GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AK PARTİ Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:1
Birleşim:14
Tarih:15.12.2015

ŞENAL SARIHAN (Ankara) - Değerli Başkan, değerli kâtip üyesi arkadaşlarım ve sevgili vekil arkadaşlarım; biraz önce konuşan arkadaşımızın arkasından, daha doğrusu AKP'nin grup önerisinden sonra biz de bu öneriye ilişkin görüşlerimizi ifade edeceğiz.

Arkadaşlarımız önümüzdeki süreç içindeki bütün çalışma düzeninin esas olarak Geçici Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinden yürütülmesini istiyorlar; hemen hemen bütün çalışma sürecini buna hasretmek, bununla değerlendirmek istiyorlar.

Elbette bütçe temel konulardan biridir ve bu konunun da görüşülmesi bir gerekliliktir ancak bugün içinde bulunduğumuz koşullar, bu sabahtan bu yana sürmekte olan, daha doğrusu, toplantımızın başladığı saatten itibaren sürmekte olan konuşmaların esasına baktığımızda ya da altını çizmemiz gereken hangi nokta olduğunu araştırdığımızda, ülkemizin bugün bir yangın yeri olduğu saptamasıyla karşı karşıya kalıyoruz. Ben, gerçek böyle mi, bunu biraz rakamlarla sizinle paylaşmak istiyorum.

Şimdi, ülkemiz bir yangın yeri çünkü ülkemizde yaşam hakkı ciddi bir tehdit altında. Somut örnekleri bilgilerinize sunmak isterim: Bu süreç içinde yani son on bir aylık süreç içinde 214 kişi yargısız infazda yaşamını yitirmiş, 19 kişi faili meçhul cinayetin kurbanı olmuş, 445 kişi operasyonlarda yaşamını yitirmiş, 21 kişi silahlı çatışmada, 138 kişi bombalı saldırıda, 1.172 kişi iş kazasında, 29 askerimiz intihar ederek -askerlik görevini yapmakta iken- 259 kadınımız da uğradığı kadına yönelik şiddet sonucunda ve 23 de çocuğumuz çocuk olarak uğradıkları şiddetle yaşamlarını yitirmişler.

Şimdi, önümüzde ciddi bir konu duruyor. Bu ciddi konu nedir? Yaşam hakkı konusunda ülkemizde çok önemli bir sorunun olduğudur. Bu sorunu çözmek gibi bir görevin Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde durduğudur.

Şimdi, birkaç örnek daha vermek istiyorum yine ülkemizdeki tabloyu anlatabilmek için. Ülkemizde, ne yazık ki uzun zamandan beri mücadele ettiğimiz işkence ve kötü muamelenin ortadan kaldırılması konusunda ciddi ihlaller hâlâ sürmektedir. Meclis Cezaevleri Araştırma Komisyonunun yaptığı saptamalara göre, cezaevlerinde şu anda 141'i çocuk olmak üzere 1.469 kişi mağdur edilmiş durumdadır. Özür dilerim, bu gözaltındaki mağduriyet, cezaevlerindeki mağduriyet değil.

Genç ve çocuk olmak üzere, altını çizerek söylüyorum, genç ve çocuk olmak üzere 2014 tarihinde 665'i çocuk 11.021 kişi gözaltına alınmış, 130'u çocuk 1.273 kişi tutuklanmış ve açılan davalar sonucunda da Avrupa'da "İddianame başarısı" diye anılan yani bir savcının açmış olduğu davaların ne kadarında başarılı olduğuna işaret eden rakamlarda Türkiye'nin başarısı yüzde 50 olarak belirlenmiştir. Yani açılmış olan davaların yüzde 50'si yanlış açılmış davalardır, beraatle sonuçlanmış davalardır. Japonya'da bu rakam yüzde 89'dur arkadaşlar, savcı başarı oranı yüzde 89'dur.

İçinde bulunduğumuz durum yaşama hakkının ihlal edildiği kadar genel güvenlikle ilgili haklarımızın, özgürlüklerimizle ilgili haklarımızın da ciddi bir ihlalle karşı karşıya kaldığını bize göstermektedir.

Bugün arkadaşlarımızın yine yaptıkları konuşmalarda geçen basın özgürlüğü ya da biz bunu daha net adıyla söyleyelim, düşünceyi açıklama, ifade özgürlüğü konusundaki önemli ihlallerin bir örneğini vermemiz gerekirse 4'ü yazı işleri müdürü olmak üzere 32 gazeteci arkadaşımız cezaevindedir. Bu arkadaşlarımız herhangi bir biçimde silahlı bir örgütle, silahlı bir eylemle suçlanmış arkadaşlarımız değildir. Esas olarak kalemleri sebebiyle, yazdıkları düşünceleri nedeniyle suçlanmış olan arkadaşlarımızdır.

Ayrıca, inanç özgürlükleri yönünden de -daha önceki konuşmamızda da, İnsan Hakları Günü yaptığım konuşmada da işaret ettim- ülkemizde ne yazık ki çifte standartlı bir uygulama hâkimdir ve özellikle Alevi kesimin ve özellikle gayrimüslim cemaatlerin inanç özgürlükleri konusunda ciddi tehditler, ciddi sınırlamalar vardır. Bununla ilgili herhangi bir düzenleme de hep yasa torbalarında bekletilmiş ve buradan bir türlü çıkıp yaşamın içine geçirilememiştir.

Yine daha önce AKP'nin birlikte davrandığı ve bugün "paralelci" diye anılmakta olan grubun da uğradığı mağduriyetin esas olarak inanç özgürlüğü ihlali noktasında değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Bu noktada da ciddi ihlaller vardır.

