GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair
Yasama Yılı:5
Birleşim:87
Tarih:31.03.2015

MHP GRUBU ADINA ZÜHAL TOPCU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 706 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, öncelikle, bugün yeni Türkiye'den manzaralar seyrettiğimiz gerçekten çok çarpıcı bir gündeyiz. İşte, bütün yurtta elektrik kesintisinin olduğu ve özellikle Avrupa'nın en büyük adliyesi olarak gündeme getirilen ve övündüğümüz adliyede bir savcının rehin olduğu, buna yayın yasağı getirildiği, olmayan elektrikle izlenen medyadan yayın yasağı getirildiğiyle konuşmama başlamak istiyorum.

Özellikle eğitime bütünsel olarak bakmak gerekiyor.

Bugün, böyle anlamlı bir günde, bir yıllık istatistik rakamları vererek başlamak istiyorum:

Günde 11 kişinin öldüğü trafik kazalarıyla karşı karşıyayız aslında.

Geçen yıl, yine genel olarak bakıldığında, 1.800 işçinin iş kazasında can verdiği rakamlarla karşı karşıyayız.

Özellikle yine geçen yıl... Ki bu birkaç ayda, bu yılın birkaç ayında rakamların çok daha yüksek olduğunu verebiliriz. Hatta dün ile bugün 4 kadının katledilme, geçen yıl 250 kadının katledilme rakamlarını verebiliyoruz.

Özellikle hırsızlık, gasp, uyuşturucu, yaralama, cinayet, dilencilik ve suça teşvik gibi konularda, özellikle çocuk suçluluğunda beş yılda yüzde 100 artışlarla karşı karşıya olduğumuzu söylemek istiyoruz.

Yine, çağın vebası olarak bahsedilen madde bağımlılığında da yine yüzde 150'lerde olduğumuzu çok rahatlıkla söyleyebiliyoruz.

Şimdi, bugün, özellikle, üniversite açmaya yönelik 706 sıra sayılı Teklif'i görüşmek istiyoruz. Şimdi, eğitimin bir bütün olduğu ve bunun ta doğumla başlayıp ölene kadar devam ettiği bir süreçte bu rakamlarla karşı karşıya olduğumuzdan ve bu rakamların da özellikle on iki yılını tamamlayan AKP iktidarında arttığından bahsettiğimizde, eğitimin içinden çıkılmaz hâlini çok daha net olarak sergileyebiliyoruz. Özellikle, Türkiye'de, son yıllarda her şehre üniversite açıldı, şimdi ilçelere de başlandı; dağa, bayıra, köye, ovaya üniversite açma girişimleri var.

Şimdi şunu vurgulamak istiyoruz ki: Seçim yatırımı olarak üniversite açmak istiyorsunuz ama bunun karşılığında mezun olan öğrencilere ne veriyorsunuz, neyi vadediyorsunuz? İşsizliği vadediyorsunuz. Eğer siz bunu baştan planlasaydınız... Tabii ki açılması gereken yerde üniversitenin açılması lazım. Biz üniversitelerin açılmasına karşı değiliz ama seçim yatırımı olarak açarken, üniversitede altyapı yatırımları yokken, hoca kalitesi gerçekten beklenen düzeyde değilken, işte, öğrencilere laboratuvar kalitesi veya hizmet kalitesini götüremezken yalnızca tabelaların değişmesi... İşte seçim yatırımı olarak ne yapabiliyoruz? Biz buradan çok rahatlıkla söyleyebiliyoruz.

Birazdan işsizlik rakamlarını açıklayacağız. Eğer gerçekten eğitime yatırım yapmak istiyorsanız bu eğitimin çıktısı olarak, alınan öğrencilere iş alanlarını sağlamanız gerekiyordu. Yeni açılan birçok üniversitedeki öğretim üyesi sayısı, köklü üniversitelerdeki bir bölümdeki hoca sayısı kadar; bu rakamlar var elimizde. Gün geçmiyor ki yeni kurulan üniversitelerdeki hoca sayısı ve kalitesiyle ilgili haberleri gazetelerden öğrenmeyelim. Devlet üniversitelerine bile öğretim üyesi bulamazken yeni açılan üniversitelere nasıl öğretim üyesi bulmaktalar?

