| Konu: | BÜTÇE KANUNLARINDA YER ALAN BAZI HÜKÜMLERİN İLGİLİ KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERE EKLENMESİNE DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 127 |
| Tarih: | 29.06.2012 |
CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 312 sıra sayılı Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına görüşleri belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tabii, dün itibarıyla Plan Bütçe Komisyonunda görüştük, bugün de hızlı biçimde Genel Kurul gündemine gelmiş bir kanun tasarısıdır bu. Özünde 2012 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu'nda bulunan birtakım maddelerin -ki bunların bir kısmı, hemen hemen her yıl tekrarlanan, yinelenen maddelerden oluşmaktadır- ilgili kanunlarına taşınmasına ilişkin bir tasarıdır. Bu, aslında özü itibarıyla baktığımızda uygundur çünkü her sene bunları bütçe tasarısına koymanın bir anlamı yok ve zaman içinde de zaten böylelikle bütçe kanun tasarısının da hacmi artmaktadır.
Şimdi, tabii, burada bir soru işareti var, ona dikkat etmek gerekiyor; o da şu: Bazı konuların, bazı hususların ilgili yılın bütçe kanun tasarısına konulması o dönemde ortaya çıkmış bir ihtiyaçla ilgili olabilir yani her yıl geçerli olan, her yıl tekrarlanan bir ihtiyaca karşılık olarak gelmemektedir. Bu anlamda da bu tip yasa hükümlerinin, bu tip maddelerin ilgili yasalarına taşınmasında ciddi biçimde sıkıntı olmaktadır. Buna, tabii, çok dikkat edilmesi gerekiyor. O açıdan da, elbette bütçe kanun tasarısının biraz daha sadeleştirilmesine ve madde sayısının azaltılmasına ihtiyaç olabilir ama bu konuda da dikkat edilmeli. Ve gerçekten uzun dönemli, sürekli ihtiyaçlara karşılık gelen birtakım madde hükümlerinin ilgili kanunlara taşınması anlamlıdır; yoksa bugün kanunu yaparsınız, kanun maddesine taşırsınız, bir sene, iki sene sonra bunları değiştirmek zorunda kalırsınız. Bu da bir anlam ifade etmemektedir.
İzin verirseniz, bütçe hakkı üzerine ve Türkiye ekonomisinin bütçedeki performansı üzerine de birkaç söz etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, parlamentoların en temel varlık nedenleri arasındadır bütçe hazırlamak; yani belli birtakım kamu kaynaklarına el koymak ve onları belli harcama önceliklerine dağıtmak bütçenin varlık nedenidir; yani aslında, başka bir anlamla söylersek, bütçe bir yeniden dağıtım mekanizmasıdır. Bu açıdan da hangi tür kamu kaynaklarına el konuluyor? Yani özellikle vergilendirme, tabii diğer başka kamu gelirleri de var. Bu büyük önem arz etmektedir. Diğer taraftan da bunlar hangi tür harcamalara yöneltilmektedir, hangi grupların çıkarlarına yapılan düzenlemelerle onları bir dağıtım mekanizması harekete geçirmiştir? Bu da en az onun kadar önemlidir. Öncelikle buna dikkat çekmek istiyorum.
İkinci bir husus şu: Değerli arkadaşlar, AKP hükûmetlerinin sıklıkla alışkanlık hâline getirdiği bir uygulama vardır, o da kendi çıkardıkları kanun hükümlerine hiçbir şekilde uymamalarıdır. Bakın, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu AKP Hükûmeti döneminde çıkartılmıştır, 2003 tarihlidir. Orada Türkiye ekonomisinin bütçe hazırlama sürecini başlatan iki tane temel doküman vardır değerli arkadaşlar. Bunların bir tanesi Orta Vadeli Program'dır, diğeri de Orta Vadeli Mali Plan'dır. Orta Vadeli Program'ı Devlet Planlama Teşkilatı, şimdiki adıyla Kalkınma Bakanlığı hazırlar, mayıs ayı sonuna kadar hazırlar. Bu Orta Vadeli Program temel dokümandır. Bir ekonominin önümüzdeki döneme ilişkin temel makroekonomik büyüklükleri burada kapsanır. Arkasından da haziran ayının 15'ine kadar Maliye Bakanlığı tarafından Orta Vadeli Mali Plan'ın hazırlanması gerekir. Ondan sonra da bütçe süreci başlar, kamu kurumlarına bütçe çağrısı ve yatırım genelgesi çıkar, yani yatırım programını hazırlama esasları genelgesi çıkar. Ona göre ilgili kurumlar kamu kurumlarının bütçelerini hazırlarlar. Cari harcamalarını Maliye Bakanlığına, yatırım harcamalarını ise Kalkınma Bakanlığına gönderirler. Sonra karşılıklı görüşmeler olur. Bu böyle bir olgunlaşma sürecidir ve bunun sonucunda, 17 ekimde de bütçe kanununun hazırlanmasına kadar giden bir süreç olur ve sonra Mecliste görüşme süreci başlar.
