GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri
Yasama Yılı:5
Birleşim:39
Tarih:07.01.2015

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ceza İnfaz Kurumları Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Bu vesileyle, dün ve önceki günlerde terör saldırısına maruz kalıp hayatını kaybeden şehitlerimize Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum. Aynı şekilde, terör kurbanı olan tüm şehitlerimize Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum, terör mağduru olan tüm gazilerimize sabır ve şifalar niyaz ediyorum.

Değerli milletvekilleri, "ceza ve infaz kurumları" dediğimiz zaman bunun iki tane yüzü vardır. Birinci yüzünde "kader mahkûmu" olarak da tanımlanan "tutuklu ve hükümlü" adı altında cezaevlerinde yaşama durumunda olan kişilerdir mahkeme kararınca. Bunların çok ciddi sorunları vardır. Bu sorunların içerisinde kötü muamele, kötü yönetim, çocuk istismarı, sağlıklı yiyeceğe ulaşamamak, sağlıklı bir şekilde yatacak, barınacak yer imkânını bulamamak gibi. Bunları derlemek, toparlamak ve mahkûmları, tutukluları cezaevinde insanca şartlara uygun bir şekilde cezalarını çekmelerine imkân sağlamak Adalet Bakanlığının görevi içerisindedir.

Ancak cezaevleri yaşadığımız süre içerisinde patlayan bombaya dönmüştür. 2002 yılında 52 bin olan mahkûm ve tutuklu sayısı on üç yıllık AKP'nin iktidar süresinde 2014 yılı itibarıyla 152 bine çıkmıştır. Nüfusumuza oranladığımız zaman çok vahim bir durumdur. Bu, bir şeye işaret ediyor, o da, Türkiye suç cenneti hâline gelmiştir. Yeni yeni suçlar ortaya çıkmıştır. Gasp, kaçakçılık, PKK terör örgütü ve diğer terör örgütleri, insan kaçakçılığı, fuhuş gibi yeni yeni suçlar ortaya çıkmıştır. Bunun da bir başka boyutu vardır; ekonomik ve sosyal dengelerin bozulması, insanların açlığa, sefalete mahkûm edilmiş olması gibi suç işleme eğilimini artıran sebepler vardır. Bu sebeplerle AKP mücadelede başarılı olamamıştır. Başarılı olamamasının sonucu bugün burada görüştüğümüz ceza infaz kurumlarındaki güvenlik tedbirleriyle ilgili olmak üzere karşımıza çıkmaktadır.

Patlayan bir bomba gibi demiştim cezaevleri. Hakikaten son zamanlarda Eskişehir, Manisa, Burhaniye, Karaman, Bafra, Mardin, Urfa, Elâzığ, Kandıra, Keles, Çorum, Muş ve Van cezaevlerinde isyanlar çıkmıştır. Mahkûmlar kendi canlarını tehlikeye atarak, battaniyelerini, yataklarını yakmak suretiyle içinde bulundukları ortamdan memnuniyetsizliklerini ortaya koymuşlar ve çığlık atmışlardır. Bu çığlığa çare bulmak Adalet Bakanlığının görevi içerisindedir çünkü kendi canını ortaya atacak kadar içinde bulunduğu ortamdan rahatsız olan mahkûmun can güvenliğini korumak devletin teminatı altındadır, bu teminat da Adalet Bakanlığının sorumluluğu içerisindedir.

