GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: HDP Grubu adına, Grup Başkan Vekili Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, kalkınma plan ve stratejilerinin oluşturulması sürecindeki görevini yerine getirmeyerek ve KOBİ'leri yeterince desteklemeyerek çevresel, ekonomik ve sosyal problemlere zemin hazırladığı iddiasıyla Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/46)
Yasama Yılı:5
Birleşim:77
Tarih:16.03.2015

CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz hakkında vermiş olduğu gensoru önergesi üzerine Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış buluyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, bu ilk gensoru önergeniz değil mi?

KALKINMA BAKANI CEVDET YILMAZ (Bingöl) - Evet.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Evet, burada, tabii, Kalkınma Bakanlığı, eski adıyla Devlet Planlama Teşkilatı önemli bir kurum, Türkiye'nin en önemli kurumlarından biri. Türkiye ekonomisinin ekonomik ve sosyal açıdan, ekonomik, sosyal, kültürel sektörlerini kapsayan, buna ilişkin makro planlamasını yapan ve onun altında sektörel, bölgesel boyutlarıyla geleceğe ilişkin perspektifleri ortaya koyan bir bakanlık. Bu yüzden de çok önemli görevler icra ediyor. Bu yüzden de tabii, Kalkınma Bakanlığının hazırladığı dokümanların prestiji de bizim için çok önemlidir diye düşünüyorum. Kalkınma planları var; orta vadeli programlar, yıllık programlar, gene aynı şekilde yatırım programları ve birçok sektörel ve bölgesel bazda hazırlanan dokümanlar var. Tabii, bu dokümanların içinde hangi amaç setinin yer aldığı yani Türkiye'nin, Türkiye ekonomisinin ekonomik, sosyal hayatıyla birlikte nereden gelip nereye götürülmesinin planlandığı, buna ilişkin amaç setinin nasıl oluşturulduğu, hangi araçların kullanılacağı, hedeflerin neler olduğu ve bu hedeflere ulaşılıp ulaşılamadığı da tabii önemli bir soru ve Kalkınma Bakanlığı olarak sizin de performansınızı belirleyecek diye düşünüyorum.

Bu açıdan da baktığımda tabii ortada açıkçası parlak bir tablo yok. Genel anlamda baktığımızda, bu hazırlanan makroekonomik planlamanın içinde var olan hem amaçların hem de hedeflerin çok ciddi anlamda saptığını görüyoruz. Tabii, ben şunu anlıyorum: Burada sadece belli hedeflere, belli amaçlara odaklanmış değiliz. Bunlar, sonuçta, belli varsayımlar altında hazırlanıyor. Eğer o varsayım seti yani bunların hazırlanmasına temel teşkil eden varsayım seti değişirse elbette bu rakamlar da değişebilir. Ama bu rakamların işaret ettiği bir dönüşüm var ortada yani Türkiye ekonomisinin yapısal dönüşümünü sağlama zorunluluğu var. Bu açıdan da baktığımızda ne yazık ki AKP iktidarlarının on üç yıla yaklaşan dönemi son derece olumsuz şekillenmiş ve bu anlamda da ciddi soru işaretlerinin olduğu bir dönem.

Şimdi, bir kalkınma stratejisi önemli. Kalkınma stratejisi kendi altında birtakım alt stratejiler içerir ve belli amaçlar içerir. Nedir? Örneğin, sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyümenin sağlanması önemlidir. Büyüme politikaları çerçevesinde temellenir. İstihdamın artırılması ve işsizliğin önlenmesi gene önemlidir; enflasyonun kontrol altına alınması, gelir dağılımının düzeltilmesi ve yoksulluğun ortadan kaldırılması, bölgeler arası dengesizliklerin azaltılması.