Şimdi, biz bakıyoruz, son üç dört yıldan beri AKP hükûmetleri ısrarla bu dokümanların hazırlanmasını geciktirmektedir, hem hazırlanmasında ve tabii doğal olarak yayınlanmasında da ciddi bir gecikme var. Bunun niye olduğunu anlayabilmiş değiliz arkadaşlar. Bazı senelerde öngörülemeyen krizler olabilir, iç ya da dış kaynaklı ekonomik, siyasi krizler. Bunun sonuçlarında bu dokümanların hazırlanmasında bir gecikme olabilir ama bu, bakıyorsunuz, son üç dört yıldan beri alışkanlık hâline getirilmiş bir olay ve en son 2012 yılı bütçesi hazırlanırken bu konuda rekor kırılmıştır değerli arkadaşlar. Mayıs ayının sonuna kadar hazırlanması gereken Orta Vadeli Program ve Haziran ayının 15'ine kadar hazırlanması gereken Orta Vadeli Mali Plan 13 Ekim 2011 tarihinde hazırlanmıştır ve 17 Ekim 2011 tarihinde de bütçe kanunu Meclise sunulmuştur. Buna göre, bütün bütçenin hazırlanması dört günlük bir sürede olmuştur değerli arkadaşlar. Nasıl oldu bu? Temel büyüklükler ortada yok, hangi harcamalar yapılacak, öncelikler belli değil, o zaman nasıl hazırlandı bu? El yordamıyla hazırlandı. Bu kadar gayriciddilik olmaz değerli arkadaşlar, devlet yönetmek ciddi bir iştir. Bütçe hakkı bir parlamentonun en önemli varlık nedenleri arasındadır. Bu konuya özellikle dikkat edilmesi gerekir. Bunun dışında da, hazırlanan kanunların nasıl hazırlandıkları da yalnızca hazırlanma süreçleriyle değil, sonra onların nitelikleriyle de ciddi biçimde ilişki içindedir.
Bu yetmemiştir, değerli arkadaşlar, sizin de bildiğiniz gibi, seçim sürecinde, Mayıs ayında bir yetki kanunu çıkarılmıştır. O yetki kanununa dayalı olarak otuz beş tane kanun hükmünde kararname çıkarmıştır AKP Hükûmeti ve dün itibarıyla görüştüğümüz, şimdi geri çekilmiş olan torba yasada bu kanun hükmünde kararnamelerin bir kısmında değişiklik talepleri gündeme gelmiştir. Haziran ayında başlamıştır bunlar çıkarılmaya -sonrasında, biliyorsunuz, Meclis açıldı, kapandı, yemin süreci oldu, ondan sonra Ekimden itibaren tekrar açıldı- o altı aylık sürenin bitmesine yani 3 Kasım tarihinde kadar devam etmiştir. Meclis açıkken fiilen Meclisin yetkisi gasp edilmiştir değerli arkadaşlar. Yani bunlara nasıl duyarsız kalabiliyoruz, ben anlayabilmiş değilim bunu ve bu otuz beş tane kanun hükmünde kararname, herhangi birtakım hususların yani ortada, her zaman günlük hayatın içinde önemi olmayan hususların düzenlenmesi değildir, bütün Türkiye kamu bürokratik sistemi yeniden yapılandırılmıştır değerli arkadaşlar. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil. Bu da AKP Hükûmetinin kanun çıkarmada, kanun hazırlama usul ve esaslarına uymada ve tekniklerinde ne kadar gayriciddi olduğunu ortaya koymaktadır.
Diğer taraftan, bütçe performansı açısından da baktığımızda Türkiye ekonomisi kötüye gitmektedir değerli arkadaşlar. 2001 krizi sonrası alınan önlemler AKP döneminde hiçbir değişiklik yapılmadan günümüze kadar uygulamaya devam edilmiştir. O dönemin bir krizinin, krizin ihtiyaçlarına göre çıkarılan bir istikrar programının Türkiye ekonomisi krizde değilken de aynı şartlar altında ve aynı biçimde uygulanmasına devam edilmesini anlamak mümkün değildir.
