| Konu: | 1915 Çanakkale Kara ve Deniz Savaşları Zaferi'nin 100'üncü yıl dönümü ve 18 Mart Şehitler Günü nedeniyle günün anlam ve öneminin belirtilmesi görüşmeleri |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 79 |
| Tarih: | 18.03.2015 |
CHP GRUBU ADINA İHSAN ÖZKES (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün Çanakkale Zaferi'nin 100'üncü yıl dönümündeyiz. Bu özel gündemde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bu zaferi bize yaşattıkları için başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Çanakkale Savaşı'nın tüm kahramanlarını şükranla, rahmetle ve minnetle anıyoruz, ruhları şad olsun.
Sayın milletvekilleri, elhamdülillah hepimiz Müslümanız. İnancımıza göre, İslam dininde en üst mertebe, en yüce mertebe peygamberliktir ve peygamberlik müessesesi Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa'yla (AS) sona ermiştir. Ancak, İslam'da peygamberlikten sonra en üst mertebe, ikinci sırada, şehadet mertebesidir, şehitliktir. Bu nedenle, Çanakkale şehitlerini 100'üncü yılında anma daha da manevi bir anlam kazanmaktadır. Çanakkale şehitlerinin ruhları şad olsun, Allah onların şefaatine bizleri nail eylesin.
Sayın milletvekilleri, Birinci Dünya Savaşı başladığında ekonomik ve teknolojik olarak yoksun olan Osmanlı Devleti, yanlış politikalar sonucunda kendisini bu Çanakkale Savaşı'nın içinde bulmuştur.
Dünyanın her noktasında haklarının olduğunu düşünen 20'nci yüzyılın sömürgecileri, Osmanlı Devleti'ni savaş dışı bırakıp kirli emellerine ulaşabilmek için sömürdükleri coğrafyaların insanlarıyla çıkmışlardı Çanakkale'de Mehmetçik'in karşısına. Ekonomik ve teknolojik güçleriyle tüm hedeflerine ulaşabileceklerini düşünenlerin gözden kaçırdıkları ve planlamadıkları bir şey vardı, o da vatanları için canlarını vermeyi kazanılmış en büyük zafer sayan yüz binlerce Mehmetçik'in varlığıydı.
Çanakkale savaşları, çeliğe ve ateşe, etin ve kemiğin kendisini savunmasıdır. O kadar çetin bir savaş yaşanıyordu ki Mustafa Kemal Atatürk "Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum." diyordu.
Mehmet Akif bir şiirinde "Öteden saikalar parçalıyor afakı/ Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı/ Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin/ Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin." diyordu.
İstanbul ve Anadolu'nun en seçkin liselerinin öğrencileri gönüllü olarak Mehmetçik'in imdadına koşuyordu ve bunların büyük bir çoğunluğu şehit olmuşlardır. Mustafa Kemal'in "Biz Çanakkale'de bir darülfünun gömdük." sözü bu anlamda önemlidir.
Çanakkale bir ölüm kalım savaşıdır. Bütün bir milletin mutlaka ama mutlaka zafere odaklanmış bir şekilde "Ya istiklal ya ölüm!" kararının verilişidir Çanakkale. Vatanın kapısına dayanmış ve tüm kutsalları tehdit eden düşmana "Dur!" denilmesidir Çanakkale Savaşı. "Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın/ Bu toprak, bir devrin battığı yerdir/ Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın/ Bir vatan kalbinin attığı yerdir!"
Sayın milletvekilleri, Atatürk'süz Çanakkale Savaşı tarihi yazılamaz. Çanakkale Zaferi önce Yüce Allah'ın sonra Ulu Önder Atatürk ve nice isimsiz kahramanların eseridir.
