| Konu: | 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 22.12.2014 |
CHP GRUBU ADINA RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2015 yılı bütçesi ve 2013 yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Konuşmamı ağırlıklı olarak ekonomi üzerine, bütçe üzerine kurguladım ama en son bu tartışmadan sonra benim de bir demokrasi tartışmasına girmem gerekiyor diye düşünüyorum.
Şimdi, biz, sık sık Plan ve Bütçe Komisyonunda da dile getirdiğimiz zaman, işte "Biz kazanıyoruz, seçimlerden biz çıkıyoruz, madem yeniliyorsanız, seçimde bizim kadar oy alamıyorsanız demek ki vatandaş bizi tercih ediyor, bize teveccüh gösteriyor." diye bunları duyuyoruz. Ve de aynı zamanda, AKP'nin hızla Türkiye'yi otoriter bir sisteme doğru götürdüğünü söylediğimizde de gene "Hayır, ileri demokrasi, Türkiye'de demokrasi vardır." nutuklarını, söylemlerini duyuyoruz. Peki öyle mi gerçekten?
Şimdi, tabii, demokrasilerde şekil şartı önemlidir. Yani çok partili bir siyasi rejim, siyasi sistem ve belli aralıklarla sandığa gitmesi insanların, vatandaşların ve kendilerini yönetecek yöneticileri yerel ve ulusal ölçekte seçmeleri demokrasinin gereklilik şartıdır, olmazsa olmazıdır. Ama demokrasinin yeterlilik şartı değildir. Demokraside şekil, biçim önemlidir ama en az onun kadar önemli olan öz ve içeriktir. Bu açıdan da baktığımızda, AKP döneminde demokrasinin öz ve içerik açısından zenginleşmediğini, gerçek bir demokrasiye doğru gitmediğini, tam tersine, otoriter bir sisteme, diktatörlüğe doğru gittiğini görebiliriz.
Demokrasinin öz ve içerik açısından zenginleşmesi için birtakım kurallara ihtiyaç vardır. Bunların başında hukuk devleti gelir. Hukuk devleti, parlamenter sistemimizde yasama, yürütme ve yargı arasında güçler ayrılığı üzerine oturur. Bu mahkemelerin bağımsızlığıdır ve yargıçların yasalara ve vicdanlarına göre, vicdani kanaatlerine göre hüküm vermelerini kurallar manzumesi içinde bir yere oturtur, bir çerçeveye oturtur. Ama, biz, AKP döneminde yargıçların, savcıların nasıl ciddi anlamda eleştiriye uğradığını, AKP Hükûmetinin beğenmediği kararlar verdiği zaman nasıl eleştirildiğini, 17 Aralıkta, 25 Aralıkta, daha önce Deniz Feneri davasında savcıların nasıl görevden alındığını, hâkimlerin tayin edildiğini biliyoruz arkadaşlar. Yargı üzerindeki baskılar hukuk devletini işlemez hâle getirir ama hukuk devleti demokrasinin omurgasıdır.
Gene o kadar önemli olan bir konu -Anayasa'daki terimiyle söyleyeyim- hür ve sansür edilemeyen bir basındır. Basının özgürce çalışması... Basın, toplumda yaşananların, insanların, o ülkede yaşayan insanların doğru bilgi alabilmelerini sağlayan en önemli organdır ve demokrasilerde yasama, yürütme ve yargının dışında dördüncü kuvvet olarak nitelendirilir.
