GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri
Yasama Yılı:5
Birleşim:89
Tarih:02.04.2015

MHP GRUBU ADINA CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 687 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, bir dönemin daha sonuna geldik. Konuyla ilgili konuşmama geçmeden önce, sizinle 24'üncü Dönemle ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Ben, önceki dönemlerde Parlamentoda değildim, onları bilemiyorum, ancak 24'üncü Döneme baktığımda Meclisimizin karnesinin hiç de iyi olmadığını düşünüyorum. Maalesef, iktidar bu dönemde Meclisimizi verimli çalıştıramamış, halkın sorunlarını çözecek, onların dertlerine derman olacak yasalar yerine, yandaşı koruyan ve onlara rant sağlayan, ya iktidarın büyük yolsuzluk ve hırsızlıklarının üstünü örtmek için ya bölücü teröristlerle yapılan pazarlıklarla, onlara verilen tavizlerle ilgili olarak ya hukuk ve demokrasiyi katletmek, ülkemizde otoriter bir yapı oluşturmak ve ülkeyi tek adam idaresine teslim etmek adına getirilen yasalarla Meclis gündemi meşgul edilmiş, muhalefetin olumlu katkılarına kulak tıkanmış, iktidar milletvekilleri ise burada parmak kaldırma adına nöbet tutmuşlardır.

Değerli milletvekilleri, işte şimdi siz diyeceksiniz ki: "Ama biz çok oy aldık." Eğer çok oy almak ile doğru işler yapmak arasında doğru orantı olsaydı, sizin baş tacı ettiğiniz Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın geçmiş iktidarları eleştirme hakkını, bu mantıkla, kendinde görmemesi gerekirdi. Niye? Onlar da oy çokluğuna dayalı olarak iktidara geldiler ve bu mantıkla, yanlış yapmaları mümkün değildi. Ha, onların eksikleri, yanlışları var mıdır? Vardır elbette ancak sizin yaptıklarınızı görünce onların eksiklikleri gerçekten çok masumane kalır. O da başka çünkü geçmiş dönemlerde hiç bu kadar yandaş korunmamıştı, ülke hiç bu kadar talan edilmemişti, medya bu dönemdeki kadar tehdit altında olmamıştı, cumhuriyetin kazanımlarından geri adım atılmamıştı, millî orduya kumpas kurulmamıştı, başta Emniyet teşkilatı olmak üzere kamu kurumları böyle baskı ve zulüm görmemişti, sözde "çözüm" diyerek ülkemizin bir bölgesi teröristlere teslim edilmemişti, beceriksiz dış politikalar nedeniyle cumhuriyet tarihinde hiç bu kadar yalnızlaşılmamıştı. AKP iktidarında sözüm ona en iddialı söylem neydi? "Biz ülkeyi ekonomik yönden iyi idare ettik, ekonomiyi uçurduk." diyordunuz ve daha inançlı ve mütedeyyin bir toplum yaratma iddiasındaydınız, ayrıca bunu da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, 2002'de gayrisafi yurt içi hasıla 231 milyar dolar, 2013 sonu itibarıyla ise 823 milyar dolardır. 2002'de kişi başına 3.492 dolar olan millî gelir 2013 sonu itibarıyla 10.897 dolar olmuştur. Demek ki 2002-2013 sonu arasında kişi başına düşen millî gelir 7.315 dolar yani yüzde 3,1 artmıştır. 2002 yıl sonu ile 2013 yıl sonu arasında kamu kesimi iç borcu yaklaşık 160 milyar dolar, Türkiye'nin toplam dış borç stoku yaklaşık 250 milyar dolar, hanehalklarının kredi borcu 150 milyar dolar artmış bulunuyor. Bunlara cumhuriyetimizin seksen yıllık kazanımı olan kamu kuruluşlarının bu dönemde özelleştirilmesinden elde edilen 50 milyar dolarlık özelleştirme geliri eklendiğinde, toplamda 610 milyar dolar borç kaynağı yaratılıyor. 2002-2013 yıl sonu arasında ülke borcu 210 milyar dolardan 705 milyar dolara çıkıyor yani 3,4 kat artıyor.

