| Konu: | Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 77 |
| Tarih: | 16.03.2015 |
CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 688 sıra sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, değerli arkadaşlar, gene bir torba kanun uygulamasıyla karşı karşıyayız. Bu torba kanunlar vakayıadiyeden oldu, bunları kaçıncı keredir... Plan Bütçe Komisyonundan da özellikle torba kanun dışında kanun geçmez oldu. Bunu nasıl eleştirdiğimiz hem Genel Kurulda hem Komisyonda herkesin malumu. Ancak ısrarla torba kanun yöntemi uygulanmaya devam ediliyor.
Önce, torba kanunun tasarı olarak gelmesi söz konusu oluyordu. Belli zamanlarda teklif olarak da gelebiliyor tabii, milletvekilleri isterse teklif verebiliyor. Biz buna karşı çıktık, bununla ilgili olarak eleştirilerimizi yaptık. Hatta benim Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak Sayın Cemil Çiçek'e yöneltmiş olduğum soru önergeleri de var. En son siz bir cevap verdiniz Sayın Yakut, sizin imzanızla, orada siz de bu yöntemin ne kadar yanlış olduğunu, hatalı olduğunu kabul ediyorsunuz.
Bakın değerli arkadaşlar, 22'nci Yasama Döneminde torba kanun sayısı 2'ymiş, 23'üncü Yasama Döneminde 11'miş, 24'üncü Yasama Döneminde 17. Ancak, 3 kanun var, burada görüşülen kanunlar, bir de yukarıda Plan Bütçede bir torba kanun gene var. Yeni kanun gelmediğini varsaydığımızda 21'e çıkmış, tam 2'ye katlamış.
Tabii, bu konuya ilişkin olarak TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek'in ifadeleri var. Ne demiş 2014 yılı Eylül ayında? "Biz yasama faaliyetindeki kanun çıkarma işini verimli yapamadık. O yüzden de garip bir yola saparak torba kanun gibi bir uygulamayı gündeme getirdik." demiş. Gene, hemen hemen aynı günlerde Hükûmet Sözcüsü Sayın Bülent Arınç da Başbakan Sayın Davutoğlu'nun torba kanun teklifine ilişkin benzer sorunlara dikkat çektiğini söylemiş.
O zaman, değerli arkadaşlar, niye hâlâ torba kanun geliyor? Yani, herkes bunun, bu yöntemin yanlış olduğunun farkındaysa, birbiriyle ilişkisiz kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin burada birlikte görüşülmesinin, önce Plan Bütçe Komisyonunda görüşülmesinin, sonrasında da buraya temel kanun olarak gelmesinin hiçbir anlamı yok, bunu anlatmak mümkün değil ama ısrarla getiriliyor. Söylediğimiz zaman da "E, milletvekilleri kanun teklifi veremez mi?" deniyor. Verebilir tabii arkadaşlar, bizim de kanun tekliflerimiz var ama bakın, bu, torba kanun teklifi yok. Milletvekili olarak kanun elbette hazırlanabilir ama ne hikmetse AKP milletvekilleri torba kanun teklifleri veriyorlar. Ve Komisyonda görüşürken de soruyoruz "Ne diyor?" diye, milletvekilleri cevap veremiyor. Mecburen gidip bürokrasiden görüş alınıyor, oradan yani ilgili kamu kurumlarından insanlar cevap veriyor. O zaman şu da anlaşılıyor ki aslında bunu bürokrasi hazırlamış, oradaki milletvekillerine imza attırılmış. Şimdi bu, son derece -yani baktığınız zaman- onur kırıcı bir iş. Yani, böyle bir yönteme neden ısrarla gidildiğini anlamış değiliz. Tekrar tekrar tekrar devam ediyor.
Şimdi gene bir torba kanun var, içinde bir sürü farklı kanun ve kanun hükmünde kararnamede değişiklik öngörülüyor. İçinde, dernek ve vakıflara ilişkin vergi istisna ve muafiyetleri var, yeni bir üniversite kurulması, kamulaştırma uygulamaları, İnternet yasakları, elektrik kayıp kaçak bedelleri, öğrenci yurtları var, ne aklınıza geliyorsa bunun hepsi bu kanunun içine atılmış ve bizden de burada bunu tartışmamız, sağlıklı bir biçimde, Meclise, Türkiye Büyük Millet Meclisine yakışır bir biçimde bunları konuşmamız, tartışmamız, müzakere etmemiz bekleniyor. Şimdi ben tümü üzerine konuşuyorum, ben hangisinden bahsedeceğim? Yani burada o kadar birbirinden farklı -36 madde, 1 de geçici madde, 37- hükümler var ki hangisinden bahsedeceğiz?