Bu açıdan da baktığımızda, demokrasi konusunda nasıl baskıların olduğunu, basının üzerine nasıl şiddetle gidildiğini ve gazetecilerin, basın mensuplarının nasıl cezaevlerinde tutulduğunu, nasıl baskılara uğrandığını, nasıl gazete patronlarına talimat vererek Hükûmet aleyhinde yazan gazetecilerin işten çıkarılmalarının sağlandığını biz biliyoruz. O zaman, demokrasi öz ve içerik açısından zenginleşmez. Demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü ve bu doğrultuda toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkıdır. Eleştiri olmazsa demokrasi olmaz. Demokrasi ortak akla dayanır. (CHP sıralarından alkışlar) Bir insanın, bir grubun her şeyin en iyisini bildiği değil, toplum içinde bunların tartışılarak, müzakere edilerek en doğru sonuçların alınabileceği rejimin adıdır. Bunun için de insanlar burada eleştirecekler, toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yapacaklar ama biz Gezi Parkı gibi bir olayda bile gördük ki, AKP Hükûmetinin hiçbir şekilde eleştiriye tahammülü yok. Neydi Gezi Parkı? Taksim'deki bir gezi parkındaki ağaçların kesilerek oranın park olmaktan çıkartılmasıydı. Ama bunun üzerine nasıl şiddetle gidildiğini gördük. Ne oldu ilk başta böyle bir şey çıktığı zaman? "Tamam gençler, madem böyle düşünüyorsunuz yeniden düşüneceğiz." denseydi bunlar olur muydu, bunlar yaşanır mıydı? Ama ne oldu? Gençlerimiz hayatını kaybetti, insanlar plastik mermiyle gözlerini kaybetti, tazyikli suyla, copla, biber gazı yüzünden fiziksel ve ruhsal sağlıklarını kaybeden, hastanelere giden insanların sayısı on binlerle ifade ediliyor arkadaşlar. Böyle demokrasi olmaz. Demokrasi, kamu kaynaklarının kullanımındaki hassasiyettir -biraz sonra bütçe hakkında buna geleceğim- ülkede yaşayan insanların, yönetenlerin kendilerini de ilgilendiren kararları nasıl verdiklerini ve kamu kaynaklarının nerelere, nasıl yönlendirildiğini bilme hakkıdır bu ve aynı şekilde de insanların, vatandaşların yaşadıkları ülke ve kentle ilgili karar alma ve uygulama süreçlerine katılım hakkıdır. İşte bütün bunlar olduğu zaman demokrasi öz ve içerik kazanır ve zenginleşir ve gerçek bir demokrasi olur. Bugün ne yazık ki AKP döneminde gerçek bir demokrasi yoktur ama Cumhuriyet Halk Partisi döneminde Türkiye'de gerçek bir demokrasi tüm kurum ve kurallarıyla kurulacak ve işletilecektir. (CHP sıralarından alkışlar)
Buradan bütçe hakkına geçmek istiyorum. Şimdi, tabii, demokrasilerde kamu harcamalarının büyüklüğü ve kapsamı ile bu harcamaların yapılabilmesi için vatandaşlara yüklenecek olan yükümlülüklere yani vergilere halkın karar vermesi bütçe hakkı olarak adlandırılır. Bu çok önemli bir haktır çağdaş demokrasilerde. Bu iki aşamada işler: Önce, ilk süreçte, bütçe hazırlama sürecinde hangi harcamaların yapılacağı, hangi vergilerin toplanacağı -tabii, bütçe hakkını temsilcileri vasıtasıyla kullandığını bildiğimiz için vatandaşların- Parlamentoya gelir, Parlamentoda gerekli onay ve izin verilir. Arkadan da, bittikten sonra süre, acaba bu gelirler usulüne uygun olarak toplandı mı, harcamalar bahsedilen yerlere yapıldı mı, bunlarda saydamlık ve hesap verilebilirlik ilkelerine uyuldu mu, bunların hepsinin de denetlenmesine ihtiyaç vardır. Yani, hem bütçenin hazırlanma süreci hem uygulama süreci hem arkasından raporlanması ve sonrasında da denetlenmesi bir bütçe hakkını bütün boyutlarıyla ortaya koymaktadır.
Şimdi, tabii 5018 sayılı bir Kanun var, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu. Bu kanun önemli bir kanun. Biliyorsunuz bu 2003 yılında yasalaştı ve yasalaşırken Cumhuriyet Halk Partisi olarak gerekli desteği verdik. 2005 yılından itibaren uygulamaya geçildi. Ama üzerinden on yıl geçmiş değerli milletvekilleri, hâlâ 5018 sayılı Kanun uygulanmıyor. Sadece kâğıt üzerinde kalmış 5018 sayılı Kanun. Birazdan bunun örneklerini size vereceğim.
5018 sayılı Kanun'un 1'inci maddesi şöyle diyor, aynen kanun metninden okumak istiyorum: "...kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde elde edilmesini ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve mali saydamlığı sağlamak üzere, kamu mali yönetiminin yapısını ve işleyişini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm mali işlemlerin muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve mali kontrolü düzenlemek amaçlanmıştır." Peki, böyle midir gerçekten? Ne yazık ki öyle değildir. Sayıştay raporları önümüze geldiği zaman öyle olmadığını gördük. Dış Denetim Genel Değerlendirme Raporu'nda da buna ilişkin değişik hükümlere yer verilmiştir. Mesela bir tanesi, stratejik planlama ve performans esaslı bütçelemenin kağıt üzerinde kaldığı tespitidir.