Son on bir yılda geldiğimiz durumu bu çerçevede değerlendirdiğimizde, kişi başına gelirimiz 7.315 dolar artarken kişi başına düşen borç miktarı 6.400 dolar artmış bulunuyor. Yani, bir kişi bankadan kredi çekerek ev alıyor, ev sahibi oluyor ancak bankaya borcu duruyor. Türkiye'nin büyümesi böyle bir büyümedir. Asıl mesele, bundan sonraki yıllarda bu kadar büyümeyi borçlanmadan nasıl yapacağımızdır. Ne ülkemizin ne hanehalklarının ne de özel sektörün daha fazla borçlanacak hâli kalmamıştır. Dolayısıyla, ekonomistlerin üretime dayanmayan "sanal büyüme" dedikleri bu olsa gerektir. Ancak, bu dönemde gelir dağılımındaki bozukluk devam etmiş, en zengin yüzde 20'lik kesim ile en fakir yüzde 20'lik kesim arasındaki fark 8 kat gibi yüksek bir rakama ulaşmıştır.

16-65 yaş arası işsizlik oranı yüzde 10,9 gibi çok yüksek bir seviyede seyretmiştir. Genç işsizlik yüzde 25 civarındadır. En önemlisi, bu dönemde yurt içi tasarruflar düşmüş, 2013 yılı sonu itibarıyla yüzde 12,5'a gerilemiştir. Bu, 2002'de, kriz döneminde bile yüzde 15,1 gibi bir rakamdı.

Özetleyecek olursak, bu dönemde büyüme, borçlanmaya dayalı sanal bir büyümedir. Yine bu dönemde işsizlik artmıştır, ülke tasarruf edemez hâle gelmiştir. Kısacası, ekonomi duvara toslamış, vatandaş da, kendi geri ödemeleri başlayınca o da rüyadan uyanmış, "Yandım Allah!" demeye başlamıştır. Bu dönemde bu durum sandığa da yansıyacaktır diye düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, yine bu dönemde sosyal yaşamda da bir patlama yaşanmış, kadın cinayetleri, suç oranları, uyuşturucu kullanma, toplumsal bölünme, boşanmalar, aile cinayetleri, fuhuş, yozlaşma alabildiğine artmıştır. Ülke, âdeta bir toplumsal cinnet noktasına gelmiştir. Dünya Ekonomik Forumu'nun yayınladığı yıllık raporda Türkiye 134 ülkeye göre 126'ncı sırada, siyasette 99'uncu sırada, eğitimde 109'uncu sırada, ekonomik katılım ve fırsat eşitliği konusunda ise 131'inci sırada yer almıştır.

2014 yılında 294 kadın cinayete kurban gitmiş, 2015'te 64 günde 55 kadın katledilmiştir. Uyuşturucu kullanma yaşı 11'e kadar düşmüş, toplum etnik ve mezhepsel temelde ayrışmış, bu bizzat Hükûmet politikalarıyla körüklenmiştir.

Ülkenin bir bölgesi âdeta ülkeden kopmuş, Türkiye'de 2013 yılında boşanmalar önceki yıla göre yüzde 1,6 artarak 125.305'e yükselmiştir.

Cezaevlerindeki çocuk ve genç suçlu sayısında bir patlama yaşanmaktadır. Uyuşturucu, hırsızlık ve cinayet suçları rekor kırmaya devam etmektedir.

14 Ocak 2015 verilerine göre Türkiye'de hapishanelerde 159.396 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Bu, 2014'e göre yüzde 8'lik bir artışı ifade etmektedir.

