| Konu: | Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt ve 23 milletvekilinin, yanlış politikalar nedeniyle üreticinin zarar gördüğü, ithal edilen et ve hayvan fiyatlarının artmasının ve ülkeye kaçak et girişinin engellenemediği, tarım desteklerinin zamanında ödenmediği ve bu sorunlarla ilgili görevlerin gereklerini yerine getirmediği iddiasıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker Hakkında Gensoru açılmasına ilişkin Önergesi (11/53) |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 83 |
| Tarih: | 25.03.2015 |
HDP GRUBU ADINA DEMİR ÇELİK (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Tarım, Gıda ve Hayvancılık Bakanıyla ilgili verdiği gensoru üzerine konuşmak üzere huzurlarınıza çıktım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türkiye, kuzey yarım kürede ama aynı zamanda, bulunduğu enlem ve boylamlarıyla kendine özgü, özel konumda olan bir ülkedir. Bu özgün ve özel konumunun yanı sıra, bir yanıyla kuzeyde Karadeniz ekosistemi, öbür yanıyla Akdeniz mikrokliması ve yine Ege'nin kendisine özgü özellikleriyle balıkçılığın ve deniz ürünlerine dayalı bir ekonomik girdinin olması gereken bir ülkedir. Bu potansiyele sahip olmasına karşın, bırakınız balıkçılığa, deniz mahsullerine dayalı bir sektörün ülke ekonomisinin temel sektörlerinden olmasını, 77 milyonun neredeyse 50 milyonu balık ve balık çeşitlerini bilmez, tanımaz; duysa da, televizyon ve görsel basında izlese de bundan mahrumdur. Yanlış politikaların ürünü bu ve benzeri gereksinimlerinin halklarından esirgenegeldiği bir ülkede yaşıyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; keza bulunduğu bölgenin enlem ve boylamlarının gereği yüzde 80 oranında orman olabilme kapasitesine sahip iken, ormanlık alanlarının kentsel dönüşüm projelerine tabi tutuluyor olması yetmezmiş gibi, ısınma ya da başka amaçlı ormanların yakılıp yıkılması, bu yönüyle de nitelikli ormanlarda yüzde 11'lere inmiş bir ülke gerçeğiyle karşı karşıyayız. Orman ürünlerinin doğal meyvelerinin hiçleştirildiği, yok sayıldığı, meralarının kent rantiyesine peşkeş çekildiği, "kentsel dönüşüm" adı altında meraların yok edildiği, yaylakların, kışlakların hiçleştirildiği, bu yönüyle de hayvan çeşitliği ve Türkiye faunasının göz ardı edildiği bir ülke gerçeğiyle karşı karşıyayız. Evet, rakamlar ve matematik doğru söyler ama matematiği ve rakamı niyetinize göre yorumlayabilmeniz, algı operasyonuna tabi tutarak toplumu şekillendirmeniz de her iktidarda olduğu gibi iktidarda bulunanların sıkça başvurduğu yöntemlerden biridir. Bu yöntemdir ki, gerçeği ters yüz edip halkı ve toplumu kendi iktidarına razı etmenin, ikna etmenin mekanizmalarına iktidar sahip olduğu için bunu başarmaktadır. Bakınız, bu ülkede şu anda 6 milyon insan sosyal politikalarla, devletin bir kısım sosyal girdileriyle yaşamını idame ettirme mahkûmiyetiyle karşı karşıya; 13 milyon civarında, asgari ücret ve altındaki geçim kaynaklarıyla aylık yaşamını sürdürmek zorunda, 30 milyon insan yoksulluk sınırında ama bitmez tükenmez sandık histerisiyle on iki yıldır bir iktidar ha bire sandığı bize işaret ederek yeni başarıların arayışı içerisindedir. Bu gerçekten izaha muhtaç bir konudur. Ama bu, hiçbir zaman için bu ülkenin halklarının ve toplumunun yaşadığı açlığı, yoksulluğu, sefaleti, işsizliği, kimsesizliği göz ardı etmemizi getirmez. Evet, algıda, algıyı yaratmada, toplumu şekillendirmede ve biçimlendirmede, sahip olduğunuz ideolojik aygıtlarla, olduğundan fazla başarı sağlıyorsunuz. Siz dinî hassasiyetleri, etnik kimlik hassasiyetlerini, siz inançsal, kültürel değerlerinizi yandaş medyalarınızdan toplumu şekillendirebilirsiniz ama hiçbir zaman için bu toplum gerçeğini bu manada da görmemizin önüne set çekemezsiniz. Yaşanan sizin anlattığınız, aktardıklarınızın ötesinde başka bir gerçekliği bize hatırlatıyor. Düşününüz, çok değil, bundan otuz yıl öncesinde küçükbaş hayvanı, keçi ve koyun sayısı 60 milyon civarındayken bugün koyun sayısı 30 milyonun altına düşmüş. Kıl, tiftik keçisi gibi çeşitliliğiyle övündüğümüz keçilerimiz yok olma durumuyla karşı karşıyadır. Yine, otuz