Diğer, tabii, başka bir sıkıntı, bunların hiçbiri tali komisyonlarda görüşülmüyor. Şimdi bakın, Plan Bütçe Komisyonu, her şeyin, bütün ilgili ilgisiz kanunların geldiği bir yer olmamalı. Plan Bütçe Komisyonu anayasal bir komisyon, kabul ediyoruz ama bizimle ilgisi olmayan, Plan Bütçe Komisyonunun görev alanıyla ilgisi olmayan kanun maddelerinin, tekliflerinin bize gelmesini anlamak mümkün değil. Hadi geldi diyelim, hiç olmazsa tali komisyonlarda görüşülsün. İlgili komisyonlarda yani bize gelen maddeleri, esas itibarıyla, ilgili olduğu komisyonlarda görüşülsün, bir fikir, bir görüş gelsin bize ve biz de onun üzerine konuşalım diyoruz.
Peki, öyle mi? Yok. Ne yazık ki bu konuştuğumuz, şu anda konuştuğumuz torba kanun 6 tali komisyona gönderilmiş, iletilmiş, 6 tali komisyonun hiçbiri görüşmemiş. 3'ü demiş ki: "Süresi içinde görüşülmesi mümkün gözükmüyor." Bayındırlık, Millî Eğitim ve İçişleri Komisyonları. Sanayi Komisyonu demiş ki: "İş yoğunluğumuz var." Adalet Komisyonu ve Sağlık Komisyonu da -kısaltıyorum komisyon isimlerini, süremiz gitmesin diye- onlar da "Biz de görüşmeyeceğiz." demişler. E arkadaşlar, nasıl bir iş bu? Yani bizim bunu nasıl sağlıklı görüşmemizi bekliyorsunuz?
Komisyonda da söylüyoruz "Arkadaşlar, bunları alın, ilgili komisyona gitsin, oradan çıksın." diyoruz. Neden bunu Plan Bütçe Komisyonuna getiriyorsunuz, her şeyi Plan Bütçe Komisyonundan çıkarmaya çalışıyoruz, anlamış olmak mümkün değil.
Diğer taraftan, "düzenleyici etki analizi" diye bir şey var. Bakın, 5018 sayılı Yasa'nın getirdiği en büyük yeniliklerden birisi bu. Bir kanun geldiği zaman, eğer giderlerde artma ve gelirlerde azalma yaratıyorsa, borçlanma durumunu değiştiriyorsa bunun mutlaka ne getirip ne götürdüğünün bilinmesine, hesabının kitabının yapılmış olmasına ihtiyaç var. Gene aynı şekilde TBMM Başkanına sormuş olduğum, Sayın Başkan, sizin vermiş olduğunuz, imzalamış olduğunuz cevapta da şu ana kadar -arkadaşlar, şu ana kadar, söylüyorum- 22, 23, 24'üncü Dönemlerde düzenleyici etki analizi yapılmış tek bir kanun yok. Bir tane kanun bulamazsınız arkadaşlar; tasarı veya teklif olarak söylüyorum, tek bir kanun dahi yok. Ne getiriyor bunlar kısa dönemde, uzun dönemde ekonomiye, bunların hiçbirinin hesabı kitabı yapılmamış, bütçeye ne yük getiriyor bilinmiyor ve Komisyonda da sorduğumuz zaman gerekli bilgileri, cevapları alamıyoruz. Böyle devlet yönetilir mi arkadaşlar? Bu kadar gayriciddi ülke yönetilir mi?
