| Konu: | BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GEÇİCİ GÖREV GÜCÜ BÜNYESİNDE TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN 5 EYLÜL 2012 TARİHİNDEN İTİBAREN BİR YIL DAHA UNIFIL HAREKÂTINA İŞTİRAK ETMESİ HUSUSUNDA ANAYASA'NIN 92'NCİ MADDESİ UYARINCA HÜKÛMETE İZİN VERİLMESİNE DAİR BAŞBAKANLIK TEZKERESİ |
| Yasama Yılı: | 2 |
| Birleşim: | 127 |
| Tarih: | 29.06.2012 |
MHP GRUBU ADINA YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi sayıyla selamlarken geçen haftadan bu yana kaybettiğimiz asker, polis 13 şehidimize Allah'tan rahmet diliyor, canımızdan can alan terörü bu kürsüden şiddetle lanetliyorum. Bu vesileyle de, umuyorum ki, açılım yanılgısı ona iştirak eden tüm siyasi partiler tarafından fark edilir ve en yakın zamanda bu tarihî yanlıştan dönülür.
Lübnan'da barışı korumak amacıyla Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü UNIFIL'in Türkiye'nin silahlı kuvvetleri unsurlarıyla katkı sağlanmasına bir yıl daha imkân sağlayacak düzenlemeyle ilgili, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, her gün verdiğimiz şehitler ve 22 Haziran tarihinde Suriye'nin silahsız, korumasız bir Türk jetini vurmasıyla birlikte, dünyanın ve bölgenin Türkiye açısından sanıldığı kadar güvenli olmadığı gerçeği bir kez daha çok açık biçimde tescillenmiştir. Kimsenin şüphesi olmasın, söz konusu saldırıların hedefinde Türk egemenliği ve bağımsızlığı olduğu kadar asırlardan bu yana her gün her saat her saniye nakşedilen Türk mucizesi vardır. Nedir bu mucize? Çok açık şekilde özetlemek gerekirse, cumhuriyetin fazileti, demokrasinin erdemi ve millî kimliğin üstünlüğüyle harmanlanan ve günlük hayatımızda istisnasız herkesin ete kemiğe büründürdüğü değerler manzumesidir. Türkiye, bölgedeki tek demokrasidir. Türkiye, demokrasisini milletinin karakterine ve hususiyetlerine göre kurmuş ve bu ruhla da senelerdir başarıyla işlemektedir. Ben Türkiye'yi bir gaye, bir fikir olarak değerlendiriyorum. Türkiye sabit bir kalıp, bir dogma değildir, olamaz da. Bu anlamda Türkiye, değişik coğrafyalardan bu topraklara göç etmiş ve birlikte yaşama iradesini gönüllülük temeline oturtmuş çeşitli gruplardan müteşekkildir. Türkiye Türk'ün, yani Oğuz'un, Avşar'ın, Kırgız'ın, Tatar'ın, Türkmen'in, Azeri'nin, Uygur'un olduğu kadar Boşnak'ın, Laz'ın, Çerkez'in, Arnavut'un, Gürcü'nün, Kürt'ün, Arap'ın ortak rüyasıdır, barışıdır, birliğidir, müşterek bir zeminde kenetlenmesi ve güçlenmesidir. Üniter devlet anlayışı bu sebeple önem arz etmektedir. Cumhuriyet nizamı, farklılıklara, birtakım özelliklere bakmadan herkese, her ferde sağladığı fırsat eşitliği için mühimdir. Demokrasi, fertlere tanıdığı haklar, özgürlükler ve fakat aynı zamanda yüklediği sorumluluklar sebebiyle hayatidir. Millî kimlik, yani Türklük, bir büyük ulus için bir araya gelmiş binlerce irili ufaklı topluluğu içeride ve dışarıda yekvücut yapmak için vardır ve vazgeçilmezdir.
Değerli milletvekilleri, bahsini ettiğim Türk mucizesinin ana sütunları işte bunlardır. Serdettiğim bu verilerin ışığında rahatlıkla görüldüğü gibi, Türkiye sadece bir millî varlık da değildir, evrensellik düşüncesiyle yoğrulmuştur. Türkiye, ortak aklın, vicdanın ve insani hassasiyetlerin vatanıdır. Bu anlamda Türkiye, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin ortak servetidir, bugüne dek yaratılmış en güzel cevherdir.
Hepimiz bir gerçeğin idrakine varmalıyız: Türkiye bizden çok önce başlamıştır ve bizden sonra da ebediyete dek devam edecektir. Bizler bu devasa zincirin birer ufak halkalarıyız. İşte bu sebepten dolayı da sorumluluk hepimizindir, herkese aittir.