Şimdi, bakın, ben bunlara bakıyorum, biraz önce saymış olduğum ulaşılması hedeflenen 5 amacın 5'ine de baktığımda, AKP döneminde ne yazık ki bir iyileşme yok, tam tersi kötüleşme ve Türkiye'nin var olan sorunlarının ağırlaşması söz konusu. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir büyüme yok. Büyümenin belli aralıklarla hızlandığını, iki sene, üç sene üst üste yüksek büyümenin sağlandığını, arkasından da ekonominin krize girdiğini ve reel anlamda ciddi daralmaların olduğunu biliyoruz. Bu, Türkiye ekonomisinin bir problemidir geçmişten gelen çünkü dışa bağımlı bir ekonomi, çünkü cari işlemler açığı veren ve onun finanse edilmesi ihtiyacı içinde olan, gereksinimi içinde olan bir ekonomi ve bu açıdan da baktığınızda, elbette dalgalanmalar olabilir. Ama önemli olan şudur: Türkiye ekonomisinin bugün yüzde 6, yüzde 7'ler gibi bir ortalama büyüme hızına kavuşma ihtiyacı vardır.

Sayın Bakan, ne yazık ki kriz sonrasında, 2008-2009 sonrasında, 2010-2011'de bir büyüme var, büyüme hızında bir artış var ama ondan sonra 2012, kısmen 2013 ve 2014 yılında da büyüme resmen duraklamış durumda. Yurt içi talebin büyümeye katkısı neredeyse sıfır noktasında. Büyüme tamamen net ihracattan kaynaklanıyor. O da şöyle: İhracat artışından değil, ithalat azalışından çünkü Türkiye ekonomisinde hem üretim hem ihracat yapısı ciddi anlamda ara malı ithalatına bağımlı olduğu için ekonomi büyüdüğü zaman ithalat da patlıyor, ekonomi daraldığı zaman ithalat ihtiyacı azalıyor. Bunun sonucunda da, bir bakıyorsunuz, net ihracatın büyümeye katkısı olmuş. Tabii, 2012 yılında altın ihracatının buna nasıl etki ettiğini gördük. O dönem, biliyorsunuz, hep konuştuk bunları. Sonradan çıktı, bütün hepsi, altın ihracatının altında... Biz söyledik bunları. İran'dan petrol, doğal gaz alınıp bunların altınla ödendiğini söyledik. Önce inkâr edildi, ondan sonra bunların hepsi ortaya çıktı ve arkasından da neler çıktı ortaya? Bu işin içinde ne olduğu, kimlerin buradan nemalandığı, komisyonları, rüşvetleri, hepsi çıktı ortaya. Yani baktığımız zaman ciddi bir problem var.

İstihdamın artırılması, işsizliğin azaltılması, ne yazık ki böyle bir durum yok. İşsizlik, Türkiye ekonomisinin işsizliği yüzde 10'lar seviyesinde, âdeta bir stabilite kazandı, bir durağanlık kazandı ve ben başka bir şey söyleyeyim Sayın Bakan: Şimdi, bakın, işsizlik rakamları da, en son istihdam rakamları da açıklandı. Ben Türkiye İstatistik Kurumunun yaptığı anketlere güvenmiyorum. Hanehalkı iş gücü anketleri yüzde 100 yanlıştır Sayın Bakan, lütfen müdahale edin ve bunu değiştirin, gerçek rakamları ortaya koyun çünkü Türkiye ekonomisinin performansı belli. Son dört beş yıla bakıyoruz, istihdam artışı yılda ortalama 500 bin-600 bin civarında, 500 bin-600 bin ama şimdi bir bakıyorsunuz, 1 milyon 200 bin, 1 milyon 300 binlik bir artış var. Hem de ekonominin, yurt içi talebin durduğu, özel tüketimin, hanehalklarının harcamadığı, firmaların, şirketlerin yaptığı yatırım harcamalarının negatif olduğu bir dönemde böyle bir şeyin olması mümkün değil. Bu bizim Türkiye ekonomisini doğru biçimde analiz etmemizi de engelliyor. Bu açıdan bunların ciddi anlamda gözden geçirilmesine ihtiyaç var. Gerçek rakamları görmek istiyoruz, gerçek rakamları görmek istiyoruz. Yani Türkiye'de istihdam artışının ne olduğunu, bu rakamları görmek istiyoruz ve bunun üzerine analizimizi yapmak istiyoruz.