Çanakkale Zaferi'nde Atatürk'ün oynadığı askerî rolü unutmamamız gerekir. Birinci Dünya Savaşı başladığında Bulgaristan'da, Sofya'da Ataşemiliter olan Atatürk, Avrupa'daki rahatını bırakarak vatan ve millet borcunu ödemek için âdeta gönüllü olarak Çanakkale Savaşı'na katılmıştır. Atatürk, Kasım 1914'te Başkomutanlık Vekâletine müracaat ederek cephede aktif bir göreve getirilmek istemiş, ancak, kendisine "Sizin için orduda her zaman bir görev vardır ancak Sofya Ataşemiliterliğini daha önemli gördüğümüzden sizi orada bırakıyoruz." cevabı verilmiştir. Bunun üzerine Atatürk, Aralık 1914'te Sofya'dan Başkomutan Vekili Enver Paşa'ya bir mektup yazarak cephede aktif görev alma isteğini yinelemiştir: "Vatanın müdafaasına ait faal vazifelerden daha mühim ve yüce bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde, ateş hatlarında bulunurken ben Sofya'da Ataşemiliterlik yapamam! Eğer birinci sınıf subay olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise, lütfen açıklayınız." demiştir. Atatürk, o günlerde içinde bulunduğu ruh hâlini ve kafasındaki planları sonradan Falih Rıfkı Atay'a şöyle anlatmıştır: "O günlerde neler çektiğimi anlatamam. Gerekirse bir er gibi herhangi bir cepheye katılmaya karar vermiştim. Onun için, Sofya'daki evimin eşyalarını Fethi Bey arkadaşımla anlaşarak elçiliğe taşıdım. Hemen hareket edebilmek üzere küçük bir bavul hazırladım. Artık, evi de bırakmak üzere iken 'İsmail Hakkı' imzalı bir telgraf aldım. İmzanın üstünde 'Harbiye Nazırı Vekili' yazılıydı. '19'uncu Tümen Komutanlığına tayin buyuruldunuz, hemen İstanbul'a hareket ediniz.' Ben bu telgrafı aldığım vakit Başkumandan Vekili Enver Paşa Sarıkamış savaşını yapıyordu." Yani, Atatürk isteseydi pekâlâ kanlı Çanakkale Savaşı sırasında Sofya Ataşemiliterliğine devam edebilir ve ileride "Çanakkale Savaşı sırasında neden cephede değildin?" diye soranlara da Enver Paşa'dan gelen telgrafları göstererek "Ben cephede aktif bir görev almak istedim ama Enver Paşa kabul etmedi." diye cevap verebilirdi. Ama, gerçek bir vatansever olarak Atatürk "Gelme, orada kal." telkinlerine karşın âdeta zorla kendisini cephede aktif bir göreve tayin ettirmiştir. Gerçek kahramanlık ve vatanseverlik bu olsa gerekir. Bilerek, isteyerek ölümün kucağına atlamak; Atatürk'ün Çanakkale Savaşı'ndaki kahramanlığı bir yana, sadece ve sadece bu davranışı bile onun nasıl bir kahraman ve nasıl bir vatansever olduğunu anlatmaya yeter de artar bile.
20 Ocak 1915'te İstanbul'a gelen Atatürk, atandığı 19'uncu Tümen hakkında bilgi almak için temaslara başlıyor. Bu sırada, o günlerde Sarıkamış'ta büyük bir bozguna uğrayan Enver Paşa'yla görüşüyor. Atatürk yıllar sonra o görüşmeyi ve sonrasında yaşananları Falih Rıfkı Atay'a şöyle anlatıyor: "Enver Paşa'yla karşı karşıya bulunuyorduk. Enver biraz zayıflamış, rengi solmuş bir hâlde idi. Söze ben başladım: 'Biraz yoruldun.' dedim. 'Yok, o kadar değil.' dedi. 'Ne oldu?', 'Çarpıştık, o kadar!'; 'Şimdiki durum nedir?', 'Çok iyidir!' dedi. Kendisini üzmek istemedim. Konuşmayı görevim üzerine çevirdim. 'Teşekkür ederim, beni numarası 19'uncu olan tümene kumandan tayin etmişsiniz. Bu tümen nerededir?' 'Ha, evet. Belki bunun için Erkânıharbiye ile görüşürseniz daha iyi bilgi edinirsiniz'. Enver'i çok yorgun ve kafası işlerinde görüyordum. Sözü uzatmadım. 'Peki, o hâlde fazla rahatsız etmeyeyim.' dedim. Başkumandanlık Erkânıharbiye'sine gittim. Gerekenlere kendimi şöyle tanıtıyordum: '19'uncu Tümen Komutanı Mustafa Kemal.' Hepsi şaşırıyordu! Böyle bir tümenin var olduğundan haberi olana rastlamadım. Sonunda bir akıllı dedi ki: 'Belki böyle bir tümen Liman von Sanders'in ordusunda bulunmaktadır. Bir defa onu görseniz.' Von Sanders'in Kurmay Başkanı Kazım Bey'in bürosuna giderek durumu anlattım. Kazım Bey: 'Bizim dislokasyonumuzda böyle bir tümen yoktur. Fakat olabilir ki, Gelibolu'da 3'üncü Kolordu, yapmakta olduğunu bildiğimiz bazı yeni teşkilat arasında yeni bir tümen kurmayı tasarlamıştır. Bir defa oraya kadar gitseniz.' Kazım Bey 'Bununla beraber hareketimizden önce sizi kumandan paşaya tanıtayım' dedi."