Şimdi birkaç maddeye geçeyim izin verirseniz. 5'inci madde Sağlık Bilimleri Üniversitesi, 6, 7, 8'inci maddeler de gene onunla ilgili. Şimdi, arkadaşlar, zaten daha önce bu Sağlık Bilimleri Üniversitesi "TÜSEB Yasası" olarak bilinen bir tasarıda yer almaktaydı ama ondan sonra grup kararlarıyla bu çekildi ve 6569 sayılı Kanun olarak yasalaştı. Tekrar gündeme gelmeyeceği düşünülüyordu, ta ki torba kanunun içinde yeniden Plan Bütçe Komisyonunun gündemine gelene kadar. Bu ne biliyor musunuz arkadaşlar? Bu Sağlık Bilimleri Üniversitesiyle yaratılan şu: Ne deve ne kuş, deve kuşu; âdeta bir ucube bu. Şimdi, Anayasa'mızda da, bütün mevzuatımızda da iki çeşit üniversite var: Devlet üniversiteleri, vakıf üniversiteleri. Devlet üniversitelerinin organları belli, rektör var, 13'üncü maddesi 2547 sayılı Kanun'un, 14'üncü maddesi senato, 15'inci maddesi üniversite yönetim kurulu. Vakıf üniversitelerinde mütevelli heyeti var. Şimdi, bu getirilen üniversite, değerli arkadaşlar, sözde devlet üniversitesi ama mütevelli heyeti var. Böyle bir şey nasıl olabiliyor arkadaşlar? Böyle bir şey yok. Bu, Anayasa'ya da aykırı, ilgili mevzuata da aykırı, her şeye aykırı bu, ucube bir durum bu çünkü sayılmış yani ilgili kanunda da sayılmış hangi organlar olduğu. E, şimdi, o organlar var zaten; senatosu var, üniversite yönetim kurulu var. Kararların nasıl alınacağı, bütçeyi kimin onaylayacağı, kadroları kimin açacağı, hepsi belli, hepsi tanımlanmış ama siz mütevelli heyeti getiriyorsunuz ve mütevelli heyete de bu yetkilerin bir kısmını veriyorsunuz.
Diğer taraftan, bu mütevelli heyet nasıl bir mütevelli heyet? 5 kişiden oluşuyor. Sağlık Bakanı Müsteşarı mütevelli heyet başkanı, 2 kişiyi Sağlık Bakanı seçiyor, etti 3 zaten, 5'in 3'ü oldu, rektör, 1 de YÖK'ün seçeceği üye, 5. Yahu arkadaşlar, el insaf. Yani, Sağlık Bakanının güdümünde bir üniversite getiriyorsunuz. Arkadaşlar, Sağlık Bakanlığı taraf olamaz. Bakın, bütün üniversitelerin tıp fakülteleri var, sağlıkla ilgili bir fakülteleri var, bütün üniversitelere eşit uzaklıkta olmak zorundadır Sağlık Bakanlığı. Siz bu çıkardığınız yasayla -ilginç- zaten olmaması gereken, Anayasa'da tanımlanmayan bir yapı yaratıyorsunuz ve Sağlık Bakanının güdümüne, siyasi etkiye açık bir üniversite kuruyorsunuz. Bunu yapamazsınız arkadaşlar, bunu yapamazsınız. Bu açık ve net olarak Anayasa'ya aykırı, Anayasa'nın 130, 131 ve 132'nci maddelerine aykırı. Anayasa'nın 132'nci maddesi zaten söylüyor arkadaşlar. Bakın, 130, 131 tanımlıyor. 130'da yükseköğrenim kurumlarını tanımlıyor. 131'de YÖK'ü tanımlıyor, üst kurulu. 132'de de diyor ki, bakın başlık şu: "Yükseköğretim kurumlarından özel hükümlere tâbi olanlar" Yani, demek ki özel hükümlere tabi olanlar var bunun dışında. İçinde de diyor ki maddenin, madde metninde: "Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumları özel kanunlarının hükümlerine tâbidir." Bunun dışındaki bütün üniversiteler 130 ve 131'inci maddede tanımlanır. Anayasa'nın 130'uncu maddesinin sekizinci fıkrası diyor ki arkadaşlar: "Üniversitelerin hazırladığı bütçeler; Yükseköğretim Kurulunca tetkik ve onaylandıktan sonra..." diye devam ediyor. İyi de, söz konusu, getirilen maddede bu mütevelli heyetin görevleri arasında üniversitenin bütçe teklifini onaylamak konmuş. Şimdi, ben soruyorum: Hangisi yapacak, Yükseköğretim Kurulu mu onaylayacak, yoksa mütevelli heyet mi onaylayacak?