Son, birkaç ay önce yapılan yasal düzenlemeye göre, bir değişiklikle, vakıf üniversitelerinde görevlendirilen öğretim üyelerinin iki yıl içerisinde bu şeyleri kaldırılmaya başlanmıştır yani belirli bir süre verilmiştir, bu süreden sonra artık görevlendirme yapılmayacaktır. O zaman diyoruz ki: Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Eğer, siz, devlet üniversitesi olarak vakıf üniversitelerine yardım etmeyi düşünüyorsanız, kalitelerini artırmayı düşünüyorsanız o zaman bunu baştan düşünmeniz gerekiyordu. Hem vakıf üniversitelerini bitirecek kararlar alıyorsunuz hem de yeni vakıf üniversiteleri açıyorsunuz. Yani, zaten üniversitelerin sorunu dağ gibi birikmişken yeni üniversiteler ekleyerek bu sorunların katlanmasına zemin hazırlamaktasınız çünkü üniversitelere baktığımızda maaş ve özlük sorununun hâlâ sürdüğünü çok rahatlıkla söyleyebiliriz.

Özellikle YÖK'ün merkeziyetçi yapısı hâlâ dayanılmaz ağırlığını korumaktadır, insan kaynaklarını değerlendirme sorunu devam etmektedir, yönetim sorunu hâlâ vardır ve en önemlisi de -buradan vurgulamak istiyoruz- vizyon sorunudur. Burada ben bir vurguyu paylaşmak istiyorum YÖK'le ilgili. Özellikle iktidara gelmeden önce, YÖK'ün bir darbe kurumu olduğundan iktidara geldiğinizde hemen kaldırılacağına yönelik, rektör atamalarında da bu uygulamanın, bu kasıtlı, yandaş uygulamanın kaldırılacağına yönelik sözler vermişken iktidara geldikten sonra, özellikle çarkın başına yandaşların atanmasından sonra YÖK'ün bir darbe kurumu olduğu unutulmuştur.

Şunu vurguluyorum: Daha birkaç ay önce Sayın Davutoğlu'nun yaptığı konuşmada "Ben bir profesör olarak, eşimin ihtisas imtihanında, içeride hakaret edilmesin diye kapısında bekledim." şeklinde bir vurgusu vardı. Peki, soruyoruz: O zaman sizler bekliyordunuz, acaba merak ediyor musunuz şu anda kimler kapıda bekliyor hakaret edilmesin diye, aklıyla alay edilen ne kadar insan var, sınavlarda hangi sorular soruluyor, sınavlarda hangi şiirler okutuluyor, bilmem işte, hangi isimler soruluyor? Demek ki iktidara gelmeden önce verdiğiniz o sözler iktidarı ele geçirdiğinizde hemen unutuldu. İşte, burada o kadar çok şeyler var ki, sözler var ki; burada yine Davutoğlu'ndan alıntı yapmak istiyorum: "Üniversite amfileri propaganda mekânı değil ama her türlü fikrin serbestçe tartışıldığı mekânlar hâline getirilmelidir." diye bu şekilde vurgulanıyor. Acaba, şu anda, hangi özgür fikirler amfilerde veya üniversite senatolarında tartışılmaktadır? İşte bunları biz özellikle sormak istiyoruz yani üniversitelerdeki özerklik hangi durumdadır, üniversitelerde akademisyenlerin özgürlük alanı nereye kadar işlemektedir, nereye kadar çalışmaktadır?

Fiziki altyapı sorunu başını almış gidiyor. Normal bir binanın üzerine üniversite tabelası takılmayla üniversite olmamaktadır çünkü üniversitelerin, bir, kendi içinde dinamik yapıları varken bir de uluslararası boyutta artık küreselleşmenin adımlarının veya izlerinin, hislerinin her bir hücreye kadar hissedildiği günümüzde Türkiye'deki üniversitelerin uluslararası sıralamada hangi düzeyde olduğuna da bakmamız lazım. İşte, URAP'ın 2014-2015 En İyi 2000 Dünya Üniversitesi sıralamasında ilk 500'de Türkiye'den yalnızca 4 tane üniversite bulunmaktadır. Peki, neredeyse -şu anda sayarak geldik ama- 180 olarak aldığımız, YÖK'ün sayfasından aldığımız üniversite sayısıyla bu sıralamadan utanıyor muyuz, utanmıyor muyuz? İnovasyonun veya yenileşme hareketinin neresindeyiz, AR-GE çalışmalarında neresindeyiz? Patent çalışmalarına baktığımızda, beş yılda veya on yılda bizim birçok üniversitemizin yaptığı patent başvurusunun Amerika'daki bir üniversitenin yıllık başvurusundan daha az olduğunu buradan çok rahatlıkla söyleyebiliyoruz. O zaman, on iki yıllık eğitim politikanızda hangi yüzle bu milletin yüzüne bakabilmektesiniz?

