| Konu: | Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 20 |
| Tarih: | 25.12.2015 |
CHP GRUBU ADINA FAİK ÖZTRAK (Tekirdağ) - Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 11 sıra sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın yürürlük maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken büyük devlet adamı, Kurtuluş Savaşı'mızın başarılı komutanı, diplomat, cumhuriyetimizin kurucularından, 2'nci Cumhurbaşkanımız, Cumhuriyet Halk Partisinin 2'nci Genel Başkanı İsmet İnönü'yü ölümünün 42'nci yılında, bugün, rahmetle ve minnetle anıyorum.
Değerli milletvekilleri, geçici bütçenin hemen ardından yeni dönemin ilk yasa tasarısını görüşüyoruz. Bunun yine bir torba yasa olması, AKP kadrolarının alışkanlıklarından vazgeçmeye niyetli olmadığını ortaya koyuyor.
Bu kanun tasarısının getirdiği birçok düzenleme var. Bunlar hakkında arkadaşlarımız görüşlerini dile getirdiler. Ben de bu tasarıda menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları ile mevduat faizleri, repo gelirleri ve katılım bankalarından elde edilen kâr paylarının Gelir Vergisi Kanunu'nun geçici 67'nci maddesinde düzenlenen istisnadan bir beş yıl daha yararlandırılmasına ilişkin düzenleme üzerinde durarak sözlerime başlamak istiyorum.
Düzenlemeyle, faiz ve menkul kıymet geliri elde edenler diğer gelir sahiplerine göre hem daha kolay hem de daha az vergi ödeyecekler. Yani, AKP Hükûmetinin Meclisin gündemine getirdiği ilk yasa tasarısı, kendilerinin ifadesiyle şu meşhur faiz lobisinin yüzünü güldürecek olan bir düzenleme. Eski kadroların yeni Hükûmeti, Mecliste işe çiftçinin, işçinin, esnafın derdine derman olacak bir düzenlemeyle değil, faiz lobisini mutlu edecek bir düzenlemeyle başlıyor. Faiz gelirlerini düşük oranlı bir stopaja tabi tutan bu istisna on yıldır yürürlükte, şimdi bir beş yıl daha istiyorsunuz.
Sorum şu: Neden faiz lobisinin mensupları alın teriyle gelir elde eden işçinin, memurun, çiftçinin, iş adamının ödediğinden daha az vergi ödeyecek? Daha önce borçlanmayı kolaylaştırmak amacıyla getirilmiş bir istisnai düzenlemeyi ilkin on yıl yürürlükte tuttunuz, şimdi bir beş yıl daha uzatıyorsunuz. Neden? Ekonomide işler sandığımızdan daha kötü durumda da buna mecbur mu kalıyorsunuz? Ya da faiz lobisinin baskısı Hükûmete diz mi çöktürüyor değerli arkadaşlar? Hükûmet faiz lobisini rahatlatacak bu düzenlemeyi neden çıkardığını millete açıklamalı.
Değerli milletvekilleri, ben kendi kanaatimi söyleyeyim: AKP faiz lobicilerinin siyasi partisi olmak durumundadır çünkü AKP iktidarları sadece çıkardığı kanunlarla değil, ödediği faizlerle de bu lobiyi ihya etmiştir.
Her gün "Faizleri şöyle düşürdük, böyle düşürdük." diye AKP yetkililerinden dinliyoruz. Ama şimdi ben size Kalkınma ve Maliye Bakanlıklarının rakamlarını vereceğim: 1975'ten 2002 yılına kadar bütçeden yirmi yedi yılda yapılan faiz ödemeleri 251 milyar dolar, AKP'nin iktidarda olduğu 2003'ten 2015'in Kasım ayına kadar yapılan faiz ödemeleri ise 408 milyar dolar. On üç yılda ödenen faiz yirmi yedi yılda ödenen faizin 1,6 katı. Bu, Türkiye'de bir faiz lobisi varsa onun hamisinin AKP iktidarları olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Şimdi söyleyeceğim rakamlar da Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumundan: 2002 yılında 1 milyon Türk lirası ve üzerindeki mevduatlar toplam mevduatın yüzde 24'üymüş. 2011'de aynı oran yüzde 47'ye yükselmiş yani 2'ye katlanmış. Geçtiğimiz ekim ayında ise bu oran yüzde 51'e yükselmiş yani 581 milyar Türk liralık bir mevduat azami 92 bin kişinin elinde. Bu düzenlemeyle bu kişilerin elde ettikleri faiz gelirlerinden alınacak vergi yükünü yüzde 16'ya düşürüyorsunuz. Peki milyonlarca emekçi elde ettiği gelirlerden ne kadar vergi ödüyor? Kamu işçisinin ödediği vergi yüzde 20'lik dilimden başlıyor, biraz daha iyi kazanan ücretlinin vergi dilimi yüzde 20'den yüzde 35'e kadar çıkıyor.