Bunun üzerine Atatürk, Liman von Sanders ile tanışmıştır. Bu Alman Mareşali Atatürk'ü nezaketle karşılamış, Bulgarların durumunu merak eden Mareşal, Atatürk'e kibar bir tavırla "Bulgarlar hâlâ harbe girmeyecekler midir?" diye sormuş. Atatürk "Benim görüşüme göre henüz girmeyeceklerdir." diye cevap vermiştir. Mareşal "Niçin?" diye sorunca Atatürk "Benim anladığıma göre Bulgarlar iki ihtimalden biri anlaşılmadan harbe girmezler. Biri, Almanya'nın başarı kazanabileceğine inandırıcı deliller görmedikçe, ikincisi de harp kendi topraklarına temas etmedikçe." diye cevap vermiştir. Bu cevaba sinirlenen Mareşal, sağ yumruğunu sıkıp havaya kaldırarak "Bulgarların Alman başarısına güvenleri yok mu?" diye sormuştur. Bu öfkeli soruyu Atatürk gayet sakince "Hayır Ekselans." diye cevaplamıştır. Öfkeden yüzü kıpkırmızı olan Liman von Sanders "Niçin?" diye sorunca, Atatürk bir şey anlamamış gibi bakmış, bu sırada Mareşal "Nasıl olur Alman başarısına güvensizlik? Nasıl olur bu?" diye söylenince, Atatürk "Öyle efendim." diye diretmiştir. Bunun üzerine Mareşal Sanders, dikkatlice Atatürk'e bakarak "Sizin fikriniz nedir?" diye sormuş, her ne koşulda olursa olsun muhatabının yüzüne gerçeği, sadece gerçeği söylemeyi ilke edinmiş olan Atatürk, biraz düşündükten sonra kendisinden emin "Bulgarları düşündüklerinde haklı buluyorum." demiştir. Yarbay Atatürk'ün bu cevabı Mareşal Liman von Sanders üzerinde âdeta şok etkisi yapmıştır. Bu sözler üzerine ayağa kalkan Mareşal, Atatürk'e "Çıkabilirsiniz." demiştir.
Sayın milletvekilleri, Çanakkale'de iki büyük savaş kaderi tayin etmiştir. Bunlardan biri, 6-18 Mart 1915 deniz savaşı, Nusret Mayın Gemisi'nin döktüğü mayınların kaderi tayin ettiği bir muhteşem destan; diğeri ise 6-10 Ağustos 1915'te Anafartalar'da Büyük Atatürk'ün komutasında verilen kara savaşıdır.
19'uncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Çanakkale'de verdiği kritik kararlarla savaşın kazanılmasında önemli roller üstlenmiştir. Mustafa Kemal'in Çanakkale savaşlarında o kritik kararlarından birisini nasıl verdiğini kendi ağzından dinleyelim:
"Kaçmakta olan askerlere 'Niçin kaçıyorsunuz?' dedim. 'Efendim, düşman...' dediler ve karşı tepeyi gösterdiler. Gerçekten de düşmanın bir avcı hattı karşı tepeye doğru serbestçe yürüyordu. Ben kuvvetlerimi dinlensinler diye geride bırakmıştım. Düşman bana benim askerimden daha yakın durumdaydı ve bulunduğum yere gelirse kuvvetlerim çok kötü duruma düşecekti. O zaman, artık mantık yürütmeyle mi içgüdüyle mi bilmiyorum, kaçan askerlere 'Düşmandan kaçılmaz.' dedim. 'Cephanemiz kalmadı.' dediler. 'Cephaneniz yoksa süngünüz var.' dedim ve bağırarak bunlara 'Süngü takın!' dedim ve yere yatırdım. Bunlar süngü takıp yere yatınca düşman askerleri de yere yattı ve arkadaki bölük yetişerek ateş açtı. Kazandığımız an bu andı." Yarbay Mustafa Kemal'in o an orada olması ve verdiği o kritik karar sonunda düşman püskürtülmüştür. Böylece Mehmetçik Gelibolu topraklarının batı kıyısındaki ilk mevzisini oluşturmuştur.
Mehmet Akif şöyle diyor:
"Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker,
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı, değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhidi,
Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın."
"Bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi." sözünü söylüyor Mehmet Akif. Neden Bedir'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi? Bu bir benzetme ve incelik var burada. Çünkü manevi inanışımızın büyük lideri Hazreti Muhammed "Eğer 313 kişi burada yok olursa sana kulluk yapacak tek bir insan kalmayacaktır." diyerek Allah'a yalvarıyordu Bedir Savaşı'nda. İşte Çanakkale de böyleydi. Bugün yeryüzünde bir Türk kalmayacak ve dolayısıyla müstevliler emellerini gerçekleştirmiş olacaktı Çanakkale'de. O şanlı zaferin komutanı Çanakkale'deki askerimize "Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum." diyerek bir tarih yazıyordu. Ve yine o Atatürk, değen şarapnel parçasından dolayı yaralanıyor, saat parçalanıyor ama yaralandığını kimseye haber vermiyordu.
Bu arada, Balıkesir Havranlı Koca Seyit'ten de bahsetmek gerekir. İngilizlere ait Ocean isimli zırhlı gemi, mayınlardan kurtuluyor, Boğaz'ı ateşe vererek İstanbul'a doğru seyrediyordu. Seyit Onbaşı, Rumeli Mecidiye Tabyasındaki ayakta kalan vinci kırılmış tek bir topu namlusuna, 276 kilogram ağırlığındaki mermiyi bütün varlığıyla Allah'a sığınarak insan üstü bir gayretle sürüyor ve ancak üçüncü atışında Ocean gemisini batırmasıyla savaşın seyri değişiyordu. Churchill şöyle diyor: "Tophaneli Hakkı'nın yaptığını dört yüz yıldan beri hiç kimse yapmamıştır. Nusret Mayın Gemisi'nin bu kahraman subayı, bir gecede Çanakkale Boğazı'nı mayınlamış, yenilmez addedilen İngiliz donanmasının üçte 1'ini kullanılmaz hâle getirmiştir." Churchill, yargılanması esnasında da şöyle diyor: "Ben Çanakkale'de Türklerle savaşmadım, Allah'la savaştım."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özkes, süreniz doldu.
Size ek süre veriyorum, lütfen tamamlayınız.
İHSAN ÖZKES (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çanakkale'de vatanını namus bilen, öndeki arkadaşının şehit düştüğünü görüp kendisinin de şehit olacağını gören kahramanlarımız, dünyanın mazlum halklarına örnek olacak bir destan yazmıştır. Emperyalistlerse 500 binden fazla cana mal olan acı ve gözyaşını geride bırakarak Çanakkale'nin geçilmezliğini anlamışlardır.
Savaş bittiğinde, Osmanlı, Rus ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları tarih sayfasından silinmiştir. Dünya, adını altın harflerle boğazın iki yakasına kazıyan, yedi düvele meydan okuyan Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Atatürk ve nice isimsiz kahramanlarımızın Çanakkale'nin geçilmez destanına tanık olmuşlardır. Mehmet Akif'in dediği gibi: "Değil mi cephemizin sinesinde iman bir/ Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir/ Değil mi cenge koşan Çerkez'in, Laz'ın, Türk'ün/ Arap'la, Kürt ile bakidir ittihadı bugün/ Değil mi sinede birdir vuran yürek, yılmaz/ Cihan yıkılsa, emin ol, bu cephe sarsılmaz!"
Sayın milletvekilleri, Çanakkale Savaşı'nda, İstiklal Harbi'nde bu millet, Türk'üyle Kürt'üyle, Alevi'siyle Sünni'siyle birlik ve beraberlik içinde olduğu için kazanmışlardır. Çanakkale Savaşı Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ön sözüdür. Çanakkale'yi geçilmez kılan, Çanakkale'de yatan şehitlerdir; Çanakkale'yi geçilmez kılan, Çanakkale'nin o deha, o zeki, o askerî bilgesi Ulu Önder Atatürk'tür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İHSAN ÖZKES (Devamla) - Sözlerime Mehmet Akif'in mısralarıyla son veriyorum.
BAŞKAN - Sayın Özkes, iki dakika ek süre verdim. Lütfen, Genel Kurulu selamlamak için...
İHSAN ÖZKES (Devamla) - Son cümlem efendim, son cümlem.
BAŞKAN - Tamam, mikrofonunuzu açtım. Lütfen...
İHSAN ÖZKES (Devamla) - Çanakkale'de şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyor ve Mehmet Akif'in mısralarıyla son veriyorum: "Sen ki asara gömülsen, taşacaksın. Heyhat!/ Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihan/ Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber/ Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber."
Saygılarımla. (CHP, AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)