O kadar çok sorun var ki... Özellikle 2023 hedefiyle o kadar büyük bir lokma koydunuz ki bu lokmayı yutamayacaksınız aslında. Çünkü, baktığınızda, yer altı kaynakları, dil, bilim ve teknoloji üretimi bir toplumu geleceğe hazırlıyor. İşte, pirincin 1 kilogramı 3,5 dolar, etin 1 kilogramı 15 dolar, otomobilin kilogramı 50 dolar, uçağın 250 dolar, dizüstü bilgisayarın 1.000 dolar, cep telefonunun 5 bin dolar, uydunun 100 bin dolar iken süper iletken hızlandırıcıların 200 bin dolar olduğu günümüzde acaba hangi inovasyon merkezlerinizle, AR-GE'lerinizle ve üniversitelerinizle bu üretimleri yapmaktasınız?

Temel bilimler alanına hak ettiği önem verilmemektedir. Daha dün YÖK Başkanının bir köşe yazarına yaptığı açıklamada verdiği rakamlar gerçekten çok çarpıcıdır. Bu rakamları sizlerle paylaşmak istiyorum: Biyolojideki öğrenci sayısı 7 binli rakamlardayken 2014'te 1.242'ye inmiş; fizikte 3 binden 474'ye düşmüş; matematikte 9 binli rakamlardan 3.547'ye düşmüş. YÖK Başkanı, açıklamasında, gelecek ders yılında bazı üniversitelerde bu kontenjanların kaldırılacağını, öğrenci alınmayacağını söylüyor. Şimdi, o zaman, biz hangi öğrenciyle, hangi altyapıyla bu çalışmaları yapacağız?

Acaba üniversitelere bütçeden ne kadar rakam ayrıldı, ne kadar para ayrıldı, bunları da paylaşalım isterseniz. İşte, özellikle ayrılan bu bütçe, AKP'nin üniversiteye bakışını da gözler önüne sermektedir. 2015 yılında Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin yalnızca yüzde 23'ü ayrılmıştır, bu da 18,8 milyar TL'ye karşılık geliyor. Özellikle, Türkiye üniversitelerinin toplam bütçesi bir Amerikan üniversitesinin araştırma bütçesi kadar bile değil, bundan utanç duymamız lazım, bunu da burada vurgulamak istiyorum.

Burada, yine, işte ileri araştırma şansını ayrılan bu bütçelerle nasıl elde edebileceğiz, bunları da sormak istiyoruz. Özellikle araştırma görevlilerinin iyi yetiştirilmesi lazım ama nasıl yetiştirildiğini işte artık herkes biliyor. 2547 sayılı Kanun'a göre 3 değişik maddeyle alınırken her kafadan bir ses çıkıyor, bunların tek bir başlıkta toplanması lazım; 33'üncü, 35'inci maddeler ve 50'nci maddenin (d) fıkrasına göre alınanların tek bir başlıkta toplanması gerekiyor. Geleceğin bilim insanını ötekileştirmemek gerekmektedir.

Yine, özlük hakları açısından, öğretim elemanlarının aldığı maaşlar açısından bakıldığında, bunun gerçekten artık yoksulluk sınırının altında olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Çünkü, son hesaplamada yoksulluk sınırı 4.238 TL olan ülkemizde bir akademisyen nasıl çalışma yapacak, nasıl çoluğuna çocuğuna ekmek götürecek ve geleceğini hazırlayacaktır? Ve akademik teşvik ödeneği verilecekti, acaba bunun kriterleri belli oldu mu? Kimlere verilecek; acaba, seçilirken partili olmak veya olmamak önem arz edecek midir? Bunları da soruyoruz. Kriterlerin işlemesi acaba yöneticinin insafına mı kalmaktadır? Bunların da tekrar netleştirilmesi gerekmektedir.

YÖK'ün getirdiği ve dayattığı sistemin ideolojik, merkeziyetçi, dayatmacı, otoriter bir sistem olduğunu her konuşmamızda vurguladık ve tekrar ediyoruz da. 1980'li yılların YÖK Yasası'yla hâlâ bu iktidarı yönetmeye çabalamaktasınız.

Yine, üniversitelerde demokrasiden bahsedilirken öğrenci konseyleri diye, özellikle öğrencilerin yönetime katılması ve problemlerinin, seslerinin dikkate alınması konusundaki uygulamalara da AKP iktidarının engel olduğunu biliyoruz. Konsey seçimleri neden hâlâ engellenmektedir? Konsey seçimleri bittiği hâlde ulusal konsey seçimleri yapılmamaktadır. Demokrasiden neden korkulmaktadır? Öğretim üyelerinin problemleri çözüldü de öğrenci konseylerine mi kaldınız, bir tek onlarla uğraşmaya başladınız? Laboratuvar, kütüphane, altyapı problemleri çözüldü de yine öğrenci konseylerine mi kaldı sorunlar? Bunların artık çözülmesi lazım. Öğrencilere kadar, bunların örgütlenmelerine kadar inmemesi lazım bu iktidarın. Uğraşacak, çözülmesi gereken o kadar sorunlar var ki...

