| Konu: | HDP Grubunun, Grup Başkan Vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Bingöl Milletvekili İdris Baluken tarafından, Halkların Demokratik Partisine yönelik çeşitli il ve ilçelerde meydana gelen saldırıların görüşülerek her yönüyle değerlendirilmesi amacıyla 24/2/2015 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan genel görüşme önergesinin, Genel Kurulun 25 Şubat 2015 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 64 |
| Tarih: | 25.02.2015 |
DEMİR ÇELİK (Muş) - Çok teşekkür ediyorum.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; araştırma önergemiz üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen hafta Ege Üniversitesinde bir öğrencinin ölümü, onlarca öğrencinin yaralanmasıyla başlayıp Erzurum, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin başta olmak üzere birçok ilde, başta da üniversiteler olmak üzere sokağa yansıyan gerilim ve gerginlikler, beraberinde Halkların Demokratik Partisini, Halkların Demokratik Partisinin il, ilçe örgütlerini saldırıya maruz bırakmıştır. Yer yer ilçe ve il binalarımızın yakılıp yıkıldığı, kadrolarımızın, yöneticilerimizin tartaklandığı, yaralandığı; tacizi, saldırıyı, ölüme varıncaya dek her türlü saldırıyı kendinde hak gören bir kısım saldırılar olmuştu.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, bu sayın milletvekilleri Sayın Bakanı göremiyorlar herhâlde. Bu olmaz ki, Bakanlıkta görüşsünler.
DEMİR ÇELİK (Devamla) - Buna dair, öncelikle İçişleri Bakanımızın devreye girmemesini, sokakta paramiliter güçlerin her türlü hukuk dışı saldırılarını hoş gören bir yaklaşım içerisinde olmasını kınıyorum.
BAŞKAN - Sayın Çelik, bir dakika. Sürenize ekleyeceğim.
Sayın milletvekilleri, konuşmacıyı duyamıyorum. Ben duyamadığım gibi sayın milletvekilleri de duyamıyor. Lütfen, rica ediyorum, sohbetinize dışarıda devam edebilirsiniz.
Sürenize ekleyeceğim.
Buyurun Sayın Çelik.
DEMİR ÇELİK (Devamla) - Teşekkür ettim Sayın Başkanım.
Öncelikle, tabii bunu iyi analiz edip bilince çıkarmak, buradan da bir kısım siyasal ve toplumsal çıkarsamalarda bulunmak herkesten çok Meclisin görevidir. Meclisin, her zaman olduğu gibi, önceliklerini, bir kısım pragmatist ve fırsatçı davranışlara hizmet edecek yasalara, kanunlara veriyor olması kabul edilmezdir.
Söz konusu olan, yüz yıldır ülkemizin ve ülke yöneticilerinin çözümsüzlükteki ısrarının ortaya çıkardığı bir siyasal, toplumsal travmadır. Bu ülkenin mayasında, ülkenin ve ülkeyi oluşturan toplumun imtiyazsız, sınıfsız, homojen olduğu tespiti varken ve hâlâ bu tespitin arkasında duran yüksek ve büyük bir siyasal irade söz konusuyken bu olayların ardının arkasının gelmeyeceği bilinmeli, önüne geçilemeyeceği gerçeğinin her gün ama her gün bizi ölümlerle, saldırılarla karşı karşıya bırakacağı unutulmamalıdır.
O nedenle, ulus üniter devletin herkesi ama her kesimi kendinden mütevellit bir yapıymış ya da bir unsurmuş gibi görme algısı, aşılması gereken, 21'inci yüzyılın, demokrasinin parametresidir. Bu parametreden hareketle çözümsüzlükte ısrardan kaynaklı bugüne ertelenmiş Kürt sorununu, Alevi sorununu, düşüncenin ve fikrin serbestliğiyle birlikte kendi kendisini örgütleme hakkının önündeki engelleri kaldıramadığımızda, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasayla herkesin kendisini yönetimde, Mecliste ve bütçenin hazırlanması ile harcanmasında görebileceği demokratik mekanizmaları harekete geçiremediğimizde çözemeyeceğiz. Bu sorun nasıl ki ülkenin yüz yıllık kanayan bir sorunuysa aynı şekliyle otuz üç yıldır faşist diktatörlüğün Anayasa'sı ile üniversitelere giydirilmek istenen siyasal vesayete tabi kılınan YÖK'ün üniversitelerdeki hegemonik yapısını kıramadığımızda da, üniversiteler bilimsel, parasız ve de nitelikli eğitimi yapacak özgür, özerk konuma kavuşturulmadığında da bu sorunlar devam edecektir.
Üniversite öğrencileri üniversitenin olmazsa olmazıdır. Konseyleri, örgütleri ve yapılarıyla üniversitenin faaliyetlerinden ve de yönetimine katılım mekanizmalarından yoksun bırakıldıklarından hareketle öğrenciler de muhalif olan kesimler, öğrenciler de ötekileştirilenler gibi sokağa muhtaç kalmıştır. Sokakta eylemleriyle fikirlerini dile getirmenin, konseyden mahrumiyetin ötesinde geçemedikleri için stantlarıyla bir kısım haklarını kullanmaya kalkışıyor olması, sözlerini idareye, YÖK'e ya da siyasal iradeye yansıtmaya çabalıyor olması, maalesef, üniversite idareleri tarafından hoşgörüyle karşılanacağına siyasal vesayetle atanan memurlar olduğundan kaynaklı da hükûmetlerin ve iktidarların hassasiyetiyle üniversiteye, üniversite eğitimlerine yaklaşmaktadırlar.
