GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri
Yasama Yılı:5
Birleşim:18
Tarih:25.11.2014

MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüştüğümüz kanun teklifi üç parça hâlinde geldi. Birinci parçasına bir diyeceğimiz yok; noterlerle ilgili ve hâkimlik mesleğine mensup insanların yürüttükleri göreve mütenasip bir hayat tarzına ulaşabilecekleri ekonomik imkânlara kavuşmasına ilişkindi. Burada bir sorun yoktu, eksikti ama bir sorun yoktu. Ama, ikinci ve üçüncü dalgalar -ki bu dalgalar AKP Hükûmeti zamanında epeyce yoğunlukla görülmüştür- işin insicamını bozdu.

Noterlikle başlayalım. Noterler Birliğinin ihtiyacı olan birtakım düzenlemeler gelmiştir. Bu düzenlemeler içerisinde, bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak, noterlik mesleğine katkı olması anlamında olumlu desteğimiz vardı ve bunu olduğu gibi yürütüyoruz. Lakin, noterlik verilerinin elektronik ortamda üçüncü kişilere giderek özel hayatın gizliliği, ticari ilişkilerin gizliliği, markaların ve birtakım sırların gizliliğini ihlal eder mi diye şüphemiz vardı. Bu şüpheyi paylaştık. Ancak, Noterler Birliği bunun birtakım güvenlik duvarlarıyla engellenebileceğini ifade etti. Temenni ederiz ki teknik bir sorun çıkmaz. İlk gelen dalgada, HSYK seçimlerinin başlangıcında havuç-sopa şeklinde kullanılan, hâkimlere "Eğer HSYK seçimleri olumlu biterse bu takdirde maaşları artacak." şeklinde bir taahhüdü oldu Hükûmetin. "Eğer istediğimiz gibi bitmezse o takdirde de bu seçimin sonucunu kabul etmeyiz." gibi antidemokratik bir ifadesi oldu. Bu tartışmayı bir kenara bırakıyorum.

Ancak, yargının içinde bulunduğu ekonomik sorunlarla boğuşan kitlesi sadece hâkim ve savcılar değildir. En az onlar kadar ve onlardan daha fazla emek ve mesai sarf ederek, gücünü harcayarak, enerjisini harcayarak ama onlardan çok daha az bir vaziyette ekonomik imkânlara sahip olan kitleler de vardır; bunlar kâtiplerdir. Osmanlının şarkısına ve bizim de şarkı dünyamıza giren "setresi uzun, eteği çamur" olan kâtibin cebi boştur değerli arkadaşlarım. Mübaşirler ciddi bir şekilde sorun yaşamaktadır genel idare hizmetlere geçmek ve orada daha iyi ekonomik imkânlara kavuşabilmek için. Seçim personeli, Türkiye'nin demokratik yapısını ortaya koyan; milletvekili, belediye başkanı, belediye meclis üyeleri, sivil toplumun, kamu kurumu niteliğindeki organların seçiminde görev yapan seçim personeli bu sıkıntı içerisindedir. İnfaz koruma memurlarının, yaşadıkları hayat itibarıyla mahkûmdan farkı yoktur. Psikolojik sorunlar yaşayan ve ekonomik zorluklar içerisinde bulunan bu kitlenin de şu niteliklerde ekonomik talepleri vardır.

Bir: Yargı tazminatından destek hizmetlerinde bulunan yargı mensupları da yararlanmak istiyor. Bu en tabii hakkıdır. İki: Fazla mesai ücreti alamamaktadırlar. Oysa, Anayasa'ya göre angaryadır bu, fazla mesai dediğimiz mesele. Çok fazla çalışmalarına rağmen bu kitle fazla mesai ücreti alamamaktadır, iş riski alamamaktadır. Dolayısıyla, bunların bir aile içerisinde yaşadıklarını düşündüğümüzde, kreş, servis ve yemek gibi sorunları vardır. Demek ki bunların da böyle bir düzenlemeye ihtiyacı vardır. Böyle bir düzenleme getirilmiş olsaydı biz elbette ki buna destek verecektik ancak Komisyondaki ve diğer alanlardaki taleplerimizi AKP çoğunluğu maalesef reddetmiştir.

Değerli arkadaşlarım, ikinci dalgaya geldiğimiz zaman, ikinci ve üçüncü dalgaya geldiğimiz zaman, masum bir talep gibi gelen birinci dalga dönüştü torba yasasına. Torba yasasını da geçti, biraz önce bir arkadaşımızın ifade ettiği gibi çorbaya döndü bu tasarı. Çorbayı da aştı bence, ikinci ve üçüncü dalgayla gelen teklifler çuvala ve bu çuvalı da "AKP" damgasıyla, etiketiyle yapıştırarak, birleştirerek yargının kafasına geçirme şekline dönüştü.