Yine, Anayasa'nın 130'uncu maddesinin son fıkrası zaten vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarını tanımlıyor ve onların mütevelli heyeti olacağını belirliyor. Siz şimdi burada, baktığınız zaman, devlet üniversitesi diyorsunuz ama mütevelli heyeti var. Böyle bir şey yok arkadaşlar. Bakın, 131'de de yine aynı şekilde, YÖK'ün yetkileri ile mütevelli heyetin yetkileri çakışıyor. Fazla zamanımı almak istemiyorum, diğer maddelerden de bahsetmek istiyorum tümü üzerinde konuştuğum için. O açıdan da dediğim gibi, Anayasa'nın 130, 131 ve 132'nci maddelerine açık ve net biçimde aykırıdır bu ve Anayasa Mahkemesinden de dönecek.
Arkadaşlar, lütfen çekin bu maddeyi. Bu maddeyi çekin çünkü bu madde, dediğim gibi... Yani böyle... Ben şunu anlamış değilim: Yani Anayasa Mahkemesine gidilen, sonrasında da bozulan birtakım kanun maddelerinden zevk mi alıyoruz arkadaşlar? Biz burada yasa yapıcıyız, yasaları en güzel biçimde çıkarmak isteriz, en mükemmel biçimde çıkarmak isteriz. Bizim var oluş nedenimiz bu, yasama faaliyetinde bulunmak. Hepimiz de bunun için elimizden geleni yapıyoruz. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi olarak hem komisyonlarda hem burada yapıcı bir muhalefet anlayışı içindeyiz. Memleketin sorunlarını gelin hep beraber çözelim ama Anayasa'ya, yasalara aykırı olan, hukuken eşitliği bozan, birtakım insanlara, belli birtakım gruplara veya kişilere özel haklar ve menfaatler taşıyan her türlü yasa maddesinin, teklifinin, her şeyin karşısında oluruz, olduk, bundan sonra da olmaya devam edeceğiz.
Geçiyorum yine Anayasa'ya aykırı bir maddeye, 26'ncı maddeye. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 4'üncü maddesine "tünel" ibaresi eklenerek kentsel dönüşüm veya bir kamusal hizmet için kamulaştırma bedeli verilmeksizin vatandaşın özel mülkiyetinde bulunan gayrimenkulünün altından tünel geçirilmesine olanak sağlanıyor. Bu zaten yazın görüştüğümüz torba kanunda vardı arkadaşlar, torba kanunda biz bunu görüştük. 10 Eylül 2014 tarihli ve 6552 sayılı Kanun'un 99'uncu maddesiydi, orada vardı zaten. Yani taşınmaz malın arazisinin üzerinden, ya üstten ya da alttan birtakım tesisler geçiriyorsunuz. Üstten teleferik yapıyorsunuz, işte ne bileyim, birtakım, yol geçiriyorsunuz, köprü geçiriyorsunuz; alttan da baktığınızda, raylı sistem gibi bir şeyler geçiriyorsunuz. Şimdi, biz bunu sorduk "Neden bunu getirdiniz?" dedik, dediler ki: "Tüneli unutmuşuz." Unutursunuz tabii. Bunları ciddi biçimde görüşmezsek, böyle torba kanunlarla getirirseniz, bizi, muhalefeti dinlemezseniz, apar topar "Bunlar illa yasalaştırılacak." derseniz işte böyle unutursunuz.
Ayrıca, burada -okuyorum, o maddeyi- "Taşınmaz sahiplerine bu işlem nedeniyle kamulaştırma, tazminat ve benzeri nam altında herhangi bir ücret ödenemez." hükmü var. Bunu biz Anayasa Mahkemesine götürdük, Anayasa Mahkemesi bunu görüşmek için bekliyor arkadaşlar. Anayasa Mahkemesinin görüşmekte olduğu, görüşmek için gündemine aldığı bir şeyi neden getiriyorsunuz buraya? Anayasa Mahkemesi iptal edecek bunu çünkü malikine mülkü üzerinde her türlü tasarruf yapabilme, satma, kiralama, sınırlı ayni hak tesis etme hakkını veren mülkiyet hakkı bu düzenlemeyle sınırlanıyor. Bir kere taşınmazda değer kaybı oluşuyor, ikinci olarak da mülkiyet hakkının sınırları ve kullanılmasıyla ilgili problemler var. Bu, bugün ortaya çıkmayabilir. Mesela, bugün yukarıdan, üstten diyelim ki bir köprü geçirebilirsiniz, oradaki yerde, yerleşimde emsal diyelim ki 5 kattır. İyi, yarın öbür gün değişti bütün bölgenin, 10 kata çıktı. Ne olacak? Siz geçirebilecek misiniz, çıkartabilecek misiniz, yukarıya doğru yükseltebilecek misiniz inşaatınızı? Hayır, çünkü yapılmış olan oradaki tesisler, sizin o mülkün mülkiyetini, hakkınızı kullanmanızı engelliyor. O zaman şunu düşünelim: Sadece bugüne bakmıyoruz, mülkiyet hakkı bugün olduğu kadar geleceği de bağlar, gelecekteki o hakkın kullanılmasının da sınırlarını belirler. O açıdan da baktığınızda hem bu hem de dediğim gibi diğer gerekli birtakım yani mülkiyet hakkı, kamulaştırmada para ödenmemesi konusu Anayasa Mahkemesinin gündemindedir, o yüzden bunun tekrar neden getirildiğini de anlamış değiliz.