Biz sokakta sesimizi duyuramayacaksak, biz fabrikada, tarlada, yönetilenler ve ezilenler olarak sokakta sesimizi duyuramayacaksak, biz üniversitelerde sesimizi duyuramayacaksak bu manada bu, ülkenin demokratik olmadığının temel işaretidir. Böyle olmasına rağmen daha hâlâ var olan, kadük kalan bir kısım hakları almaya çalışan ve buna dönük bir kısım yasal tedbirlere başvuran Hükûmet, öncelikle, görünen o ki barıştan korkuyor, özgürlükten korkuyor.
Çözmemiz gereken şey, güvenlik politikalarıyla toplumu zapturapt altına alan, onun özgürlüklerini ve barışını erteleyen, öteleyen bir noktada değil, aksine güvenlik politikalarından vazgeçmek, özgürlük ve barış eksenli yeni bir çehreyi, yeni bir zihniyeti harekete geçirmektir.
Toplum birilerinin anladığı gibi tek değildir, tek ve türdeş değildir. Toplum çoklu kimliklidir, çoklu kültürlüdür. Çoklu kimliklerin, çoklu kültürlerin farklı düşünüyor olması, farklı talep sahibi olması anlaşılırdır. Bu, işin biyolojik ve fizyolojik gereksinimlerinin de ötesinde binlerce yıllık insanlığın birikimlerinin, miraslarının bugüne yansımasıdır.
Bir Kürt'ün neye inanıp inanmayacağı, nasıl yaşayıp yaşamayacağı, neyi giyip giymeyeceğine bir Türk gözüyle baktığımızda yanılırız. Bir Türk'ün nasıl yaşayıp yaşamayacağına, neyi giyip giymeyeceğine bir Kürt olarak baktığımızda nasıl ki yanlış olacaksa Türk'ün gözünde de Kürt'ü kendiyle benzeştirmesi yanlıştır. Keza, bir Alevi'nin neye, nasıl inanacağına, nasıl ibadet edeceğine onun kendi karar vermesi gerekirken Sünni Hanefi mezhebine mensup iktidarların, yapıların, anlayışların, partilerin Alevileri kendine göre şekillendiriyor olmasının ortaya çıkardığı bir kaostur, bir krizdir yaşanan. Bu krizi siyaseten çözmek herkesten çok Meclisin görevidir. Biz Meclisteki siyasi partiler bunu çözemediğimiz için sokaklar ölümün kol gezdiği alanlar olmaya devam ediyor. O nedenle, birilerini hedef tahtasına koyarak topluma öcü ve düşman olarak sunmanın hiç ama hiç kimseye bir faydası yok. Kaldı ki HDP, demokratik ortak vatanda demokratik hukuk devletini savunan, bu manada da toplumdan esirgenen yüz yıllık temel talebi savunan tek partidir. Bu talep barıştır, özgürlüktür, haktır, adalettir, hukuktur. Hak, adalet, hukuk bizden esirgendiğinden ve bunu vermeye yanaşmayan iktidar çoğunluğu söz konusu olduğu için de sokaklara, sokaktaki meşru talep sahiplerine bir öcünün sunulmasıyla, iç-dış düşman bahsinden hareketle de korkunun, kaygının, kuşkunun topluma enjekte edilmesiyle toplum yönetilmek isteniyor. Toplum, Türk-Kürt karşıtlığı, toplum Alevi-Sünni karşıtlığı, toplum sağcı-solcu karşıtlığıyla nasıl ki kırk yıldır kendi gerçeğini bulup gerçeğiyle buluşamadıysa, bu farklılıkları iktidara yarayacak çatışma alanları olarak gören ve yaklaşan zihniyetler sayesinde binlerimizi, on binlerimizi kaybettik, kaybediyoruz. Ölümün çare olduğundan medet umanlara, ölmekten başka çıkar yol görmeyenlere hatırlatmak isterim ki, başka bir seçenek, başka bir yol vardır; o da, insanın doğası gereği yaşamdan kazandığı haklarına, başta yaşam hakkı olmak üzere haklarına saygılı olmaktır. Dilini, kültürünü, kimliğini, inancını yadsımak, inkâr etmek değil, onu yaşatan, ona öz gücüne dayanarak yaşama fırsatını veren siyasetler demokraside demokrasiyle buluşan siyasetlerdir. Bunu dile getirenler, diyalog ve müzakerenin hükümranlığıyla toplumun demokratik katılımcı mekanizmalarını harekete geçiren devletler, ülkeler kazanır. O nedenle, Karadeniz'in fındığını; Ege'nin üzümünü, incirini; Çukurova'nın pamuğunu; İç Anadolu'nun, Güneydoğu Anadolu'nun steplerinde, bozkırlarındaki buğdayını, arpasını dert edinen ama bununla birlikte toplumdan esirgenen barışını, özgürlüğünü dert edinen parti olan Halkların Demokratik Partisi görünen o ki yüzde 10 seçim barajını aşmanın ötesinde nitelikli bir sayısal çoğunlukla Meclise gelebilme şansını yakalamıştır, korku bundandır.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Yüzde 15, yüzde 15 Demir Bey.
DEMİR ÇELİK (Devamla) - Korku bundandır ki, barış bu kürsüde güçlüce dile getirilmesin isteniyor. Bu kürsüden özgürlüklerin ardında duran yüksek ve güçlü bir irade olsun istemiyorlar. Çünkü onlar biliyorlar ki, 2007, 2011'de bizi yüzde 10 seçim barajlarıyla disipline edip bağımsız adaylarla seçime katılmamızı sağlayanlar kendilerine mutlak sayısal çoğunluğu sağladılar, bunun bir daha mümkün olabileceğini düşünüyorlar, aldanıyorlar.
Biz, yüzde 10 seçim barajlarını yıka yıka geliyoruz diyor, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)