GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:5
Birleşim:28
Tarih:13.12.2014

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri ile İşyurtları, Adalet Akademisi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bütçeleri üzerinde Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz aldım.

Yüce heyetinizi, televizyonları başında bizi izleyen değerli vatandaşlarımızı, yargı mensubu meslektaşlarımızı saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, hukukun üstünlüğü demek şu demektir: Parlamenter demokrasilerde 3 tane güç vardır. Bu güçlerden birisi yasamadır, yasama organının yani Meclisin verdiği kararlar ve çıkardığı kanunlar Anayasa'yla sınırlıdır. Yani bunu sınırlayacak olan hukuktur, Anayasa Mahkemesidir.

Hükûmetin yani yürütme organının her türlü iş ve işleyişi hukukla sınırlıdır, bunu sınırlayacak olan güç de yargıdır. Dolayısıyla, gerek Meclisin kararlarında gerekse idarenin ve Hükûmetin kararlarında üstün olan hukuktur, hukukun üstünlüğü budur.

İşte böyle bir sistem içerisinde olan Türkiye'de, hukukun üstünlüğüne dayalı parlamenter demokraside en önemli görevi Adalet Bakanlığı üstlenmektedir. Adalet Bakanlığı, hukukun üstünlüğünün inşasının atölyesidir, mutfağıdır. Bu kapsam içerisinde baktığımızda 13'üncü AKP bütçesini görüştüğümüz bugünlerde, Adalet Bakanlığı;

1) Yargının temel ve kronik sorunlarının kördüğüm hâline gelmesinin sorumlusudur.

2) Yargıya olan güven duygusunun dibe vurmasının ve yargının bir tehdit olarak algılanmasının sorumlusudur.

3) Yargının siyasallaştırılmasından sorumludur.

4) Yargının bağımsızlığının ve tarafsızlığının korunamamasından sorumludur.

5) 7 Şubat, 17 ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının akıbetinden sorumludur.

6) Adım adım işleyen ve hukukun üstünlüğü yerine postmodern bir diktatörlük gidişinin başsorumlusudur.

7) "Çözüm" adı altında millî birlik ve bütünlüğün çözülmesinden ve millî hâkimiyetin PKK terör örgütüyle paylaşılmasından sorumludur.

Değerli milletvekilleri, yargının iki tane sorunu vardır: Biri temel sorun, yargının siyasallaştırılması; diğeri köklü sorun, o da yargının yılların ihmaliyle birikmiş olan sorunudur. Yargının temel sorunu, yargının silah olarak kullanılmasıdır, yargının da silah olarak kullanılmasına karşı direnememesidir yani yargının siyasallaşmasıdır. 27 Mayıs darbesinde "Sizi buraya getiren güç böyle istiyor." diyen yargı nasıl silah olarak kullanılmışsa, 12 Mart 1971'de, 12 Eylül 1980'de, 28 Şubat 1997'de ve 2010 Anayasa değişikliğinden sonra ortaya çıkan düzeyde yargı silah olarak kullanılmıştır. Yargıyı silah olarak kullananlar gelmiş geçmiştir, şimdi esameleri okunmuyor ancak bundan en büyük zararı Türkiye, Türk yargısı ve Türk yargı mensupları görmüştür. Bundan ders almayan AKP, yargıyı silah olarak kullanmanın katmerlisini yapmaktadır ve yapmaya devam etmektedir. Bu gidişat hukukun üstünlüğüne değil, üstünlere, AKP'nin üstünlerine hukuk sağlayan; haklıyı değil, güçlüyü koruyan postmodern diktatörlüğün inşasıdır.

Değerli arkadaşlarım, yargının ikinci kalemdeki sorunları kronik sorundur. Burada, AKP kadar geçmiş hükûmetlerin de sorumluluğu vardır. Bunlar iş yoğunluğu, bilgi ve eğitim eksikliği, araç, gereç ve teknolojik imkânlardan yeterince yararlanılamaması, delillerin zamanında ve tam olarak toplanılamaması, uygulamanın usul hatası üretmesi, davaların makul sürede bitirilememesi, adil yargılama hakkının ihlali, yargıya güvenin dibe vurması ve adli personelin yetersizliği, ücretlerinin ve özlük haklarının muhtaç hâle gelmelerine sebep olması olarak özetlenebilir. İşte, bunlar da hukukun üstünlüğünü örseleyen ana sebeplerin başındadır. Parlamenter demokraside yasamayı ve yürütmeyi denetleyecek olan yargı çarkının işletilmemesinin sebepleridir.

