GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, Soma ve Ermenek'te meydana gelen kazalar başta olmak üzere madenlerde iş kazalarını önleyici politikalar geliştirmediği ve tedbirleri almadığı, iş yeri denetimlerinin etkin olarak yapılmasını sağlamadığı, siyasi ve maddi nüfuz sahibi çevrelerce yönlendirildiği ve mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarını çözmediği iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/40)
Yasama Yılı:5
Birleşim:24
Tarih:09.12.2014

CHP GRUBU ADINA ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Halkların Demokratik Partisinin Sayın Bakan Faruk Çelik hakkında vermiş olduğu gensoru üzerinde grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Maalesef, bugün tarih tekerrür ediyor. 22 Mayısta da bu kürsüdeydim ve 2 bakan hakkında Soma'dan sonra verilen bir gensoruda konuşmuştum. Tabii, işin kötü tarafı bunun tekerrür etmesi değil, o faciadan sonra bir kez daha bu kürsüye gelme sebebimizin bu kez de Ermenek'te 18 madencimizi kaybetmiş olmamız; sadece Ermenek'teki 18 madenci değil, o kazadan bugüne kadar, arada 50'den fazla, 54 tane madencimizi Türkiye'de madenlerde kaybetmiş olmamızdan dolayıdır.

Maalesef, basit bir sarmal, bir kısır döngü içerisindeyiz Meclis olarak. Soru önergeleri veriliyor, araştırma komisyonları önergeleri veriliyor, bakanlar hakkında gensorular veriliyor, oylamalar yapılıyor, "hayır" oyları veriliyor ve sonunda ölümler devam ediyor. 20 Ekimde Uyar Madencilikteki son büyük kazadan sonra, 23 Ekimde önergemizi verdik ama gündeme aldıramadık. 29 Nisanda Soma bölgesiyle ilgili bir komisyon kurulmasını önerdik, "hayır" oyları geldi iktidar partisinin çoğunluk oylarıyla, 13 Mayısta Soma'yı yaşadık. 22 Mayısta bakanlarla ilgili gensorumuzu verdik, iktidar partisi "hayır" oylarıyla bakanı korudu, maalesef Ermenek'i yaşadık. Sarmal devam ediyor. Sırada hangi tarih var bilmiyoruz ama hepimiz sırada neyin olduğunu biliyoruz. Maalesef, böyle giderse sırada yine ölüm var, yine acı var, yine gözyaşı var. Belki bir iki saat sonra, belki bir gün, bir hafta, bir ay sonra ama mutlaka, bu düzen böyle giderse madenci ölümleri, emekçi ölümleri sürecek.

Sayın Süleyman Çelebi burada. İş Güvenliği Kanunu çıkarılırken hep birlikte önce komisyonda, sonra alt komisyonda, tekrar komisyonda, sonra burada inanılmaz bir mücadele verdik. Sonra, konuşurken dedi ki: "Belki şu anda bir emekçi kardeşimiz hayatını kaybediyor olabilir." O daha kürsüden inmeden önce, Meclisin şimdi üzerinde oturduğumuz ek hizmet binasının inşaatında bir emekçimiz hayatını kaybetmişti. Biz burada çoğunluk oylarınızla Bakanın aklanmasına ve göreve devam etmesine şahitlik edebiliriz ama şunu bilin, bu oylarınız madencilerin ve emekçilerin ölümünün sürmesine sebebiyet veriyor. Bu yüzden biraz daha dikkatli olmamız, biraz daha elimizi vicdanımıza koymamız gerekiyor.

Daha iki gün önce Osmaniye'de, hemen ardından Zonguldak'ta birer madenci kardeşimizi kaybettik. Osmaniye ve Zonguldak'ta kaybettik ama Sayın Taner Yıldız -birazdan onun da gensorusu görüşülecek- çıktığında sorsanız "Zonguldak'taki maden, maden değil; madenci de madenci değil." diyecek. Nereden mi biliyoruz? Şırnak milletvekilimiz Plan ve Bütçe Komisyonunda Şırnak'taki ocakla ilgili sorular sorduğunda "O, madenci değil ki; o maden, kaçak bir maden ocağı." demişti. Düşünebiliyor musunuz, terk edilmiş maden ocaklarının girişinin göçertilip göçertilmediğine bakmayan, orada kaçak faaliyet yapılıp yapılmadığını denetlemeyen, eski imalatlarda ne olduğunu izlemeyen, merak etmeyen -işte, gaz dolarsa Soma oluyor, su dolarsa Ermenek oluyor- buradaki sorumluluklarını yerine getirmeyen, eski imalatlarla ilgili projeleri maden haritalarına günü gününe işlemeyen MİGEM'in başındaki Bakan kaçak bir maden ocağı olduğunda orada ölenlere "madenci" diyemeyebiliyor. Bu inanılmaz bir şey.

