GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:5
Birleşim:28
Tarih:13.12.2014

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu yıl da adalet dağıtamaz hâle gelen, kendisi adaletsiz, keyfî davranışların merkezi hâline gelmiş olan Adalet Bakanlığının bütçesini görüşüyoruz.

Farklı görüşlerin dile getirilmesini bir yana bırakalım, tahayyül edilmesinin dahi, hayal edilmesinin dahi, düşünülmesinin dahi tahammül edilemediği bir süreçte yargı kurumlarının bütçesini görüşüyoruz.

Geçen yıldan farklı olarak yargıda neler olmuş, baktım; müspet hiçbir değişikliğin olmadığını, aksine menfi çok değişikliklerin olduğunu üzülerek gördüm. "Yargıda reform" diye diye getirdikleri paketle, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarına endeksli bir yargı projesini faaliyete geçirdiler ve bugün de o yargı projesinin tamamlanma kanunlarını yaşadık.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında "adalet", "hak", "hukuk" kavramlarının, gerçekten "toplumsal vicdanın" ayaklar altında ezildiğini gördük.

Hukuk devletinde adalet bakanlıklarının ve bakanların özel ve ağırlıklı bir yeri vardır. adalet bakanları ve adalet bakanlıkları hukukun, temel hak ve özgürlüklerin koruyucusu, temel sigorta görevini yapan kurum ve kişilerdir. Adalet Bakanı hukuka aykırı talepler karşısında direnç gösterebilmelidir, göstermelidir de.

Yine, tarihe baktığımız zaman Sultan II. Mahmut'tan bu yana hükûmetlerde önemli yeri olan adalet bakanlarının, özellikle son yıllardaki uygulamaları dikkate alındığında bu ağırlıklarını, bu konumlarını kaybettiklerini görüyoruz.

İlk Bakanlar Kurulunu Türk hukuk sistemine kazandıran Sultan II. Mahmut'un bir diğer adının da "Mahmûd-i Adlîyi" yani "adil olan Mahmut" olduğunu da hepinize hatırlatmak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı "reform" dendiği zaman, yargının yapısını değiştirme, yüksek yargıyı kendine göre dizayn etmeyi anlamaktadır.

Yargı reformunda söyledikleri, sadece adalet sarayları yapmaktan ibarettir. Adalet saraylarının içerisindeki adaletin yokluğu hiç mi hiç Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını etkilememiştir.

Yargı paketlerinin adının demokratikleşme olması ve yargının hızlandırılması ya da yeniden yargılanma hakkının ihlal edilmemesi gibi olması dahi bize şunu göstermektedir: Bu ülkede on iki yıldır iktidar olmuş olan bir Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı dahi bu ülkede henüz demokrasinin olmadığını, demokrasi açığının kapatılmadığını kendisi de kabul etmektedir. Eğer bir ülkede demokrasi olsaydı, bir ülkede hak ihlali olmamış olsaydı, adil yargılanma olmuş olsaydı arka arkasına çıkarılan yargı paketleri demokratikleşmeden, demokrasiden, adil yargılanma hakkının ihlal edilmemesinden, özgürlüklerden söz etmezdi.

Demokrasi, hukuki ve toplumsal altyapısını insan haklarının oluşturduğu bir sistemin, bir siyasal rejimin adıdır. Bu tanımdan hareketle, düşünce özgürlüğünden örgütlenme özgürlüğüne kadar uzanan yelpazede yer alan haklar üzerindeki yasak sınırlamaların kaldırılması yönünde atılacak her olumlu adım, her yasal adım demokratikleşme süreci içerisinde yer alır. Adil yargı hakkından giderek uzaklaşan yargılama süreci ise bu sorunun bağrında yer alır.

Yasakların çoğu Anayasa'dan daha çok yasalardan kaynaklanmaktadır. Yasalardan aykırı uygulamaları da unutmamak gerekir. Tıpkı Gezi olaylarında olduğu gibi mevcut yasal düzenlemelere aykırılık bu iktidar döneminde kural hâline getirilmiştir. Demokratikleşme için yapılması gereken, uzmanlardan oluşan bir kurul oluşturarak mevzuattaki gerçekten demokrasiye aykırı hükümlerin kaldırılması ve daha sonra Parlamentoda partilerden oluşacak bir kurum vasıtasıyla, komisyon vasıtasıyla bunun yasaya dönüştürülmesi gerekirken bugün hâlâ daha bunun yapılmamış olması ve bu iktidarın hâlâ daha 12 Eylül darbe hukukunun kurduğu kurumlardan ve kuruluşlardan medet umar hâle gelmesi üzüntü vericidir.

Demokratikleşme açısından ölçü alınması gereken toplumsal ve siyasal yönden toplumun ihtiyaçları, ülkenin ihtiyaçlarıyken, hukuki açıdan yürürlükteki Anayasa, uluslararası hukuk kuralları ve uluslararası sözleşmelerdir. Oysa, AKP iktidarının iki büyük korkusu vardır değerli milletvekilleri: Bunlardan birisi özgürlük korkusudur, birisi de demokrasi korkusudur. Özgürlük korkusunu yargı paketlerinde, güvenlik paketinde Kişisel Verilerin Korunması Yasası'nda görmekteyiz. Adalet ve Kalkınma Partisinin "demokratik reform" adıyla çıkardığı tüm yasaların ortak paydasında çok açık bir şekilde güvenlik adına hak ve özgürlüklerin sınırlanması, hatta o yasalarda alınan o temel hak ve özgürlükleri kullanılamaz hâle getirmek yatmaktadır. Bunların başında kişi özgürlüğü, güvenlik hakkı ve toplu özgürlükler gelmektedir.