Şimdi, dedik ki: Yaşam hakkımız güvence altında değil, özgürlüklerimiz güvence altında değil. Bir başka noktaya işaret edeceğim. Acaba Türkiye'de cezaevleri, sınırlarını sadece cezaevi kapıları arkasına mı gizliyor yoksa cezaevlerinin kapıları bütün bir Türkiye'yi ve özellikle de güneydoğudaki illerimizi mi kapsıyor? Buna hemen bakalım: Diyarbakır'da 8 ilçemizde 32 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, Mardin'de 3 ilçede 9 kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş, Şırnak'ta 2 ilçede 7, Hakkâri'de 1 ilçede 4, Muş Varto, Batman ve Elâzığ'ın Sason ve Arıcak ilçeleri olmak üzere birer kez sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. Bugün de Sur'da sokağa çıkma yasağı olduğunu hepimiz biliyoruz. Sokağa çıkma yasağından İnsan Hakları Derneğinin yaptığı araştırmalara göre 1 milyon 300 bin kişi mağdur olmuş durumda. Şimdi, düşününüz değerli arkadaşlar, sokağa çıkma yasağını hangi amaçla yapıyoruz? Bugün "hendek" sözünü çokça kullandık. Bir hendek de olsa karşınızda, elinde silahları olan bir terör eylemcisi de olsa devlete düşen görev kendisinin mevcut yasaları içinde ve uluslararası yasalar çerçevesinde eylemciye karşı hukuka uygun davranma zorunluluğudur. Şimdi, bu konuda bizim imza atmış olduğumuz çok sayıda sözleşme var, bunları kısaca anımsatmak istiyorum: Birleşmiş Milletler Hukuk Dışı, Keyfî ve Kısa Yoldan İnfazların Etkin Biçimde Önlenmesi Soruşturmasının İlkeleri'ne İlişkin -1983 tarihli- Sözleşme, Birleşmiş Milletler Kanun Adamlarının Zor ve Silah Kullanmalarına İlişkin -1990 yılındaki kabul edilmiş- İlkeler, "Jordan Kuralları" dediğimiz terör ortamında dahi uyulması gereken ilkeler ve Birleşmiş Milletler Olağanüstü Durumlarda ve Silahlı Çatışma Halinde Kadınların ve Çocukların Korunmalarına İlişkin Bildiri, bütün bu sözleşmelerin belli kuralları vardır. Bu kurallar çerçevesinde güvenlik gücünü kullanan devlet organlarının herhangi bir biçimde can almaya ya da özgürlükleri kısıtlamaya, özgürlükleri ihtiyacın dışında, ölçütün dışında kısıtlamaya hakları yoktur. O hâlde bugün biz güneydoğudaki iller yönünden baktığımızda, Mardin yönünden, Diyarbakır yönünden baktığımızda halkın genişletilmiş bir hapishane içinde olduğu gerçeğini de kolayca görebiliriz.

Bir başka problemimiz yargı alanındaki problemdir. Bu sabah bizim grubumuzu "Suruç Aileleri İnisiyatifi" adıyla Suruç'ta çocuklarını yitirmiş olan, 33 çocuğunu yitirmiş olan aileler, anneler, babalar, kardeşler, çocuklar ziyaret ettiler ve dediler ki: "Biz hâlâ yitirmiş olduğumuz insanların otopsi raporlarına bile ulaşamadık, otopsi raporları bize verilmiyor." Hangi nedenle verilmiyor? Soruşturmanın gizliliği nedeniyle verilmiyor. Sorarım sevgili arkadaşlar, burada aramızda hukukçu arkadaşlarımız var: Bir otopsi raporunda nasıl bir gizlilik olabilir? Ve gizliliğin ihlal edildiği gerekçesiyle böyle bir raporu vermemek insanlara eziyet etmektir. Ben hayretle dinledim, diyor ki çocuk: "Ben annemin nasıl öldüğünü öğrenmek istiyorum ya da annemin telefonunu almak istiyorum, acaba son ana kadar nelerle uğraştı, kimi aradı, bunu bilmek istiyorum."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sözlerinizi tamamlamanız için ek süre veriyorum Sayın Sarıhan.

ŞENAL SARIHAN (Devamla) - "Ben annemin son kalanlarına" ya da "Oğlumun son kalanlarına ulaşmak istiyorum." diyor. Şimdi soralım: Nasıl bir yargıyla karşı karşıyayız? Bugün terörden bahsediyoruz, terörün önlenememiş olmasından bahsediyoruz. Peki, biz Suruç olayının gerçeğini bulmazsak, bu faillerin üzerine gitmezsek, bunların isimleri içindeki "İslam" sözcüğüne kanarak onların birer cani olduğunu kabul etmez ve gerektiği gibi araştırmazsak biz ülkemizde terörü nasıl engelleyeceğiz değerli arkadaşlar? Tabii ki Ankara'da da katliam olacak ve aynı şey... Dün akşam da Ankara katliamını araştırmakta olan avukat arkadaşlarımla birlikteydim. Aynı zamanda oradaki demokratik kuruluşlarımızın kurmuş olduğu böyle bir inisiyatif, hukukçu inisiyatifiyle birlikte çalıştım. Bu sabah ne dinlemişsek ailelerden, dün akşam da avukat arkadaşlarımız aynı şeyleri anlattılar. "Soruşturma gizli deniliyor ve gizli soruşturma nedeniyle bize bilgi, belge verilmiyor." dediler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ŞENAL SARIHAN (Devamla) - Oysa, bir davada savcının, avukatın, yargıcın hep birlikte çalışması gerekir.

Evet, burada sözümü bitirmek istiyorum.

Bu tablo varken, bu sorunları çözmemiz gerekirken bu sorunları yok sayarak yol alabileceğimiz umudunda değilim.

Hepinize saygı ve sevgi sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)