Neye dayanmaktadır değerli arkadaşlar? Öncelikle faiz dışı fazlada yoğunlaşan bir sıkı maliye politikası uygulamaya konulmuştur. Aynı şekilde de, enflasyonu düşürmeye odaklı bir para politikası uygulanması içinde olunmuştur. Bunun sonucu, Türkiye ekonomisinin mevcut yapısal sorunlarının daha da derinleşmesi olmuştur.
1990'lı yıllarda, ki içinde 1994 ve 1999'daki iki tane daralmayı içermektedir? İsterseniz o dönem ile 2003-2011 dönemini kıyaslayalım: Yurt içi tasarrufların millî gelir içindeki payı hızlı bir biçimde düşmüştür. Aynı şekilde, ekonominin yaptığı toplam yatırımların millî gelir içindeki payı da düşmüştür.
Bakın değerli arkadaşlar, 1990'lı yıllarda toplam yatırımların millî gelir içindeki payı yüzde 23'tür ama toplam yurt içi tasarrufların -yani kamu ve özeli birlikte düşündüğümüzde- millî gelir içindeki payı da yüzde 23'tür. Yani hemen hemen Türkiye ekonomisi hiç dış açık vermeden, bu dönemde hiç cari işlemler açığı vermeden ekonomiyi büyütmüştür. Ancak, AKP döneminde yatırımlar yüzde 23'ten yüzde 20'ye düşmüştür. Fakat tasarruflardaki düşüş bunun çok daha üstünde olmuş, tasarruflar yüzde 23'ler seviyesinden yüzde 15'lere düşmüştür ve bunun sonucunda da, dönem ortalaması olarak baktığımızda cari işlemler açığının millî gelir içindeki payı ortalama yüzde 5 olmuştur. 2011 yılı itibarıyla bu rakam yüzde 10'dur değerli arkadaşlar.
Bu da bize şunu göstermektedir: Yalnızca kamu kesimi disiplinine, bütçe dengesine odaklanan bir ekonomik programının başarılı olma şansı yoktur değerli arkadaşlar. Ekonomi yalnızca kamudan ibaret değildir. Türkiye ekonomisi içinde "kamu sektörü-özel sektör" diye baktığımızda, değişik göstergelere göre baktığımızda kamu sektörünün ağırlığı yüzde 10, yüzde 15'ler civarındadır. Bunun geri kalanı ise özel sektör tarafından gerçekleştirilmekte ve yaratılmaktadır. Özel sektörü de, tabii, "hane halkları" ve "şirketler" olarak iki kesimde izliyoruz. Şimdi, tabii, bu kadar, özel kesimdeki bu tasarrufların düşüklüğünün nedenine baktığımızda da birçok etken görüyoruz. Ele aldığımız AKP dönemi yani 2003-2011 döneminde gerek hane halklarının gerekse şirketlerin borçlanma eğilimlerinde çok hızlı bir artış olmuştur.
Bugün Merkez Bankasının verilerine göre -ki devletin resmî verileridir- hane halkı borçlarının hane halkı gelirleri içindeki payı yüzde 52 olmuştur 2011 yılı itibarıyla değerli arkadaşlar yani bu toplumdaki insanların borçluluk oranlarında inanılmaz bir yükselme vardır. Bu nasıl bir başarıdır? Ben bunu merak ediyorum doğrusu. Ekonomi içinde yaşayan insanları dikkate almayan, onların refahını artırmayan, onları daha da borçlandıran bir sistemin, bir ekonomik programın hangi başarısından söz edilebilir? Sizlere sormak istiyorum.
O zaman karşımıza çıkan sonuç şudur: Türkiye ekonomisinde bütçe dengesi elbette önemlidir yani biz bütçemizde "Bütçeyi tamamen serbest bırakalım, bütün harcamaları kontrolsüz biçimde yapalım, savurganca paraları harcayalım, açık verelim." demiyoruz ama "Bütçe dengesinin sağlanmasında en az onun kadar özel kesimin dengeleri de sağlanmalı." diyoruz. Birinci söylemek istediğim husus budur.