Gene, 27'nci madde var, bu İnternet yasaklarıyla ilgili 5651 sayılı Kanun'a bir ekleme yapılıyor, "Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi." başlıklı. Arkadaşlar, burada gene Anayasa Mahkemesi bunu bozdu. Yani sonuçta yargıda olan yetkiyi siz gidip idareye devredemezsiniz, TİB'e devredemezsiniz. Ama burada ne yapılıyor? "TİB'e devretmedik." Diyorlar, Başbakan veya ilgili bir bakan gelip müracaat ederek TİB'e bu işi yaptırıyor. Bizim söylediğimiz, karşı çıktığımız o değil arkadaşlar. Biz, bu işlerin yargı kararıyla yapılması gerektiğini söylüyoruz. Dediğim gibi, açıkça Anayasa'ya aykırıdır, bunu da zaten Anayasa Mahkemesi bozacak, zaten de bozuldu.
Devam ediyor, 3'üncü madde: Sağlıkta "yap-kirala" olarak tanımlanan bir kamu-özel iş birliği modelini tanımlıyor. Arkadaşlar, bu model üzerine konuşmaktan dilimizde tüy bitti. Bu model, yanlış bir modeldir diyoruz. Kamunun altyapı yatırımlarını kamu yapmalıdır, bütçe kaynaklarıyla yapılmalıdır. Burada ne yapıyorsunuz? "Yap-kirala" diye bir model, şehir hastanelerini devlet yatırım programından yapmıyor, cebinden para çıkmıyor ilk anda baktığınızda, sonra ihaleye açıyorsunuz, birisi alıyor orayı, sonra siz oraya otuz yıla kadar kira ödüyorsunuz. Ödediğiniz kira aynı zamanda da enflasyon kadar artırılıyor, döviz kuru artışı olursa artırılıyor. Böyle bir model yok. "Bunun var mı düzenleyici etki analizi? Ne getiriyor, nedir bunun maliyeti?" dedik. Çünkü, bakın arkadaşlar, 34 proje var, toplam bedeli 30 milyar dolar. Bunlar koşullu yükümlülük getiriyor. Bu, şu demek: Şu anda belki bir yükümlülük yok ama herhangi bir biçimde bu otuz yıllık kira süresi içinde kişi burayı bıraktığında ne olacak o zaman? Bunlara hazine garantisi getirildi arkadaşlar, hazine garantisi var bunlarda. Böyle bir şey olmaz, bu model yanlış bir model. Kamunun yapması gereken, gerekli altyapı yatırımlarıdır. Özel sektör de girer, dış ticarete konu olan sektörlerde yatırım yapar; üretim yapar, imalat sanayisi sektörlerine gider, ihracat yapar. Burada öyle bir durum yok.
Şimdi de ne getiriliyor? İhalelerde tahkim şartı konulduğunda davanın Türkiye'de görülmesi zorunluluğu ortadan kaldırılıyor, ülkemizin mahkemeleri işlevsiz kılınıyor. Ne demek arkadaşlar bu? Neymiş? Sağlık Bakanlığı temsilcisinin Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı açıklamalar var, "Türkiye'de davalar uzun sürüyor." diyor, "Yabancılar Türk mahkemelerine güvenmiyor." diyor. Böyle bir şey olabilir mi arkadaşlar, böyle bir şey olabilir mi? Ne demek yabancılar Türk mahkemelerine güvenmiyor?
