| Konu: | 2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 26 |
| Tarih: | 11.12.2014 |
MHP GRUBU ADINA OKTAY ÖZTÜRK (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay bütçeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüş ve önerilerini arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Anayasa yargısı organları genel olarak devlet iktidarının, özelde ise siyasi iktidarın denetlenmesi ve dengelenmesi işlevini yerine getirmektedirler. Bu bağlamda kanunların Anayasa'ya uygunluğunun, yargısal denetiminin insan haklarını güvence altına alan Anayasa'nın yasama çoğunluğuna karşı etkili bir biçimde korunması ihtiyacından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Demokratik hukuk devletinde anayasa yargısının temel amacı, Anayasa'nın üstünlüğünü özellikle yasama çoğunluğuna karşı etkili bir biçimde sağlamaktır. Bu ihtiyaç, yasamanın çoğunluk oyuyla Anayasa'ya aykırı kanun çıkarması ihtimalinden kaynaklanmaktadır. Çoğunlukçu demokrasi anlayışından çoğulcu demokrasiye geçmeden önce yani anayasa yargısının varlığından önceki dönemde kanun bir anlamda ulusal iradenin açıklanması niteliğinde olduğundan, kanunun Anayasa'ya aykırı olmasının düşünülmesi söz konusu olmamıştır. Ancak siyasi partilerin doğuşu ve siyasi partilerde antidemokratik eğilimlerin ortaya çıkmasıyla birlikte siyasi azınlıkların yasama çoğunluğuyla çıkarılan kanunlara karşı hukuki ve etkili bir koruma görmesi ihtiyacı doğmuştur. Bu duruma modern devletin yaşamın karmaşıklaşan pek çok alanını düzenleyebilmek amacıyla teknik konularda çıkarmak zorunda kaldığı ayrıntılı kanunlar da eklenince kanunların Anayasa'ya uygunluğunun etkili bir biçimde denetlenmesi ihtiyacı çok açık bir biçimde kendini göstermiştir. Tüm bu gelişmeler neticesinde modern anayasacılığın önemli gereklerinden biri olarak sınırlı iktidarı gerçekleştirme amacı ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç, 20'nci yüzyılda kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek merkezî anayasa yargısı organları olan anayasa mahkemelerinin, önce Kıta Avrupası'nda ve daha sonra Türkiye'de kurulmalarıyla sonuçlanmıştır. İşte tam da bu noktada yasama çoğunluğuna sahip olan siyasi iktidarın yaptığı kanunların anayasa mahkemeleri tarafından iptal edilerek yürürlükten kaldırılmaları söz konusu olmaktadır.
Anayasa Mahkemesi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin tepesindeki şemsiyedir, yasama yetkisinin kullanımında ciddi bir denetleme ve inceleme mekanizmasıdır, yargıyı yürütmenin baskısına karşı koruma altına alırken hak ihlallerine karşı "dur" deme makamıdır.
Türkiye'de son dönemde yaşanan gelişmeler, Anayasa yargısı ile yasama çoğunluğu ve dolayısıyla Hükûmet arasındaki gerilimi gözler önüne sermektedir. Hükûmetin hazırladığı kanunlar ve yapmakta olduğu kanun tasarısı ve teklifleri Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmekte, bunun sonucu olarak Anayasa Mahkemesi Hükûmet tarafından sert bir biçimde eleştirilmektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasi çoğunluğun Anayasa'ya aykırı yasama tasarruflarının Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi ve kamu gücünün eylem, işlem ve ihmallerinden kaynaklanan hak ihlallerinin giderilmesi Anayasa Mahkemesinin başlıca görevidir, Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarında bu hususu her daim göz önünde tutmak zorundadır. Özellikle yasama çoğunluğunun, hukuk devleti ilkesi ve temel hak ve özgürlükleri hiçe saydığı durumlarda Anayasa Mahkemesinin bu işlemleri engellemesi demokratik bir toplum düzeninin devamı açısından bir zorunluluktur.
Ülkemizde de özellikle Hükûmetin son dönemde yapmış olduğu hukuk tekniğine ve Anayasa'ya açıkça aykırı kanunlar Türk Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmektedir. Bunun yanı sıra, Anayasa Mahkemesi Başkanının da çeşitli vesilelerle gerçekleştirdiği konuşmalarda Hükûmete eleştiriler yönelttiği görülmektedir. Mahkeme Başkanı son dönemlerde Hükûmete yönelik eleştirilerini oldukça artırmıştır. Bu meyandaki en önemli demeçlerinden birini Anayasa Mahkemesinin kuruluşunun 52'nci yıl dönümünde gerçekleştirdiği konuşmada veren Anayasa Mahkemesi Başkanı şu ifadeleri kullanmaktadır: "Bir ülkeyi hukuk güvenliği testinden geçirebilmek için öncelikle yazılı hukuk kurallarının daha sonra da bunu uygulayan hâkim, savcı, adli personel ve adli kolluğun ne durumda olduğunun tespiti gerekir. Sisteme dâhil unsurlar ahenk içinde birbirini engellemeden adalete ulaşmaya hizmet ediyorsa sorun yok demektir. Haklı bir neden olmaksızın, kamu yararı gözetilmeden siyasal amaçları gerçekleştirmek düşüncesiyle yazılı hukuk kurallarında çok sık aralıklarla yapılan değişikliklerin toplumda hukuk güvenliğini sağlayabileceğinden bahsedilemez.
Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel hayatı altüst edecek yasal düzenlemelerin öngörülebilir olmaması bireylerin hukuka olan güveninin tükendiği yerdir. Esasen, hukuk güvenliğini sağlayacak olan unsurlar, bağımsızlık ve tarafsızlık sorununu çözmüş olan yargı organları ile yasama ve yürütme organlarının insan haklarını özne kabul eden uygulamalarıdır.
Hukuk devletinin temel direği olan yargı, aynı zamanda devletin vicdanı olarak da tanımlanır. Bu vicdanın siyasi ve ideolojik vesayet odaklarının işgaline uğraması nedeniyle toplum hayatına verilen zararların acı örnekleri hafızalardan henüz silinmemiştir. İşgal devam ettiği sürece de bunları yaşamaya devam edeceğiz. Yargının vicdanını işgal edenlerin kimliği, düşüncesi ya da kutsalları ne olursa olsun, bu sonuç değişmeyecektir. Dün hak ihlaline uğramış mağdurlarla bugün aynı ihlalleri yaşayan mağdurların kimliklerinin farklı olması bu bakışımızı asla etkilemeyecektir. Sadece yargı değil, onur sahibi olan herkesin haksızlığa ve ihlale karşı çıkması insanlık borcudur. Zira, barışın teminatı olan farklılıkların birlikte yaşamasını ancak başkalarının hak ve özgürlüklerini savunan onurlu insanlar hayata geçirebilirler. Bugün itibarıyla, bırakınız ceza davalarını, en basit alacak davasına ilişkin kararlar bile tartışmaya açılmış ve yargıya olan güven ağır yara almıştır. Başta yargı ve yürütme organları olmak üzere herkes bu iddialarla ilgili bilgi, belge ve delilleri zaman geçirmeden ortaya koymak zorundadır. Gerek yargıda, gerekse yürütme organı içinde var olduğu iddia edilen bu kişilerin başka illere tayin edilerek ya da yerlerini değiştirerek sorunu çözmenin anlamsızlığı açıktır.
Görevi maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı "vicdan yolsuzluğu"dur. Bunun için yapılması gereken açıktır. Hukuk devletine yakışan yöntemler uygulanmak suretiyle gerçekliğinin ispat edilmesi hâlinde, faillerine bir saniye bile beklenmeden gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır." Yani Hükûmet üyeleri ve yandaşları hukuka aykırı tutum ve davranışlardan dolayı anayasal ve yasal çerçevede adil olarak yargılanmaları ve suçlarının cezalarını çekmeleri gerekmektedir. Burada sorulması gereken önemli sorulardan biri şudur: Yakın geçmişte çok sıkı yol arkadaşı olanlar ne olmuştur da bugün birbirine hasım hâline gelmişlerdir? Özellikle AKP'nin kapatılma davası evresinde kol kola gezen, hatta AKP'nin âdeta kurtarıcısı olarak görülen şahsiyetler neden acaba bugünün düşmanı ilan edilmektedirler? Açıkça görülmektedir ki, Hükûmetin gerçekleştirdiği hak, hukuk tanımaz tavır ve faaliyetlerine yol arkadaşları bile isyan etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu nedenle de kamuoyu önünde birbirlerine düşmüş durumdadırlar. Hükûmet partisi mensupları unutmasınlar ki bu devran böyle devam etmez, edemez, etmemelidir de. Eğer AKP Hükûmeti bu konuda ısrar ederse devletin ve milletin dengesini bozmuş olacaktır. Anayasa Mahkemesi taraf değildir, tarafları incelemez. Anayasa Mahkemesi, iktidarın ya da muhalefetin can simidi olmadığı gibi diğerine karşı birinin silahı ya da baskı gücü de değildir. Bugün AKP iktidarı, geçmişte iktidar partisinin kapatılması davasında nasıl adaletine sığındıysa, kendi anayasa çizgisi dışına taşma çabaları karşısında da Anayasa Mahkemesinin adaletine biat etmek ve onun kararlarına uymak zorundadır. Anayasa Mahkemesine ve onun kararlarına karşı iktidar gücüyle savaş ilan edemezsiniz. Ederseniz, savaşı, yürütme gücü olduğunuz devlete ve Anayasa'nın şemsiyesinde huzur bulmuş halkınıza karşı yapmış olursunuz. Öte yandan AKP iktidarının sözde paralel yapılanma iddiasının ardına düşmesi için hukuk devletini tahrip etmesine de gerek yoktur. Anayasal düzen, istihbarat birimleri, kolluk kuvvetleri ve bağımsız yargı bu iddiaları kılı kırk yararak araştıracaktır. Bu konudaki endişeyi anlamakta güçlük çekiyoruz.