yıl öncesinde 20 milyon civarında olan sığır bugün neredeyse 1 milyon seviyesine inmişken, manda yoklarla karşı karşıya iken siz hâlâ bir başarıdan ve başarı öyküsünden bahsediyorsanız bu, bizim aklımızla oynamanızdır, var olan realiteye rağmen bizim aklımızla dalga geçmenizdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu, gıdada da, tarımsal faaliyetin kendisinde de gördüğümüz bir gerçekliktir. Bakınız, Türkiye yüzölçümünün kırkta 1'i olan İsrail, Türkiye yüzölçümünün yirmide 1'i olan Hollanda sebze ve tarım üretiminde neredeyse dünyanın en önemli markaları durumuna gelmişlerdir. Bizim kırkta 1'imiz, bizim yirmide 1'imiz bu manada ihracatına dayalı, gıda, tarım üzerine ihracatıyla kendini neredeyse dünyanın gelişmiş 20 ülkesinde sayabilmenin olanaklarına, imkânına sahipken biz 40 misli büyük olduğumuz İsrail'den, 20 misli büyük olduğumuz Hollanda'nın gıda ve tarım seviyesinin, onun ihracat girdilerinin arkasında ve gerisinde bir noktayız. Övüneceğimiz, övünmemizi telkin edeceğiniz durum bu mudur?
Aynı şekilde, yanlış tarım politikalarıyla, endüstriyel tarım adı altında, insanları, kadim medeniyetleriyle buluşabileceği, geçmişin insanlık değerleriyle ortaklaşabileceği coğrafyalarından, mekânlarından kopardınız, göçürdünüz. İnsanları neoliberal politikalara mahkûm kılarak topraklarından söktünüz, köklerinden söktünüz, göçürdünüz; açlıkla terbiye etmenin, açlıkla ıslah etmenin politikalarına tabi tuttunuz. Neoliberalizmin piyasalaştırma, taşeronlaştırma ve de metalaştırma politikaları azamisiyle gıda, tarım ve hayvancılıkta Türkiye'nin nasip almasına, nasibini bulmasına yol açmıştır. Fasulyesi, mısırı, çeltiği; evet, aynı zamanda soya fasulyesi, mercimeğiyle; buğdayı, arpası, yem bitkileriyle Türkiye bir dünya markası olabilmenin potansiyeline sahiptir. Bu Türkiye, aynı zamanda pamuk gibi, ayçiçeği gibi, tütün gibi birçok sanayi mamulünün de önemli potansiyeline sahip, dünyanın önemli ihracat ülkelerinden biri olabilmenin olanaklarına, imkânlarına pekâlâ kavuşabilirdi. Ama, yanlış politikalarla, "tarım endüstrisi" adı altında makineleştirmenin, emeğin satın alınabilir ucuz konuma getirilmesine hizmet eden bu yanlış politikalarla biz hem tarım ve hayvancılıkta hem de bir bütün olarak ülkenin kalkınmasında hak ettiğimiz yerin çok gerisindeyiz.
Tarımda endüstriyalizm nedir? Her şeyden önce doğamızın, tabiatımızın kimyasallarla zehirlenmesidir. Yoksulluğun, açlığın, sefaletin diz boyu ve önüne geçilmez bir hızla üretilmesidir. Bir yanıyla endüstriyel tarımdan bahsediyoruz, öbür yanıyla da yeryüzünde, dünyada 1,5 milyar insanın açlıkla terbiye edilme durumuyla karşı karşıya olduğunu söylüyoruz. Tarımsal endüstrinin girdiği Çukurova'da tarım bitmiştir. Tarımsal endüstrinin girdiği Akdeniz'de narenciye, turunçgiller bitmiştir. Ege'de incirimizi, üzümümüzü unutur olduk. Karadeniz'de fındığımızı, İç Anadolu'da buğdayımızı, arpamızı neredeyse birilerinden almanın hazır hâline geldik. Tüketen toplum ekonomisinin, tüketen toplum yaratmanın sonuçlarıdır ki halkımızı, halklarımızı üretimden kopardık; tarlasını ekmez, biçmez oldu. Tarlasından ve ekininden mahrum olan insanlar artık kırsalda yaşamını sürdüremeyince metropollerin gettolarında neredeyse açlıkla terbiye edilme durumuyla karşı karşıya kaldılar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kader midir? Elbetteki değil. Neoliberalizm, vahşi kapitalizmin bizim hücrelerimize sirayet edercesine geleceğimizi çalmasına müsaade etmediğimiz sürece bu kader değildir. Ama bağımsızlık şiarımıza ve söylemimize rağmen, küresel emperyal kuşatmanın bir halkası olmanın arayışı içerisinde olmaya, neoliberal politikaların uzantısı olan bir ülke olmaya elbette ki karar verdiğinizde yapacağınız iş küresel emperyal güçlerin dediklerinden dışarı çıkmamaktır. Bugün bizim geleceğimizi, İsrail'in gıda tarım şirketleri bizim geleceğimizi, Hollanda'nın gıda tarım şirketleri bizim geleceğimizi, bilgi çağının teknolojisini elinde bulunduran Amerika Birleşik Devletleri'nin, Rusya'nın hegemonik gücüyle belirlenen bir gelecek olarak addediyorsanız itirazımız bunadır.