Peki, Sayın Bakana sormak lazım -o, hadi demiyor ama- Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde birileri bir yerlerde kaçak ocaklarda çalışıyorsa, çıkrıkla aşağı iniyorsa ekmeğinin peşinde, oralarda can veriyorsa, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı bundan sorumlu değilse, onun ilgi alanında değilse, onun sorumluluk alanında değilse kimin ilgi alanındadır? Lütfen buna dikkat edelim.

Sayın Bakanın halef-selef ve selef-halef olduğu bir bakan arkadaşı var. Kendisi -Ömer Dinçer- bir facia olduğunda en son söylenecek sözü de değil, hiç söylenmeyecek sözü, gelir, pat diye söylerdi. "Güzel öldüler." demişti madencilere. "Güzel öldüler, aileleri üzülmesin." demişti. Sayın Bakan Allah için öyle değil. Bir facia olduğunda, bir acı yaşandığında, bir kaza yaşandığında Sayın Bakan söylenmeyecek sözü söylemiyor, söylenmesi gerekeni söylüyor, hani hepimizin yüreklerine su serpecek olanı söylüyor, ideal bir Çalışma Bakanı neyi demesi gerekirse onu söylüyor. Mesela "Taşeron uygulaması emeğin sömürüsüne dönüştü. Bu düzen artık sürdürülebilir değil. Kazayla ilgili tek bir karanlık nokta ve sorumlulardan hiçbir tanesi cezalandırılmadan kalmayacak." diyor. 22 Mayısta, burada, gensoru görüşmesinde diyor ki: "Ben yapılan işleri söylüyorum arkadaşlar. Yapmayan varsa canı cehenneme! Onun da canına okumak hepimizin boynunun borcu." Neredeyse alkışlayacağız. Devam ediyor -okumak istiyorum, çok manalı- diyor ki Sayın Bakan: "Bir diğer önemli konu. Bugün yine, işçilerimiz iki hususu gündeme getirdiler. Biri taşeron uygulaması. İnşallah, bu konuyu, yine, hep birlikte çözeceğiz. Bu yasama yılı kapanmadan, bu taşeron, sömürü anlayışını kapatacağız arkadaşlar. Bunun bitmesi gerekiyor, bunu belirtiyorum." Bunları Çalışma Bakanı Faruk Çelik söylüyor ve olması gerekeni söylüyor.

Ama sonra acılar unutulmaya başlayınca, yaralar biraz kabuk tutmaya başlayınca, hepimizin şikâyet ettiği o toplumsal hafızamız birazcık bunları unutmaya başlayınca, maalesef, Sayın Bakan aslına rücu ediyor. Hepimizin bildiği iktidar politikalarını savunan ve uygulayan, taşerondan yana, sömürüden yana, sermayeden yana bir tavır içine giriyor. Ne zamana kadar? Ta ki bir dahaki faciaya kadar.