Yine, öğrencilerle ilgili, üniversitelerle ilgili bakın, buradan tekrar uyarıyoruz: Üniversitelerde çok gergin bir hava var, özellikle bir terör örgütü mensupları, elemanları üniversiteleri terörize etmektedir. Yarın, Allah korusun, üniversiteler çatışma ortamlarına dönebilir. Biz, buradan, hem üniversite yönetimlerini hem de iktidarı bunlara engel olması için uyarmak istiyoruz.

Ve yine, sınavlarda alınan paralara baktığımızda AKP iktidarının öğrencilerin cebine el attığını da söylemek istiyoruz. Çünkü 2014'te 40 lira olan YGS ücreti 50 lira oldu, ALES 70 lira, TUS 100 liraya kadar çıktı; YDS giriş ücreti 50 lira iken e-YDS diye bir şey çıkartıldı ve 120 lira alınıyor. Enflasyonun özellikle yüzde 10 olarak verildiği ülkemizde bu ücretlere, sınav ücretlerine yüzde 40'lık bir zam yapılmaktadır. Artık bu sınav ücretlerine kadar mı düştünüz diye buradan sormak istiyoruz.

4 işsizden 1'i artık üniversiteli. Şu anda 5,5 milyon öğrencisi ve 180'den fazla üniversitesiyle Türk yükseköğretim sistemi, akademik özerklikten öğretim elemanı açığına kadar kaliteli eğitimi engelleyen birçok sorunla baş ediyor ve özellikle üniversite mezunu olanların işsizlik oranı gittikçe artmaktadır. Tüm dünyada eğitim ile işsizlik oranları birbirine paralel olarak giderken yani üniversite mezunları arasında işsizlik oranları düşerken bizim ülkemizde tam tersi bir hâl almakta, üniversite mezunları arasında işsizlik oranının gittikçe daha çok yükseldiğini görebiliyoruz. Yani OECD'nin açıkladığı rakamlarla tam tersine bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz.

Ve yine, 2010 yılında gerçekleşen KPSS sınavındaki soru çalmalar o zaman Mecliste olan partilerce dile getirilmesine rağmen, şu anda gündeme getirilmesini bu iktidarın önemli bir göz yumma olayı olarak verebiliriz. Çünkü, 2010 yılındaki soru çalmalara ses çıkarmazken, onların atanmasına ses çıkarmazken şu anda gündeme getirilmesi ve iktidarın eliyle açığa çıkartılması çok manidar gelmektedir.

Ve yine diyoruz ki eğer bu kadar cesursanız, bu kadar yüreğiniz yetiyorsa sınavsız işe alınanların kimler olduğunu, sınavsız üniversiteye alınanların nasıl bu alımlarının gerçekleştiğini açık yüreklilikle bu milletle paylaşmanız gerekmektedir. Bu ülkenin çocukları boşuna sınava girmektedir çünkü AK PARTİ'li olmak, AKP'li olmak bir işe girmek için, üniversiteye girmek için artık yeterli olmaktadır. Adalet terazisini gerçekten altüst ettiniz. 2006 yılından beri, Çalışma Bakanlığı verilerine göre, 28 bin kişi KPSS'ye girmeden kamuda görev almıştır.

Ve yine diyoruz ki o kadar çok sorun var ki... Sayın Cumhurbaşkanının "Ülkemizde artık ne Türk milletinin ne de işte şunun sorunu vardır." şeklinde ifade ettiği gibi, biz de diyoruz ki: Sayın AKP'liler, burada Türk milletinin AKP'yle sorunu vardır artık. Çünkü baktığınızda, Fırat'ın kenarında otlayan kuzulardan sorumlu olduğunu söyleyerek iktidara gelen AKP, kısa zamanda Fırat'ın kenarında otlayan kuzu bırakmadı, hepsini yedi; kutsalları yemedi sadece bu memleketin umutlarını çaldı, cebindeki parayı çaldı; hak, hukuk, adaleti çaldı, bin yıllık kardeşliği çaldı. Bu milletin artık tek sorunu var, o da AKP iktidarı ve bu da 7 Haziranda çözülecektir.

Teşekkür ediyoruz. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)