Enflasyonun kontrol altına alınması... Hangi enflasyon kontrol altına alındı? 2006 yılından beri enflasyon hedeflemesinde -daha önce zımni, örtülü enflasyon hedeflemesi vardı, sonra açık enflasyon hedeflemesinde- neredeyse her yıl yüzde 50-yüzde 100'ler arası bir sapmanın olduğu bir Türkiye ekonomisi bu. Böyle bir şey olabilir mi? Almışsınız, Merkez Bankası bağımsız, ona belli hedef setini vermişsiniz, hedefler belirlenmiş, ondan sonra elindeki araçları da Merkez Bankası kullanıyor ama bakıyorsunuz ciddi sapmalar var. Tabii, bu sene, şu anda, yakın bir zamanda yaşadığımız Merkez Bankası üzerindeki spekülasyonları söylemiyorum. Onlar, tabii, daha da vahim çünkü sonuç itibarıyla Hükûmet Merkez Bankasıyla beraber hedefleri ortak belirliyor ama hedefler belirlendikten sonra o hedefe ulaşmak için gerekli araçları kullanma yetkisi Merkez Bankasınındır. O açıdan da Cumhurbaşkanının müdahaleleri, onun da sonrasında diğer bakanların müdahaleleri son derece talihsiz müdahalelerdir ve bunun sonucunda da döviz kurunu bilmem ne seviyelere çıkarmıştır şu anda, 2,60'ların üzerine çıkarmıştır. Ee, böyle bir şey olabilir mi? Bunun ekonomiye maliyeti nedir, kimler kaybetmiştir bu sürecin içinde ve ondan sonra da birtakım tartışmalar, ekonomistlerin bile baktığı zaman güldüğü tartışmalar; neymiş "Faiz mi enflasyonu belirler, enflasyon mu faizi?" Sayın Bakan, bunlar iktisat fakültelerinde birinci sınıfta okutulan şeyler. Para politikası aracı olarak faiz belirlidir ama faizi düşürerek yatırımı artıramazsınız. Faiz, elbette bir maliyet unsuru olarak önemlidir ama esas itibarıyla yatırımcı, yatırım yapacağı zaman kısa döneme bakmaz, uzun dönemli faiz oranına bakar, üç yıl, beş yıl, on yıl sonraya bakar, talep projeksiyonuna bakar, yurt içinde talep ne olacak ona bakar, ihracat yapabilecek mi ona bakar, istikrar var mı ekonomide ona bakar ve bütün bunlara göre karar verir ve uzun dönemli faiz hadlerine göre karar verir ve siz müdahale ettiğinizde ekonomideki beklentileri olumsuz yönde etkileyerek bu ulaşılması gereken sonucun çok daha olumsuzunu ortaya çıkartırsınız.

Şimdi, tabii, gelir dağılımının düzeltilmesi, yoksulluğun ortadan kaldırılması; bu alandaki durum ortada. Türkiye'de yoksulluk derinleşiyor. TÜİK, bunun farkında ve 2009 yılından beri yoksulluk, eski bildiğimiz anlamda "mutlak yoksulluk" dediğimiz gıda yoksulluğu ve gıda artı gıda dışı yoksulluğu hesaplamıyor. İşte, 1 dolar, 2,15 dolar, 4,30 dolar hesabı var; ee, zaten cari hesapta bunlar cari millî gelirle yapılıyor.

Değerli milletvekilleri, zaten cari olarak millî gelir artıyor; fiyatlar da bunun içinde, sadece büyüme hızları yok ki. Şu anda Türkiye'de, baktığınızda, bunların altında kimsenin kalmamış olması bir şey ifade etmiyor. Türkiye'de ciddi anlamda gelir dağılımı sorunu ve yoksulluk sorunu vardır ve bölgeler arası dengesizlik de ciddi biçimde azalmamakta, üstelik artmaktadır.

Tabii bu nasıl bir ihtiyaç doğuruyor? Ekonomide maliye politikası, para politikası, gelirler politikası, sektörel politikalar, bölgesel politikalar, yatırım teşvik politikaları, destekleme politikaları, bunların hepsinin bir uyum içinde, bir arada yürütülme ihtiyacını ortaya koyuyor. Ama ne yazık ki bu açıdan da baktığımızda ciddi bir uyum görmüyoruz.