Ermenek oluyor. Sayın Bakan Ermenek'te o madenin üstünde samimi duygularla, buğulu gözlerle aşağıya bakıp diyor ki: "İnsan çıldıracak gibi oluyor. Bu madene ruhsat mı verilir? Açıkça söylüyorum, bunu manşet yapın. Bu yapı kaza üretir." Devam ediyor, diyor ki: "Bir madeni kapatıyorsun, 50 kişi ricaya geliyor." Bütün Türkiye bu vicdanlı sese, bu öz eleştiriye kulak veriyor. Sonra, Sayın Bakan Plan ve Bütçe Komisyonuna geliyor ve Plan ve Bütçe Komisyonunda ona bu 50 kişi sorulmaya başlayınca kızıyor, köpürüyor, şöyle söylüyor: "Onların hepsi AKP'li gibi bir imaj yarattılar; böyle bir şey yok!" Sayın Bakan, onların hepsinin AKP'li olmasıyla bir derdimiz yok. Onların içinde valinin olması, kaymakamın olması, Soma Araştırma Komisyonunun -kendi ifadesiyle- Başkanının olması veya diğer kişilerin olması, işçilerin olması daha kötü ya. Sadece "AKP'liler" deseydi, siyasi bir meseleye dönüştürürdük, orada bırakırdık ama sistemik bir sorun var. Çalışma Bakanı bu sistemik sorunu görüp çözmesi gereken makamdadır. Eğer bu sorun çözülmüyorsa ondan sonrasını bilemiyorum. Ama, herkese sormak lazım, iki olmazdan birini soracağım aslında yani en son söylenmeyecek sözü bile en baştan söyleyen Sayın Ömer Dinçer mi, yoksa kazadan sonra söylenmesi gerekenleri söyleyip sonra acılar unutulmaya başladığında bu sözleri bir yana bırakan Sayın Faruk Çelik mi? Biz ikisinden birisini tercih etmek zorunda olmamalıyız. Ama, maalesef sizin oylarınızla bu düzen böyle devam etmeye gidiyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Peki, AKP Grubunun durumu farklı mı? Bir de ona bakalım kısaca. Kocaeli Milletvekilimiz Haydar Akar, bu ölümler, bu yer altındaki vahşet canına tak etmiş, geçen sene ocak ayında komisyona kanun teklifi vermiş yer altında taşeron uygulaması sonlandırılsın diye. Soma faciasından sonraki hafta İç Tüzük'ün 37'nci maddesi gereğince Meclise geldi. Normalde tamamını, komisyonda kırk beş gün içinde gündeme alınmadığı için reddediyorsunuz. O gün oradaydım, Mahmut Tanal'ın oturduğu yerde oturuyordum. Arkadan öne doğru inanılmaz bir baskı geldi AKP Grubundan ve dediler ki: "Ya, biz buna nasıl karşı çıkarız?" Grup başkan vekilleri arasında istişare ettiler ve o gün o öneriye AKP Grubu "evet" oyu verdi ve Haydar Akar'ın bu önerisi 591 sıra sayısını aldı. Sonra, Sayın Akif Hamzaçebi "AKP Grubu bu oyu vermişken bunu derhâl getirelim arkadaşlar." dedi. Ertesi gün, bu sefer, önerimizde bunun gündeme alınmasına grubunuz "hayır" oyu verdi ama vicdanları "hayır" vermek istemeyen önemli sayıda milletvekiliniz dışarıya gittiği için, muhalefet daha kalabalıktı, Sayın Başkanın oylama sonucuna göre gündemde öne çekilmesi de kabul edildi. Yasalaşmaya bir şey kalmamıştı artık. Ne yaptınız, biliyor musunuz arkadaşlar? Çoğunluğunu kullanarak, bir hafta boyunca, 591 sıra sayısının görüşülmemesi için, Meclisi çalıştırma görevine sahip olan iktidar partisi içeride çoğunluk sağlamayıp karar yeter sayılarıyla Meclisi kapattıracak kadar bu işten geri durdular. Şimdi Sayın Bakana "Sen o gün öyle konuşuyorsun da bugün nasıl böyle konuşuyorsun?" demeye hepimizin hakkı var ama hiçbirinizin hakkı yok arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Peki, şimdi bir oylama yapacağız; bu oylamada "Evet." diyenlerimiz, "Hayır." diyenlerimiz olacak. 13 Mayıstaki Sayın Faruk Çelik'i mi, yaz ortasındaki Faruk Çelik'i mi oylayacağız? Ermenek'teki Faruk Çelik'i mi, Plan ve Bütçe Komisyonundaki Faruk Çelik'i mi oylayacağız? Peki, siz, Soma'dan sonra elleri "hayır"a kalkmayan, vicdanlarının sesini dinleyen AKP Grubu olarak mı oy vereceksiniz, yoksa o acılar unutulduktan sonra bu acımasız politikaları buradan geçirmekle yükümlü olan bir grup olarak mı oy vereceksiniz? Herkesi elini vicdanına koyarak oy vermeye davet ediyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Unutulmasın, oylama ezilen ile ezen arasındadır. Unutulmasın, oylama sömüren ile sömürülen arasındadır. Unutulmasın, oylama vicdan ile vicdanı katılaşmışlar arasındadır. Emeğin en yüce değer olduğunu savunanlar ile "Sermayenin partisi, ülkesi, milleti, sınırı olmaz." diyenler arasındadır. Burada herkesin kendi özgür iradesiyle davranacağını ümit ediyoruz.

