GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP Grubu adına, Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nun bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti toprağını savunmadıkları, PKK/PYD ile IŞİD terör örgütlerini muhatap aldıkları iddiasıyla Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında birer gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/50)
Yasama Yılı:5
Birleşim:82
Tarih:24.03.2015

CHP GRUBU ADINA ALİ HAYDAR ÖNER (Isparta) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekili İzmir Milletvekili Oktay Vural'ın; Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolunun Bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Toprağını Savunmadıkları, PKK/PYD ile IŞİD Terör Örgütlerini Muhatap Aldıkları İddiasıyla Bakanlar Kurulu Üyeleri Hakkında Bir Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesi hakkında görüşüyoruz.

Sorunu netleştirmek için bazı soruları sormak gerekiyor:

1) Süleyman Şah kimdir? Türbe nerededir? Türbenin bulunduğu Saygı Karakolu niçin Türk toprağı sayılmaktadır?

2) Ahmet Davutoğlu Başkanlığındaki 62'nci Hükûmet niçin Süleyman Şah Saygı Karakolu'na yönelik operasyon yapma gereği duymuştur?

3) Operasyon uluslararası hukuka uygun bir operasyon mudur?

4) Operasyon öncesi, sırası, sonrası terör örgütleriyle iş birliği yapılmış mıdır?

5) Operasyon sırasında askerî teçhizat, silah, malzeme, tanklar terk edilmiş midir?

6) Türbe için seçilen yeni yer Suriyeli bir yurttaşa mı aittir, gasbedilmiş midir?

7) Bu operasyon bir kahramanlık öyküsü müdür?

8) Bu operasyonun sonuçlarını 62'nci Hükûmet uluslararası alanda savunabilecek midir?

9) Ne yapılmalıydı?

Sayın milletvekilleri "galatımeşhur" diye bilinen yanlışlar var, doğru bilinen yanlışlar. Bunlardan bir tanesi de Süleyman Şah Türbesi'yle ilgili. Süleyman Şah'ın Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin dedesi olduğu söylenir, gerçek bu değildir. Çünkü Osman Gazi'nin babası Ertuğrul Gazi'nin babası Gazi Gündüz Alp'tir. Süleyman Şah, Alparslan'ın öncü komutanlarından birinin adıdır ve Kutalmışoğlu Süleyman, 1086 Haziranında Melikşah'ın kardeşi Tutuş'la savaşırken hayatını kaybetmiştir; şehit olduğu ya da savaşı kaybetme tehlikesini görünce kendi hayatına son verdiği söylenir.

Suriye tarafından 1966 yılında başlatılan El Tabka Barajı'nın suları altında kalacağı gerekçesiyle Caber Kalesi'nde bulunan Mezar-ı Türk'ün taşınması istenmiş, iki ülke arasında yapılan anlaşmayla da sınıra 37 kilometre uzaklıktaki Karakozak'taki yerine, Fırat Nehri'nin sol sahiline taşınmıştır. Zaruret hâliyle taşınan bu hadiseden sonra, 62'nci Hükûmet bölgede IŞİD tehlikesinin yükseldiği değerlendirmesiyle 22 Şubat 2015'te Şah Fırat Operasyonu'yla saraydan kız kaçırma misali Saygı Karakolu'ndan sanduka kaçırmıştır. Bunun da yandaş medyanın desteğiyle "Muhteşem harekât" başlığıyla duyurulması çok ilginçtir. Gayrimillî iktidar "gayrimenkul" kavramından habersiz görünmektedir, vatan toprağı taşınamaz.

Hani, adına "Kiziroğlu Ahmet Bey; peh peh peh" türküsü uydurulan Sayın Davutoğlu, 2014'te esip gürlüyordu.

RECEP ÖZEL (Isparta) - Nasıl, nasıl? Bir daha söyle.

ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) - IŞİD'in alan hâkimiyeti kurma çabası üzerine Ahmet Davutoğlu şöyle diyordu: "O topraklar, Süleyman Şah Türbesi'nin bulunduğu topraklar uluslararası hukuk mucibince 1921 Anlaşması'nca Türk topraklarıdır ve sınır ötesindeki tek toprağımızdır. Oraya dönük olarak ister rejimden ister radikal gruplardan gelebilecek her türlü saldırı aynıyla mukabele görür ve oradaki o vatan toprağının savunulması konusunda Türkiye hiçbir tereddüt göstermeden her türlü tedbiri alır." Her türlü tedbiri almak, toprağı savunmak, türbeyi kaçırmakla eş değer mi oldu?

Bu operasyon sırasında 9 tank bırakıldı mı? "Türbeyi terk ederken türbeyi tahrip ettik, başkaları zarar vermesin diye." denildi. Tankları terk ederken tankları da kullanılamaz hâle getirdik mi? Bu iddiayla ilgili yeterli bir açıklama bugüne kadar yapılmamıştır. Yolda palet sıyıran tanklarla nasıl harekâta girişilir? Tankları palet sıyırırsa Hükûmet de "spin" attı demektir.

"Komşularla sıfır sorun." diyenler sandukayı sıfır noktasına taşımakla Türkiye Cumhuriyeti'nin itibarına ağır bir darbe indirmişlerdir.

Ne yapılmalıydı? Tehdit belirlendiğinde uluslararası angajman kuralları, sınırda olduğu gibi, Süleyman Şah Türbesi çevresinde de uygulanabilirdi. Genelkurmay Hava Savunma Harekât Merkezinde -Air Defence Organization Center'da- çalışan bir kimse olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücünü ve verilen görevi yapma kabiliyetini çok iyi biliyoruz. 37 kilometre uzaktaki türbeye İncirlik'ten 3, Diyarbakır'dan 5 dakikada intikal edilebilir; keşif, önleme ve bombardıman gibi bütün harekâtlar icra edilebilirdi. Vatan toprağını koruma kararlılığı Genelkurmaydaki görüşmelerde ceket çıkarmaya benzemez. Zaten, o görüntüde yer almayan müstebit başkan adayını da çok kızdırmışlardı. Dünya, böylesine fiyaskoyla sonuçlandığı hâlde zafer edasıyla sunulan bir operasyon görmedi, duymadı. Ay'a "Güneş" demekle Ay, ateş topuna dönüşmez arkadaşlar. Şah Fırat Operasyonu'nun vatan toprağını savunur bir yanı yoktur, övünülecek bir başarı hikâyesi de çıkarılamaz. Türbeden sanduka kaçırma, olsa olsa 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 302'nci maddesinde belirtilen madde kapsamına giren ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yaptırıma bağlanan suç niteliğindedir. 302'nci madde ne diyor? "Devletin topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya..." diye başlayan madde ağırlaştırılmış müebbet hapsi öngörmektedir.

Ayrıca, bu operasyonda "Eşme ruhu" kavramı sıkça kullanılıyor. "Eşme ruhu" diye bir olay yaşandı mı? Bir grup "Var." diyor, bir grup "Yok." Diyor; gerçek nedir toplum bilmek istiyor.

Sayın Cumhurbaşkanı zamanında dönemin Başbakanıyken "Mavi Marmara'ya zırhlı gemiler refakat edecek." demişti, olmadı. Dönemin Sayın Başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı defalarca "Gazze'ye gideceğim." dedi; bir, iki, üç defa erteledi, ertelemelerin sayısı unutuldu, hâlâ Gazze'ye giden yok. Emevî Camii'nde namaz kılmaktan söz ediyordu, o görevini de eda edemedi. "Kobani düştü düşecek." diye sorumsuz bir beyanda bulundu. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı nasıl "Kobani düştü düşecek." diye bir beyanda bulunur, akıl alacak şey değil. Camide içki içenleri, Kabataş Meydanı'nda bir hanımefendiye ağır hakarette bulunanları teşhir edip yakalayacaktı; hâlâ sözünde durmadı. Sayın Cumhurbaşkanının hangi sözüne güvenelim, hangi sözüne inanalım? Bir Cumhurbaşkanı, her gün çeşitli bahanelerle bir yerlerde konuşup ettiği yemini unutarak bir tarafa yönelik propaganda faaliyetlerinde bulunamaz; ettiği yemine sadık kalmalı, ona göre de saygı görmeyi hak etmelidir.