Bu ülkenin kaynakları, bu ülkenin dinamikleri, kendi ihtiyaçlarını karşılamaktan da öte kendisi büyüklüğünde bir başka ülkenin de gıda, tarım ve hayvancılık ihtiyaçlarını karşılayacak potansiyeldedir. Yeter ki rasyonel, objektif kriterlerle soruna yaklaşıp bu sorunun nitelikli çözümüne razı gelen bir devlet ve idari sistemle yönetilebilelim. Biz demokratik siyasetin yürütücüleri olarak buna dair söylenecek sözden kendimizi esirgediğimizde, var olana razı olmaya kalkıştığımızda da gerçekten durumu daha ileriye, nitelikli bir değişime, dönüşüme götürebilmek mümkün değildir. O nedenle, evet kalkınma olmalıdır ama kalkınma adaletten, hukuktan yoksunsa; kalkınma sadece ve tek başına iktidarın hiyerarşik yapısına hizmet ediyorsa, kalkınma zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul bırakacaksa; zengin ile yoksul arasındaki açığı, aralığı genişletecek, yoksulu açlıkla terbiye edecek noktaya gelecekse bu kalkınma değildir; bu, olsa olsa zenginin, iktidarın, kârın ve sermayenin hizmetkârlığıdır ki, biz toplum olarak ona itiraz ederiz.
Evet, bu manada endüstriyel tarıma itiraz etmenin yanı sıra, biz, toplumların katılımcı ekonomisiyle kendi ihtiyaçlarını öz gücüne dayanarak öz ihtiyaçlarını karşılayabileceklerini savunuyoruz. Endüstriyalizm, iktidar ve kent, nasıl ki toplumu toplumsallığına, insanlığa ve doğaya yabancılaştırmışsa ona karşın toplumun öz gücüne dayalı olarak kendisini yeniden üretmesi toplumsallaşmasıyla, doğayla, ekosistemle buluşması anlamına gelir. O nedenle, merkeziyetçi bir idari mekanizmanın yerine, bölgesel yerinden yönetimlere bu ülkenin tez elden evrilmesi yapılması gerekendir.
Yetinmeyeceğiz, gelenekçi, aileye dayalı tarım günümüzün temel politikası olmalıdır. İnsanlar hem sahip oldukları mülkiyet üzerinden hem de devletin mülkiyeti olarak görünen meraların ve hazine arazilerinin bir kısım para babalarına, tekellere, tröstlere peşkeş çekilmesi yerine halka adil kullanma hakkını verdiğinizde, halk, kullanma hakkına sahip olduğu bu araziler üzerinde kendisine ve çevresine yeter düzeyde tarımsal üretimini yapmaya başladığında kendi ihtiyaçlarını karşılamakla kalmayacak, aynı zamanda kasabasının, köyünün de ihtiyaçlarını ithalata muhtaç olmadan karşılayabilecektir.
