GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP Grubunun, Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan ve 26 milletvekili tarafından, Artvin ilinin Yusufeli ilçesinde yeni yerleşim yerinin belirsizliğinden kaynaklı sorunların tespiti ve yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla 18/3/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, 25 Mart 2015 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin
Yasama Yılı:5
Birleşim:83
Tarih:25.03.2015

DEMİR ÇELİK (Muş) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Yusufeli üzerinde kurulacak olan baraja ilişkin verdiği araştırma önergesi üzerine Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz insanların parçası olduğumuz ekosistemi kendi malımız, mülkümüz gibi tüketmeye devam etme hırsı iktidara ve kâra götürür bizi. İktidara ve kâra götüren, toplumun toplumsal dokusunu olduğu gibi ekosistemin de dokusunu zedeleyen, zarar veren, geleceğimizi de karartan bir hırstır ki bu hırsı erkek egemenlikçi toplumdan alan iktidarlar 6 bin yıldır doğamızı, tabiatımızı, geleceğimizi çalıyor, çalmaya devam ediyor.

Düşününüz ki Yusufeli gibi Kafkas danslarının, zurnanın, tulumun, akordeonun eşliğinde hayatı müzikal olarak değerlendiren bir ilçe, bu ilçeyle beraber 20 civarında köy ama florası, faunasıyla zengin Doğu Karadeniz dağları ve bu dağların bağrına yapılmak istenen barajla sanki enerji sorunu varmış da bu enerji sorununu sağlamak adına böylesi barajlara ihtiyacımız varmış algısı yaratılıyor. Külliyen doğru değil. Söz konusu olan enerji mi? Güneş, rüzgâr, su ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla doğamızı, tabiatımızı, ekosistemimizi yok etmeden biz ihtiyacımız olan ısınmayı, aydınlanmayı, seyahati karşılayabilecek enerji potansiyeline sahip araçlara, mekanizmalara ulaşabiliriz ama söz konusu olan sadece ve tek başına kâr ise doğamızı, bitki örtümüzü, hayvan çeşitliliğimizi yok etmenin pervasızlığını yıllardır yürüten bir yanlış uygulama var. Keban Barajı'yla başlayıp Karakaya, Atatürk'le, Hirfanlı'yla yetinmiyoruz; Ilısu'yla, Yusufeli'yle ya da Karadeniz'in, Akdeniz'in, Doğu, Güneydoğu dağlarının doruklarına, onların bağrına eşilen yüzlerce, binlerce hidroelektrik santraliyle bölgeler insansızlaştırılıyor, yoksullaştırılıyor; sisteme, sistemi elinde tutan iktidarlara mahkûm, muhtaç kılınıyor. Asimilasyonist politikalarıyla başkalaştırılıp egemen kültürün, egemen inancın, egemen dinin hükümranlığının sürdüğü metropollere sürülüyor. Nazım Hikmet'in bir şiiri var, "Vatan Haini" diye bir şiiri. Her şeyi getirip iktidarların düşmanlaştırıcı, karşıtlaştırıcı politikalarına mahkûm ederseniz, her şeyi ama her şeyi bu düşman hukukuyla algılamaya, yorumlamaya ve çözüm aramaya kalkarsanız itiraz ettiğiniz şeyin de kendisi çürür. İktidar, yönetimini sürdürebilmek adına, itiraz eden, ses çıkaran, hak arayışında bulunan kişileri, kesimleri, siyasal düşünceleri vatan haini, ihanet çizgisiyle suçlar ki -itibarsızlaştırsın diye- iktidarına dokunmasınlar.

Nazım Hikmet ne der:

"Vatan, çiftliklerinizse,

Vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

Vatan, kasalarınız ve kasalarınıza sığdıramadığınız çeklerinizse,

Vatan, fabrikalarınızsa,

Evet, ben vatan hainiyim."

Vatan haini diyerek işin içinden çıkamayız.

Yusufeli, evet, kadim bir coğrafyanın kadim halkının yaşadığı bir yerdir. Ama Yusufeli'nin vatan haini olmadığı tespitinde bulunarak ötekilerin vatan haini olduğu subjektif niyetine yol açarsınız ki burada itiraz ettiğiniz iktidarın hükümranlığını boşa çıkarmış olursunuz.

Değerli Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 780 bin kilometrekarenin üzerinde yaşama hakkına sahip herkes, bu vatanın geleceği, geçmişi ve yarınına ilişkin söz söyleme, fikir beyan etme, düşüncesini ifade etme hakkına sahiptir. Bunu biz sağlamadığımızda, farklıya tahammülü göstermediğimizde ve ötekileştirme politikalarında ısrar ettiğimizde kaybederiz. Nasıl ki hayvan çeşitliliğimizi, bitki örtümüzü kaybettiysek, nasıl ki Doğu Anadolu'yu, Doğu Karadeniz'i, Batı Karadeniz'i insansızlaştırıp herkesi İstanbul'a yığarak onları zapturapt altına almak isteyen bir iktidar ve o iktidarın hükümranlığının sürdüğü bir ülke gerçeğiyle yüzleşmek yerine, biz hâlâ 1920'lerin tek tipleştirici politikalarından farklı olanı ve arayış içerisinde olanı itibarsızlaştırırsak, iradesizleştirirsek bunun kimseye bir faydası yok.