Yargıda kadrolaştığını iddia ettiğiniz paralel yapının yaptığı bir tahribat var ise bunu bir başka tahribata meydan vererek düzeltme çabanız sizi hüsrana götürür. Bu hüsranla devlete ve özellikle hukuk devletine büyük zarar vermiş olursunuz. Devleti tahrip etmenize de, hukuk devletini sekteye uğratmanıza da Milliyetçi Hareket Partisi olarak müsaade etmeyeceğiz. Egemenliğin asıl sahibi olan Türk milletinin bu mukaddes çatısı altında uyarılarımıza kulak vermeniz milletimizin de devletimizin de yararınadır.
On iki yıllık geçmişinizde kadrolaşmalarına ve devlet mekanizmalarında yapılanmalarına göz yumup izin verdiğiniz sözde paralel yapının bir bumerang misali iktidarınıza zararını görünce hukuk devletini tahrip etmek pahasına saldırgan pozisyona geçemezsiniz. "Paralel yapıyla mücadele" adı altında yolsuzluk soruşturmalarının üstünü kapatmak, bu soruşturmalara gizlilik kararları aldırmak, yolsuzluk iddialarını ortadan kaldırmayacaktır. Yolsuzluk iddialarını kapatmak için paralel yapıyla mücadeleye sığınmak, Anayasa Mahkemesini iktidar peyki yapmak için paralel yapıyla mücadeleye sığınmak, hukuk devletini tahrip ederken paralel yapıyla mücadeleye sığınmak... Bu sığınma nereye kadar devam edecek, bu yanlışlar ne zaman sona erecektir?
Yanlışlarınızdan dönmenizi tavsiye ediyoruz. Hukuk devletini tahrip etmekten vazgeçin ve Türk milletinin adaletine sığının, herkesin sığındığı gibi. Elbette ki çağın gerekleri doğrultusunda ve kurumların ihtiyaçlarına uygun yasal düzenlemeler yapılabilir ama ne yazık ki iktidarınız döneminde yapılan çoğu yasal düzenleme, kurumların bağımsızlıklarını ellerinden almak ve iktidarın emrinde kurumlar yaratmak amacına hizmet etmenin ötesine gitmemiştir. İktidarınızın bu hukuk tanımaz ve saldırgan yürütme üslubu, anayasal bir yürütme üslubu değildir. Millet oyuyla gelmekle övünen iktidarınız, ne yazık ki milletten aldığı destekle Anayasa'nın dışına taşmıştır. Bu taşkın, önüne milletimizi almış ve uçuruma doğru sürüklemektedir. Bu taşkın, milletimizin umutlarını köreltmektedir. Bu taşkın, devletin dengesini, balansını bozmaktadır.
Bu mukaddes çatı altında AKP iktidarını bir kere daha uyarıyoruz: Hukuk devletini daha fazla zedelemeyin, Anayasa Mahkemesinden ve yargıdan elinizi çekin, yargının bağımsızlığına dokunmayın. "Yargının bağımsızlığına dokunmayın." diye uyarıyoruz çünkü ne yazık ki devriiktidarınızda Türk yargısı itibarını yitirmiştir. Yayınlanan anketlerde yargıya güvenin yüzde 17'lere düştüğü tespit edilmektedir. Bu oran sadece Türk yargı tarihinin değil demokrasi ile yönetilen ülkelerin yargı tarihinin en düşük oranıdır ve bu bir felakettir. On iki yıldır kabarmış olan suç dosyalarından dolayı yargılanma ihtimaline tedbir olarak adaletle bu kadar oynayıp yargıyı bu kadar kontrol altına almaya çalıştığınız vakit bu felaket tablosu zaten kaçınılmazdır. Nitekim yargı, bir toplumda herkesin hak aramak için çalacağı son kapı, bu nedenle de bireyin, toplumun, kamu düzeninin ve nihayet hukuk devletinin sigortası ve teminatıdır. Kültürümüzde "Adalet mülkün temelidir." sözüyle ifade edilen de esasen budur. Literatürde yargıya güven yüzde 50'nin altına düşen toplumlarda sosyal çalkantı ve çatışmaların yaşanacağı varsayılır. İnsanlar haksızlığa uğradıklarını düşündüklerinde güvenmedikleri bir yargıya başvurmak yerine haklarını bizzat alma yoluna giderler ve bu da anarşizmi, kaosu doğurur. Bir hukuk devletinin üç temel ögesi vardır: Kanuni idare, idarenin yargısal denetimi ve bağımsız yargı. Devletin tüm organları, kurumları ve kamu görevlileri bütün işlemlerini kanuna uygun olarak yapması kanuni