GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU TASARISI VE TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:121
Tarih:19.06.2012

MHP GRUBU ADINA CEMALETTİN ŞİMŞEK (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle ben de Hakkâri Dağlıca'da şehit düşen, hayatını kaybeden askerlerimize Allah'tan rahmet, anne babasına, yakınlarına, Türk milletine başsağlığı diliyorum. Ancak buradan bu gafillere bir şeyi söylemeyi düşünüyorum: Eğer böyle, bu saldırılarla hedeflerine ulaşabileceklerini düşünüyorlarsa bunun bir ham hayalden ibaret olduğunu ve Türk milletinin buna asla müsaade etmeyeceğini buradan ifade etmek istiyorum. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bin yıllık kardeşliğimizi yaşatacağız, yaşatmak azmindeyiz ve bundan sonuna kadar da vazgeçmeyeceğiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün burada 277 sıra sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı'nın birinci bölümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi bu vesileyle saygılarımla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama organıdır ve önüne gelen yasa tasarılarını konuşur, tartışır, Anayasa ve yasalara, hukuka ve imza koyduğumuz uluslararası sözleşmelere uygun olarak, millet menfaatine, toplum menfaatine yasa hâline getirir ve yasalaştırır.

Değerli milletvekilleri, Allah aşkına bir bakın, biz yasalarımızı bu çerçevede mi yapıyoruz, yeteri kadar konuşabiliyor muyuz, tartışabiliyor muyuz? Türkiye Büyük Millet Meclisi bu çalışma biçimiyle halkın gözünde sürekli itibar kaybediyor, vatandaşlarımız Meclisi sadece ilgi odağı olarak kavgalarımızla, tartışmalarımızla hatırlıyor. Hâlbuki Meclis öncelikli olarak, çıkaracağı yasalarla konuşulmalı, halk arasında bunlarla değerlendirilmeli ama maalesef halkımız bizi daha çok? Biz memleketimize gittiğimizde soruyorlar: "Bugün ne tartışma vardı, ne yaptınız? Gene orada bir şeyler oldu." diye ama ne yasa çıkarılmış, ne yapılmış onunla çok fazla ilgilenmiyorlar çünkü onlar da iyice artık anlamışlar ki çıkarılan bu yasalar Meclisin iradesiyle değil de daha çok, parmakların iradesiyle çıkarılıyor ve o parmakların akıllarının başkalarının uhdesinde olduğunu da maalesef biliyorlar.

Değerli milletvekilleri, özellikle iktidar milletvekilleri arkadaşlarımızı buradan uyarıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarının iade edilmesi sizin elinizdedir. Gazi Meclis maalesef bu biçimde bir çalışmayı hak etmiyor.

Değerli arkadaşlarım, hep birlikte görüyor ve izliyoruz, "Komisyonların ve Meclisin gündemine falan yasa bugün gelecek." diye beklerken bakıyorsunuz günübirlik olarak değiştirilmiş. Biz, daha ziyade, gruplarımıza soruyoruz: "Danışma Kurulunda ne karar alındı? Bu hafta hangi yasalar Meclis gündemine gelecek?" diye. Biz de bu yasalar konusunda çalışma fırsatı bulalım ve hazırlanarak Meclisimize gelelim diye düşünüyoruz ancak çoğu kez bize gruptan verilen cevapta, haklı olarak "Bilemiyoruz bugün ne yasa geleceğini, hangi şeyler konuşulacağını." deniyor. Bu artık iyice anlaşılmıştır ki Türkiye Büyük Millet Meclisi, iradesini başka yerlere teslim etmiş ve o iradeyle burada gündeme gelen konuları daha çok konuşuyoruz. Ya daha çok dış güçlerin etkisiyle veya işte onların Sayın Başbakanımızın aracılığıyla buraya gönderdiği ya da Başbakanın iradesiyle yapılan, yapılacak olan yasalar görüşülüyor; maalesef Meclisin iradesinin dışındadır bunlar.