Bakın, 5018 sayılı Kanun'un getirdiği en önemli yeniliklerden biri de budur. Her kamu kurumunun kendi içinde bir araya gelerek, SWOT analizleri yaparak -bunlar güçlü yönler, zayıf yönler, tehditler, fırsatlar nedir diye bir analiz içinde- paydaşlarıyla konuşarak, diğer kamu kurumlarıyla görüşerek stratejik amaç ve hedeflerini belirlemesi üzerine kuruludur. Sonra bunlar performans göstergelerine çevrilir, performans programlarına konur ve ondan sonra da bütçelere konur ve sonra da faaliyet raporlarıyla ilişkisi kurulur, denetlenir. Böyle bir şey yok arkadaşlar. Stratejik amaç ve hedeflerin şu ana kadar performans programlarında kullanıldığını görmedik. Hâlbuki bunların ölçülebilir bir şekilde belirlenmesine ihtiyaç vardı. Bunlar belirlenecek ki dönem sonunda hangi hedefler, hangi performans göstergeleri vardı, acaba bunlara ulaşıldı mı, ulaşılamadıysa neden ulaşılmadı, bu hesabı sorma ihtiyacı vardı ama ne yazık ki bugün böyle bir şey yoktur.
Gene, aynı şekilde bütçe ilkelerine aykırı uygulamalar vardır. Mesela döner sermayeli işletmeler. Arkadaşlar, her şeyin bütçenin içinde görülmesine ihtiyaç var. Geçmişte de döner sermayelerde ve bütçe dışı fonlarda biz bunu eleştirdik. Dedik ki bunlar bütçenin olmalı. Nitekim, 5018 sayılı Kanun da öyle dedi. Önce "Döner sermayeli kuruluşlar bütçe içine alınsın, sonra yeniden yapılandırılsın." dedi ama şu ana kadar baktık ki hiçbir şey yok. Döner sermayelerde ne harcanıyor, nedir gelir, gider, biz bunları görmüyoruz değerli arkadaşlar; Sayıştay da görmüyor bunları.
Bakın, döner sermayeli kuruluşların sahip olduğu yıllık bütçe tutarı 2013 yılında 35 milyar Türk lirasıdır arkadaşlar. Bütçenin yüzde 8'idir, az bir para değildir.
Gene başka bir husus, E cetvelinin -bütçenin cetvelleri vardır, eki cetveller- amaç dışı kullanımının yaygınlaşmasıdır. Önce -üç yıl önce- bütçe kanununun maddelerinin azaltılması söz konusu oldu ama ne yazık ki ona ekli olan cetvellerin sayıları, kapsamları gittikçe genişledi. Ve bakın bütçe şöyle diyor arkadaşlar: "Bütçe kanununa ekli cetvellerin kanunun uygulanmasına ilişkin açıklayıcı hükümleri içermesine ihtiyaç var." Yani Anayasa'mıza göre bütçe kanunlarıyla bütçeyle ilişkisi olmayan hükümleri koyamıyoruz. Bu cetveller de onların nasıl uygulanacağını açıklıyor ama bugün E Cetveli öyle değil. E Cetvelinin kapsamına baktığınızda gittikçe sayısının arttığını görüyoruz; en son bu sene 91 maddeye ulaştı ve bunun içinde de bu sene özel hesap konusu var arkadaşlar.
Özel hesap konusu, kamu idareleri bütçe ödeneklerinin bütçe sistemi dışına çıkarılmasıdır. Özel hesaba aktardığınız zaman bunun artık nerelere harcandığını bilme hakkınız yok; ne kadar harcandığı, nerelere harcandığı, bunu bilemezsiniz. Bu 5018 sayılı Kanun kapsamı dışındadır özel hesaplar. 4734 sayılı Kanun kapsamı dışındadır. Özel hesaptan yapılan harcamaların hesabı TBMM'ye verilmemektedir. Sayıştay denetimi konusu bile tartışılabilir bir durumdadır ve böyle bir şey söz konusu olabilir mi?
Yani alıyorsunuz, bütçede şeffaflık, saydamlık, hesap verilebilirlik diyorsunuz, bazı hesapları kamuoyunun ve TBMM'nin denetiminden kaçırıyorsunuz. Bunlar yanlış uygulamalardır ve zaten Sayıştay raporlarında da eleştirilmektedir.