Değerli milletvekilleri, durum gayet açık. Ülkeyi on üç yıldır elinde tutan bu siyasi kadrolar emekçiyi değil, faizciyi seviyor. Son dönemde, saray ve AKP, faiz lobisiyle mücadele gerekçesiyle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına savaş ilan ettiler. Aslında bu kayıkçı kavgası. Merkez Bankasının elindeki araçları serbestçe kullanmasını engelleyerek bankanın faiz lobisine karşı elini kolunu bağlıyorlar. Eli kolu bağlı bir Merkez Bankası algısı uzun vadede enflasyon beklentilerini ve faizleri yüksek tutuyor. Sonuçta AKP "Faizle mücadele ediyoruz." deyip faizcilere yüksek kazançlar sağlıyor.
İşte, bu politikalar da ülkede servet dağılımını hızla bozuyor. 2002'de bu ülkede nüfusun en zengin yüzde 1'i servetin yüzde 39'una sahipti, 2014'te söz konusu oran yüzde 54 oldu. Buna karşılık, Uluslararası Çalışma Örgütünün geçen yıl yayımladığı Küresel Ücret Raporu'na göre 2002'de Türkiye'de işçi kesiminin millî gelirden aldığı pay yüzde 43'müş. Bu, 2013'te yani on üç yıl sonra yüzde 33'e gerilemiş, çalışanların ülkedeki gelir pastasından aldığı pay 10 puan düşmüş. Bunlar kendiliğinden olmadı arkadaşlar. Adında "adalet" olan parti, bilinçli tercih ve politikalarıyla hem gelir hem de servet dağılımını bozdu. Bu rakamlar medyada fazla konuşulmuyor. Ben milletin kürsüsünden bunları milletimizin dikkatine sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, küresel ekonomide zor ve sancılı bir dönem var. Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankası 2013'ten bu yana beklenen faiz artırımına bu ay başladı. Önümüzdeki dönemde ülkemizin ve bize benzer ekonomilerin ucuz ve bol paraya ulaşması giderek zorlaşacak. Türkiye'nin önümüzdeki bir yılda çevirmesi gereken dış borç 171 milyar dolar. Buna bir de 30-35 milyar dolarlık cari açığı eklediğimizde önümüzdeki bir yılda dış piyasalardan 210 milyar doları bulmamız gerekiyor, aksi takdirde ekonomi tıkanacak. Oysa dünyada risk iştahı giderek azalıyor. Bakın, 2014 sonunda Türkiye'nin 10 milyon dolarlık dış borcunu sigortalamak için 184.440 dolar gerekirken bugün bu bedel 90 bin dolar artarak 270 bin dolara çıkmış durumda. Bu hem ülkenin riskinin artmasından dolayı hem de giderek dışarda para bulmanın zorlaşmasından dolayı.
Yatırımcılar artık daha güvenli limanlara sığınıyor. Hata yapma marjımız da hızla daralıyor. Yapılan hataların maliyeti vatandaşımıza artan işsizlik ve yoksulluk şeklinde çıkıyor. Peki, böyle bir dönemde Hükûmetin yapması gereken ilk doğru nedir arkadaşlar? Yapılacak ilk doğru, tüm ekonomik aktörlere güven vermek, riskleri azaltmaktır. Ancak kasım ayında seçimden sonra sıçrayan Tüketici Güven Endeksi aralık ayında tekrar düşmeye başladı. Bu sebepsiz değil. 7 Haziran-1 Kasım arasında ekonomik sıkıntılar artırılarak, terörün azmasına göz yumularak milletin iradesi baskı altına alınıyor. Sonra da istikrar ve güvenlik vadedilerek beş ayda seçmen tercihlerinde dünyada bugüne kadar benzeri görülmemiş bir kayma yaratıldı. Ama şimdi bu vaatleri yerine getirmekte iktidarın her gün biraz daha zorlandığını görüyoruz.