İkinci söylemek istediğim husus: Bütçe dengesindeki iyileşme büyük ölçüde personel giderlerindeki ve yatırım harcamalarındaki düşüşten kaynaklanmaktadır. Kamu kesimi genel dengesi itibarıyla kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payı 2002 yılında yüzde 4,9 iken 2011 yılında yüzde 4,3'e düşmüştür.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Memura maaş zammı yok ki, o yüzden.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Tabii, en son, zam olayında da konuştuk değerli arkadaşlar. Biliyorsunuz, personel giderlerine ilişkin Sayın Maliye Bakanı çıktı, hatırlarsanız ne dedi? Personel giderlerinin bütçe içindeki payının yüzde 18'den yüzde 28'e çıktığını söyledi. Biz de Meclis konuşmamızda bunun aslında matematiksel bir hesap, bir yanlışlık olduğunu söylemiştik. Burada tekrar kısaca bir ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlar, bu bir şey ifade etmiyor çünkü bütçe giderlerinde, bütçenin millî gelir içindeki payında bir azalma vardır yani bu bütçede kamu hizmeti üretme niteliğinde ciddi bir azalma söz konusudur. Bir aile düşünün, 4 kişilik bir aile. Herkesin, 4 kişilik ailenin her ferdinin payına yarım ekmek düşsün, 4 ekmek alsınlar. Değil mi arkadaşlar? Nedir o zaman? Her bireyin payına düşen yüzde 25'tir; dörtte 1 yani yüzde 25'tir. Şimdi, herhangi bir nedenle aileden birisi ayrılsın, okumaya gitsin örneğin ailenin çocuğu, 3 kişi kalsınlar, gene yarım ekmek yemeye devam etsinler. 1,5 ekmek alıyorlar tabii. Payları nedir o zaman arkadaşlar? Üçte 1'e düşmüştür yani yüzde 33'e çıkmıştır. Yani gördüğünüz gibi, aynı ekmek yenmektedir, pay aynıdır ama baktığınız zaman, matematiksel olarak -bir matematiksel işlem, pay ve payda- paydanın küçülmesine dayalı olarak sanki personel harcamalarının payı artmış gözükmektedir. Değerli arkadaşlar, bu ciddi bir kandırmacadır.
Eğitim sektöründe ve sağlık sektöründe kamu alandan ciddi biçimde çekilmiştir değerli arkadaşlar. Bu işler artan bir biçimde özel sektöre havale edilmeye çalışılıyor. Yani yap-işlet-devret modelinde, önümüze gelen tasarılarda da bunu görüyoruz. Elbette özel sektörün yatırım yapmasına karşı değiliz değerli arkadaşlar. Kamu, özel, hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız, herkes bir biçimde ekonominin gelişmesine katkıda bulunacak.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Ama özel sektör yok, yandaş sektör var.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Ama öncelikle söylenmesi gereken şudur: Değerli arkadaşlarım, özel sektör dünyanın her yerinde de daha çok altyapı yatırımlarına değil, ekonominin imalat sanayisine yönelir ve dış ticarete konu olan sektörler dediğimiz alanlarda yatırım yapar, üretimi artırır, aynı şekilde de o ekonominin ihracat kapasitesinde artış olur ancak kamu sektörünün özellikle eğitim, sağlık gibi sosyal altyapı alanından hızlı bir biçimde çekilmesi nedeniyle bu alanı özel sektör doldurmaya başlamıştır ve özel sektör, esas yapması gereken üretimi, yatırımı artıracak, dışarıya ihraç edilecek mal ve hizmet üretiminde ciddi bir yıpranmaya uğramıştır, ciddi bir kayba uğramıştır; bu bir ülkenin gelişme stratejisi açısından doğru bir yaklaşım değildir. Diğer taraftan, kamu sabit sermaye yatırımlarının -biraz önce rakamlarını verdim- azalması da çok önemlidir çünkü bir ekonomide özel sektörün de büyüyebilmesi, ekonominin büyüyebilmesi için kamu sektörünün öncülük yapmasına ihtiyaç vardır. Ekonomide kamu ve özel sektör yatırımları arasında bir dışlayıcılık etkisi yoktur, bir tamamlayıcılık etkisi vardır. Kamu sektörünün yaptığı yatırımlar, özellikle fiziki altyapıya, sosyal altyapıya ve yeni bir alan olan teknolojik altyapıya yaptığı yatırımlar özel sektörün de gelişme potansiyelini artırmaktadır ve bir ekonominin potansiyel büyüme hızını çok daha yüksek boyutlara taşımaktadır.