Sayın milletvekilleri, geçtiğimiz hafta Adana'da bir programa gidiyorduk. Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Sabih Kanadoğlu'yla uçağa bindiğimizde dergiyi incelemeye başladık. O dergi elimde. Bu dergide 8 tane başlık var, 8 ayrı yazı:

1) "Çanakkale Ruhu Her Yerde"

2) "Çanakkale'de Kurtulan Sadece Vatan Değil"

3) "Anaların Ortak Gözyaşı"

4) "Gençliğim Eyvah"

5) "Karavanada Ne Vardı?"

6) "Hece Taşları Konuşur Mu?"

7) "100. Yılında Çanakkale Zaferi"

8) "100. Yılında Etkinlik ve Barış Köprüsü Çanakkale"

8 makale var, 8 makalede Çanakkale savaşlarının çok önemli yanları anlatılıyor ama bir şey yok: Türk millî Kurtuluş Savaşı'nın Anafartalar kahramanı, önderi Gazi Mustafa Kemal'in adı yok! Böyle utanmazlık olur mu, böyle gayrimillî davranış olur mu, böyle millî tarihine ihanet olur mu? (CHP sıralarından alkışlar) İktidara geldiklerinden bu yana millî duruştan yoksun kalanların millî kahramanlardan bu ölçüde rahatsızlık duyması gaflettir, dalalettir ve "hatta"dan sonrasını aziz milletimizin takdirlerine bırakıyorum.

Millî Kurtuluş Savaşı'nın şanlı önderi her türlü saygıyı, vefayı ve rahmetle anılmayı hak ediyor arkadaşlar. Millî günlerde Anıtkabir defterlerini imzalayanlar başka yerlerde kindarlıklarını sergilemekten vazgeçmelidirler.

Sayın Orman Bakanımız burada. Sayın Bakanım, "100'üncü Yılında Gelibolu" broşürü de çok farklı bir anlayışta yayımlanmamış. Size duyduğum saygıdan bu konudaki eleştirilerimi şimdilik mahfuz tutuyorum.

ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) - Tavsiyen varsa bildir, ona göre yapalım.

ALİ HAYDAR ÖNER (Devamla) - Aziz milletimizin, önderliğinde özgürlük ve bağımsızlığımızı kazandığımız büyük Atatürk'ü ret ve inkâr edenlerin gerçek yüzünü artık görmüş ve anlamış olduklarını düşünüyor, ders vereceklerine inanıyorum.

Sayın milletvekilleri, bugünlerde, Hükûmet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç ile Sayın Cumhurbaşkanı ve Ankara'nın meşhur Belediye Başkanı arasındaki ciddi tartışmalar basına ve kamuoyuna yansıyor. Bir dönem Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 29 Ekim bayram kutlamalarına ilişkin görüş açıklaması üzerine "İki başlılık olmaz." diyen Sayın Cumhurbaşkanı, her konuda iki başlılığı sergiliyor. Bu tartışmaların nedenleri biliniyor ama taraflardan birinin "Artık konuşmayacağım.", diğerinin de "8 Hazirandan sonra konuşacağım." demesinin nedeni bilinmiyor. Bilinmesinde kamu yararı varsa gerçekleri açıklamayı niye erteliyorlar? O zamana kadar hangi gizli saklı suç, yanlışlık örtülü kalacak? Ondan sonra da örtülü kalabilecek mi? Hiçbir suç, hiçbir yanlışlık örtülü kalamaz, Seneca'nın dediği gibi "Haksızlıklar sonsuza kadar devam edemez." (CHP sıralarından alkışlar)

Üstelik bu durum yandaş medyayı da açmaza sürükledi, kimden yana tavır alacaklarını bilemez oldular. Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık misali Başbakanlığa dönseler bir hâl, kaçak istibdat sarayına dönseler bir başka hâl. Kimin kimden yana olduğu, kimin bugüne göre, kimin stratejik hedefler peşinde olduğu belli değil. "Padişahım çok yaşa." diyorlar ama muhtemel padişahın kim olacağını bilemedikleri için ismini de anamıyorlar.