Gene başka bir konu, dernek, vakıf, birlik, kurum, kuruluş, sandık ve benzeri teşekküllere yapılan yardım niteliğindeki transferlerin kamuoyu ve TBMM tarafından bilinmesidir.
Arkadaşlar, 5018 sayılı Kanun'un 29'uncu maddesi var ve ona dayalı çıkmış bir yönetmelik var. Diyor ki: "İdareler yardım yapılan teşekküllerin isim listesini, teşekküllere ilişkin bilgileri, yardımın amacını, konusunu ve yapılan yardımın tutarını izleyen yılın şubat ayının sonuna kadar kamuoyuna açıklar." Açıklıyor mu? Hayır. Biz o zaman bilmiyoruz. Nerelere yaptınız, hangi derneklere, hangi vakıflara? Böyle bir şey söz konusu olabilir mi arkadaşlar? Neden bunları yapmıyorsunuz? Kendi çıkardığınız kanunun hükümlerine uymuyorsunuz.
Gene, aynı şekilde, sağlanan teşvik ve desteklemelerin açıklanmasına ihtiyaç var, kamuoyu ve TBMM denetimine. 5018 sayılı Kanun'un 7'nci maddesi bunu söylüyor. Yani, bizim, vergi ve SGK teşviklerinin, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu'ndan yapılan teşviklerin, arazi teşviklerinin nereye harcandığını bilme hakkımız var. Bilmiyoruz, kamuoyuna açıklanmıyor arkadaşlar. Bittikten sonra bu işler, işlemler, bunun açıklanmasına ihtiyaç var. O zaman nerelere... Eğer bunlar açıklanmıyorsa o zaman bizde şüpheler beliriyor. O zaman demek ki yandaş derneklere, vakıflara, kuruluşlara bu yardımları yaptınız ve toplumun da, Sayıştayın da denetiminden bunları kaçırdınız.
Gene başka bir konu -Sayın Genel Başkanımız da konuşmasında belirtmişti- yapılan denetimin... Bakın, iki sene önce hiç Sayıştay raporları gelmedi. Geçen sene Sayıştay raporları geldi, içi boştu. Bu sene geldi ama son derece sınırlı geldi.
Bakın, bütçenin yüzde 90'ında genel bütçeli idareler yani bakanlıklar -ve bazı kuruluşlar da tanımlanmış- 47 kuruluş var. Bunların varlıklarının, yükümlülüklerinin, faaliyet sonuçlarının, bütün hepsinin raporlanmasına ihtiyaç var ama raporlanamıyor. Sadece bütçe ödenekleri ve taşınır mallara ilişkin cetveller denetlenmiş arkadaşlar. Onun dışındaki varlıklar, yükümlülükler, faaliyet sonuçları, mizanı yok, bilançosu yok; hiçbiri toplumun denetiminde değil. E, böyle bir şey nasıl olabilir? Yani, denetlemeniz gerekenin çok azını denetlemişsiniz bütçe içinde. İşte, Genel Başkanımızın da söylediği odur. Denetim yeteri kadar yapılmamıştır. Ve Sayıştay, bir araya gelinmiş, işte, 2013, 2014, 2015 yıllarını ötelediği söyleniyor ama ne yazık ki burada da ciddi sıkıntılar vardır.
Gene, bir kesin hesap komisyonunun kurulmaması ciddi bir sakıncadır çünkü kesin hesapların, kesin hesap kanunu tasarılarının bütçenin, bütçe kanunu tasarılarının gölgesinde kalmasına neden olmuştur arkadaşlar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim seçim beyannamemizde de var. Dedik ki: "Bir kesin hesap komisyonu kurulması ve hatta gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bunun da başkanlığının ana muhalefet partisine verilmesine ihtiyaç vardır." Bu açıdan da toplumun izin verdiği onay temsilcileri vesilesiyle, -onay verdiği, izin verdiği- harcamaların nerelere yapıldığına, usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığına, kamu zararının doğup doğmadığına ilişkin bu toplumun bilgi edinme hakkı vardır.
Buradan ekonomiye geçmek istiyorum, fazla da zamanım kalmadı.