Destek yapacaksanız üretime dönük olmalıdır. Tarımsal destek, geniş toprak arazilerine sahip toprak ağalarına, beylerine, feodal beylerine hizmet olarak geri dönüyor. Bizim onlardan alıkoymamız, yoksul, muhtaç, mülkiyetsiz, arazisiz, kimsesiz insanlara desteği yapmamız, onları üretime teşvik etmemiz, üretimden gelen güçle devlete ve devletin iktidar organlarına muhtaç kalmadan kişinin, kesimin, toplumun kendisini ve ihtiyaçlarını demokratik ve doğrudan karşılaması, yapılması gerekendir. Kişiyi, kesimi, doğrudan demokratik ihtiyaçlarını karşılaması mekanizması yerine, onu devletçi, iktidarcı zihniyetlerin keyfine, kendine göreci politikalarına, insafına ve de icazetine sığınmaya muhtaç bırakırsanız, siz, özgür bireyler, özgür toplum yaratmamış olursunuz. Özgür birey, özgür toplum yerine size biat eden, size ve politikalarınıza razı gelen, her durumda ve her koşulda itiraz etmeyen bir toplumla karşı karşıya kalırsınız ki o toplum günü gelecek sizin değişmez politikalarınızın, statükoda ısrar eden politikalarınızın da gereği olarak sizi de yutmaya başlar. Bugün iktidar hastalığına, iktidarın yorgunluk hastalığına kapılan AKP'nin geldiği nokta da budur. O nedenle, bu politik çizgiden çıkmak hem AKP'nin selameti hem Türkiye halkları ve toplumunun selameti açısından önemlidir. Evet, bu çerçevede de biz, her şeyden önce her türlü politikanın, bir, adalete ve adil bir yönetime yol açması; iki, her durumda ve koşulda değişimi öngörmesi, değiştiren, dönüştüren, toplumun önünü açan nitelikte, özellikte olmasını; üç, kalkınma esaslı olması, toplumun meşru taleplerini karşılayacak nitelikli potansiyellerin harekete geçirilmesi; dört, bu kalkınmanın adilane paylaşıldığı, hakça bölüşüldüğü bir yönetim mekanizması devreye koyduğunuzda yaptığınız işin insani, vicdani sorumluluklarını yerine getirmiş olursunuz. Bütün bunlardan bağımsız, adaletin olmadığı, hak, hukuk, adaletin sorgulandığı, adil ve hakça bölüşümün olmadığı bir kalkınmanın kime ne faydası olur? Olsa olsa Türkiye'de yarattığınız yüz civarındaki milyon dolara ya da dünya ve yeryüzündeki 1 milyon 500 bin civarındaki milyon dolar sahibi insanlara yarar, geri kalan milyarlarca insana zarardır, onların geleceğini karartandır, onların özgürlüklerini, barışını çalandır; özgürlük ve barış adına onlara her gün savaşı, savaşın yıkıcı politikalarını dayatanlaradır hizmet. O nedenle, bugün küresel emperyalizmin vekâlet savaşlarıyla stratejik, ekonomik çıkarları üzerine biz halklara dayattığı bu ekonomik politikalardan bağımsız değildir. O ekonomik politikaların ürünüdür ki, palazlanmış, önüne geçilmez noktada hiyerarşik güçlerle kendini toplum üzerine dayatan bu finans kurumlarının savaş aygıtlarının, savaş tacirliğinin sürdürüldüğü bir coğrafyanın kadim halkları olarak birbirimizi vuruyoruz, birbirimizi kırıyoruz. Savaşın toplumsal, siyasal, ekolojik yıkımına razı olmak neredeyse bir erdemlilik olmaya başlamıştır. Halbuki yapılması gereken, küresel emperyalizmin stratejik ve ekonomik çıkarlarına olduğu kadar politik çıkarlarına da hizmet etmemektir; halkların kardeşliğine, halkların barış içerisinde bir arada yaşayabileceği demokratik, özgür bir yaşamı korumaktır.
Demokratik ve özgür yaşam ancak demokratik siyaset aracılığıyla, şiddet dışı yol, yöntemlerle harekete geçeceğinden onun da mekânı, mercisi bu Meclistir. Bu Meclis, ekonomik, demokratik, siyasal, sosyal politikalarla toplumun nitelikli ihtiyaçlarını herhangi bir hiyerarşik ilişkiye muhtaç kalmadan karşılamak için varsa meşrudur. Bunu karşılamak yerine, iktidarların, devletlerin ya da iktidar odaklarının bir kısım çıkarlarına dayalı politik duruş, politik çizgi toplum dışıdır, evrensel hukuk dışıdır; bu manada da demokratik, doğal ve ekolojik toplumdan bizi alıkoyandır.
Biz, milyarlarca yıldır, ekosistemin ürünü ve en önemli unsurlarından olan insan, özgür birey olma karakteriyle, doğal, demokratik ve ekolojik topluma, ahlaki ve politik topluma ulaşmak istiyorsak, gelin birlikte geleceği barış ve özgürlük içerisinde kurabileceğimiz bir ülke, bu ülkenin halkları ve dinamikleri olarak da evrensel düzeyde de küresel demokrasi hareketine katkı sunan, savaş karşıtlığı pozisyonunda barışı savunan olalım diyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)