Değerli arkadaşlarım, AKP on üç yıllık iktidarında bu kronik sorunların çözümü için çaba sarf etmemiş, yargının iş yükünü insan kaynağıyla kaldırılamayacak derecede ağırlaştırmıştır. Bu kapsam içerisinde, köklü sorunların çözümü için TÜRK BÜRO-SEN ve onun Sayın Genel Başkanıyla yaptığımız çalışmanın sonunda, 13'üncü AKP Hükûmetinin bu bütçesinde de yazı işleri müdürlerinin, seçim müdürlerinin, idari müdürlerin, kâtiplerin, mübaşirlerin ve infaz koruma memurlarının maaşlarının ifa ettikleri hizmetle mütenasip olmadığı; fazla mesai ücreti, yargı tazminatı, iş güçlüğü, iş riski tazminatı, teknik hizmet tazminatı, Adalet Bakanlığının meslekte yükselme sınavı açmaması suretiyle ortaya çıkan mağduriyetler, mübaşirlerin genel idari hizmetler sınıfına alınmaması nedeniyle ortaya çıkan mağduriyetler, kreş, servis, yemek, yargının araç ve gereç ihtiyaçlarının karşılanamaması ve teknik destek verilmemesi gibi ihtiyaçların ve taleplerin ortaya çıktığı anlaşılmıştır. TÜRK BÜRO-SEN sendikasıyla yaptığımız bu çalışmanın neticesinde, Adalet Bakanlığına ayrılan bu bütçenin bu talepleri karşılamaya yetersiz olduğu da anlaşılmıştır.

Değerli milletvekilleri, ceza infaz kurumlarına gelince, 2002 yılında 57 bin olan cezaevlerindeki mahkûm ve tutuklu sayısı 2013 yılında 152 bine ulaşmıştır; yüzde 300 artmıştır.

Bunun anlamı, 13'üncü bütçesini yapan AKP suçla mücadeleyi başaramamıştır, aksine, Türkiye'yi suç cenneti hâline getirmiştir.

AKP, aynı zamanda, hukuki ve idari uyuşmazlıkların doğumunu engelleyememiş, aksine, bunları artırmıştır.

AKP, haklının hakkının korunduğu, hukukun üstün olduğu güvenli bir liman yaratmak yerine, yandaşını ve yarattığı üstünleri koruyan bir düzen yaratmıştır. İşte bu düzenin neticesinde cezaevinde bulunan 152 bin insan cezaevlerini canlı bomba hâline getirmiştir, patlamaya hazır bir bomba. Urfa, Eskişehir, Kocaeli'nde ortaya çıkan isyanlar ve teşebbüsler, bunların işaret fişeğidir.

Mahkûm ve tutuklular cezaevinde insanca muamele görmeyi beklemektedir ancak bunların yatacak yer sorunu gibi çok acil, çok insani olan sorunları bile çok ağır bir vaziyette gündemi meşgul etmektedir.

Cezaevlerinde bulunanların kötü muamele, çocuk istismarları iddiaları vardır, bunların araştırılması gerekmektedir.

Bunlarla birlikte AKP'nin PKK'yla görüşmesinin sonucunda PKK'ya af meselesi kamuoyunun gündemine gelmiştir. Buna biz şiddetle karşıyız, ayrı, ama cezaevinde bulunan 152 bin insan da "PKK'ya af var, bana niye yok?" beklentisi içerisindedir. Keza "PKK'ya af var da bize niye yok?" diyenlerin denetimli serbestliğin iki yıla çıkarılması yönünde bir talebi bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, cezaevinin ikinci bir yüzü daha vardır; o yüz de mahkûm gibi yaşamaya mahkûm edilmiş infaz koruma memurlarıdır. İnfaz koruma memurları emniyet hizmetleri sınıfına dâhil edilmeyi beklemektedir. İnfaz koruma memurları, ek göstergelerinin benzerleriyle eşitlenmesini, yıpranma tazminatı verilmesini, adalet tazminatının oranının artırılmasını, sendika hakkını, fazla mesai hakkını ve zor kullanma yetkisinin netleştirilmesini beklemektedir.