Değerli milletvekilleri, şimdi bu konuyla ilgili, yani ne kadar irademizi kullanıp kullanmadığımızla ilgili olarak sizlerle bir şey paylaşmak istiyorum. Biliyorsunuz, Sayın Başbakanımız, 25 Mart 2012 tarihinde Güney Kore'de yapılan uluslararası nükleer zirvesine katıldı, ardından ülkemize gelmeden ABD Başkanı Obama'nın talimatıyla İran'a gitti ve İran'ın dinî lideri Hamaney'e iletilmek üzere altı mesaj götürdü. İsrail istihbaratına yakın bir İnternet sitesi olan Debka'da yer alan habere göre Başbakan Erdoğan'ın İranlı yetkililerle görüştükten sonra bazı açıklamaları üzerine İran Meclisi Millî Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Başkan Vekili yaptığı cevabi açıklamada "Maalesef, Türk yetkililer yeterince dürüst değiller, çünkü kendi sözlerini söylemiyorlar. Ankara, bir nevi dünya emperyalizminin taşeronu ve aracı hâline gelmiştir. Erdoğan ve Türkiye'deki karar vericiler kendileri karar veremiyor ve onlara dikte edilenleri yapmaktadırlar." diyor. Bu, bize en yakın komşumuz olan ülkenin bizim ülkemiz hakkındaki düşünceleri olması bakımından gerçekten önemlidir. Çünkü "Bölgemizde lider ülke ve dünyada sözü sayılan ülke, dinlenen ülke olduk." ifadesinin burada nasıl yer aldığı bu bakış açısıyla ortaya çıkıyor! Bugün burada bu bakış açısıyla kim tarafından, nasıl getirildiği belli olmayan "İşte, bizim de bir iş sağlığı ve güvenliği yasamız var." demek için bir yasa tasarısını görüşüyoruz. "AB'ye, ILO normlarına uygun müstakil yasamız var." demek için gündeme taşınan bu yasanın esasen işçi ölümlerini engelleyecek dinamiklerin önünü maalesef açmamaktadır. Bu hakkın kullanımı ancak diğer temel haklardan olan yaşama hakkının özünü ihlal etmeyecek bir ortamın sağlanmasıyla olanaklıdır. Çalışma hakkının kullanılmasında çalışanın beden bütünlüğünü ve sağlığını bozacak etkilerden iş yerinin arındırılması esastır. Bu hakkın korunmasında ve kullanılmasında devlet asli sorumludur. Uluslararası Çalışma Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü 1950 yılında işçi sağlığı ve iş güvenliğinin tanımını şöyle yapmıştır: "Tüm mesleklerde işçilerin bedensel, ruhsal, sosyal iyilik durumlarını en üst düzeye ulaştırmak, bu düzeyde sürdürmek, işçilerin çalışma koşulları yüzünden sağlıklarının bozulmasını önlemek, işçileri çalıştırılmaları sırasında sağlığa aykırı etmenlerden oluşan tehlikelerden korumak, özet olarak işin insana ve her insanın kendi işine uyumunu sağlamak." Bu tanım sadece işçiler için değil, bütün çalışanların sağlık ve güvenliklerinin korunmasını hedef almaktadır.

Değerli milletvekilleri, "önce insan, önce sağlık, önce iş güvenliği" anlayışını taşımayan bu yasanın sosyal tarafı olmamız mümkün değildir. Bu tasarı, Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın dokusuna uygun bir şekilde işçi sağlığı, iş güvenliği hizmetlerini bir pazar hâline getirmek; sağlık sermayesine yeni bir olanak sunmak, taşeronlaşmayı özendirmek, sağlık pazarının insafına terk etmek dışında bir özellik taşımamaktadır. Her yıl iş kazalarında yaşamını yitiren 1.600 çalışanımıza, genç yaşta silikozisten ve meslek hastalıklarından yaşamını yitiren insanlarımıza karşı iktidarın sorumluluğu vardır. Resmî istatistiklere göre her geçen yıl iş kazaları nedeniyle ölümler artıyor. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye, ölümlü iş kazalarında dünyada 3'üncü sırada yer alıyor. Özellikle son on yılda iş kazaları nedeniyle 10.723 işçi, her yıl ortalama 1.072 işçi, Türkiye'de her gün ise maalesef 4 işçi kazalar nedeniyle ölüyor, ne yazık ki önlem alınmıyor.

Değerli milletvekilleri, meslek hastalıklarında durum daha da vahimdir. Türkiye resmî istatistiklerine göre meslek hastalıkları az görülmektedir. Dünyada iş kazaları oranı yüzde 44, meslek hastalıkları oranı ise yüzde 56 iken, Türkiye'de iş kazaları oranının yüzde 99,3, meslek hastalıkları oranının ise binde 7 olması çok açık bir çelişki oluşturmaktadır.

Tasarıda meslek hastalıkları muğlak, belirsiz, son derece yetersiz ele alınmıştır. Ülkemizde meslek hastalıklarıyla ilgili yaygın bir çalışma yoktur, ciddiye alınmamaktadır. Çalışanlarımız bazı hastalıkların meslek hastalığı olup olmadığını dahi bilmemektedir. Dünyada kabul edilmiş birçok meslek hastalığı maalesef Türkiye tarafından meslek hastalığı olarak kabul edilmemektedir. Meslek hastalıklarıyla etkin mücadele için yeni tıbbi imkânlar ve yeni sağlık tesislerinin kurulması gerekirken, son yıllarda meslek hastalıklarına yönelik mevcut olan İstanbul ve Ankara'daki hastanelerin kaynakları kesilmiş, mesleki tanı?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEMALETTİN ŞİMŞEK (Devamla)  - ?ve şüphe koyma yetkileri maalesef ellerinden alınmıştır, âdeta "Meslek hastalıklarını teşhis etmeyin." denmiştir.

Değerli milletvekilleri, ben, bu yasanın hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.