Terör, camilerimizi, okullarımızı yakar oldu. Sokaklarımızda hendekler kazılıyor, şehirlere teröristler yığınak yapmış, Hükûmet seyretmiş. Böyle bir ülkede kim, neye güvenecek? Yatırımcının geleceğe güveni yok. Bu, özel kesimin fizikî yatırımlarına yansıyor. Yatırımlar sabit fiyatta dört yıl öncesinin altına düşmüş. Sadece içerideki yatırımcı değil yabancı yatırımcı da Türkiye'ye güvenini kaybediyor. Bunu ödemeler dengesinden görüyoruz. Geçen senenin ilk on ayında her 100 dolarlık cari açığın 91 doları nereden geldiği bilinen finansmanla kapatılırken bu yılın aynı döneminde bu rakam 36 dolara düşmüş. Net hata noksan kaleminden gelen kaynak, kaynağı bilinmeyen para, kaynağı bilinen parayı geçmiş.
Bu yılın ilk on ayında cari açık azalmış. Buna rağmen ülkemizin döviz rezervleri 5 milyar dolar erimiş. Oysa geçtiğimiz yılın aynı döneminde daha yüksek bir cari açığımız vardı ama döviz rezervlerimiz artıyordu. Yani Başbakan ve bakanların anlattıkları "Cari açığı azalttık, ekonomimiz daha sağlıklı hâle geldi." hikâyesinin arkasındaki gerçek resim bu; hazırdan yiyen bir ekonomi.
Değerli milletvekilleri, güvenin olmadığı yerde ne tüketim ne de yatırım olur. Tüketim ve yatırımın olmadığı yerde ise büyüme olmaz, aş ve iş artmaz.
Bakın, gayrisafi yurt içi hasıla Hükûmetin resmî tahminlerine göre 2015 sonunda 706 milyar dolar olacak. Bu rakam geçen sene 799 milyar dolardı yani bir senede 93 milyar dolarlık gelirimiz buharlaşmış. Bununla övünmek, buna "iyi yönetim" demek mümkün mü? Bir hatırlatayım: AKP millete 2011 seçimlerinden önce ne söz vermişti? 2015'te millî gelir 1 trilyon 76 milyar dolara çıkacaktı. Şimdi millî gelir AKP'nin verdiği sözden 370 milyar daha düşük. Yine AKP 2015'te kişi başına geliri 14 bin dolara çıkaracağına söz verdi, gerçekleşme 9.079 dolar yani söz verilenden 5 bin dolar daha düşük. Meydanlarda "Biz söz verdik mi yaparız." diye bağıran Sayın Başbakan, tutamadıkları bu sözler için çıkıp milletten bir özür dilemeyecek mi?
Değerli milletvekilleri, vatandaşın sadece geliri değil, yaşam kalitesi de düşüyor. Geçtiğimiz haftalarda Birleşmiş Milletler 2015 Yılı İnsani Gelişme Endeksi'ni açıkladı. Endekste geçtiğimiz sene 69'uncu sırada yer alan Türkiye, bu sene üç basamak gerileyerek 72'nci sıraya indi. Bugün baktım, Sayın Başbakan "Diğer ülkelerden daha iyi durumdayız." diyor. E daha iyi durumdaysak bu diğer ülkeler bizi neden geçiyor? Aslında bunlar tesadüfen olmadı.
