| Konu: | Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 1 |
| Birleşim: | 19 |
| Tarih: | 24.12.2015 |
CHP GRUBU ADINA ÖMER SÜHA ALDAN (Muğla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Öncelikle, Sayın Başkan, yeni görevinizde size başarılar diliyorum.
Değerli milletvekilleri, 11 sıra sayılı Yasa Tasarısı'nın 5'inci maddesi üzerinde grubum adına söz aldım. Öncelikle belirtmem gerekir ki biz bu düzenlemeyi destekliyoruz. Düzenlemeyle, ceza ve güvenlik tedbirleri hakkındaki yasanın geçici 4'üncü maddesinde şartla tahliye süresini bir anlamda bir sene daha kısaltan bir düzenleme getiriliyor. Denetimli serbestlik kapsamında hükümlüler bir yıl daha önceden cezaevinden çıkma olanağına kavuşuyorlar, bunu destekliyoruz. Süre 31/12/2015 tarihinde doluyordu, süre 2020 yılına uzatılıyor. Ama bu konuda iki şey söyleyeceğim.
Bir tanesi: Geçen Parlamento dönemindeki yanlış alışkanlığın sürdüğünü görüyoruz. Bir kez bu tamamıyla Adalet Komisyonunun görev alanına giren bir konu olduğu hâlde Plan Bütçeden bu düzenleme çıkarılmaya çalışılıyor, bu doğru bir yaklaşım değildir. Bakın, yaklaşık bir aydan fazla bir süredir Meclis çalışır gibi yapıyor. Bütün komisyonlar oluşturuldu. Sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda iki tasarı gündeme geldi. Burada vatandaş oyalanıyor, aldatılıyor vatandaş. Bu Meclisin gündemini iktidar partisinin çoğunluğu tayin eder. Zira komisyonlara egemen olan iktidar partisidir. İktidar partisi bu Meclisi şu anda çalıştırmıyor. Çalışır gibi yapıyoruz. Tamamıyla bir oyalamayla, akşam yediye kadar boş tartışmalarla geçiyor. Ben bütün Meclisi ve bu konuda da yetkili olanları uyarıyorum, Meclisi görev yapmaya davet ediyorum, bu halkı daha fazla aldatmaya kimsenin hakkı yoktur.
İkinci söyleyeceğim nokta: Bu düzenleme hükümlülerin haksızlığa uğrayıp da bir an önce cezaevinden çıkmalarını sağlamaya dönük bir iyi niyet düzenlemesi değildir. Bu düzenlemenin temelinde cezaevlerinin tıka basa insanla doldurulması vardır. Eğer siz 2005 yılında yürürlüğe giren Ceza Yasası'nda "İnsanlara daha fazla ağır cezalar hükmedersek suçu önleriz." diye bir yaklaşım gösterip suçların cezasını artırırsanız cezaevlerini doldurursunuz. Yahu, cezaevinde insanlar cezalarının yüzde 40'ını yatıp şartla tahliye olabiliyorlar. "Bunun, en iyisi, üçte 2'sini yatsınlar, öyle çıksınlar." derseniz yine cezaevine insan doldurursunuz.
Yetmedi, son günlerde yargı camiasında bir ceza verme eğilimi var, "takdir ve teşdit" dediğimiz bir anlayış egemen olmaya başladı. İnsanların iki yıldan aşağı cezaları ertelenebilir, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir ama, bakıyorsunuz, kasten çoğu hükümlü iki yıl bir ay hapis cezası almış.
Tabii, insanlar cezaevine böyle yığılınca, cezaevi yapa yapa da bitiremeyince, sorunu çözemeyince bu sefer "Acaba dolambaçlı yollardan nasıl denetimli serbestlikle, şununla bununla insanları erken tahliye edebiliriz?" diye arayış içine giriliyor. Bu da doğru bir şey değildir. Türkiye'de iktidarın aslında çok cezaevi yapma yerine insanların çalışabilecekleri çok iş alanları açması ve bu anlamda da cezayı ve suça eğilimi önlemeyi amaçlaması elzem olan bir konudur ama bu yapılmıyor.