Tabii, Türkiye ekonomisinin sorun alanları var ve sorun alanlarında şunu görüyoruz arkadaşlar: AKP döneminde Türkiye ekonomisinin sorunları çözülmemiştir, aksine, ağırlaşmıştır. On iki yıldan beri iktidarsınız, şimdi aklınıza geldi, öncelikli dönüşüm programları, eylem planları hazırlıyorsunuz. On iki yıldır neredeydiniz? Türkiye ekonomisi kan kaybederken, üretim, istihdam dibe doğru vururken, Türkiye ekonomisi ithalata dayalı bir ekonomi hâline gelirken, cari işlemler açığı bu kadar artarken, dış borç stoku bu kadar artarken, istihdam artmazken, işsizlik oranları yükselirken, yoksulluk artarken aklınız neredeydi?
Bakın, şunu da söyleyelim: Bütün bunlar, bu öncelikli dönüşüm programları 10'uncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda -ki, Temmuz 2013'te yasalaştı, TBMM kararı hâline geldi- zaten vardı. Şimdi, onları aldınız, üzerinden bir de beş yılın bir senesi geçti, yeni eylem planıyla Türkiye ekonomisini dönüştürmeye çalışıyorsunuz. Diyorsunuz ki: Ne olacak? Üretimin ve ihracatın ara mal ithalatına bağımlılığını azaltacağız, kamu harcama reformu yapacağız, gelirlere ilişkin reform yapacağız, diğer birçok alanın, enerjiyle ilgili diğer alanların hepsini de... Taşımacılıktan Lojistiğe Dönüşüm Programı uygulanacak.
Arkadaşlar, bunların on iki yıl içinde yapılmasına ihtiyaç vardı. Siz, olağanüstü şanslı bir dönemi, 2001 krizi sonrası devraldığınız, dünyada ekonomilerin canlı olduğu, ekonomilerin büyüdüğü, dış ticaret hacminin arttığı, uluslararası likiditenin, paranın bol olduğu bir dönemi ıskaladınız, taşıma suyla değirmen döndürdünüz. Sonra 2008-2009 krizi geldi. Kriz sonucunda tabii birden bütün göstergeler bozuldu ama siz aynen devam ettiniz. Herkes söyledi, biz de söyledik, dedik ki: Bu kriz geçecek bir kriz değil, bu kriz yapışkan bir kriz. Bu kriz sürecek. Geçse bile tekrar ekonomiler eski hâline gelmeyecek çünkü finansal piyasaların şişmesi üzerine, şişen balonlar üzerine kurulu sistemsel bir kriz vardır. Balonlar var, sonra patladığı zaman birden aşağıya doğru çöküşlerin yaşandığı bir dönemdeyiz. Bunun doğru analizleri yapılmadı arkadaşlar. Oysa, bunun doğru biçimde analiz edilmesine ihtiyaç vardı. Farkındaysanız, 2008, 2009, 2010, 2011 yıllarında yine ekonomi büyüdü, sonra baktınız ki olacak gibi değil, çünkü ekonomi büyüdü mü cari işlemler açığı anormal seviyelere çıkıyor. Ne demek cari işlemler açığı arkadaşlar? Bir ekonominin dışarıya sattığı mal ve hizmetlerle, yani ihracatıyla, dışarıdan aldığı mal ve hizmetler ithalatı arasındaki fark. Sattığınızdan daha fazla alıyorsunuz, cari işlemler açığı verirsiniz. Ama uyguladığınız bu modelin içinde siz yıllarca yüksek faiz verdiniz. Dışarıdan uluslararası para geldi. Paranın gelmesi tabii dövizi bollaştırdı, dövizin fiyatı düştü. Dövizin fiyatı düşünce ne oldu? İthalat cazip hâle geldi. Türkiye'de aynı malı üreten KOBİ'ler, şirketler birer birer kapandı arkadaşlar, kepenk kapattı, işten işçi çıkardı. Bu model Türkiye'ye yarayan bir model değil, Türkiye'nin üreticisine, Türkiye'nin yatırımcısına yarayan bir model değil diye söyledik. Ama gelinen noktada da zaten şimdi farkındasınız ve birtakım adımlar atarak ekonomiyi dönüştürmeye çalışıyorsunuz ama artık çok geç, artık çok geç. Çünkü ekonominin şu anda gördüğü tahribat da zaten bunun olamayacağını, zor olacağını gösteriyor. Zaten zamanınız yok, 2015 yılında Cumhuriyet Halk Partisi iktidar olduğu zaman zaten o politikaları çok da ayrıntılarıyla birlikte bizler uygulayacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Hiç kuşkunuz olmasın, çok daha iyisinin, çok daha güzelinin, çok daha şeffafının, hesap verilebilir, kamu kaynaklarının doğru kullanıldığı, hırsızlığın yolsuzluğun olmadığı bir sistemin kurulması konusunda Cumhuriyet Halk Partisine tüm vatandaşlarımız güvensinler, güveniyorlar zaten.