Değerli milletvekilleri, yine ülke, döneminizde demokrasiden, hukuk devletinden, temel hak ve hürriyetlerden, insan haklarından, özellikle de bu son dönem dediğiniz, ustalık dönemi dediğiniz dönemde hızla uzaklaşmaktadır. Ülkemizde muhalif olanların üzerinde müthiş bir baskı vardır. İnsanlar fişleniyor, az aykırı laf eden herkes polis takibatına alınıyor, karakola götürülüp topluma korku salınıyor. Bunlar doğru değildir. Bakın, bunun hesabını bir gün verirsiniz. Adalet bazen bu dünyada, bazen öbür dünyada tecelli eder ama mutlaka tecelli eder. Bir savcı diyor ki görevinin gereği olarak: 4 tane bakan ve çocukları, zamanın Başbakanının oğlu, bir iş adamı vesaire bir suç örgütü kurmuşlar. Bunlar kamu görevini kötüye kullanmak suretiyle menfaat temin etmişler. Bunu teknik ve fiziki takiple teyit ettiklerini, aralarındaki paraları sıfırlama konuşmalarını, bir bakanın oğluna akıl verdiğini, "'Ben ona danışmanlık yapıyordum.' de." dediğini Türkiye hep beraber takip etti ve gördü. Esasen bu bir iddiaydı ancak suç isnat edilenlerin, büyük bir panikle, elinde bulundurdukları kamu gücünü kullanarak, anında gece yarısı emniyet müdürünü değiştirerek, arkasından hukuka aykırı olarak cumhuriyet tarihinde ilk kez adli kolluğa savcının talimatını yaptırmayarak, daha sonra soruşturmayı yapan polisleri soruşturmaya alarak, görevli savcıları dağıtarak... Esasen kamuoyunda bunların doğru olduğu kanaatini böyle davranarak siz oluşturdunuz. Bunlar doğrudur, kesindir artık. Suç isnat edilenlerin eğer suçsuz idiyse mahkeme önünde aklanma imkânlarını ortadan kaldırdınız. Şimdi, yüzde 90 kamuoyu da diyor ki: "Bu yolsuzluk ve hırsızlıklar doğrudur. Öyle olmasaydı bağımsız mahkemelerde yargılanmaktan çekinmezlerdi." Bu kadar basit değerli arkadaşlar. Benim 7 Haziranda halkımızın bu yargılamanın önünü açacağından hiç şüphem yoktur. Türkiye Cumhuriyeti devleti bir muz cumhuriyeti değilse bunların hesabı hukuk içerisinde mutlaka sorulmalıdır. Ülkemizde demokrasiyi ve hukuk devletini yaşatmak adına bunu yapmak şart olmuştur.

Değerli milletvekilleri, bugün ülkemizde çalışma hayatıyla ilgili olarak birçok yasa ve düzenlemeler bulunduğu hâlde, bu konudaki sorunlar gittikçe artmakta, uygulamadaki eksiklikler nedeniyle sorunlar bir türlü giderilememektedir. Yetersiz politikalar nedeniyle ülkemizde işsizlik rekor üstüne rekor kırarken çalışma hayatında kayıt dışılık yüzde 35-40 gibi sürdürülemez boyutlardadır. İş sağlığı ve güvenliği konusunda, ölümlü iş kazalarında Avrupa'da sonuncu, dünyada sondan 3'üncüyüz. Ülkemizde meslek hastalıklarının doğru dürüst bir tanımı bile yapılmamıştır.