Adil yargılanma hakkını zedeleyici birçok madde yargı paketinin içerisindedir. Güvenlik paketi, aslında bunların temel zeminini oluşturmaktadır. Yargıtay ve Danıştaya yapılan müdahaleler, özel yetkili mahkemelerin yeniden hortlatılması, avukatların soruşturma dosyasına ulaşmasında kısıtlamalar, keyfî aramalar, el koymalar ve mallara tedbir koymalar, güvenlik paketiyle getirilecek olanların mayın eşeğidir.

Güvenlik paketinin hedefi özgürlüklerin kullanılmasını, ne pahasına olursa olsun, engellemektir. Şu an komisyonlarda görüşülmekte olan güvenlik paketi ve bugüne kadar, özellikle 17-25 Aralık döneminden sonra çıkarılan yasalar bize şunu göstermiştir ki bu uygulamalar, bu yasalar bir faşist devlet yönetiminin yasal zeminini oluşturan yasalardır. Hak ve özgürlükleri ihlal eden kamu görevlilerinin cezasız bırakılması ancak faşist devletlerde görülebilecek uygulamalardır.

Bunların anlamı özgürlüklerden korkmaktır değerli arkadaşlarım. Seçim barajı tartışmaları gündeme geldiği zaman haykıran Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı demokrasiden korktuğunu çok açık bir şekilde göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, son çıkarılan yasayla pek çok hâkim ve savcı yerinden edilmiştir. Aslında bugün yargıda, gerçekten, işte, kimisi Süleymancı, kimisi cemaatçi, kimisi Menzilci, kimisi ulusalcı, kimisi ülkücü diye insanlar damgalanmıştır ve bugün, adli yargıda olsun yüksek yargıda olsun, insanlar birbirlerinden korkar hâle gelmiştir. Abdülhamit dönemi jurnalciliği bugün yargıda egemen olmuştur. Artık hâkim ve savcılar birbirleriyle konuşmaz hâle gelmişlerdir ve en son kasım ayında çıkan kararname, bugüne kadar Türk hukuk sisteminde görülmemiş bir şekilde, tamamen bir intikam kararnamesidir. Burada, gerçekten, hukuk devletinin olmazsa olmazı olan, yasama ve yürütmenin işlemlerini denetleyen idari yargıçlar verdikleri kararlardan dolayı sürülmüşlerdir.

Bunların somut örneklerini verebilirim. Örneğin, Atatürk Orman Çiftliği'nde imar planını iptal eden, yürütmeyi durdurma kararı veren hâkimler sürülmüşlerdir, yok edilmişlerdir. Yine, gerçekten, geçmişte Tayyip Erdoğan şehitlere "kelle" dediği için 3 kuruşluk tazminat davasına hükmeden hâkim Sevgi Övünç bugün yargı önüne çıkarılmıştır. Yine, Gezi Parkı çevresindeki Taksim Meydanı Düzenlemesi Projesi'ni iptal eden İstanbul 10. İdare Mahkemesinin Başkanı Rabia Başer bölge idare mahkemesi üyeliğine ve üye Mehmet Ali Kurt da Van'a tayin edilmiştir. Burada pek çok isimler vardır. Yine, söylediğim gibi, Ankara 12. İdare Mahkemesi Başkanı Yüksel Sarıca düz üye olarak Eskişehir'de görevlendirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, son kararnamede gönderilen hâkim ve savcıların pek çoğu kâğıt üzerinde her ne kadar hukuka uygun gibi görünse de gerçekten "mahrumiyet" denilen bölgelere atanmışlardır. Bu hâkim ve savcıların hiçbirisi Eskişehir, Ankara ve İzmir gibi illere atanmamıştır. Bunların gerekçesi, hepimiz biliyoruz ki, söylenilen şey "Cemaatle savaş."tır. Aslında yasa dışı kurumlarla yapılması gereken mücadele, hukuk içerisinde yapılması gereken mücadeledir.

Dün Sayın Cumhurbaşkanı yaptığı konuşmada, gerçekten, cemaatle iş birliği içinde olanları vatan haini olarak suçladı ama Cumhurbaşkanının bundan önceki cemaat için söylediği "Bizden ne istediler de vermedik?" sözüne dikkat ettiğimizde kimin cemaatle iş birliği içinde olduğunu, kimin olmadığını ben yüce milletimizin takdirine bırakıyorum.

Değerli milletvekilleri, bir başka soru: Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı hâlen avukatlık sınavı yapmamakta direniyor. Bugün, 85 bin avukat var, 48 bin hukuk fakültesi öğrencisi var, avukatların sayısı dört yıl içerisinde yüzde 50 artacak. 79 baronun hepsi avukatlık sınavı istediği hâlde, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının bu avukatlık sınavını yapmamakta direnmesini bir türlü anlamak mümkün değildir değerli arkadaşlarım.

Adalet ve Kalkınma Partisinin toplumsal adaleti sağlaması mümkün değildir çünkü bu iktidar yorgundur, bu iktidar bitkindir, bu iktidar tükenmiştir, bu iktidar şaibeye bulaşmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) - O nedenle toplumsal adaleti sağlamayı bu iktidardan beklemek hayaldir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)