Sayın Bakanın 3'üncü dönemi arkadaşlar. Makam arabasına altı ay daha binmese, o Bakanlık koltuğunu altı ay daha işgal etmese boyu ne uzar ne kısalır Sayın Çelik'in. Merak etmeyin, "hayır" oyu verdiğinizde oraya muhalefetten bir bakan oturmayacak, yine Recep Tayyip Erdoğan'ın takdir ettiği, Sayın Davutoğlu'nun teklif ettiği ve Recep Tayyip Erdoğan'ın onayladığı bir bakan oturacak buraya, sizin grubunuzdan olacak. Ama o bakan -eğer siz bu bakanın yapmadığını yerine getirirseniz- şunu bilecek, diyecek ki: "Bu sömürü düzenini bitirmeyle ilgili Parlamentonun ve özellikle benim grubumun benden bir talebi var." O bakan diyecek ki: "Eski düzen gidersem, emek sömürüsüne engel olamazsam, işlevsiz denetimi sürdürürsem sonum da benim bir önceki bakan gibi olur." Sizin oyunuzun böyle bir önemi var, yoksa iktidar falan el değiştirmez. Ama, gensoru en sonunda siyasi bir metin ve biraz önce teklif ettik bir başka tavır içinde olmanızı... Ama, birlikte davranmamız için çeşitli enstrümanlar var, onlardan bir tanesi Soma için kurduğumuz komisyondu. O komisyon, raporunu geçen hafta hazırladı ama komisyon raporları muhalefet şerhleriyle ayrılmaz bir bütündür ve o günlerde "Soma Komisyonu çok çalışmış, briket gibi bir rapor yazmış." diyenlere karşı Cumhuriyet Halk Partisinin tuğla gibi bir muhalefet şerhi var arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) O briket gibi rapora inanılmaz katkı verdik, hep birlikte çalıştık ama o rapor mütemmim cüzüyle, ayrılmaz parçasıyla muhalefet şerhlerini beklemeden Meclis tarihinde görülmemiş bir basın toplantısıyla kendini Başkanın ağzından tanıttı ama o 950 sayfalık raporun içinde bulamadıklarınız olacak.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) - O briketin çimentosu da dağılacak.

ÖZGÜR ÖZEL (Devamla) - Bugün teslim ettiğimiz bu rapor muhalefet şerhiyle birlikte basılacak ve odalarınıza ulaştığında bu 900 sayfalık briketin içinde bulamadığınız bazı şeyleri bunun içinde bulacaksınız. Bunun içinde bulacağınız, aslında kamuoyundaki en büyük sorunun cevabıdır. Sayın Alaboyun bu raporla ilgili açıklamayı yaptığında tüm basında, hatta uluslararası basında, hatta sosyal medyanın her tarafında şu soru çıktı, dediler ki: "Soma Komisyonu her şeyi araştırdı, her şeyi tespit etti, bir tek sorumlusunu bulamadı." Onu bulmak istiyorsanız muhalefet şerhimiz emrinizde. Orada şunu okuyacaksınız: "Türkiye'nin enerji politikasındaki açmazlarından, uluslararası enerji ihalelerinde ülkemizin büyük miktarlarda kamu zararına uğratılmasından, Türkiye'de anayasal güvence altındaki kamuya ait maden rezervlerinin siyasi ve ekonomik bir rant alanına dönüştürülüp dağıtımı ve yönetiminden, bu rant alanının tanımı ve tasnifi için Anayasa ve kanunların arkasından dolanarak yapılan muvazaalı sözleşmelerden, dünyanın en riskli işi olan madenciliği, meslek odalarının ve üniversitelerin bilimsel uyarılarına kulak tıkayarak ve iş güvenliğini hiçe sayarak sadece kâr odaklı gören sistemden, madenlerdeki denetim zafiyetinden, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki büyük ihmallerden, en temel insan hakkı olan yaşam hakkının ihlal edildiği bir çalışma düzeni ve ortamından, madenlerin ruhsatlandırılmasında nihai karar verici dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bakanları Taner Yıldız ve Faruk Çelik ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.