Bu noktada, konuşmamın bundan sonraki bölümünü böyle haksız bir uygulama sonucunda cezaevinde bulunan 2 kişinin hukuksal durumunu değerlendirmeye ayıracağım. Bunlar da Can Dündar ile Erdem Gül'dür. Neden dolayı tutuklanmışlar? Tutuklama gerekçesi şu: Silahlı terör örgütüne yardım, devletin gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak ve siyasal ve askerî casusluk. Yani, Türk Ceza Kanunu'nun 330'uncu maddesinden yargılanmak üzere haklarında bir soruşturma var ve bu kapsamda tutuklanmışlar. Suçun cezası ne? Müebbet. Peki, bu hangi bölüm başlığında Türk Ceza Kanunu'nun? "Yedinci Bölüm" başlığında "Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk" kapsamındaki bir suç. Ne yapmışlar? Bu 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihlerinde "MİT tırları" adıyla adı geçen tırlarda yapılan aramalara ilişkin olay yerindeki arama ve yakalama tutanaklarını kamuoyuyla paylaşmışlar. Bu, dava dosyasında yer alan bir bilgidir. Oysa, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 43'üncü maddesi devlet sırrı niteliğindeki belgenin ne olduğunu açıklamaktadır. Bir mahkeme dosyasına girmiş, bir anlamda aleniyet kazanmış bir belge devlet sırrı niteliğini kaybeder. Yani, şu anda devlet sırrı niteliğindeki bir belgeden dolayı bu insanlar içeride tutulmamalıdır çünkü mahkeme dosyasında bir belgedir bu.
Olay yeri tespit ve yakalama tutanağı, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 153'üncü maddesi gereğince, faile ve avukatına verilmesi gereken belgelerdir. Şu anda çoktan bu belge avukatların, sanıkların elindedir. Zira, Yargıtay 16. Ceza Dairesinde bu MİT tırlarına ilişkin aramayı gerçekleştiren yargı mensupları ve kolluk güçleri hakkında süren bir dava vardır. Bu dava dosyasındaki belgeyi toplumla paylaşmak devlet sırrı niteliğindeki bir belgeyi paylaşmak anlamına gelmez. Zira, devlet sırrı niteliğindeki belgeyi sadece ve sadece mahkeme heyeti inceleyebilir. Zabıt kâtibinin dahi bu belgeyi inceleme yetkisi yoktur. O zaman, ortada devlet sırrı niteliğinde bir belge yoktur. Bu anlamda, bu iki değerli gazetecinin eylemi Türk Ceza Kanunu'nun 285'inci maddesine uygun düşer. O da şudur ki duruşmalar kapalıdır, soruşturmalar gizlidir. Bu kapsamda, gizli soruşturmaya ilişkin ya da kapalı oturumdaki duruşmalara ilişkin belgeleri kamuoyuyla paylaşmak Türk Ceza Kanunu'nun 285'inci maddesindeki suçu oluşturur. Evet, Erdem Gül ile Can Dündar'ın eylemleri buna uygun düşer, bunu kabul ediyoruz. Ama bir milletvekili var, ismini vermeyeyim şimdi, polemiğe girmemek açısından. O, hakkındaki pek çok soruşturmadan kurtulsun diye, 2012 yılında bu Genel Kurulda bir değişiklik yapılmıştır, bu 285'inci maddenin son fıkrası eklenmiştir. Fıkra aynen şöyledir: "Soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin haber verme sınırları aşılmaksızın haber konusu yapılması suç oluşturmaz." Dolayısıyla, Ergenekon ve Balyoz gibi gizli soruşturması ya da kapalı yapılan duruşmalara ilişkin belgeleri sırf gazetelerde yayınladıkları, köşelerinde bunu haberleştirdikleri için, haklarında çok sayıda soruşturma açılan iktidara yakın gazete mensuplarını kurtarmak için bu düzenleme yapılmıştır. Dolayısıyla, ortada bir devlet sırrı olmadığına göre, bir kere devlet sırrı aleyhine bir suçtan dolayı bu 2 gazeteci yargılanamaz ve tutuklanamazlar. İkincisi: 285'inci maddenin son fıkrası gereğince de haklarında hiçbir şekilde cezai takibat yapılamaz.
Şimdi, ortada böyle bir gerçeklik varken kamuoyunun yanıltılmasını gerçekten son derece yadırgıyorum ama burada benim asıl yadırgadığım anlı şanlı ceza hukuku profesörleridir. Siz ne işe yararsınız? Ne işe yararsınız ey ceza profesörleri? Ortada hukukçu olmayan insanların dahi kolaylıkla kavrayabileceği bir tablo varken...
LEVENT GÖK (Ankara) - Niye susuyorsunuz?
ÖMER SÜHA ALDAN (Devamla) - ...niye susuyorsunuz, kafanızı niye kumun altına sokuyorsunuz? Bunu unutmayın. (CHP sıralarından alkışlar) Asıl sorun da buradadır. Asıl sorun: "Ben oncu değilim ama ne yapayım." diyenlerdir, çoğunluk da onlardadır aslında. Hukukun ayaklar altına alınmasına, özgürlüklerin kısıtlanmasına kayıtsız kalanlardır. "Bir gün acaba bir şeyler olur da başıma bir şey gelir mi?" diye korkanlardır ya da "Acaba, bir gün bir şeyler olur da ben bu işten bir nemalanır mıyım?" diyenlerdir. Tarih onlardan da, hukuku hiçe sayanlardan da hesap soracaktır diyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)