idaredir. Kanuna uygun yapıp yapmadıklarının incelenmesi ise idarenin yargısal denetimidir. Bu denetimi yapacak organ olan yargının da bağımsız olması gerekmektedir. Son yıllarda torbalarla yapılan yasaların kısa süreler içerisinde değiştirilmesi, yenilenmesi daha açıkçası siyasi iktidarın hukuk sisteminin genleriyle oynaması hukuki güven ve istikrarı bozmuştur. Yapılan yasalara idare başta olmak üzere kurumların ve kişilerin uymama eğiliminin güçlenmesi, yargının uyma yolundaki kararlarının etkisizleştirilmesi ve nihayet yargının karar verme süreçlerinin hukukilikten uzaklaşması yargıya güveni hızla aşağıya çekmektedir. Bu noktaya gelinmesinde diğer faktörlerin rolü göz ardı edilmese de esasen yargıya güvenin dibe vurmasında bizatihi yargı kurumunun etkisi olduğu da bir gerçektir. Avrupa Birliği normlarına uyum bağlamında hukuk hayatımızda yoğun değişimlerin yaşandığı 2000'li yılların başından bu yana Anayasa ve yasalarımızda yapılan değişiklikler ne yazık ki yargı örgütümüzce gereği kadar anlaşılıp uygulanamamış, eski geleneklerini de yok eden bir arabesk anlayışın sevk ve idaresinde hukuksal bir keşmekeşe neden olunmuştur. Yüksek yargı kararlarındaki hukuki yanlışlıklardaki büyük oran yanında kamuoyunda gündemi işgal eden davalardaki hukuk skandalları da toplum nezdinde yargıya güven erozyonu oluşmasında etken olmuştur. Yüksek yargı yanında bir dönemin özel yetkili hâkim ve cumhuriyet savcıları da aynı şekilde belli bir mensubiyet kriterine göre atanmışlar ve özellikle dinlemeler konusunda toplumda bir paranoyaya sebebiyet vermişler, hukuka aykırı delil ve gizli tanıklar ile toplum üzerinde hegemonya oluşturmaya çalışmışlardır. Nitekim, bunda, azımsanamayacak derecede başarılı olmuşlardır.
Yargının sevk ve idaresini yapan 2010 yılında yapılan referandumla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda yapılan değişiklikle düzenlenen HSYK'dan sonra, önceki dönemlerin tümünde yüzde 50'lerin altına hiç düşmeyen yargıya güven reformist olarak millete yutturulan değişimlerden sonra, ne yazık ki, bugün yüzde 17'lerdedir. Bunun en temel sebeplerinin başında, yargıyı ele geçirme düşüncesiyle önce itibarsızlaştırıp sonra da istediği gibi dizayn etmek isteyen AKP'nin eski liderinin kendi ağzıyla meydanlarda açık açık "Ben bu yargıya güvenmiyorum." demesi gelmektedir. Esasen bu mantık "Ben seçildim her şeyi yaparım." mantığı değil midir? Yapmış olduğu Anayasa değişikliği ile yargıyı dizayn edeceğini ve önünde son engel olarak gördüğü yargı erkini de kontrolü altına alacağını sanan eski lider, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturması ortaya çıkınca, güya dizayn ettiğini sandığı yargı kendisine, ailesine ve suç ortaklarına yönelince yanlışını anlamışsa da artık çok geç kalmıştır. Zira, artık, yargı siyasallaşmış, artık tuz kokmuştur. Yargıya güvensizlik kamu düzeni için ciddi tehlikeler içeren bu boyutundan kurtulamazsa yasa dışılık meşrulaşır ve anarşizm başlar ve bu anarşizmin en önemli müsebbibi AKP zihniyetidir.
Sayın milletvekilleri, konuşmamı kısa ama tarihî bir anekdotla bitirmek istiyorum: "Kanuni Sultan Süleyman, aynı zamanda süt kardeşi olan Yahya Efendi'ye sorar: Bir devlet hangi hâlde çöker? Sultanım, bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de 'neme lazım' deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa işte o zaman devlet çöker."
Devleti çökertmeye çalışanların tarihten ders alacak kadar ihtiyatlı davranmalarını, aksi hâlde tarihin ihtiyatsızlar için acımasız olduğunu hatırlatır, bu vesileyle hepinize saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar)