiki iktidarın dokuz buçuk yıllık döneminden enflasyon konusunda daha başarılıdır değerli arkadaşlar. Enflasyondaki düşme bir başarı olarak takdim edilerek, bunun düşük dövizle sağlanan, ucuz ithalatla sağlanan bir gelişme olduğu göz ardı edilmiş ve bununla iftihar edilmeye çalışılmıştır.
Değerli milletvekilleri, bu düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Akçay, teşekkür ediyorum.