Onuncu Kalkınma Planı hazırlandı, 2014-2018 yıllarını kapsıyor. Onun içinde de 25 öncelikli dönüşüm programı vardı. Bir baktık, Hükûmet birdenbire buna bir hamle yaptı, üst üste açıklanan paketler, paketler... İyi ama arkadaşlar, zaten bunlar vardı, değerli milletvekilleri bunlar zaten Onuncu Kalkınma Planı'nın içinde vardı. Sizin bunu, on iki yılı geçen, on üç yıla giden iktidarınızda, önceden yapmış olmanız gerekiyordu. Bunları söyledik, dedik ki: 2001 krizi sonrası, ekonomilerin canlı olduğu, büyüme hızlarının arttığı, diş ticaret hacminin arttığı, uluslararası likiditenin bol olduğu bir dönemdi. Türkiye de burada, o likiditeden yararlanarak, dışarıdan gelen o paradan yararlanarak -çünkü açığı var, açığı tamamlamak için sermaye ithal etmek zorunda- onları alarak ekonomide büyüdü. Ama bu büyüme gerçek bir büyüme değildi. Bu büyüme kendi kaynaklarımıza dayanan bir büyüme değildi. Bu büyüme âdeta taşıma suyuyla değirmen döndürmek anlamına gelen bir büyümeydi ve onun sonucunda da sermaye hareketlerinde bir kesinti, bir sınırlanma, bir kısıtlama olduğu zaman birdenbire Türkiye ekonomisi önceki dönemlerle hiç karşılaştırılmayacak şekilde -ki 2002-2007 dönemini o açıdan karşılaştırıyorum- ciddi bir anlamda kriz içine girdi ve AKP, bu dönemde Türkiye'nin yapısal problemlerini çözmedi. Yurt içi tasarruf geriledi. Tasarrufların millî gelir içindeki payı 1990'lı yılların ortalamasını veriyorum -hem içinde 1994 krizi vardır hem de 1999 yılındaki daralma vardır- yüzde 23 ama sizin döneminizde ortalama yüzde 15'lere, hatta bazı yıllar yüzde 12'lere, 11'lere kadar indi. Cari işlemler açığı arttı, yüzde 10'lara dayandı. Cari işlemler açığının elbette değişik nedenleri var. Bunun içinde petrol ve enerji fiyatlarındaki artış da var ama tek neden bu değil. Esas nedeni, cari işlemler açığının artışı, Türkiye ekonomisinin dışa bağımlı bir model içinde, yüksek faiz düşük kur sarmalı içinde, dışarıdan gelen sermayeyle büyümesine dayanan bir modeldi ve bu da Türkiye'de ihracatı azaltırken, ithalatı patlattı ve cari işlemler açığı yarattı. Yani başka bir anlamda, Türkiye'de üretimin ve ihracatın ara malı ithalatına bağımlılığı arttı ve bunun sonucunda dış borçlar arttı. Bakın, sık sık yapıyorsunuz o kıyaslamaları, 1923 döneminde 2002'ye kadar -ben de yapayım- 130 milyar dolardı, bunun içinde Osmanlı İmparatorluğu'ndan kalan borçlar vardı, 1954 yılına kadar ödenmeye devam edildi. Bunun içinde kurulan KİT'ler vardı, Sümerbanklar, Etibanklar, şeker fabrikaları, çimento fabrikaları ama siz geldiniz on iki buçuk yıl, on üç yıla yaklaşıyor, bir baktık, nereye, 400 milyar dolara çıktı. Ve bunun içinde, bu dönem içinde de 62 milyar dolarlık bir özelleştirme yapılmış olmasına rağmen. Yani, baktığınız zaman, cari işlemler açığı problem. İş gücüne katılım oranı hâlâ yüzde 50'ler seviyesinde. Yani çalışma çağındaki nüfusun ancak yarısı iş gücüne katılabiliyor, böyle bir şey olabilir mi? Vergi yapısı ciddi anlamda dolaylı vergiler üzerine kurulu; ekonomi büyüdüğü zaman vergiler artıyor, ekonomide bir daralma olduğu zaman vergiler birdenbire düşüyor. Öyle bir model yaratılmış ki son derece sağlıksız bir model ve aynı zamanda da gelir dağılımını bozan bir model.