Şimdi, izin verirseniz, bütçe konusuna biraz girmek istiyorum bütçe giderleri, bütçe gelirleri açısından bu bütçe ne getiriyor diye. Çünkü herkes onu soruyor bize "Bu bütçede bizimle ilgili ne var?" diye. Biz de diyoruz ki "Yeni hiçbir şey yok." İşçiye, memura, emekliye, çiftçiye, hayvancıya, sanayiciye, hiçbirine ne yazık ki buradan bir müjde yok.
Bakın, bütçe giderleri, personel harcamaları... İsterseniz, bütçe giderleri itibarıyla bir gireyim kısaca: Mesela personel harcamaları, personel giderleri. Ne var burada? İki şey belirliyor personel giderlerini: Bir, ücret, maaş ve diğer mali özlük, haklar, bir de personel sayısındaki değişme.
Şimdi AKP sıklıkla şunu yapıyor: "Bizim zamanımızda personel giderlerinin bütçe içindeki payı arttı." diye söylüyor. Gerçekten de artmış, doğru; yüzde 18 iken 2002'de, 2013'te yüzde 27,6'ya çıkmış. İyi de arkadaşlar, personel giderinin bütçe gideri içindeki payına bakmak yanlış, yanıltıcı olur. Personel giderlerinin faiz dışı bütçe giderleri içindeki payına bakmak lazım. Çünkü, daha önceki dönemlerde ekonomide hem yüksek faiz oranları hem yüksek enflasyon oranları vardı. Buna dayalı olarak artık onu temizleme ihtiyacı var.
Bakın, ben size bir örnek vereyim. 4 kişilik bir aile düşünün. Ailede her kişi 1 ekmek yiyor, değil mi? Nedir payları? Dörtte 1, yüzde 25'tir değil mi arkadaşlar? Şimdi, ailenin çocuğu üniversiteyi kazandı gitti, 3 kişi kaldılar, gene 1 ekmek alıyorlar, gene 1'er ekmek, payları değişmedi. Ne oldu, payları kaça çıktı? Yüzde 33, üçte 1'e çıktı dörtte 1'den. Arkadaşlar, bu matematiksel bir şeydir. Sizin döneminizde personel giderlerinin faiz dışı bütçe giderleri içindeki payı artmadı. 2002'de yüzde 32,3'müş, 2013'te yüzde 31,4'müş. Bu niye önemli? Bu şunun için önemli: Sonuçta, bu ülkede daha nitelikli kamu hizmetlerinin sunulmasına ihtiyaç var; nüfus artış hızı var, köyden kente göç devam ediyor, kentleşme devam ediyor. Buna dayalı olarak da bu hizmetlerin layıkıyla verilmesine ihtiyaç var. Bir taraftan 2015 yılında gene yüzde 3 artı yüzde 3'lük artışlar var, hedef enflasyon kadar. Ki biz biliyoruz, hep enflasyon yukarıya doğru sapıyor, yüzde yüz sapmalar var. Burada da gene bunun sapacağını görüyoruz. Refah artışından pay yok. Yani, asgari ücret 2014 yılının ikinci yarısında 891 liraydı arkadaşlar. TÜRK-İŞ'in rakamları var, açlık sınırı 1.205 lira, yoksulluk sınırı da 3.926 lira. Bu, 1.205 lira olan açlık sınırını bile karşılamıyor. Türkiye'nin böyle bir durumu var.
Tabii, diğer taraftan da personel rejiminde, kamu görevlilerinin çalıştığı kariyer ve liyakat sistemine dayalı bir kamu görevlisi sistemi tahrip edilmiştir. Taşeron, hizmet alım sözleşmesi gittikçe yaygınlaştırılmış ve şu anda sistem içinde de çok belirleyici bir noktaya gelmiştir.
Bakın arkadaşlar, 2002 yılında kamuda neredeyse taşeron yoktur, çok azdır. 2004 yılında 3.183 kişidir. Şu anda ne kadar biliyor musunuz arkadaşlar? 781 bin kişi. 781 bin kişiye çıkarmışsınız bunu.