Diğer taraftan, değerli milletvekilleri, iş yurtları. Cezaevinde bulunan insanların zamanını iyi değerlendirmesi, meslek edinmesi üzere kurulmuş olan müesseselerdir. Ancak bunlar belirli bir vizyondan uzak, belirli bir hedeften ve plandan uzak bir vaziyette, kâr amacı güden işletmeler hâline döndürülmüştür.

Adalet Akademisi de hâkim, savcı, noter, icra memuru ve avukatların eğitimi için kurulmuş bir müessese olmasına rağmen yargıyı siyasallaştırmak için yapılan eğitimin yapıldığı bir yer hâline dönüştürülmüştür. 2010'dan önce böyleydi, 2010'dan sonra böyle, bu sene yaptığınız Akademinin yeniden yapılandırılmasına ilişkin kanunda da aynı şekilde devam etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, yargının kalbi HSYK'dır. Mahkemelerin bağımsızlığını, tarafsızlığını HSYK korur, hâkim teminatını HSYK korur, hukukun üstünlüğünün en önemli anayasal koruyucusu da HSYK'dır. Buna rağmen HSYK, darbelerin, muhtıraların ele geçirmek istediği hedefler olmuştur. 12 Eylül darbesi, 28 Şubat muhtırası bunun en canlı örneğidir. AKP de darbe ve muhtıra yapan insanların peşinden sürüklenmektedir. O da Anayasa'nın 2010 tarihinde değiştirilmesiyle birlikte HSYK'yı hedef olarak seçmiştir ve beraber yürüdüğü, aynı yolda ıslandığı cemaate HSYK'yı teslim etmiştir. AKP, HSYK'yı ele geçirme çalışmasında o tarihte başarılı olmuş ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün AKP il başkanının seçimlerde gösterdiği başarı nedeniyle tebrik mektubuna mazhar olan kişiyi HSYK üyesi atamıştır. Birer örnek vereceğim zaman darlığı nedeniyle. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise AKP Pendik Kadın Kolları Başkanlığını yapmış belediye meclis üyesini HSYK üyeliğine atamıştır. Dahası var yargının siyasallaştırılması açısından, hâkim sıfatını taşıyan bir kişi Facebook'tan paylaşıyor Tayyip Erdoğan'a hitaben: "Seni seviyoruz çünkü seni sevmeyenleri bu millet hiç sevmedi." Bu mesajı atabiliyor. Bu kişi tabii ki mükâfatını gördü, sulh ceza hâkimi oldu. Şimdi, halkın yüzde 48'i Tayyip Bey'e oy vermedi. Bunları Tayyip Bey'i sevmeyen olarak nitelendiren hâkimin karşısına, işleri düştüğü zaman bu yüzde 48 o hâkimin hükmüne, adaletine nasıl güvenecek? İşte, yargı bu nedenle güven açısından dibe vurmuştur.

Bir başkası ise Cumhurbaşkanı olarak Sayın Tayyip Erdoğan'a "Allah uzun ömür versin uzun adam." diyor ve bu da sulh ceza hâkimliğine atanıyor. Bir ifadeyle kumpasın içine düşüyor. Birlikte bir kumpas kuruyorlar 17-25 Aralık yolsuzluğunu soruşturan polislere karşı veya onların cemaatine karşı, kumpasta suçüstü yakalanıyorlar. Suçüstü yakalanmasının üzerine, işte, uzun ömür fetvasında bulunan ve uzun yaşamasını dileyen hâkim "Kaç İsmail, kaç." gibi bir nidayla Türk hukuk tarihine kara bir leke düşürüyor. Değerli arkadaşlarım, ölçüsü, izanı insanın boyu olan bu hâkim, "uzun adam" olarak tanımladığı Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olarak gittiğine göre, yerine de Sayın Davutoğlu geldiğine göre, ölçüsü insan boyu da olduğuna göre yarın bir gün bir "tweet" atacak veya bir mesaj yayınlayacak. Şöyle derse hiç şaşmam: "Allah sana kısa ömür versin kısa adam." Ölçüsü bu bu hâkimin. Dolayısıyla, kimle aşık attığınızı, kimle ne kadar mantıki bir iş birliği içerisinde olduğunuzu değerlendirin.