Çalışma hayatındaki keşmekeşi yaratan en önemli etkenlerden bir tanesi de ülkemizdeki emeklilik sistemidir. Çalışma hayatında artık son nokta diyebileceğimiz şey, devletin denetimlerinin maalesef yetersiz, hantal, bürokrasiye boğulmuş olmasıdır. Onuncu Kalkınma Programı'nda sayılarının 5 bine çıkarılacağı söylenen sosyal güvenlik denetmenlerinin sayısı hâlâ 1.200'dür. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerinin çoğu idari kadrolarda çalışıyorlar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı SGK'nın denetim elemanları, SGK müfettişleri ve denetmenlerinden oluşmaktadır. Bakanlığa bağlı iş müfettişleri ancak iş kazalarıyla ilgilenmektedirler. Aslında, mevcut uygulamada SGK müfettişleri ve iş müfettişleri iş kazası incelemesi yapıyorlar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı denetim birimleri koordinasyonsuz çalışmaktadır. Bakanlığın hem denetim personeli yetersizliği hem de bu koordinasyon eksikliği nedeniyle ülkede kayıt dışı çalışmanın önüne geçilmesi mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, 687 sıra sayılı bu İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna Başbakan Ahmet Davutoğlu imzasıyla 55 madde olarak gelmiş, alt komisyona havale edilen bu tasarı, üst komisyona tekrar geriye 76 madde olarak dönmüştür. Üst komisyonda iktidar partisi milletvekillerinin önergeleriyle 89 maddeye çıkarılmış, birbiriyle ilgisi, alakası olmayan maddeler verilen önergelerle kabul edilmiştir. Bu yönüyle usul yönünden ve şekil yönünden kanun yapım tekniğine ve de İç Tüzük'e aykırı olarak, tasarı, Hükûmet tasarısı olmaktan çıkmış, Komisyon tasarısı hâlini almıştır, önergelerin biri gidip biri gelmiştir. Dolayısıyla, bu kanun tasarısı içerisindeki maddeler Komisyonda kanun yapım tekniğine aykırı hazırlandığı için maalesef kapsayıcı olamamıştır.

AKP'nin gelenek hâline getirdiği bir torba yasa tasarısıyla yine karşı karşıyayız. Bu tasarı, birçok bakanlıktaki personele kadro verilmesinden tutun da Yapı Denetimi Kanunu, İskân Kanunu, Kamulaştırma Kanunu vesair gibi birbirleriyle illiyet bağı olmayan 32 kanunda değişiklik öngörmektedir. Komisyonumuzla ilgisi olmayan birçok madde getirilerek geçirilmeye çalışılmıştır.

Zonguldak ilimizde ve Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesinde vatandaşlarımızın kamulaştırma ile ilgili sorunlarının çözülmesi isabetli olmuştur. Ancak, ülkemizin diğer yerlerindeki benzer sorunların çözümsüz bırakılması ise ortada kalmıştır. Bu konuda verdiğimiz önergelerimiz maalesef kabul edilmemiştir.

Benzer şekilde, kamuoyunda Soma yasası olarak bilinen, sadece Soma'daki maden kazasında ölenlerin yakınlarına tanınan hakların, bu tasarıyla, yine, sadece Ermenek'te meydana gelen maden kazasında uygulanması öngörülmüş, bizim tüm ölümlü iş kazalarında mağdur olanlara aynı hakların tanınmasını istediğimiz önergelerimiz, maalesef, iktidar tarafından reddedilmiştir. Vatandaşlarımız "Biz de mi toplu olarak ölseydik?" diye bize sitemde bulunuyorlar. Bu, esasen, Anayasa'mızın 2'nci maddesindeki sosyal devlet ilkesine, 10'uncu maddesindeki eşitlik ilkesine aykırıdır.

Yine, emekli vatandaşlarımız emekliliklerinde ikinci bir iş yaptıklarında, Sosyal Güvenlik Kurumu emeklilerimizden yüzde 15 sosyal güvenlik destek primi kesmektedir. Daha önce bu konuyla ilgili vermiş olduğum kanun teklifim de, bu tasarı nedeniyle vermiş olduğumuz önergemiz de iktidar tarafından dikkate alınmamıştır.