Değerli arkadaşlarım, bu tasarının ikinci ve üçüncü bölümleriyle ilgili amaç nettir ve kesindir, hiç kimse birbirini kandırmasın. Amaç şudur: Yargıtayda çoğunluğu kazanmak. Nasıl kazanacaksınız? "İş çok." falan diye birtakım mazeretler uydurarak 120 adet yeni üye seçeceksiniz, 8 tane daire kuracaksınız, böylece Yargıtayda daha önce beraber aynı yolda yürüdüğünüz, beraber ıslandığınız kitleye karşı çoğunluğu elde etmiş olacaksınız. Bunun lâmı cimi yok, bu gerçek.

İkinci amaç: Danıştayda aynı çoğunluğu elde etmek, yine beraber yürüdüğünüz yolda şu anda istiklal mücadelesi verdiğiniz kitleye karşı çoğunluğu ele geçirmek.

Üçüncüsü ise: HSYK'da birtakım yeni yetkiler, yeni düzenlemelerle olağanüstü yetkiler vererek yargının kalbi olan HSYK'yı siyasi renklere uygun faaliyetlerde bulunabilir hâle getirebilmek. İşte, bu üçünün çoğunluğunu ele geçirmekle kalsaydı... Maruz görmeyiz tabii; bu, yargıya siyasi müdahaledir ama burada durmuyorsunuz yani sizi durduran bir güç olmuyor. Öyle bir vahim noktada yargının içinde bulunan denge ve denetim araçlarını ters düz ediyorsunuz ve kontrolsüz bir yargı gücü yaratıyorsunuz ki bu, parlamenter demokratik sisteme bir tehdit olacak noktaya ulaşmış durumda.

Yargı içerisinde oluşmuş olan idari nitelikteki organların yetkilerini elinden alıyorsunuz, yeni uydurmuş olduğunuz birtakım organlara yeni yetkiler veriyorsunuz ve bu yeni oluşturulan organlar ile bunlara verilen yetkiler, inanın, ne 1960 ihtilalinde ne 1971 12 Mart muhtırasında ne 12 Eylül darbesinde ne de 28 Şubatta görülmüş boyutta. Böyle bir uygulama askerî rejimlerde, ara rejimlerde, muhtıralar döneminde görülmemiştir. Nasıl oluyor bu iş değerli arkadaşlar? Yargıtayda Başkanlık Divanını, "Birinci Başkanlık Kurulu" adı altındaki -eski tabirle "divan"- divanı 120 üye ve 8 daire yeni seçiminden sonra değiştirerek Birinci Başkanlıkta çoğunluğu elde ediyorsunuz. Çoğunluğu elde ettikten sonra... Ondan sonrası vahim.

Bir: Daireler arasındaki iş bölümünü yeni oluşacak olan Birinci Başkanlık Kuruluna veriyorsunuz yani dosyaların Yargıtayda hangi daireden hangi daireye gideceğine, hangi dairenin hangi işe bakacağına bu Birinci Başkanlık Kurulu karar verecek. Demek ki kimin davası neredeyse bu Başkanlık Divanı ona uygun kararlar verebilecek bir yetkiyle donatılıyor. Böyle bir hukuk olmaz. Bu, tabii hâkimlik ilkesine aykırıdır. İnsanların nerede yargılanacağını bilmesi en tabii hakkıdır. Böyle bir hakkı siz parmak çoğunluğuyla elinize alıp başka bir kurula verebilirsiniz. Verirsiniz de bu hakkaniyetli olur mu, insani olur mu, vicdani olur mu, hukuki olur mu? Elbette ki olmayacaktır.

İkinci yetkileri bunların: Hangi dairede hangi üye görev yapacak? Değerli arkadaşlarım, bu, eski hâline göre Genel Kurulun görevi. Niçin? Bu, Yargıtay içerisinde bir denge mekanizmasıdır. Yani, parlamenter sistemde sadece yasama, yürütme, yargı arasında denge yok, yargının içerisinde de kendi dengeleri var, kendi denetim araçları var çünkü yargının içerisinde makamlara seçilerek gelinir. O seçimin doğal olarak ortaya koyduğu bir hesap verme sorumluluğu vardır, seçilen üye, tekrar aday olacaktır, tekrar seçilecektir ve seçen kişilere karşı, hukuka uygun davranıp davranmadığının hesabını da vermek zorundadır. Dolayısıyla, böyle bir Genel Kurul yetkisinde bulunan üyelerin dairelere dağıtımının o kuruldan alınıp sonradan çoğunluğu elde edilecek Birinci Başkanlık Divanına verilmesi yanlış bir iştir. Bu yanlış, yargı içerisindeki denge ve denetim araçlarını ortadan kaldıracak durumdadır. Aynı durum, Danıştayda geçerlidir. Orada da Başkanlar Kurulundan alıyorsunuz, Başkanlık Kuruluna veriyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar niçin yapılıyor? Eğri oturalım, doğru konuşalım. Sayın Bakan, birtakım hukuki gerekçeleri ifade etmeye çalıştı ama biz biliyoruz, bizim bildiğimiz gibi Türk milleti de biliyor, yukarıda Cenab-ı Allah da biliyor. Siz, bu işi, 17-25 Aralık yolsuzluk, kara para aklama, altın kaçakçılığı gibi vahim iddialar ile Hükûmetin belirli şahsiyetlerinin ve onların çocuklarının, yakınlarının, bürokratlarının kuyruğu, hukukun kapısına sıkışınca bunları getiriyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bundan kurtulmak için yapılacak tek yol, bağımsız ve tarafsız yargıda yargılanmaktır. Onun dışında, yargıyla oynamakla bu işlerin sonu gelmez. Yargıyla o derece oynadınız ki nasıl oynadığınızı ben size şimdi kanun numaralarını vereyim, tarihlerini siz nasıl olsa bilirsiniz. Yargıtay Kanunu'nda tam 8 defa, on iki yıl içerisinde tam 8 defa değişiklik yaptınız. Yargıtay Kanunu ihdas edildiği tarihten itibaren 4 veya 5 defa değiştirilmiş; sizin Hükûmetiniz zamanında esen rüzgâra, zülfüyâre dokunan yele göre 8 defa değişiklik yapılmış. Not alın: 4929, 5219, 5235, 6110, 6217 sayılı yasalar, 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, 6494 sayılı Kanun, 6545 sayılı Kanun. Bu kanunlarda en büyük değişiklikler, konjonktürel gelişmelere göre zülfüyâre dokunan sert rüzgârların etkisiyle yapılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Danıştayda -paralel gidiyorsunuz maşallah- Danıştay Kanunu'nda da tam 8 defa değişiklik yapmışsınız. 4390, 5435, 5536, 5720, 5793, 5217, 6110 ve 643 sayılı kanun hükmündeki kararnamelerle değişiklik yapmışsınız.