Değerli milletvekilleri, bunları anlatmamın elbette bir gerekçesi var. Bu denli coşkulu bir yapıyı muhafaza etmek kolay değildir, meziyet ve marifet ister. Söz konusu mucizenin korunması için iki temel vazife vardır. Birincisi, içeride sağlam ve güçlü bir nizam tesis etmek; ikincisi de dışarıdan gelecek tehditlere ve saldırılara karşı da uyanık olmaktır ancak bu iki vazifenin de kesiştikleri bir nokta vardır ki o da barıştır, barış siyasetidir. Rahmetli Atatürk'ün "Yurtta barış, dünyada barış." vecizesinin hikmeti de işte burada aranmalıdır.
Bu vesileyle, Hükûmetin takip ettiği Orta Doğu politikasına da değinmek istiyorum. İyi niyetle başladığına şüphe duymadığım bu yeni siyaset gayreti maalesef arzu edilen sonuçları doğurmamıştır. ABD'nin çekilmesiyle zuhur eden parçalanmış Irak yönetimi, dünyadaki güç dengelerine dayanarak Türkiye'ye kafa tutmaya cesaret eden Suriye ve bunca yıldır dostluğumuzu muhafaza etmeye çalıştığımız, gayret gösterdiğimiz, hatta pahalı ihalelerle de pekiştirmeye çalıştığımız İsrail? Geldiğimiz noktada hepsi ama hepsi bu yanlışa işaret etmektedir.
Ayrıca Türkiye'de Kürt kökenli olmalarını gerekçe göstererek her fırsatta Türkiye'nin aleyhine her oluşumun içinde yer alanlara da bir çift sözüm olacak. Terör örgütünün Suriye'deki kolunun, Türkiye'yle Suriye arasındaki ihtilafta Suriye yönetimiyle yekvücut olup Türkiye'ye karşı sergilediği tavrı görmeniz ve mevcut siyasetinizden mahcup olmanız gerekir. İşte, buyurun, geçen gün bir ulusal gazetede yayımlanan habere göre, terör örgütü Suriye'deki Ayn-el Arap kasabasında kendisinin "bayrak" dediği paçavrayı çekti. Şimdi, bu kesime sormak istiyorum: Uluslararası sularda ülkemize yapılan saldırılarda dahi Türkiye'den yana olamayacaksanız, neyi ne adına savunduğunuzu bu toprakların insanlarına nasıl anlatacaksınız?
Orta Doğu coğrafyasında son dönemde cereyan eden ve "Arap Baharı" adıyla anılan olgu herkes için bir ders mahiyetindedir. Biz daima bölge ülkelerinin demokrasiye kendi kanalları ve dinamikleriyle ulaşmalarının daha doğru olduğunu, bu kapsamda da Türkiye'nin sürece fazla angaje olmaması gerektiğini vurguladık.
Farkındayız ve görüyoruz ki bölgedeki dikta rejimlerinin sayısı çok fazladır ve halklar düzeyinde belli bir demokratikleşme arzusu var ise de bu arzu çoğu zaman bastırılmakta ve yok sayılmaktadır. Diktatörlük, faşizm kötüdür; insan haklarına ve insan haysiyetine nispetle de aykırıdır. Bunlara sonuna dek karşı çıkılmalıdır ancak Irak örneğinde gördüğümüz gibi, ihraç siyaseti de çoğu zaman işe yaramamakta ve çoğunlukla da ters tepmektedir; bölünmeye, parçalanmaya vesile olmaktadır.
Değerli milletvekilleri, biz komşularımızın toprak bütünlüğünden yanayız, zira çalkantılı ve hassas bir coğrafyada yaşıyoruz. Komşularımızın toprak bütünlüğü bizimkinin de güvencesidir. Her zaman söyledik, bir defa daha yineliyoruz: Tüm modern demokrasilerde dış politika ve millî savunma siyaseti devlet meseleleridir. Biz parti olarak daima bu şuurla hareket ettik ve etmeye devam ediyoruz. Bizler bu vizyonu savunduğumuz içindir ki ülkenin güvenliği ve millî menfaatleri mevzubahis olduğunda diğerleri gibi meseleleri iç siyasete alet etmiyoruz. Bu anlamda Hükûmetin özellikle son bir iki senedir izlediği siyaseti tasvip etmediğimizi söyledik, söylüyoruz. Gelinen aşamada ise zamanı geri alamayız ve geçmişi değiştiremeyiz. Muhalefet olarak bugün neler olduğuna bakmakla ve yarına tesir etmeye çalışmakla yükümlüyüz. Milliyetçi Hareket Partisinin "Hükûmetin Suriye politikası bir şeydir, askerî uçağımızın Suriye tarafından düşürülmesi ise başka bir şey." açıklamaları da işte bu pencereden değerlendirilmelidir.