Değerli milletvekilleri, bu ülkede yaşam kalitesini artırmak için iliklenmesi gereken ilk düğme hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, saydam ve hesap veren bir devlet yani güçlü bir demokrasidir. Bunu ben söylemiyorum, rakamlar ve gözlemler söylüyor. Bugün, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi'nde ilk 20 ülkenin 16'sında tam demokrasi, 3'ünde eksik demokrasi, sadece 1'inde ise otoriter rejim var. Buna karşın, aynı endeksin son 20 sırasında yer alan ülkelerin 13'ünde otoriter rejim, 7'sinde bizimki gibi melez rejim var. Dolayısıyla, birinci sınıf demokrasi aşı, işi büyütürken, rejim otoriterleştikçe aş da iş de küçülür, vatandaşın hayat standardı da düşer.
Değerli milletvekilleri, ekonomi kırılgan hâlde, sosyal dengeler bozuldu. Seçim furyası bitti, siyasal risk azalacak, reformlar başlayacak derken, saray başkanlık ve bu çerçevede iki referandum tartışmasını gündeme getirdi. Hazine Müsteşarlığı yapmış bir arkadaşınız olarak bu ekonominin artık bu sıkleti kaldırmayacağını açıkça burada ifade edeyim. Bir de başkanlık hevesine kapılanlara da şunu hatırlatayım: Bunu yapan vatandaşın aşını azaltır, işini bozar, yurttaşlarımızın cebini boşaltır, hayat standardını düşürür. Bakın, bugün dünyada yine insani gelişmişlik olarak en başta olan 20 ülkenin 16'sında parlamenter rejim var, sadece 2'sinde başkanlık sistemi var, 1 tanesinde de yarı başkanlık sistemi. Buna karşın, İnsani Gelişme Endeksi'nde en kötü durumdaki 20 ülkenin 15'inde başkanlık, 4'ünde yarı başkanlık ve sadece 1 tanesinde parlamenter rejim var. Dolayısıyla, bu ülkenin başkanlığa değil, birinci sınıf bir demokrasiye, gerçek bir hukuk devletine, kuvvetler ayrımına dayanan güçlü bir parlamenter rejime ihtiyacı var.
Değerli milletvekilleri, ekonomide işler gerçekten iyi gitmiyor, Rusya krizi, Suriye ve Irak krizleri, ülkemizin doğu ve güneydoğusunda yaşanan terör olayları, dünya ekonomisindeki sorunlar derken kime, hangi sektöre dokunsak bin ah işitiyoruz. Bu sıkıntıları giderecek, vatandaşa rahat bir nefes aldıracak, zararları telafi edecek önlemlerin çoğu hâlâ tasavvur aşamasında. Küresel konjonktürden kaynaklanacağı tahmin edilen sıkıntılarla ilgili tedbirler dahi alınmıyor. Örneğin, küresel ekonomide ve Çin'de işler yavaşlayınca demir çelik fiyatları hızla geriliyor. Sayın Bakan burada. Çin, damping yapıyor, devlet desteğiyle elindeki arz fazlasını eritmeye çalışıyor. Tüm dünya buna tedbir alırken Türkiye'de bu konuyla ilgili antidamping soruşturmaları dahi uzayıp gidiyor.
Diğer taraftan, Mecliste faiz istisnasını hızla yasalaştırmaya çalışan Hükûmet, milyonlarca asgari ücretlinin beklediği müjdeli haberi bir türlü veremiyor. Biz seçimde asgari ücreti artıracak bir düzenleme vadederken bunun işverene yükünü de asgari seviyede tutacağımızı söylemiştik, siz ise bunu yapmak istemiyorsunuz. Dönemin Başbakan Yardımcısı "İşveren CHP'nin önerisine ses çıkarmadı, o zaman biz de asgari ücreti artırmayı vaat ettik." diyerek âdeta intikam alma duygusuyla bu düzenlemeyi yaptıklarını itiraf etmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FAİK ÖZTRAK (Devamla) - Bu inadı bırakın, asgari ücretin işverene yükünü asgari seviyede tutarak 1.300 liraya çıkarın.
BAŞKAN - Sayın Öztrak, toparlamanız için bir dakika ek süre veriyorum.
FAİK ÖZTRAK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Hem çalışana hem de çalıştırana rahat bir nefes aldırın.
Değerli milletvekilleri, sözlerimi tamamlarken sizlerin ve tüm milletimizin yaklaşan yeni yılını kutluyorum. 2016'nın ülkemize, vatandaşlarımıza ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini diliyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)