Sayın milletvekilleri, önceki gündü zannediyorum, Sayın Cumhurbaşkanı Harp Akademilerindeki konuşmasında "Ergenekon ve Balyoz davalarında aldatıldım." demişti. On iki yıldan uzun bir süredir her türlü yeteneklerini kullanarak milleti aldatanlar aldanmaktan söz edemezler. Bir kumpas var, bir de gerçek var. Ergenekon ve Balyoz davaları kumpas olabilir ama 17 ve 25 Aralık operasyonları gerçeğin ta kendisidir. Kumpas ile 17 ve 25 Aralık arasında paralellik kurmak kamuoyunu aldatmanın yeni bir boyutudur. "Balyoz da kumpastı, 17 Aralık da kumpastı." Balyozun delillerini, emarelerini, makul şüphe unsurlarını kimse görmedi ama 17 ve 25 Aralık operasyonlarının delillerini, belgelerini, görüntülerini, "tape"lerini bütün Türk milleti gördü, bütün ulusumuz gördü, ona göre gerekli değerlendirmesini de yapıyor. Kumpasa aldananlar milletimizi aldatmanın bedelini ödeyeceklerdir. Aldatanların, aldanmaktan yakınmalarının haklı bir yanı yoktur.

Sayın milletvekilleri, Peygamberimiz "Hayırlı işlerde acele ediniz." diyor ama bugünlerde hayırlı olmayan işlerde çoğunluk grubunun acelesi var. "İç güvenlik paketi" adı verilen pakette hayırlı unsurlar, maddeler yok. "Millet bekliyor." diyorlar. Milletin öyle bir beklentisi yok, Hükûmet programında yok, AKP iktidarının seçim vaatleri arasında yok, benzeri herhangi bir planda, projede, güvenoyu almış Hükûmet Programı'nda yok. Ancak, daha önce suç olmayan fiiller, iç güvenlik paketiyle suç unsuru hâline getiriliyor. Daha önce suç olan unsurlar, iç güvenlik paketiyle suç olmaktan çıkarılıyor. Bu, milletimizi aldatmanın yeni bir boyutu. Bu paketle katiller yargılanmaktan kurtarılacak, hüküm giymiş olanlar tahliye edilecekler.

Maddelerden bir tanesinde "sapanla yürüyüşe katılmak" diyor. Sapanı kullanmış olmak, yaptırıma bağlanmıyor. Sapanla yürüyüşe katılmış olmak, iki yıl altı aydan dört yıla kadar hapis gerektiriyor. Boyalı sularla ıslananlar kendilerini nasıl kurtaracaklar? Polis Koleji öğrencileri hak kayıplarına uğruyorlar. Güvenlik Bilimleri Fakültesinde okuyan öğrenciler, birkaç ay sonra rütbeli polis olarak mezun olmayı bekleyenler hak kayıplarına uğruyorlar. Bunların tazminat hakları doğacak ama AKP Grubunun hatalarının devlete ödetilmesine kimsenin hakkı yoktur. Çünkü, müktesep haklar saygı duyulası, gözetilesi haklardır. "Müktesep hak" kavramı tanınmıyor.

Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin verdiği mahkûmiyet kararları var. Yeni davalar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bekliyor. Onlar da bir yandan demokratik hakların kullanımını kısıtlayan hükümlere karşı düzenlemeler, hükümler öngörüyor; bir yandan da şiddet kullanan polislerin sorgulatılmamasını, yargılanmamasını eleştiriyor. Yeni despotik yasalarla bunu daha fazla ağırlaştırmayınız.

Sayın milletvekilleri, bugün verilen bu gensorunun kabulü millî bir görevdir. Bu göreve katkıda bulunanlara ve hak edenlere saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)