Türkiye'de imalat sanayisi ki lokomotif sektördür, imalat sanayisinin hem üretim hem ihracat yapısına baktığımızda şunu görüyoruz: Daha çok, düşük ve ortanın altı teknolojili sektörlerin ağırlıkta olduğu bir yapı, üçte 2'sini bu oluşturuyor. Yüksek teknolojili sektörlerin payı, toplama 100 dediğimizde, içsel dağılımına baktığımızda, yüzde 3'ler seviyesinde. Bununla Türkiye nasıl katma değeri yüksek mal ve hizmet üretecek? Bununla Türkiye nasıl yurt dışıyla rekabet edecek? Nasıl büyüyecek? Nasıl gelişecek? Nasıl refahını artıracak, gelir dağılımını düzeltecek, yoksulluğu azaltacak? Böyle bir şey yok arkadaşlar, böyle bir şey yok. Özet olarak, Türkiye'nin yapısal problemleri AKP döneminde çözülmemiş, aksine ağırlaşmıştır.

Son olarak KOBi'ye geleyim. Gensoruda da, gensoru önergesinde de gerekçede vardı KOBİ'lerle ilgili. Bakın, Türkiye'de KOBİ'lerin sayısı, TÜİK'in açıkladığı rakamlar bunlar, veriyorum: 2 milyon 646 bin 117'dir. Çalışan sayısı bakımından toplam girişimlerin yüzde 99,8'i -neredeyse yüzde 100'ü arkadaşlar- istihdamın yüzde 75,8'i -dörtte 3'ü- katma değerin yüzde 54'ü, yatırımların yüzde 53'ü ve ihracatın yüzde 59'unu KOBİ'ler yapıyor. Ama "KOBİ" dediğimiz zaman, KOBİ'yi kendi içinde bir bütünlük olarak düşünmeyin. KOBİ tanımına baktığımızda, çalışan sayısı, yıllık net satış hasılatı ve yıllık mali bilançoya göre KOBİ'lerin bir ayrımı var. Çalışan sayısı üzerinden gittiğimde, mikro işletmeler var, 1 kişi ile 9 kişi arasında işçi çalıştıran, kişi çalıştıran firmalar mikro işletmeler olarak geçiyor. 10 ila 49 işçi çalıştıranlar küçük işletmeler, 50 ile 249 arasında işçi çalıştıranlar orta ölçekli işletmeler. Yani, aslında üç ayrı grup var ve bu üç ayrı grubun da kendi içinde sorunları aynı değil ve otomatikman bunların finansmana ulaşımları aynı değil, pazarlama desteklerinden yararlanması aynı değil ve bunların da bu açıdan böyle bir yapıda nedir kendi içlerinde dağılım ona bakmak lazım. Bakın, mesela ben birkaç rakam vereyim. "KOBİ" dediğimiz zaman, KOBİ, temel anlamda ekonominin neredeyse çoğunluğunu, hemen hemen hepsini oluşturan işletmelerden bahsediyoruz ama ekonomi içindeki ağırlığı o kadar değil. KOBİ'lerin ciddi anlamda desteğe ihtiyacı var. Bakın, ihracat yapan KOBİ sayısı 50 bin. Biraz önce söyledim, 2,6 milyon KOBİ var; esnaf, sanatkâr, KOBİ, bütün o kapsamları, mikro ölçek, küçük ölçek, orta ölçek diye baktığımda yüzde 1,9'u, yüzde 2'si ancak ihracat yapıyor, dış pazarlara açılabiliyor.

KOSGEB destek programları var. Destek sayısı 2012 yılında -2012'yi veriyorum çünkü 2014'te TÜİK'in açıkladığında 2012 rakamları var KOBİ'lere ilişkin- 27.161, destek miktarı 293,5 milyon TL, KOSGEB desteklerinden yararlanan KOBİ sayısı yüzde 1, Sayın Bakan, yüzde 1. Yani, "KOBİ destekleri artıyor." diyorsunuz. KOBİ destekleri artmıyor. Yani, baktığınız zaman rakam olarak artıyor ama bütün KOBİ'lere baktığınızda, 2,6 milyon işletme, buradan geçinen milyonlarca insanı düşündüğümüzde görüyoruz ki sadece yüzde 1'lik, yüzde 2'lik bir kitle bu finansmandan yararlanıyor, ihracat yapıyor, dış pazarlara açılıyor. Bu açıdan da gerçekten o "KOBİ" kavramı içinde özellikle hem mikro işletmeler için hem de küçük ölçekli işletmeler için de ciddi tedbirlerin alınması ihtiyacı var.