Değerli milletvekilleri, cezaevlerinin ikinci yüzü ise cezaevlerinde mahkûm gibi bir memuriyete mahkûm edilmiş olan infaz koruma memurlarıdır. İnfaz koruma memurları, cezaevi müdürleri ve idarecileri o şartların kendilerine dayattığı ortamdan o derecede rahatsızdırlar ki psikolojik ve sosyolojik sorun hâline gelmiştir. Yani cezaevlerinde gününün en az on iki saatini geçirmek zorunda kalan bir çalışan, yaşadığı şartlar çerçevesi içerisinde cezaevinden çıkıp normal hayata geçtiğinde psikolojik davranış bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Bunun ortadan kaldırılması mümkündür. Onun için, cezaevlerinde mahkûm ve tutukluya iyi hizmet sunabilmesinin yolu, bu hizmeti sunacak olan infaz koruma memurlarının iyi şartlar altında hizmet verebileceği imkânların yaratılmasıdır. Yani ekonomik ve sosyal yönden pozisyonlarının genişletilmesi, almış oldukları ücretlerin ifa ettikleri görevin değerine, gereğine uygun bir şekilde olması gerekmektedir. Bu sebeple, infaz koruma memurları emniyet hizmetleri sınıfına dâhil edilmeyi beklemektedirler. Şimdi getirilen tasarıyla cezaevlerinin iç ve dış güvenliği temin edilecek bir pozisyonda görev yapacak infaz koruma memurları bu güvenlik kavramı kapsamı içerisinde iç güvenlikle ilgili emniyet hizmetleri sınıfında bulunan meslektaşları gibi tanımlanmayı ve onlar gibi muamele görmeyi arzu etmektedirler. Ek göstergelerinin eş değerde hizmet verdikleri kuruluşların memurlarına eşitlenmesini talep etmektedirler.

İnfaz koruma memurları yıpranma tazminatından yararlanmayı istemektedirler. Jandarması, polisi ve silahlı kuvvetleri ve diğer emniyet güçlerinin dörtte 1 oranında yıpranma tazminatından yararlandığını hepimiz biliyoruz. İnfaz koruma memurları onlar kadar riskli bir işi yaptıklarına göre bu tazminattan yararlanmaları en tabii haklarıdır.

Diğer taraftan, infaz koruma memurları adalet tazminatı oranının yükseltilmesini istemektedirler. Gerçekten alt komisyonda kabul edildiği şekilde yükseltilen tazminat oranlarının Adalet Komisyonunda düşürülmesi bir hayal kırıklığı yaşatmıştır, bu hayal kırıklığının giderilmesini talep etmektedirler. Milliyetçi Hareket Partisi olarak da alt komisyonun kabul ettiği rakamları esas alarak bir önergeyle bu durumun düzeltilmesini talep edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, cezaevlerinin iki yüzünün olduğunu söyledim. Birinci yüzünde mahkûm ve tutuklular yani kader mahkûmları, ikinci yüzünde infaz koruma memurları, cezaevi müdürleri ve personeliydi. Bir de bunun ara yüzü vardır, ara yüz ise işyurtlarıdır. İşyurtları çok önemli ve çok ciddi bir infaz rejiminin uygulandığı sistemdir. İşyurtlarında, cezaevinde bulunanların zamanlarını iyi değerlendirmesi, cezaevinde bulunanlardan meslek sahibi olmayanların bilgi ve beceriler kazandırılarak meslek sahibi olmaları, üretime katkıda bulunmaları, üretime cezaevinde katkıda bulunurken ekonomik gelir elde etmeleri ve cezanın infazından sonra edinmiş oldukları bilgi ve tecrübeye uygun bir işe yerleştirilmeleri gerekmektedir ancak iş yurtlarının ara yüz olarak bu görevi gereği gibi yerine getiremediğini belirtmek istiyorum.

