| Konu: | HDP Grubunun, Mardin Milletvekili Erol Dora ve arkadaşları tarafından, Türkiye'de eğitim sisteminin en önemli bileşenlerinden biri olan ders kitaplarının içeriğinin araştırılması amacıyla 17/11/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun bilgisine sunulmak üzere bekleyen diğer önergelerin önüne alınarak, Genel Kurulun 27 Kasım 2014 Perşembe günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve ön görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 20 |
| Tarih: | 27.11.2014 |
HALİDE İNCEKARA (İstanbul) - Evet, değerli hazırun, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
HDP Grubunun vermiş olduğu ders kitaplarının içeriğinin araştırılmasıyla ilgili araştırma önergesi üzerine söz almış bulunuyorum.
Gerekçenizi okudum, gerekçe çok güzel hazırlanmış. Keşke gerekçenin içine sıkıştırılmış ayrımcı ifadeler tekrar olmasaydı. Ama bu bir art niyetle yapılmıyor. Yani hepimiz aslında, yılların üzerimizde ve dilimize biriktirdiği alışkanlıkları istesek de istemesek de birleştirirken dahi ayrıştırmak üzerine kurmak zorunda kalıyoruz. Belki demek istediğimiz o değil ama karşıdaki algılama maalesef böyle oluyor.
Öncelikle, ben "Bir kitap, bir müfredat nasıl hazırlanır?" diye Millî Eğitim Bakanlığına dedim ki: "Bildiğimizin dışında bir şey varsa bunları paylaşalım." hem sizlerle de paylaşalım isterim. "Bir kitap nasıl hazırlanır, bir kitap nasıl yazılır?" Çünkü ben en son, liseye giden kızımla bir sosyoloji dersi çalışırken "Anne, anlamıyorum ben bu kitabı." dedi, gerçekten, okudum, ben de anlamadım. Niye anlamadım? Çünkü kullanılan dil, cümle uzunluğu, paragraflar, birkaç paragrafa bölmemi gerektiriyordu. Döndüm, Bakanlıkla konuştum, dedim ki: "Daha kısa, daha anlaşılabilir kılmak lazım." İşte o safhada da merak ettim "Bir kitap ve içeriği nasıl hazırlanır?" diye.
Şimdi, programların bir güncellenmesi var yani Bakanlığın içinde bu güncellemeyi de... Millî Eğitim Bakanlığı, akademisyenler, öğretmenler, öğrenciler, veliler, sivil toplum kuruluşu temsilcileriyle gerçekleştirilen bir program tasarımı ve bu programa göre de ders kitapları hazırlamaya başlıyor. Ders kitaplarının bir kısmı Bakanlığın bizzat kendisi tarafından bastırılırken bir kısmı da dışarıdan önerilen kitapların ihale yoluyla satın alınmasını içeriyor. Peki, nedir bir ders kitabının hazırlanmasında uyulması gereken usuller? Dersin eğitim ve öğretim programını kapsayacak şekilde olması. Dersin özelliğine göre ünite, bölüm, tema içeriğine uygun bir denge kurulması. Konuların işlenişinde öğrencinin seviyesine ve gelişim özelliklerine uygun olarak anlaşılır, yalın bir dilin kullanılması diye devam eden şartlar. Peki, bunlar nasıl yapılıyor? Yani bir kitabın çocuğun önüne gidebilmesi için hangi merhalelerden geçmesi gerekiyor? 30 bine yakın eğitilmiş, sistemde kayıtlı olan öğretmenler içinde tesadüf seçmeyle 6 öğretmen seçiliyor ve önerilen kitaplar kendilerine gönderiliyor, bunlar okunuyor, raporları tekrar Millî Eğitim Bakanlığına geliyor. Daha sonra, birbirini tanımayan bu 6 öğretmenin tahlili sonucunda -bir araya gelmesinde- bir kitap düzeltilmiş, önerilmiş ve ihaleye çıkmış hâle geliyor, kitabın basımına geçiliyor.
Peki, ders kitabını da hangi kriterlere göre inceliyor bu öğretmenler?
1)
İçeriğin Anayasa ve kanunlara uygunluğunu inceliyorlar.
2)
İçeriğin bilimsel olarak yeterliliğini inceliyorlar.
3)
İçeriğin, eğitim ve öğretim programının kazanımları gerçekleştirme yeterliliği, görsel tasarımın ve içerik tasarımının öğrenmeyi destekleyecek nitelikte olması ve öğrencilerin gelişim özelliklerine uygunluğu olmak üzere 3 kriter üzerinde değerlendiriyorlar.
Ders kitaplarının incelenmesi ve değerlendirilmesinde, kitaplardaki ayrımcı, bir kesimin değerlerini ve inançlarını tahrik edici nitelikte içeriklerin ve görselliklerin ayıklanmasında şu kriterleri esas alıyorlar:
Taslak ders kitapları Anayasa ve Millî Eğitim Temel Kanunu'nda açıkça hükme bağlanmış, eşitlik ilkesini gözeterek temel insan hak ve özgürlüklerini destekleyen ve her türlü ayrımcılığı reddeden bir yaklaşımla hazırlanır.
Konuların işlenişinde ya da örneklerle insanların ve olayların sunulmasında toplumculuk, eşitlik ilkesi gözetilir.
İçerikte ve görsel ögelerde bireylerin hak ve özgürlüklerini ihlal edecek unsurlar bulunmaz.
İnsan haklarına aykırı, ayrımcılık ve önyargı niteliğini taşıyan ifadeler kullanılamaz.
