| Konu: | Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 19 |
| Tarih: | 26.11.2014 |
DEMİR ÇELİK (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi şahsım ve partim adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Evet, devlet, 6 bin yıldır hiyerarşik ve tahakkümcü olma özelliğiyle toplumun geleceğini, özgürlüklerini gasbetmeye devam ediyor. Devlet, bu gasbına nasıl meşruiyet kazandırabilir? Ancak ve tek bir koşulu vardır; toplumun çoklu kültürüne, kimliğine saygılı olan, toplumun canlı bir organizma olmasından kaynaklı, engelleyen, onun gelişmesini, erteleyen değil onu büyüten, çoğaltan, ihtiyaçlarını meşru zeminde tutan olmalıdır. Devlet bu özelliklerini muhafaza ettiğinde yani kimliklere, dinlere, kültürlere, eşit ve adil yaklaştığında itibar sahibi olur, güç sahibi olur, bu devlet adil ve eşitlikçi olur. Adil ve eşitlikçi olamayan, hiyerarşiyi, tahakkümü, hegemonik gücünü topluma ve toplum dinamiklerine dayatan ise kaybedendir, otoriterizmden totaliterizme, oradan faşizme kadar evrilecek bir kısım tarihsel düzeyde siyasal, sosyal, kültürel, ekolojik yıkımlara neden olur. Tarih bununla doludur, örneklerini çoğaltabiliriz ama güncelimiz değil.
Buna karşın toplum eğer insanlığın ortak değerleri olarak kültürüne, kimliğine, dinine, vicdanına seslenir, sahip çıkarsa, ötekisi Yaradan'ın yarattığı özellikleriyle kabul görür, saygılı olursa kazanan toplum olur, toplumsal dinamikler olur. Ama kimliklerden birini reddeder, kimliklerden birine düşman hukukunu uygularsanız devlet, adaleti dağıtan, devlet adil davranmayı sağlayan organizmadan çıkmış olur. Adaletsizliğin, hukuksuzluğun dize vurduğu, çöktüğü ve çözümlendiği bir noktaya gelmiş olur, ki orada devlet de kaybeder, toplum da kaybeder.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu nedenle devlet adil ve eşit olacaksa dinî, kimliği ve kültürel farklılıklara nötr olmalı, eşit davranmalı, eşit mesafede yaklaşmalıdır. Eşit mesafede yaklaştığı dinsel kimliğe, cinsel kimliğe ya da etnik kimliğe bağlı olarak barış içerisinde bir arada yaşamanın fırsatı her zamandan çok Türkiye halklarının ihtiyacı olmaktan karşı karşıdır. Doksan yıldır başaramadığımız, beceremediğimiz öteleyerek, erteleyerek, baskılayarak devletin zor aygıtını, ideolojik aygıtlarını, baskılayıcı aygıtlarını dayattığımız için de içimizden düşmanlar ürettik, üretiyoruz. Halklar, inançlar düşman değil; halklar inançlar dosttur, kardeştir. Bu kardeşlik hukukunu diyalog ve müzakereye dayalı çözüm parametreleri her zaman insani, vicdani noktada kalmıştır. Bugün de Türkiye cumhuriyeti Meclisinin yapması gereken birikmiş olan tarihsel, siyasal, sosyal, ekolojik ekonomik, demokratik sorunlarımızı diyaloğa açık, barış eksenli çözümü öngören bir noktadan yaklaşmamız gerekiyor. Savaş kaybettirendir, savaş ölümdür, yıkımdır, yoksulluktur, açlıktır, sefalettir. Barış özgürlüktür, adalettir, kardeşliktir. Barıştan yana olmak insani, vicdani sorumluluğumuzun gereğidir. Dini kimliğimiz, etnik kimliğimiz ya da siyasal düşüncemiz ne olursa olsun insanlığın ortak değerlerinden buluşmak adına atmamız gereken adımların yerine biri diğerini ötekileştirdiğinde, baskıladığında tırnak içerisinde kriminalize edip terörize ettiğinde kaybeden hepimiz oluruz. Burada söz konusu olan gasp edilmiş hakların ertelenmiş, ötelenmiş ve baskılanmış özgürlüklerin bir an evvel topluma, toplum dinamiklerine devredilmesidir. Sivil toplum örgütlerini dinlemediğinizde sivil toplum örgütlerinin meşru taleplerini göz önünde bulundurmadığınızda katılımcı davranmış olamazsınız. Sivil toplumun bu demokratik katılımcı eksenli taleplerini dikkate alan ama birikmiş tarihsel sorunlarımızdan hareketle de kimliklerin, dinlerin ve kültürlerin mevcut var olan problemlerini çareye ve çözüme kavuşturan bir noktada Meclis duruma el koymalı, diyalog ve müzakereyi esas alan bir noktada toplumun önünü açan pozisyonda olmalıdır diyor, saygılar sunuyorum.