Değerli arkadaşlarım, buradan şuraya varıyoruz: Siz işi şirazesinden çıkardınız. Evrensel nitelikteki objektif ve sübjektif hâkim sorumluluğunu ortadan kaldırdınız. Türk kültür ve medeniyetinin yarattığı, hâkimde hakim, fehim, müstakim, emin, mekin ve metin sıfatlarını ortadan kaldırdınız. Onun yerine "Kaç İsmail, kaç!" diyebilecek kadar kumpasın içine düşmüş zavallılar yarattınız.

Değerli arkadaşlarım, yargı bu şekilde AKP'nin emri altına itilmektedir. 2010 Anayasa değişikliğiyle birlikte yargı içerisinde denge denetim ve araçları ortadan kalkmıştır.

TSK'yı, Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef aldınız, TSK'ya kumpas kurdunuz. Daha önce Ergenekon, Balyoz ve diğer buna benzer davalarda Sayın Cumhurbaşkanı o zaman Başbakan olarak yargı yerine geçmiş, savcı olmuş "Ben bu davaların savcısıyım." diyordu. Şimdi, savcı olarak bu beyanda bulunan Sayın Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı olduktan sonra "Kumpas kurulmuş fark edemedik." dedi. Değerli arkadaşlarım, şimdi, bir savcı önce iddia eder, arkasından da yanlış yaptım derse, o savcıya zayıf not veren bir merci vardı; Sayın Cumhurbaşkanına kim zayıf not verecek, onun cevabını biraz sonra göreceksiniz.

Bu kumpaslarla Türk Silahlı Kuvvetlerinin Özel Harp Dairesi Seferberlik Tetkik Başkanlığına girilmiştir. Burası Türk Silahlı Kuvvetlerinin kalbidir; millî savunmamızın en gizli belgeleri, plan ve projeleri buradadır. 19 Aralık 2009 günü Sayın Bülent Arınç'a bir suikast iddiasıyla ortaya atılan soruşturmanın üzerinden bugüne kadar bin sekiz yüz yirmi gün geçmiştir. Bin sekiz yüz yirmi gün içerisinde bu soruşturma ne oldu? Hâlâ dava açılmadı, takipsizlik kararı da verilmedi. O zaman şüpheli olarak ifadesi alınan sayın albay, "Bu belgeler bende yoktu, daha sonra polisler koydu." beyanında bulunuyor. Adli Tıp bu beyanı doğruluyor. Şimdi, aşağı yukarı soruşturmanın sonucu belli oldu, muhtemelen takipsizlik kararı verilecek. Peki, Genelkurmayın kozmik odasında yirmi altı gün boyunca yapılan aramalarda oradan alınıp götürülen, sureti alınan belgeler ne oldu, kime verildi, nereye servis yapıldı, şu anda nerededir?

Değerli arkadaşlarım, bu, Türk Silahlı Kuvvetlerine kurulan kumpaslardan biridir, bunun siyasi sorumluluğu vardır, siyasi sorumlu da AKP'nin ta kendisidir. Bunun gibi, devriiktidarınızda kamu vicdanında ciddi bir şekilde yara açan Balyoz, Ergenekon gibi stratejik hedeflere yönelik operasyonlarda Silahlı Kuvvetlerinin subay ve general nüfusundan yüzde 30 civarında bir kaybı olmuştur. Bunların içerisinde "Çanakkale'deki törende ayağa kalkmadı." denilen, şimdi Milliyetçi Hareket Partisinin milletvekili olan Sayın Engin Alan Paşa da vardı. "Ayağa kalkmadığı için Silivri'ye gönderdik, görüyorsunuz." anlamında Sayın Cumhurbaşkanı beyanda bulunmuştu.

Değerli arkadaşlarım, bu, yargının siyasallaştırılmasıdır, yargının siyasi iktidarın emri altına alınmasıdır. Yargı bu şekilde adım adım ele geçirilirken yasamadaki parmak üstünlüğü ve yürütmedeki sınır tanımayan hukuksuzluğu çerçevesi içerisinde postmodern darbe Türkiye'de adım adım kurulmaktadır.