Bakın, bunları söylerken baştan itibaren bütün söylediğimiz eleştiriler birer birer ortaya çıkıyor. Bu model yanlış bir modeldir. Hele en son bu getirilmek istenen kesinlikle son derece yanlıştır, Türkiye'deki mahkemeleri işlevsiz bırakmaktadır. Yani, Türkiye'de yapılan bir yatırım bu, niye Türkiye mahkemesinde görülmesin, niye yabancı mahkemelerde görülsün arkadaşlar? Türkiye'de yargı var, Türk mahkemeleri Türk milleti adına yargı görevini yapıyor. Sonuçta siz yazmışsınız, bütçeden bir kaynak çıkıyor, vermişsiniz kişiye. Alan da diyelim Türk ama gitmiş dışarıdan bir biçimde borçlanmış, borçlanabilir ama o dışarıdan finansman sağlarken siz oturup da onun finansman modeline dayanaklılık, koltuk değnekliği yapamazsınız.
Kızılay ve Yeşilaya ilişkin düzenlemeler var. Birçok madde var içinde. Mesela, 4'üncü maddede, Yeşilay Vakfına 15 milyon lira ödenek ayrılması... Her sene konulacak bütçeye. Bu Yeşilay Vakfı ne zaman kurulmuş? 2/12/2014'te. Daha yeni kurulmuş arkadaşlar, durun bir bakalım. Biz baştan da hep şunu söylüyoruz: "Neredenmiş yani nedir bu? Bu Yeşilay Vakfı nedir? Zaten Yeşilay Cemiyeti var. Kızılay Cemiyeti, Yeşilay Cemiyeti, tamam, vakıf nereden çıktı?" Eğer vakıf kuruluyorsa da vakfedenler zaten... Hayır için yapılan bir şeydir vakıf arkadaşlar. Yani, zaten bir sürü vergilerden istisnalar, muafiyetler sağlıyorsunuz ama onun ötesinde bir de, istisna, muafiyetler yetmiyor, taşınmaz malda onlara irtifak hakkı veriyorsunuz bedelsiz kırk dokuz yıla kadar -gene bu maddelerde var- yetmiyor, üstüne üstlük de alıyorsunuz buna 15 milyon ödenek ayırıyorsunuz. Kesinlikle yanlıştır, kanun teklifinden çıkarılmasına ihtiyaç vardır.
Gene, 14'üncü maddede mülkiyeti hazineye ve kamu ve kurum kuruluşlarına ait taşınmazlar üzerinde kırk dokuz yıl süreli bedelsiz irtifak hakkı tesis ediliyor. Bir kere niye bedelsiz, bir; neden sadece bu kurumlara? Bakın, şunu söylüyoruz: Bu kurumların elbette ki hem Kızılay Derneğinin hem Yeşilay Cemiyetinin vardır işlevleri, buna karşı değiliz ama başka kurumlar da var arkadaşlar, kamu yararına çalışan dernekler var. Bakın, ben size söyleyeyim: 11/7/1972 tarihli ve 1606 sayılı Bazı Dernek ve Kurumların Bazı Vergilerden, Bütün Harç ve Resimlerden Muaf Tutulmasına İlişkin Kanun var. Bu kanunun 1'inci maddesi bir kısım kurumları saymış: Türkiye Kızılay Derneği var içinde, Yeşilay Derneği de var. Ama, başka ne var biliyor musunuz? Türk Hava Kurumu var, Türkiye Yardım Sevenler Derneği var, resmî darülaceze kurumları var ve Darüşşafaka Cemiyeti var. E, varsa böyle bir şey, gelin bunlara da verelim. Neden sadece Yeşilay Cemiyetine veriyorsunuz, Kızılay Derneğine veriyorsunuz, anlamış değiliz.
Gene, elektrikte kayıp kaçak bedeli hesaplama yöntemi değişiyor. Bunlar belirlenmiş EPDK tarafından, değiştiremezsiniz arkadaşlar. 4735 sayılı Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu 15'inci maddesinde sözleşmede hangi şartlarda değişiklik yapacağını hükme bağlamıştır, bunun dışında değiştiremezsiniz. 10'uncu maddesi de mücbir sebepleri sayar. Ama, bunların -şu andaki bu 21 dağıtım şirketinden 3'üyle ilgili olduğu söylendi- hiçbiri ne mücbir sebebe girer -oradaki var olan durum, bize anlatılan, oradaki yapılan açıklamalarda- ne de dediğim gibi, sözleşmenin değişmesi söz konusudur, bunlar değişemez.
Bunun dışında başka maddeler de var zaten sıkıntılı. Bu açıdan da bu maddelerin hepsinin bu kanun metninden temizlenmesi gerektiğini söylüyoruz.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)