Bir diğer sorun, AKP Hükûmeti zamanında küçük ilçelerde bulunan cezaevleri kapatılmıştır. Bunun iki zararı olmuştur: Bir, o ilçedeki ekonomik ve sosyal faaliyetler zayıflamıştır; iki, mahkûm olup da o ilçede yaşayan, tutuklulukta o ilçede yaşayan kişilerin eşi, dostu, akrabası ve yakınları ilçeden cezaevi kaldırıldığı için mahkûmun, tutuklunun bulunduğu cezaevine gitmek üzere bir ek külfete, ek zaman harcamaya mecbur edilmiştir. Bu, ciddi bir sorundur, bu sorunun çözümlenmesi gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, önümüzdeki tasarı iç güvenlik ve dış güvenlik adı altında iki ayrı ünite kurmak suretiyle cezaevlerinde bulunan -bizim de zaman zaman eleştirdiğimiz- bir soruna çözüm bulmayı amaçlamaktadır, çözüm bulunması gerektiği konusunda Milliyetçi Hareket Partisi hemfikirdir. Yani sorun şudur: Jandarma cezaevinin dış güvenliğini takip etmektedir, iç güvenliğini infaz koruma memurları ve cezaevi idaresi yapmaktadır, cumhuriyet savcısı da iç güvenlikle ve dış güvenlikle ilgili inisiyatiflerini kullanmaktadır. Bu şikâyet ettiğimiz sistemin aslında bir denge ve denetim mekanizmasından kaynaklandığını da, bu yönüyle de pozitif bir faydası olduğunu da ifade etmek istiyorum. Yani jandarma ayrı bir birime tabidir, dış güvenliği kontrol ederken içeriye girenlerin, çıkanların yasa dışı iş ve işlemlerine karşı bir dengeleme ve denetleme aracı olarak fonksiyon ifa etmektedir. Elbette ki içerideki cezaevi personeli ve infaz koruma memurları da jandarmanın davranışlarını dengeleyerek ve denetleyerek bir görev ifa etmektedir. Şimdi bu sistem kaldırılıyor, iç güvenlik ve dış güvenlik adı altında iki ünite oluşturularak bunların tepesine Adalet Bakanlığı birimleri ve cumhuriyet savcısı getiriliyor.

Cumhuriyet savcısı o şekilde yetkilendiriliyor ki müdahale edecek birimlerin müdahale kararlarına, içeriye silahlı olarak yani cezaevine silahlı olarak girilmesine ve müdahalelerin hangi ölçüde yapılmasına, silah kullanmasına kadar karar verme yetkisi cumhuriyet savcısına bırakılıyor. Bu yanlıştır. Bu yanlıştır, çünkü müdahale sırasında mutlaka cana ve mala zarar gelecektir. Cana ve mala gelmiş her zarar da yargılama konusu olacaktır. Yargılama konusunun başlangıcını ise soruşturan kişi olarak cumhuriyet savcısı yapacaktır. Cumhuriyet savcısı, kendi kararıyla, kendi talimatıyla, kendi bilgisi içerisinde yapılmış olan bir işi soruşturan kişi olarak tarafsız olabilir mi? Bu işin gerçek faillerini objektif bir şekilde yargı önüne taşıyabilir mi? Hayır.

Buradan geldiğimiz nokta şudur: Yetkiler ve güçler toparlanıyor AKP iktidarında, bir tek burada değil, her tarafta olduğu gibi burada da toparlanmaktadır. Bu yanlış bir iştir. Denge ve denetim mekanizmasının oluşturulması gerekmektedir. Burada cumhuriyet savcısının operasyon yetkisi veya operasyona inisiyatifi suretiyle karar verme yetkisi cumhuriyet savcısından alınmalı, doğrudan cezaevinin iç ve dış güvenlikle ilgili birimlerine verilmelidir. Bu da denetlenmeli ve öyle bir denge ve denetim mekanizması oluşturulmalıdır ki her cezaevinde iş, Adalet Komisyonu Başkanının iradesine tabi kılınmamalı. Adalet Komisyonunun iradesine tabi kılındığı takdirde Adalet Komisyonu Başkanı elbette ki cumhuriyet başsavcısıyla teşriki mesai içerisindedir, cumhuriyet başsavcısının amiri Adalet Bakanıdır. Dolayısıyla, Adalet Bakanının işlerini düzenleyecek, dengeleyecek, denetleyecek, kontrol edecek cezaevi izleme komisyonları Adalet Bakanının inisiyatifi dışında kurulmuş komisyonlar hâline gelmektedir ki kuruluş sebebine uygun değildir bu. Bunun yerine, cezaevlerinin bulunduğu yerlerde -elbette Adalet Komisyonu Başkanı da olsun, elbette cumhuriyet başsavcısı da olsun ama- o ilin, o ilçenin bütün alanlarını kapsayacak şekilde, varlığını hükmi şahsiyet olarak devam ettiren ve demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin temsilcilerinin asli üye olarak, tabii üye olarak bu kurullarda bulunması gerekmektedir ki her parti kendisi açısından cezaevlerindeki durumu değerlendirebilsin, oradaki gelişmeleri inceleyebilsin.