Arkadaşlar, taşeron demek çağdaş kölelik demektir. İnsanların hiçbir güvenceleri yok, iki dudağının arasında taşeron şirket sahibinin. Asgari ücretle uzun çalışma saatleri... İkramiyesi yok, yıllık izin hakkı yok. Böyle bir modeli Türkiye'de niye yaygınlaştırıyorsunuz? Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidara geldiğimizde ilk yapacağımız işlerden biri derhâl kamuda taşeron çalıştırmanın engellenmesi ve kamuda çalışan taşeronların kadroya alınmasıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Geleceğiz, bütün bunların hepsini uygulamaya koyacağız.
Arkadaşlar, 4/C'liler, geçici personel... Bakın, 657 sayılı Kanun'un 4'üncü maddesinin (C) bendi belirliyor -23.666 kişi var şu anda- diyor ki: "Bazı işler sürekli değil. Sürekli olmadığı için oralarda geçici işçi çalıştırabilirsin." Örneğin anketörler, örneğin güzel sanatlarda modeller. Ama siz ne yapmışsınız? Özelleştirilen kuruluştaki işçileri almışsınız buraya doldurmuşsunuz, 23.666'ya çıkarmışsınız.
İZZET ÇETİN (Ankara) - Meclis dolu, Meclis.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Kadroya alın diyoruz, almıyorsunuz. Neden? Herhâlde sırada yeni özelleştirmeler var, oradan gelen işçileri de gene buraya koyacağınız için almıyorsunuz. Bari düzeltmeler... İşte "Çalışma koşullarını düzenledik.", işte "Daha uzun süreler çalışacak." gibi şeyler söylüyorsunuz. Arkadaşlar, 4/C'liler kadroya alınmak istiyor. 4/C'liler kadroya alınmak ve devletin kadrosunda... Çünkü aynı işi yaptıkları insanlarla yan yanalar arkadaşlar. Devletin içinde aynı işi yapan insanlar arasında fark var.
LEVENT GÖK (Ankara) - Biz yapacağız.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Gene atanmayı bekleyenler var. Bakın arkadaşlar, personel rejimine girdik, çıkamıyoruz. Atanmayı bekleyen öğretmenler var, gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri, veterinerler, su ürünleri mühendisleri, arkeologlar, sanat tarihçileri...
MUSA ÇAM (İzmir) - Karayolları işçileri.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Niye atamıyorsunuz arkadaşlar bunları? İnsanlar eğitimini gördüğü alanlarda çalışmak istiyor, ne güzel. Hem zaten buralarda da açık var. Hem o açığı karşılarsınız, nicelik açısından problemi çözersiniz hem de sonuçta çok daha nitelikli hizmet sunulmasının da -kamu hizmetleri açısından- oluşmasını sağlarız.
Bütçenin K cetveli var arkadaşlar, fazla mesai... Bana söylediler, koruma ve güvenlik memurlarının fazla mesaisi kesildi iki sene önce. Sayın Bakan, kaç defadır söyledik, çözmüyorsunuz. Çözün bu işi. Bu arkadaşların fazla mesaileri kesildi, çözün bunu. Bunun toplam maliyeti yıllık 6 milyon 310 bin Türk lirası, bütçeye getireceği yük yüz binde 1,3. Arkadaşlar, lütfen çözün bu sorunu, niye çözmüyorsunuz?
Muharip gazilerin şeref aylıkları var, sosyal güvenlik sistemine tabiyse ayrı, tabi değilse ayrı. Arkadaşlar, bunu yapın, bunları belirleyin, bunları çözün.