Meslek hastalıklarının tespiti kapsamında ülkemizde doğru dürüst bir çalışma yoktur. Meslek hastalıkları hastaneleri yok denecek kadar azdır. Çalışanlar, hastalıklarının birçoğunun meslek hastalığı olup olmadığı konusunda bile bilgi sahibi değillerdir. Bu konuda herhangi bir tedbir alınmamaktadır.

6331 sayılı Yasa çerçevesinde 1 Ocak 2014 tarihinden itibaren riskli işletme sınıfında yer alan berber, kasap, ayakkabı tamircisi, diş teknisyeni gibi küçük iş yerlerinin iş sağlığı ve güvenliği konusundaki yükümlülüklerinin 1 Ocak 2016 tarihine ertelenmesi konusunda -bu esnaflarımızın imkânsızlıkları göz önüne alındığında- verdiğimiz önergemizin değerlendirilmediği görüyoruz. Hâlbuki bu işletmeler mali açıdan bugün zaten çok zor durumdalar, böyle bir yükü taşıyabilmek için kendilerine bir hazırlanma zamanı verilmesi gerekirdi.

Ermenek'te meydana gelen maden kazasında etkilenen Ermenek, Başyayla, Sarıveliler ilçelerinde faaliyet gösteren esnafımızın banka borçlarının faizsiz ertelenmesi gerektiği konusundaki girişimlerimiz sonuçsuz kalmıştır.

Tasarıyla yapı denetim kurumlarına iş sağlığı ve güvenliği konusunda sorumluluk verilmesini, yetki karmaşası yaratacağı için uygun bulmadığımızı da ifade etmek isterim.

Bu tasarıyla, işçinin evlenmesi, evlat edinmesi veya anne babasının ölümü nedeniyle izinlerinin yeniden düzenlenmesi uygun bulunmuştur. 14 yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılmaları konusundaki düzenleme de yerindedir. Yine, otuz yıl üzerinden çalışarak emekliye ayrılan vatandaşlarımızın haklarının verilmesi bir haksızlığın giderilmesi adına doğru bir uygulamadır.

Değerli milletvekilleri, eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, çalışma hayatında bugüne kadar sürdürülen klasik yönetim yapısı başarısızdır. Kayıt dışı çalışma almış başını yürümüş. İş kazası geçiren biri maaş bağlansın diye yıllarca bekliyor. Sigortasız çalışan gariban yığınların sesini duyan yok. Denetim ve teftiş birimleri gereksiz iş yüküne boğulmuş, çalışma hayatında denetim paramparça, sigortalıların çoğu çalıştırıldığı ücret yerine asgari ücretten sigortaya bildiriliyor. Denetim elemanları etki altında. İş sağlığı ve güvenliği tedbirleri uygulanmıyor. Kıdem tazminatı alanların oranı onda 1 bile değil. İş barışı zedeleniyor. Ülkemiz iş kazalarında OECD 1'incisi. Bu tablo maalesef bu şekildedir değerli milletvekilleri.

Bu değerlendirmelerimizin ışığında baktığımızda, birçok yasa hakikaten Parlamentodan bu dönemde gelmiş geçmiş ama ülkemiz ne bugün görüştüğümüz yasa tasarısı çerçevesinde çalışma hayatında ne de diğer konularda bir mesafe almıştır, hatta geriye gitti bile diyebiliriz değerli arkadaşlar.

Ben, bu konuşmamı burada sonlandırırken, 25'inci Dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından daha başarılı geçmesini, ülkemizin, milletimizin menfaatine burada çalışmalar yapılmasını dilerken, belki bir daha görüşemeyiz, görüşmemiz mümkün olmayabilir -çünkü bizim oralarda "Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var." diye bir tabir vardır- hepinizden bu konuyla alakalı olarak -burada birbirimizi belki incitmiş de olabiliriz- helallik istiyorum. Benim hakkım varsa hepinize helal ediyorum.

Tekrar saygılar sunuyorum. (MHP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)