7 Şubat, 17 Aralık ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonlarıyla birlikte AKP bir rüyadan uyanmıştır. Burada, altın kaçakçılığı, görevi suistimal, nüfuz suistimali, kara para aklama, uluslararası kaçakçılık gibi ağır suçlardan kuyruğu AKP'nin bakanları hukuka kaptırdı, kuyruğu hukuktan kurtarabilmek için AKP büyük bir telaş ve korkuya kapıldı. Bu telaş ve korkunun neticesinde, önce yargı mensuplarına jimnastik yaptırıldı: Ellerindeki dosyaları al ver, oradan oraya sür, böylece on binlerce polis ve çok sayıda hâkim ve savcı sürüldü. Daha sonra, kanunlara takla attırıldı. Bir defa değiştirilen kanun birkaç defa daha değiştirildi. HSYK, Yargıtay, Danıştay, Adalet Akademisi, Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve torba yasalara eklediğiniz kanunlarla kuyruğu hukuka kıstırdığınız yerden kurtarabilmek için adalete, hakkaniyete, hukuka uymayan çarpık çurpuk kanun değişiklikleri yaptınız. Bu arada, Danıştayın 95 olan üye sayısını önce 156'ya, daha sonra 195'e; Yargıtayın 250 olan üye sayısını önce 387'ye, daha sonra 516'ya çıkardınız. Bu, bir dünya rekorudur. Bu, dünyanın siyasi hormonlu en obez Yargıtayı ve siyasi hormonlu en obez Danıştayıdır. Bu, hukukun kapısına kıstırılmış olan yolsuzluk operasyonundan kurtulabilmek için yüksek mahkemelerde, Danıştay ve Yargıtayda çoğunluğu ele geçirebilmek operasyonudur. Bundan böyle kurtulunmaz.

Değerli arkadaşlarım, bahsettiğim yolsuzluk dinen günah ve haramdır, bahsettiğim yolsuzluk ahlaken ayıptır, kanunen suçtur. Bundan kurtuluşun yolu şudur: Bir, dinen tövbe ve istiğfar edeceksiniz; iki, ahlaken istifa edeceksiniz; üç, kanunen, mahkemede hesap vereceksiniz.

Değerli arkadaşlarım, bunların yerine 7 şubat, 17 ve 25 Aralık operasyonlarında verilen takipsizlik kararı Türk milletinin vicdanında derin bir yaradır, Türk hukuk tarihinde kara bir lekedir. Bu leke, bakanlarla ilgili fezlekelerle ilgili olmak üzere yüce Meclisin üzerine de düşmüştür.

Değerli arkadaşlarım, AKP bunlarla hesaplaşmak yerine cemaatten intikam alma peşindedir. Cemaatten intikam almanın hukuki meşruiyeti yoktur çünkü daha önce birlikteydiniz. İntikam duygusuyla hareket etmenin ahlaki bir meşruiyeti de yoktur. Varsa herkesin cezasını... "Suçlarda şahsilik, cezalarda kanunilik" prensibi çerçevesi içerisinde gereğini yapacaksınız. Ancak bunu yaparken PKK'yla mücadeleyi bırakıp mütareke kapsamında birtakım işleri de yapıyorsunuz ve Türk milletinin kanını, terini ve gözyaşını dökerek vatanlaştırdığı bu topraklarda, "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır." diyerek sınırlandırdığı bu topraklarda Kurtuluş Savaşıyla elde etmiş olduğu millî hâkimiyeti PKK'yla paylaşıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, istiklal mücadelesi budur, İstiklal Savaşı budur, cemaate karşı verilecek bir mücadele değildir. Siz, AKP'nin politikası olarak, PKK'yla mücadelede, Kurtuluş Savaşında kanını, terini, gözyaşını dökerek elde ettiğimiz millî hâkimiyeti paylaşırken, PKK'nın mahkeme kurmasına, PKK'nın asker toplamasına, PKK'nın vergi toplamasına, PKK'nın vali atamasına, PKK'nın şehitlik kurmasına izin veriyorsunuz. Millî hâkimiyet nedir biliyor musunuz Sayın Bakan, millî hâkimiyet? Millî hâkimiyet, istiklal mücadelesi diye dilinize doladığınız o mücadele asli anlamında, bu ülkenin topraklarının savunulabilmesi ve ilelebet bu topraklarda hür ve bağımsız olarak yaşanabilmesi demektir. İşte, siz, bu hür ve bağımsız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FARUK BAL (Devamla) - ...olarak yaşanmak için verilmiş olan alın terinin, gözyaşının ve kanın bedelini PKK'yla paylaşmaktasınız. (MHP sıralarından alkışlar)