Yatırım harcamalarına geliyoruz. Yatırım harcamalarında da kamu yatırımlarının millî gelir içindeki payı düşüyor arkadaşlar. Bakın, 2002 yılında yüzde 4,9'du, 2013 yılında yüzde 5'e yükseldi -özel bir yıl o- ama 2014'te yeniden yüzde 4,8; 2015-2017 döneminde de yüzde 4,6. Devletin resmî rakamları bunlar. Hem yatırımların düzeyi düşüyor hem de yatırımlar verimli alanlara gitmiyor. Yatırımların nitelikli, istihdam yaratacak, katma değeri artıracak alanlara gitmesine, yönlendirilmesine ihtiyaç var. Kamunun devreye girmesine ve teknolojik altyapı yatırımlarına ciddi anlamda kaynak aktarmasına ihtiyaç var. Peki, kamu ne yapıyor? İşi bırakmış, kamu-özel ortaklık modeli altında bütün işleri, geçmişte kendi yaptığı işleri özel sektöre yaptırıyor şimdi. Gerektiği zaman yaparsınız bunu ama oturduğunuz zaman bugün yap-işlet, yap-işlet-devret, yap-kirala modelinin gittikçe kapsamı genişliyor. Arkadaşlar, bütçe açığı düşük gözüküyor. Şu anda bütçe açığında bir şey yok ama diğer taraftan, baktığınızda, her sene mesela yap-kirala modeline para ödeyeceksiniz, kira ödeyeceksiniz. Bunun maliyeti ne kadar? Bunların bilinmesi ihtiyacı var.
Transfer harcamaları, tarımsal destek, Sayın Hamzaçebi söyledi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Evet, süreniz doldu, ek sürenizi veriyorum Sayın Türeli. Sözlerinizi tamamlayınız.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Hamzaçebi de söyledi, vermeniz gereken, taahhüt ettiğiniz miktarları bile vermiyorsunuz. Çiftçi, hayvancı aç arkadaşlar. Maliyetler 4 kat artmış. Gübrenin, zirai ilacın, mazotun fiyatı 4 kat artmış, ürünün fiyatı yerinde sayıyor, bazı ürünlerde 2 kat artmış. Nasıl ayakta kalacak, nasıl geçinecek çiftçi?
Sosyal yardım sistemi. 2013 yılında 20 milyar lira, yüzde 1,28. Arkadaşlar, OECD ortalaması yüzde 2,5. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde aslında bunu daha da fazla verme ihtiyacınız var. Ve son derece dağınık bir sistem; kimin ne yaptığı belli değil, çok başlı bir sistem, 8 ayrı kuruluş sosyal yardım veriyor. Sosyal sigorta, sosyal hizmet, sosyal yardım arasında bütünleşik bir yapı yok. Ama biz orada ne söyledik: Aile sigortası dedik arkadaşlar. Aile sigortası, işte bütün bu sistemi birleştiren hem ödeyeceğimiz sosyal yardımın miktarını artıran hem de çok daha etkin ve verimli sistem kuran bir yapıdır. Cumhuriyet Halk Partisi olarak iktidara geldiğimizde ilk yapacağımız işlerden biri de aile sigortasını uygulamaktır. (CHP sıralarından alkışlar)
Tabii, gelir kısmına geçmeye çok vaktim kalmadı. En son kaçak saray üzerinde durayım. Bütün bunları konuştuktan sonra, bu kaçak saray olayı da tabii çok ilginç çünkü bütçe harcamalarının kullanımının israfa gitmemesinin önemli olduğunu düşünüyoruz, açıklık, şeffaflık. Bir soru sormak istiyorum yalnızca: Bunun Başbakanlık için yapıldığı söylendi. Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olmasaydı ne olacaktı arkadaşlar? Bu saray, kaçak saray -diyelim ki Sayın Gül devam etti ya da başka birisi oldu- gene Cumhurbaşkanına tahsis edilecek miydi yoksa Başbakanlıkta mı kalacaktı? Ben diyorum ki Başbakanlıkta kalacaktı. Tersini düşünen bir arkadaş varsa da görmek isterim burada, lütfen söylesin. O zaman gözüküyor ki aslında hepsi Cumhurbaşkanına göre tasarlanmış bir sistem. Böyle bir şey olmaz arkadaşlar. 1 milyar 370 milyon, Maliye Bakanı açıkladı. Yeni uçak alındı, 185 milyon dolar. Bunları topladığınız zaman... İnsanlar atanmayı beklerken, insanların yiyecek ekmekleri yokken bu kadar büyük paranın harcanması yanlıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Son bir söz... Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Lütfen Genel Kurulu selamlayın, süreniz bitti.
RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (Devamla) - Tamam.
İtibar binalarla olmaz arkadaşlar. İtibar inandırıcılıkla olur, itibar güzel yönetimle olur, adaletle olur, hakla olur, eşitlikle olur.
Bütün bunları vurguladıktan sonra, bütün bu saydığım nedenlerle 2015 yılı bütçesine ret oyu vereceğimizi belirtmek istiyorum.
Ben, yüce heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen aziz vatandaşlarımızı saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)