Değerli arkadaşlar, sonra? Yalnızca, tabii, "altyapı" derken eskiden hep fiziki ve sosyal altyapıyla sınırladık. Artık günümüzde ekonomi literatüründe de en az onlar kadar önemli olan bir teknolojik altyapı vardır. Bu şu demektir değerli arkadaşlar: Bir ekonominin sınıf atlayabilmesi, başka bir anlamda, katma değeri daha yüksek mal ve hizmetleri üretecek bir yapıya gelebilmesi için o ekonominin ona uygun stratejilere ulaşması, başlangıç yatırımlarını yapması gerekir. Özel sektör, yapısı gereği kâr maksimizasyonu peşinde koştuğu için bu alanlara, yeni alanlara giremez. Bu alanlar ayrıca büyük yatırımlar gerektirmektedir, riskli alanlardır. Bu alanlara kamu sektörü öncülük yapar, bazen bizzat kendisi girer, bazen özel sektörle birlikte girer, kamu-özel sektör iş birliğine geçiş, giriş stratejileri oluşturur. Yani programlara, planlara, metinlere "Türkiye bilgi toplumu olacak. Türkiye katma değeri yüksek mal ve hizmet üretecek." bunları yazmakla olmaz değerli arkadaşlar, bunların gereğini yerine getirmek zorundasınız çünkü bugün Türkiye'ye siz hükûmet ediyorsunuz ancak bu açıdan da baktığımızda ciddi bir zafiyet vardır. Türkiye'de son dönemlerde, işte, ARGE'ye özellikle TÜBİTAK eliyle biraz daha yüksek bir miktar ayrılması var ama onun dışında bu alanda ciddi bir atılım, ciddi bir sıçrama yoktur değerli arkadaşlar.
İşsizlik Türkiye'nin en önemli problemlerinden biridir. İşsizlik rakamları ki, karşımıza geldiği zaman hepimizin kuşku duymasına neden olmaktadır. Bir ekonomi düşünün, ekonomi krize de girse istihdam artıyor, ekonomi büyüse de istihdam artıyor, böyle yukarı doğru çıkan bir trend var. Böyle bir şey mümkün mü değerli arkadaşlar?
EMİN HALUK AYHAN (Denizli) - Tarımda bir de, tarımda.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Tarımda aynı şey var.
Tarımda, bakıyorsunuz, gittikçe bir taraftan nüfus kayması var, diğer taraftan, bakıyorsunuz, son dönem istihdam artışının altında tarım istihdamındaki artış var. Nasıl oluyor değerli arkadaşlar bu? Böyle bir şey mümkün değil fakat buna rağmen, bunları doğru bile kabul etmiş olsak, gene karşımıza bir soru işareti çıkmaktadır ki işsizlik oranları yüzde 10'lar seviyesindedir değerli arkadaşlar, yüzde 10'ların altına düşmemektedir. Yani yüzde 10, bir ekonominin işsizlik oranı açısından düşük bir oran mıdır ki Türkiye'nin iş gücüne katılım oranları değerli arkadaşlar, yüzde 50'nin altındadır. Yani çalışma çağında olan nüfusun yüzde 50'si ancak iş gücüne katılmaktadır. Bu, bütün gelişmiş ülkelerde yüzde 70 civarındadır arkadaşlar, bazı ülkelerde yüzde 70'in üstünde. OECD ortalamasını ben size söyleyeyim, yüzde 70'tir, yüzde 71'dir. Yani bir biçimde iş gücüne katılma oranlarının demek ki yüzde 50'lerden yukarıya doğru çıktığını varsaysak, öyle bir şey olduğunu düşünsek, ne olacak Türkiye'deki işsizlik oranları, yüzde 30'lara, yüzde 40'lara varacak ki bu iş gücüne dâhil olmayanların bir kısmı, aynı zamanda normal şartlar altında baktığınızda -bize geçen sunuş da yapıldı TÜİK tarafından- normalde çalışan, çalışma isteğinde, arzusunda olan, çalışmak isteyen ama iş bulabileceği umudu olmadığı için iş aramayan insanlardır. Bunları kattığımızda da gene oranlar ciddi biçimde yüzde 15'lerin üstüne, yüzde 20'lere ulaşmaktadır.
Yoksulluk Türkiye'de artmıştır arkadaşlar. TÜİK'in rakamlarına göre -ki o rakamlarla, o açlık sınırı ve yoksulluk sınırı rakamlarıyla geçinmek mümkün değildir- Türkiye'de her 5 kişiden 1'i yoksuldur değerli arkadaşlar.
Toparlarsam şunu söylemek istiyorum: Bütçeler önemlidir. Bütçeler, bir ekonominin, bir ülkenin kaynaklarının, kamu kaynaklarının, devletin hangi kaynaklara el koyacağının ve onları nasıl yeniden dağıtacağının mekanizmalarıdır. Çok üzerinde hassasiyetle durulması gerekir ve bunların Mecliste tüm ayrıntısıyla tartışılması gerekir. Bu alanda çıkmış tüm bilgi ve dokümanlara, takvimlerine uyulması gerekir. Bu sürecin çok daha katılımcı bir süreç içinde, bir perspektif içinde gelişmesi en büyük arzumuzdur.
Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Türeli, teşekkür ediyorum.