Yusufeli Türk olabilir, Yusufeli Kafkas olabilir, Yusufeli inancına, dinine, kimliğine, etniğine sahip olabilir ama kavgamız 78 milyonu ilgilendiren, kavgamız 780 bin kilometrekarede yaşayan herkesi ilgilendiren bir kavgaysa bu kavganın içerisinde, bu mücadelenin içerisinde olan herkesi eşit, özgür vatandaş anlayışıyla görmek, yaklaşmak, olması gerekendir.

Bu çerçevede, AKP iktidarının küresel ve bölgesel finans kurumlarına doğamızı, dağlarımızı, nehirlerimizi peşkeş çeken anlayışına, siyasetine, zihniyetine karşı çıkmak, olması gerekendir. Onu karşılaştırmaktan imtina edinerek biz Ilısu'yu, bir başkası Yusufeli'yi ya da Çoruh'u, Tortum'u ya da Kızılırmak, Yeşilırmak üzerine yapılanları öncelersek AKP'nin ekmeğine yağ süreriz. Söz konusu olan, iktidarın sınır tanımaz, iktidarın kâra ve iktidara hizmet eden uygulamalarına karşı çıkmak, geleceğimize yani çocuklarımızdan ve torunlarımızdan emanet aldığımız geleceğimize, doğamıza, ekosistemimize sahip çıkmaktır. Biz içinde bulunduğumuz Samanyolu'nu, bu Samanyolu'nun parçası olan yeryüzünü ve yeryüzünün içinde bulunduğumuz ülkenin değerlerini, tarihsel, kültürel, siyasal, sosyal, ekonomik değerlerini ortaklaştıramadığımızda, ortak refleksle sahip çıkmaya kalkışmadığımızda, hep bizim ayrıksı, parçalı duruşumuzdan, karşıtlaştırıcı pozisyondan yararlananlar bizim bu ayrıksı durumumuzdan da yararlanmaya çalışacaklardır. O nedenle, Türkiye gibi her şeyden önce bulunduğu enlem ve boylamı itibarıyla bitki çeşitliliğinin, hayvan çeşitliliğinin çok ve çeşitli olduğu, 3 semavi diniyle birlikte birçok inancı ama beraberinde 36 etnik kimliği birlikte barındıran bir ülkenin insan potansiyelini, bitki potansiyelini, hayvan çeşitliliği potansiyelini korumak Türkiye'de yaşayan herkesin görevidir. Bu görevi ben sol düşünerek, ben demokratik siyasete inanarak yerine getireceğim gibi, bir başkası sağ, bir başkası milliyetçi, liberal ya da muhafazakâr düşünerek yerine getiriyor olabilir. Burada bir karşıtlık aramak yerine, demokrasi, barış, özgürlükler asgari müştereklerinde sorunlarımıza yaklaşır, bu çerçevede de ülkenin demokratik ortak vatanında herkesin eşit, özgür vatandaş olma yaşamına saygı gösterir ve bunu öne çıkarırsak kazanan biz oluruz. Ama, bunu yapmak yerine, ayrıksı duruşlardan hareketle kendi hassasiyetlerimizi öne çıkaran, ötekisini görmemeye çalışan bir pozisyonda kalırsak da nüfusumuzun ekseriyetinin yoksullukta, açlıkta, sefalette debelendiği, demokratik siyasete bağlanan umuda rağmen de çare ve çözüm üretemediğimiz yasama faaliyetinin kendine göre keyfî yaklaşımlarıyla karşı karşıya kalmış oluruz ki bununla da biz saraydaki zatımuhteremlerin ihtiyaçlarını karşılamaktan öte bir görev görmemiş oluruz. İtirazımız tek adama, tekçiliğe itirazsa, çokluğun, çeşitliliğin fonksiyonu olan, doğanın bir parçası olan biz, toplumun da çokluk ve çeşitliliğin kendisi olduğunu tespit etmek, bu çokluğa ve bu çeşitliliğe denk düşen toplumsal, siyasal bir istikrarı harekete geçirmek herkesten çok, ama herkesten çok yasama organının görevidir.

Bu çerçevede de, biz, demokratik siyasetin yürütücüleri, karar vericileri siyasetçiler, doğamızın talan edilmesine, ekosistemimizin yok edilmesine karşı çıktığımız gibi, değerlerimize, siyasal düşüncelerimize de saygılı olmayı esas alacak bir durumda kalmalıyız diyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)