Taslak ders kitabında kullanılan birey adları eşitlik ve genellik ilkesinin gereği olarak toplumda kullanılan adlardan dengeli biçimde seçilir. Toplumun yalnızca belirli bir kesimini temsil edecek şekilde kullanılamaz.
Verilen örneklerde ve kullanılan karakterlerde cinsiyet açısından makul bir denge gözetilir.
Anlatım, görsel öge ve çizimlerde toplumun değer yargıları, giyim ve hayat tarzı doğru olarak yansıtılır. Toplumun bir kesimini, siyasi görüşü ya da düşünce biçimini küçük düşüren veya önyargı oluşturabilecek anlatımlara yer verilmez.
Böyle ilkeler çerçevesinde hazırlanan ders kitapları yine de herkesin arzu ettiği felsefeyi, ruhu sokağa yansıtabiliyor mu? Gerçekten kişilerin kendine benzemeyen, kendinden olmayanlarla birlikte yaşama kültürünü oluşturabiliyor mu? Fakat şunu söyleyeyim: Yüzyıllara sâri problemlerimizi birkaç yıl içinde çözme lüksü hiçbirimizin gücü ve kudreti dâhilinde değildir. Dillerimizi ve zihinlerimizi değiştirsek bile bunları davranış biçimlerimize yansıtmamız maalesef engellenmektedir. İnsanoğlu bölünerek, ayrışarak yaşamayı sevmektedir ve bizim bütün eğitim sistemimizi, ayrışarak, taraflara ayrılarak yaşamayı seven insanoğlunu birleştirerek, aynı şuurda, aynı sevgi, hoşgörüde ve aynı hak ve hukuk karşısında eşit vaziyette yönetmenin siyasetin de sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Fakat, arkadaşlar, biz çok karamsar bir tabloyla durmadan kötülük ve kötüler üzerine konuşarak da hayatı devam ettiremeyiz. Bırakın ayrımcılığın unsurlarını, ders kitaplarındaki satırları konuşmak yerine, biz okulları yakılan bir ülkeden elhamdülillah bugünlere gelmiş bulunuyoruz. Bir komşunun diğerine düşman olduğu bir toplumdan bugünlere gelmiş ve yarını hep birlikte inşa etmekten konuşuyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şunu söylemek isterim ki bir Osmanlı bakiyesi olan, görgüsü, kültürü, dili, felsefesi, bir sürü anane, geleneği birbirinden farklıyı yeni Türkiye ve yeni dünyanın yeni insanıyla birlikte buluşturmak hepimizin boynunun borcu fakat biz, özellikle 40'ının üzerinde olanlar için söylüyorum, kullandığımız dil 40'ının üzerinde olanlar için çok anlamlı olabilir, birbirimizin çok hoşuna gidebilir fakat yanınızdaki 18 yaşındaki bir genç kızın, bir delikanlının şuurunda durmadan yeniden bir ayrımcılığı oluşturmak... Çünkü neredeyse o kadar barış ve ayrımcılık konuşur olduk ki "barış ve ayrımcılık" sözcüğünün bizzat kendisi ayrımcılığın nedeni olmaya başladı çünkü biz kavga ediyorsak çocuklarımız etmemeli, biz tartışıyorsak çocuklarımız etmemeli. Tarihin içinde durmadan kin ve nefrete dayalı söylemler üretmemeliyiz.
Anadolu'da nedir kan davalarında, ne yaparız? Sülalelerin barışması için yemekler hazırlanır, oturulur masanın başına, dualar edilir, değil mi? Ne oluyor ki biz sokakta bitirmeye çalıştığımız kan davalarını siyaset dilinde yeniden, yeniden, yeniden tazeleyerek, yeniden önümüze koyarak yaşatmaya çalışıyoruz? Evet, biz 40'ın üzerindekiler yaşanmış çileleri, kederleri, arızaları bileceğiz, konuşacağız ama her konuşmamızda, her mikrofonda, her kayda geçişinde bu sözü 6 yaşındaki, 8 yaşındaki, 10 yaşındaki, 22 yaşındaki bir genç duyduğunda ne hisseder? Onun için bizzat "barış", "demokrasi", "ayrımcılık" gibi kelimelerin kendisini genç şuurlarda başka bir ayrımcılığa sebep olmayacak şekilde düzenlemenin gerekli olduğunu düşünüyorum.
HASİP KAPLAN (Şırnak) - Nasıl ayrımcılık kavramı olur demokrasi? Yapmayın ya!
HALİDE İNCEKARA (Devamla) - Bir de ben demin sordum, aşağı yukarı 3 bine yakın araştırma önergesi verilmiş. Araştırma komisyonu, denetleme faaliyetlerinin en önemlilerinden biridir fakat araştırma komisyonu bakanlıklardan, kurumlardan ve kanunlardan rol kapma yeri değildir; yani Millî Eğitimin yapacağını oturup biz yapalım, Savunmanın yapacağını oturup biz yapalım... Ya bütün bu istediğimiz araştırma komisyonlarını kurmaya kalksak bir kere Parlamentoyu çalıştıramaz duruma getiririz. Onun için herkesi -geçen gün kuruldu Kadına Karşı Şiddet Komisyonu- toplumun her bireyini ilgilendiren konularda sonuçları tartışmak, felsefesini tartışmak araştırma komisyonunun yeridir ama bakanlıklardan rol ve görev kapmak yeri burası değildir.
Yine de sokaktaki şiddetten, okul yakmaktan, dersin içindeki kelime hassasiyetine gelinmesini son derece takdirle karşılıyor, bu duygu, düşüncelerle hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)