Değerli arkadaşlarım, kanuna biz bu şekilde bakıyoruz. İtiraz ettiğimiz maddeler var, buna ilişkin önergelerimizi vereceğiz. İnşallah hayırlara vesile olur diye düşünüyorum.

Konuşmamın bu bölümünde... Dün Sayın Başbakanın açıkladığı çok hayırlı ve çok güzel bir haberle mesrur olduk, mutlu olduk. Sayın Başbakan artık yolsuzlukla mücadele paketini gündeme getireceğini ilan etmiş durumda. Önümüzdeki günlerde inşallah çıkar yola, kara kışa saplanmazsa gelir bu Meclise, burada konuşuruz.

Burada Sayın Başbakanı tebrik ediyorum. Türkiye hakikaten yolsuzlukla mücadeleyle ilgili bir pakete ihtiyaç duyuyor. Bu pakete nereden başlaması gerektiğinde ben en yakını kişiyi tavsiye ediyorum. Nereden başlayacak, bize sorarsa biz cevap veririz ama başlayacağı en yakın kişi Numan Kurtulmuş; o her şeyi biliyor, AKP'ye gitmeden önce ilan etmişti: "Siz Harun gibi geldiniz, Karun oldunuz." Ne demek istediğini AKP Genel Başkan Yardımcısından sorsun ve alacağı cevaba göre de kendi iç -onların ifadesiyle söylüyorum- bağırsaklarını temizlesinler.

Değerli arkadaşlarım, bu çerçeve içerisinde, AKP'nin, dün görüştüğümüz ve pazartesi günü de Soruşturma Komisyonunun verdiği kararla ilgili böyle yalan yanlış, ağzı laf yapan herkesin konuştuğu bir süreç yaşandı. AKP'nin etkili etkisiz, etki bekleyen, yetki bekleyen bütün şahsiyetleri dediler ki: "Komisyon karar vermiştir, mesele kapanmıştır. Zaten de millet karar vermişti, her şey bitmiştir." Peki, madem öyle, bu Komisyon nasıl faaliyetini sürdürdü, onunla ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu Komisyon 5 Mayıs tarihinde kuruldu, altmış dört gün çalıştırılmadı AKP üye vermediği için. 7 Temmuz tarihinde AKP üyesini verdi. Kura çekilecek, kura çekilmeden iki gün önce şu kulislerde hepimiz duyduk, ben şahsen duydum "Komisyonun Başkanı Sayın Hakkı Köylü olacak." dediler. Burada kura çekilirken ilk isim Sayın Köylü'nün ismi çıktı, şaşırdık. Şaşkınlıkların devam edeceğini de ifade ediyorum. Başkan seçildi, seçildiği gün toplantı yapmadı yani bir iş falan yapmadılar ve dağıldı. Ama Komisyon Başkanı bir iş yaptı, gelen dosyaların tümünü geldiği yere gönderdi, savcılığa. Niye? Dizi pusulası yokmuş.

Değerli arkadaşlarım, bu İç Tüzük'e, bu Anayasa'ya göre bu Komisyon Bakanlar Kurulunun tüm yetkisini kullanır. İsterse buraya dizi pusulası yapmaya memurunu, profesörünü bulur, getirir, yaptırır. Yok, savcılığa gitmesi lazım dosyaların. Niye? Çünkü gittiği savcılıkta eski savcılar yok. Onlar paralel olduğu için atıldı, biat edenler getirildi; onların dosyaları bir görmesi lazım. Bunlar gördü dosyayı elli dört gün. Elli dört günde dizi pusulası mı hazırlanır? Elli dört günde bir şey oldu. Basına düşen rakamlar doğruysa, Meclis Başkanlığına gelen klasör sayısı 64, Meclis Başkanı gönderdi, o klasörün sayısı düştü 32 veya 33'e. Bu Meclise geldi, bu Meclis de bu Komisyona havale etti, Komisyon Başkanı savcılığa gönderdi, 33 dosya, dizi pusulası hikâyesiyle 11 klasöre düştü.