Bunu okuduğunuzda artık bu tespitlerin karşısında neye oy vermeniz gerektiği konusunda bir kez daha konuşabiliriz ama şunu açıkça ifade etmek istiyorum: Şimdi, Manisa'nın Akhisar'ında bir Soma davası görülmeye başlanacak, hiç şüphesiz Karaman'da da Ermenek davası görülmeye başlanacak. Orada birtakım kişiler suçlanacak, yargılanacaklar, cezalar alacaklar ama gerçek Soma ve gerçek Ermenek davası. Görevlerini, üstlerine düşenleri yapmadılar, bugün burada siz yaparsanız o yolu açarsınız. Açmazsanız grubumuzun vereceği soruşturma önergesinde iki bakan soruşturulduktan sonra sevk edildiklerinde. Yok, ona da çoğunluk oyuyla karşı çıktınız, o zaman mutlaka ve mutlaka demokratik yollardan iktidardan uzaklaştığınızda kurulacak olan Yüce Divanda gerçek Soma, gerçek Ermenek davası görülecektir ve ondan sonra bir daha Somalar, Ermenekler ve bunun gibi çok sayıda kaza hayatımızdan çıkacaktır arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, son bir hususa daha değinmek isterim. O da Sayın Bakanın belki de siyasi hayatı bittiğinde en çok pişman olacağı ama bugün başka çaresi olmadığı için o yola uzandığını, tevessül ettiğini düşündüğümüz bir durumla ilgili. Biraz önce okumuştum, boşuna okumadım onu. Sayın Bakan bir faciadan, bir acıdan sonra olması gereken bir bakana dönüşüyor, doğruları söylüyor demiştim. Orada ne diyordu Sayın Bakan? Diyordu ki: "Hiçbir suçlunun, hiçbir sorumlunun cezasız kalmasına izin vermeyeceğiz." Peki, Sayın Bakandan müfettişleri için soruşturma izni istediler, Sayın Bakan bu izni vermedi. Müfettişler için soruşturma izni vermediği gibi "Şimdi beni ve benim gibi, bürokratlarımı sorumlu tutmak için birtakım istekleri var." dedi. "Bu tür olayların tek sorumlusu biz miyiz?" diye sordu? "Tüm muhataplara bakmak lazım. Benim tarafımda sadece teftiş var. Bu işin tek tarafı biz miyiz? Kamu sorumlusu dediğiniz sadece bizim Bakanlığımız mı?" Bir adres gösteriyor, bir yeri tarif ediyor. Sayın Bakan merak etmeyin, elbette siz değilsiniz sadece, Taner Yıldız da var. Ve 2013'ün Temmuzunda "Ben ramazana Ramazan'la girerim." deyip, Ramazan Doğru'nun maden ocağına gidip "Bu ocak örnek bir maden ocağıdır." deyip "Türkiye'nin en güvenli ocaklarından biridir." diye dönemin Cumhurbaşkanına faciadan sonra bilgi notu ulaştıran Sayın Taner Yıldız ve bürokratları da elbette sorumlu. Ama siz Sayın Bakan bizim sorumuza şöyle bir cevap verdiniz: "Her trafik kazası olduğunda trafik müfettişlerini mi yargılayacağız yani trafik polislerini mi sorumlu tutacağız?" Sayın Bakan, lütfen şöyle düşünün: Bir trafik kazası olmuş, şoför yüzde 250 alkollü. 1 kilometre önce trafik çevirmesinde alkol muayenesi yapmışsınız, alkol sıfır çıktı diye yoluna devam ettirmişsiniz. Bu şartlar altında trafik polisinin, trafik müfettişinin sorumsuzluğundan bahsedebilir misiniz? (CHP sıralarından alkışlar) Ve bugün o müfettişlere niçin izin vermediğinizi böyle akıl almaz bir benzetmeyle anlatıyorsunuz. Ama yardımcı olayım Sayın Bakan, niçin izin vermediniz, veremediniz: Güneş çarığı, çarık ayağı sıkıyor. Her şey ama her şey, eğer o müfettişleri yargının eline verirseniz onun da sizi ele vereceğinden, bir üstüne bir üstüne derken sıranın size ve sizden bir üste gideceğinden hareketle buna izin vermiyorsunuz.

Sayın Bakan, şunu çok iyi biliyorsunuz ki bütün organize suç örgütleri tepeden aşağıya doğru yönetilir ama aşağıdan yukarıya doğru çökertilir. Eğer siz o müfettişlere soruşturma izni verirseniz adalet yolunda en önemli kavşaklardan birinde adaletin karşısına önce siz sonra da bir başkası çıkacak yani o organize suç örgütünün en tepesi. İster bu suç örgütünün lideri bir gecekonduda saklanıyor olsun isterse inşa ettiği bir kaçak sarayda seyrüsefa sürsün, adaletin elinden kurtulamayacaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Hepinize saygılar sunuyor, oylamada bir kez daha, Soma faciasından sonraki vicdan durumunuzla oy kullanmanızı takdirlerinize arz ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)