Buradan çok açık ve şeffaf biçimde ifade ediyoruz: Suriye'nin, keşif uçuşu yapan silahsız bir uçağımızı düşürmesi tüm kurumlarıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendisini ilgilendirmektedir. Yine, Kandil'den aşıp gelen terör saldırıları da bu çerçevede ele alınmalıdır. Söz konusu taarruzlar, dün bir İngiliz gazetesinde yayımlanan makalenin de dolaylı yoldan ortaya koyduğu gibi, Türkiye'nin siyasi ve diplomatik bağımsızlığına karşı yapılmıştır ve burada kimse Milliyetçi Hareket Partisinin sessizliğe bürünmesini bekleyemez; bu çok açık.
Değerli milletvekilleri, az önce barış siyasetinden bahsettik. Cumhuriyet dönemi dış politikasında bir devlet geleneği kök salmıştır, o da barış arayışıdır, savaştan uzak durma arayışıdır. Biz savaşın yıkıcılığını; maddi, manevi, fiziki zararlarını çok iyi biliyoruz. Savaşın her anlamda bir maliyeti olduğunu kimse unutmamalıdır. Bu sebeple ilk aşamada daima itidal çağrısı yapıyor, soğukkanlılığı ve sağduyuyu öne çıkarıyoruz. Ne var ki hiçbir devlet Türkiye'nin söz konusu barışçıl tutumunu fırsat bilip bunu istismar etmeye, sömürmeye kalkışmamalıdır. Kaldı ki öyle olduğunda dahi Türkiye'nin önünde savaş seçeneği dışında birçok alternatif olur ve Türkiye bunları dikkate almakta da bir saniye dahi tereddüt etmez.
Değerli milletvekilleri, millî ve etraflı bir barış siyaseti yürütmek için devletin masasında çoklu seçenekler olması gerekir. Anlaşılan odur ki önümüzdeki aylarda Türkiye'yi uluslararası platformda son derece sıcak bir gündem beklemektedir. Çeşitli kışkırtmalara müsait bir döneme giriyoruz. Çeşitli gruplar üzerinden Türkiye'yi karıştırmaya teşebbüs edecek hücrelere karşı uyanık olunmalıdır. Hükûmet, bu noktada hazırlık yapmalı ve hadiseleri tüm boyutlarıyla ve özellikle de millî menfaatleri gözeterek irdelemelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi, toplumumuzun millî refleksini temsil etmektedir. Partimiz, her şeyden önce vatanımızı, onun evlatlarını, en savunmasızları, sıradan insanları düşünür ve savunur. Rahmetli Atatürk'ün söylediği gibi "Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir." Milliyetçi Hareket Partisi, varlığını en başta tarif ettiğim Türk mucizesini yaşatmaya ve ebedî kılmaya adamıştır; bu açıdan, yanlışın karşısında, doğrunun ise arkasındadır, yanındadır. O nedenle, buradan Hükûmete seslenmek istiyorum: İçeride ve dışarıda, istisnasız, eksiksiz tüm girişimlerde devletimizin ve insanımızın menfaatlerini her boyutuyla koruyun ve kollayın. Bu anlamda, mevcut siyasi iktidar, bir an evvel, yeni ve Türkiye'nin yapısına uygun bir bölgesel dış politika belirlemelidir. Kendilerine bu uğurda, arzu ettikleri takdirde, yardımcı olabileceğimizi de tekraren beyan etmek istiyorum. Bizim, bazı partiler ve oluşumlar gibi komplekslerimiz, bencilliğimiz, hesabımız yoktur. Bizim tek derdimiz vardır, o da Türkiye'nin ve Türk milletinin selametidir. Bu anlamda, vermek istediğimiz mesajın yerine ulaştığını umuyoruz.
Değerli milletvekilleri, az önce altını çizdiğim gibi, bundan sonraki süreçte, kolektif güvenliğimiz adına, Türkiye sınır ötesinde de uluslararası hukuka uygun olarak asgari varlık belirtmelidir. Bu anlamda, Silahlı Kuvvetlerin unsurlarının, çeşitli devletlerin üzerinde siyasi ve/veya kültürel tasarruflarının olduğu Lübnan'da Birleşmiş Milletler Barış Gücü şemsiyesi altında var olmalarının gereğine inanıyor, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun mevcut düzenlemeye olumlu baktığını ifade ediyorum.
Teşekkür ederim. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.