10 toplantı yapıldı, ne yaptıklarını bilmiyoruz 10 toplantıda, gizli. Gizlilik kararı ayrı bir ucube ama gizlilik kararından sonra bir de başka bir ucube iş yapıldı. Komisyon Başkanı Komisyon üyelerine haber vermeden yayın yasağı koydu; hem gizli hem yayın yasağı. Sonra geldi, on gün toplandılar. On günde "Müdahil olacağım." diyor adamlar, çağrılmıyor; "Ben şahitlik yapacağım." diyor, çağrılmıyor. Çağrılan insanlara "İfade vermeseniz de olur." deniliyor, ifade vermeden çekip gidiyorlar. Bakanlara "Buna cevap verseniz de olur, vermeseniz de olur, sizin takdirinizdedir." diyorlar, ücretsiz avukatlık yapılıyor ve 10 toplantı böyle geçiriliyor.

Geçiriliyor da 22 Aralık tarihinde -burayı lütfen AKP'li arkadaşlarım da dinlesin- bu Komisyon "Saat 14.00'te ben oylama yaparak kararımı vereceğim." diyor. 22 Aralık saat 14.00'e geliyor, Komisyon toplanmıyor, "Saat 15.00'e ertelendi." diyor. Saat 15.00 oluyor, Komisyon toplanmıyor, "Saat 15.30'a ertelendi." diyor. Saat 15.30'a geliyor, Komisyon toplanmıyor "Saat 18.00'e ertelendi." diyor. Saat 18.00'e geliyor, Komisyon yine toplanmıyor, 5 Ocak 2015'e, bir yıl sonraya atılıyor. İşte, 5 Ocak 2015 tarihinde de AKP'nin 9 milletvekili "hayır" diyor, diğer muhalefet milletvekilleri "evet" diyor Komisyonda.

İşte, yani milletin iradesiyle kurulmuş Meclisteki Komisyon böyle bir karar veriyor ama perdenin gerisinde olanlar var. Perdenin gerisinde olan: Komisyonun toplanıp karar vereceğini ilan ettiği gün Başbakan Makedonya'ya gidecek. O daha önce demişti ki: "Kardeşim bile olsa yolsuzluk yapanın kolunu keserim." Yani böyle, çok külhanbeyivari bir laf ifade etmişti ve niyeti "Zülfüyâre dokunmayacak şekilde, Anayasa Mahkemesinden berat edecek şekilde dosyaları gönderin ve bakanları Yüce Divana gönderin."

Ama yine basından öğrendiğimize göre, soruşturulan bakanlar Cumhurbaşkanına gidiyor "Biz Yüce Divana gidersek Bilal de peşimizden gelir." İşte, iki makam arasındaki çelişki ve anlaşmazlık Komisyon Başkanına -yine basından öğrendiğimize göre- telefon talimatları olarak geliyor. Biz nasıl kuruluşunda şaşırmış isek, biz nasıl işleyişinde şaşırmış isek bu defa ne karar vereceklerine Komisyon Başkanı ve üyeleri de şaşırmış vaziyette. Hangi kulaklarına inanacaklar, Cumhurbaşkanından gelene mi Başbakandan gelene mi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) - En sonunda Başbakandan gelen kale alınmıyor ve Cumhurbaşkanından gelen talimatla bu karar veriliyor. Böylece Sayın Davutoğlu'nun keseceği kol yerine sesi kesilmiş oluyor diyor, hepinize saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)