KOBİ'ler önemli, esnek üretim yapıları var, değişen piyasa koşullarına hızlı uyum yetenekleri var, bölgesel kalkınmada roller oynuyorlar, istihdamın artırılması ve işsizliğin azaltılmasında da önemli rolleri var ama KOBİ'lerin ciddi sorunları var. Bir tanesi kurumsallaşma sorunu. Bu ne demek? Kurallara ve ilkelere bağlı bir sistem kurulması demek yani amaç ve hedeflere uygun bir örgüt yapısının oluşturulması, iş ve görev tanımının yapılması, işletme içi süreçlerin yönetimi, denetimi ve raporlanması. Bu açıdan baktığımızda, Türkiye'nin çok ciddi bir kurumsallaşma sorunu var. Buna ilişkin olarak ne yaptınız Sayın Bakan?

Yetersiz sermaye yapıları var. Bu, aynı zamanda da finansman sorunlarını ortaya getiriyor. Çünkü, banka kredilerinden yeterince yararlanamadıklarını söylüyorum, biraz önce de söyledim. Bunda, tabii, KOBİ'lerin belli bir kesiminin kayıt dışı olmasının da etkisi var. Kayıt dışı olduğu için, doğal olarak, gidip kredi alamıyor yani onun bankacılık sisteminden, finansmanından yararlanamıyor. Ya bankaların istediği belgeleri veremiyor ya teminat gösteremiyor ve bankalar da genelde büyük işletmeleri tercih ediyor. Böyle bir yapı içinde KOBİ'lerin, özellikle küçük işletmelerin -daha da küçük KOBİ içindeki- daha çok işçi çalıştıran değil ama daha küçük KOBİ'lerin ciddi problemleri var.

Nitelikli eleman eksiklikleri var, en önemli problemlerden birisi. Ya farkında değiller bunun ya da maliyetini karşılayamıyor. Nitelikli eleman almak demek sonuçta belli maliyetlere katlanmak demek, ona gerekli çalışma ve iş yaşamını kurmak demek. E, nitelikli eleman olmadığı zaman o KOBİ'nin bir şey sağlayabilmesi mümkün değil.

Yenilikçilik faaliyetleri zayıf, yeni bir alana girme oranları düşük, yeni ürün geliştirmeleri zayıf, AR-GE harcamaları düşük, teknoloji getiremiyorlar Sayın Bakan yani böyle bir yapının içinde KOBİ'ler kendi yağlarıyla kavruluyor ve siz de Hükûmet olarak buna ilgisiz kalıyorsunuz.

Markalaşma problemi var, katma değeri düşük mal ve hizmet üretimi yapıyor çoğunluğu ve işletmelerin büyük bir çoğunluğunun herhangi bir kalite belgesi yok, kalite standartlarına göre üretim yapmıyor arkadaşlar.

Pazarlama sorunları var, dış pazara açılım zayıf, ihracat bilinçleri düşük. E, bütün bunlara baktığınızda çok ciddi problemleri olan bir KOBİ sektörüyle karşı karşıyayız ama ne yazık ki alınan tedbirler yetersizdir. AKP iktidarları döneminde hem ekonomi genel anlamda kötüye doğru gitmiştir, yapısal problemler ağırlaşmış hem de KOBİ'lerin problemleri çözülmemiştir.

CHP iktidarında biz üretime ve yatırıma dayalı, katma değeri yüksek mal ve hizmet üreten ve geliri adaletli paylaşan bir ekonomiyi tesis edeceğiz. Bu açıdan da KOBİ'lere özel önem veriyoruz. Esnaf ve KOBİ'ler bakanlığı kurulması Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında ilk gerçekleştireceğimiz sözlerimizden, vaatlerimizden biridir. Halkbankı KOBİ'lerin ve esnafın ihtisas bankasına dönüştüreceğiz ve KOBİ'lerin ayakta kalmasını ve Türkiye ekonomisine entegrasyonlarını ve dışa açılmalarını sağlayacağız diyorum.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)