Değerli arkadaşlar, bu kanun içerisinde yer alan Ceza Muhakemesi Kanunu'nda 11 defa değişiklik yapmışsınız. Bir değiştirdiğinizi bir daha değiştirmişsiniz.

Şimdi, bu değişikliklerin ana fay hatlarına değinmek istiyorum. Ana fay hatlarından bir tanesi, 2010 Anayasa değişikliğidir. O zaman bu kürsüde Milliyetçi Hareket Partisinin konuşmacıları ne konuşmuşsa aynen bunlar yaşanan hadiseler oldu. O zaman bize dediniz ki: "Siz geleceğin falını okuyorsunuz." Fal filan değildi, bu, olduğu gibi gerçek oldu. Şimdi de aynı şeyi söylüyoruz. Durduğumuz yer hukukun üstünlüğü, durduğumuz yer hâkimin teminatı, durduğumuz yer yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı.

İkinci fay hattı, 17-25 Aralık ve ondan da önce 7 Şubat 2013 MİT soruşturmasıdır. İşte, orada siz, esen rüzgârların zülfüyârinize dokunduğunu fark edince, üzerimize gelemesinler diye "makul şüphe" denilen kavramı... Evet, doğrudur Sayın Bakanın izah ettiği. "Bu makul şüphe bize çalışmasın. Kendimizi nasıl koruyalım?" Bunun için, "somut delillere dayalı kuvvetli şüphe hâli"ni getirdiniz ve buna ilişkin ek düzenlemeler yapılarak DGM'den sonra, özel yetkili mahkemelerden sonra, geçici yetkili, özel yetkili mahkemelerden de sonra yeni bir devlet güvenlik değil de AKP'yi koruma şeklinde bir hukuk düzeni inşa ettiniz, onun adı da "sulh ceza hâkimlikleri". Sulh ceza hâkimliklerini elde edip, HSYK'daki çoğunluğu elde edip birtakım yasal düzenlemeleri yaptıktan sonra, artık saldıracağınız bir alan var, bu da paralel yapı. Paralel yapıya karşı, onun sığınma, hukuken savunma alanlarını daraltmak için "makul şüphe"yi getiriyorsunuz, avukatların delillere ulaşma yetkisini daraltıyorsunuz ve olmayacak işlere böylece imza atıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, siz paralel yapı yerine, vergi alan, asker alan, mahkeme kuran, okul açan, şehitlik açan PKK'nın oluşturduğu paralel yapıya önce müdahale etseydiniz, bu paralel yapıyla da hukuken uygun bir tarz içerisinde mücadele etseydiniz size bir itiraz olmazdı ama öbür tarafta, PKK'yla oturmuş -pazarlık peşinde- Türk milletinin kanıyla, teriyle, gözyaşıyla elde etmiş olduğu vatan toprağındaki hükümranlığı pazarlık ediyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bal.

Süreniz bitti.

FARUK BAL (Devamla) - Burada kendinizi hukuktan kurtarmak, yolsuzluktan, kara para aklamaktan, altın kaçakçılığından kurtarmak için Danıştayı, Yargıtayı, HSYK'yı değiştiriyorsunuz, Ceza Muhakemesi Kanunu'nu allak bullak ediyorsunuz. Bu iş, yanlış bir iştir. Gün gelir sizin mücadele edeceğiniz, daha büyük istiklal mücadelesine muhtaç olacağınız daha beter kapılar aralıyorsunuz. (MHP sıralarından alkışlar)